Değişen sadece mevsimler mi?

Ceren Önen
make innovation work
4 min readOct 7, 2018

Sonbahar bu yıl geldiğini erken hissettirdi. Soğuyan ve yağışlı havalar bunun iyi bir göstergesi. “Küresel ısınma” ve “iklim değişikliğine” bağlı olarak her geçen yıl mikro felaketler (sel, su baskını gibi…) daha da artmaya başladı, haberlerde sık sık ya yağış öncesi uyarılar ya da yağış sonrası baskın haberlerini çokça duyar olduk. Yaz aylarında dahi “anormallik” olarak ifade edilen hava olayları ile karşılaşıyoruz. Akdeniz’de kendini gösteren tropik fırtına en yakın örneklerden bir tanesi. Tabii bunun başlıca nedenlerinden biri mevsimlerin “değişmesi” ama diğer bir neden de insanoğlunun başına bir felaket gelmedikçe değişmeye yanaşmayışı sanırım. Gerçi başına felaket gelse dahi konuşup konuşup değişmeyenler de yok değil ya; yazımınızın ana fikri onlar için her halükarda kifayetsiz kalıyor. Bilim insanları bizleri ne kadar uyarsa da bazı adımları çok geç olunca atmayı tercih ediyoruz. Neticede bildik manzaralar gözlerimizin önünden akıp gidiyor, bolca konuşuyor ve pek de bir şey yapmamayı tercih edebiliyoruz.

İş dünyasında da benzer durumlarla karşılaşmak mümkün. Coğrafi sınırların etkisini giderek yitirdiği ve sadece iç ve dış pazar değil, farklı sektör oyuncularının da rekabetinin söz konusu olduğu dünyamızda işletmeleri etkisi altına alan “mikro krizler” giderek yaygınlaşmaya ve normal hale gelmeye başladı. Ticari faaliyet gösteren kurumların bu bağlamda yaşananlara duyarsız kalması ve hazırlık yapmaması durumunda ise felaketin gelip eninde sonunda onları bulması kesin gibi.

Gözlemlerimiz gösteriyor ki birçok şirket bu durumun farkında ve olası “tehdit” ve “fırsatları” değerlendirerek kendilerini en iyi şekilde yeni şartlara adapte etmeye çalışıyorlar. Bu açıdan Türkiye perspektifine baktığımızda yeterli olmasa da sevindirici gelişmelerin olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle çağımızın en büyük fırtınalarından biri olan dijital dönüşüme yönelik çalışmaların büyük şirketler seviyesinden orta büyüklükte ve küçük işletmelere de sirayet ettiğini görüyoruz ancak bunun kapsamının daha da genişlemesi ve hızlanması gerekiyor.

Bir de bunun üzerine ülkemizin içinde olduğu koşulları da dikkate alırsak bir ekonomik daralma sürecine girdiğimiz ortada. Bu dönemde de işletmeler doğal olarak daha korumacı ve varlıklarını devam ettirmeye yönelik konuları öncelikli olarak ele alıyor. Genelde toplam bir talep daralması ile hem üretim hem de yatırımlar düşmeye başlıyor, süregiden fırtınada ayakta kalabilmek için herkes kabuğuna sıkı sıkı sarılıyor.

Şirketlerin böyle dönemlerde ilk kesinti yaptıkları konuların başında geleceğe dönük projeler ile yenilik ve inovasyona yönelik çalışmalar oluyor. Ana iş alanı ve yetkinliklere odaklanan şirketler fırtınalı dönemi minimum hasarla atlatmaya odaklanıyor.

Bir taraftan da dünyanın artık küçük bir köy olduğunu unutmamamak gerekiyor. Fırtına gelip geçtiğinde güneş açacak. Güneş açtığında ise — küresel — rekabetin katettiği yolda onları yakalamak için harcayacağımız efor fırtına öncesinden çok daha fazla olacak. Bu nedenle fırtına içinde dahi güneşli günler için hazırlık yapmak gerekiyor.

Peki işletmeler bir taraftan kaynaklarını kritik aktivitelere yönlendirirken bir taraftan da yeniliklere yönelik adımları nasıl atabilir ve minimum kaynak kullanarak yenilikleri nasıl uyarlayabilir bununla ilgili birkaç önerimiz olacak;

  1. Yenilikler için iç kaynaklarınızı — ve özellikle çalışanlarınızı — harekete geçirin: Birçok işletme öneri ve fikir kutuları üzerinden çalışanlarından süreçler ve şirket faaliyetleri ile ilgili iyileştirme önerilerini topluyor ve hayata geçiriyor. Bu kanal vasıtasıyla çalışanlardan şirket strateji ve hedeflerine uygun olası iş fikirlerini toplamak ve bu iş fikirlerini yalın girişimcilik yöntemleri kullanarak minimum kaynakla değerlendirerek hayata geçirmek mümkün. Böylece uzun süreli projeler yapıp sonuçlarını beklemektense doğrulanmış iş modellerini küçük ölçekte hayata geçirerek kazanım yaratmak mümkün hale geliyor.
  2. Tasarruf nedeniyle geliştiremediğiniz yetkinlikleri stratejik iş ortaklıkları ile temin edin: Şirketler stratejileri ve özellikle de rekabet avantajı yaratmak için birçok yetkinliğe yatırım yapar. Kriz zamanlarında ise bu yetkinliklere yatırım kısıtlanır, mevcut kasların daha etkin çalışmasına odaklanılır. Bu dönemlerde kaynak maliyetine katlanmayan şirketler bu yetkinliklere sahip şirketler ile doğrudan stratejik işbirlikleri yaparak faaliyetlerini devam ettirebilirler. Buna örnek olarak son zamanlarda sıkça örneklerini gördüğümüz yeni nesil işbirlikleri ve bu işbirlikleri çerçevesinde ortak ürün geliştirme çalışmalarını verebiliriz. Her iki partinin yatırım gücünün/odağının olmadığı alanlarda birbirini tamamladıkları örneklerde değer katan çözümler ortaya koyulabiliyor.
  3. Geleceğe yönelik stratejik değer teklifi ve ekosisteminizi tanımlayın ve bu ekosistemi kurmak için harekete geçin: Kriz dönemleri genllikle mevcut iş modelimizi yeniden sorgulamamızı sağlayan aşamlaardan geçmemeize neden olur. Her ne kadar keyifli olmasa da şartlar bizi buna zorlar. Yazımızın başında belirttiğimiz gibi “bir musibet bin nasihatten iyidir” yaklaşımı ile bu dönemleri kendimizi ve geleceği sorgulamak için bir fırsat olarak da görmek gerekir. Her şey yolundayken genellikle kendimizi sorgulama odağımız ve bu nedenle de olası fırsatları görmek mümkün olmuyor. Oysa ki yetkinliklerimiz ve sahip olduklarımız ile yapabileceğimiz birçok iş mümkün, bunları sorgulamamız ve olası fırsatları hayata geçirmek için açık olmamız gerekir.

Şirketler kriz dönemlerinde genellikle ana iş olanına odaklanarak başka alanlara kaynak ayırmamayı tercih ediyor. Oysa alternatif yöntemler ile minimum kaynakla farklı yenilikleri deneyimlemek ve hayata geçirmek mümkün. Önemli ve değerli olan ise sadece kriz zamanlarında değil, güneşli günlerde de bu konularda değerlendirmeleri sürekli yapmak ve olası fırsatları değerlendirebilmek oluyor.

--

--