Küldiyar-3

Hüseyin Alanca
Mefhum
Published in
4 min readMar 27, 2021

Gri bir çöl hayal edin. Tozdan ve külden bir dünya… Savaş insanlığın büyük bir çoğunluğunu yok etmiş. Geriye kalan tek devlet; son savaşın vahşi galibi Horegon Devleti. Şimdi tekrar hayal edin bu gri çölü. O külden oluşan tepeleri düşünün. Altında kalmışları ve üstünde hayatta kalmaya çalışanları düşünün. Artık bizimlesiniz. Küldiyar’a hoş geldiniz…

“İnsanların arasında gezdikçe fark ediyorum ki biz, ne olursa olsun yaşamaya devam edeceğiz. İnsanın iradesinin gücü beni her gün etkilemeye devam ediyor…” -Küldiyar Divanı, sayfa 326 yazan: Cornelius (Caleb) A. Lypso

Karşısındaki mikrofonu düzeltti ve onu dinleyen yüzlerce insanın sesini duyarcasına karşısındaki kameraya baktı. Birazdan yapacağı konuşma bir devrin son konuşması olacaktı.

“Ben Ukmeridan sultanı 2. Erol” diye başladı konuşmasına, konuşmasının yazılı olduğu tableti tutmaya çalışırken elinin titrediğini fark etti. “Ben…” nefesi sesini kaçırıyordu sanki. Konuşmak istiyor fakat konuşamıyordu. “Ben” dedi tekrar. “Buraya lideriniz olarak değil sizden, halktan biri olarak çıktım.” kelimeler ağzında yuvarlanıyor böylece anlaşılmasını zorlaştırıyordu. “Birazdan Horegon devletinin gönderdi Toz Kapanı isimli bombalar bir çok ülke gibi bizim üzerimize de düşecek. Bu bombaların etki alanındaki her yaşam formu kül olacak” dedi. Gözyaşlarını tutmakta zorlanıyordu, bu şüphesiz korkunç bir andı. “Üzgünüm bunu devam ettiremem” elindeki tableti kürsüye bıraktı ve halka sesleniş odasında hızlıca ayrıldı.

Erol hızlı adımlarla kraliyet sarayının uzun ve yüksek koridorların arasından geçti. Adımlarını durdurabilecek çok fazla şey yoktu.

İmfa hariç.

İmfa sakince koridordaki banklardan birinde birazdan düşecek bombaların neden olacağı katliamı bekliyordu. Erol hızlı adımlarla ilerlerken duraksadı, İmfa’ya baktı;

“Hayır… Hayır, hayır!” dedi Erol öfkeli bir şekilde. İmfa’yı görmesi birazdan olacakların işaretiydi.

Kaçması lazımdı, uzaklaşması lazımdı.

Erol tedirgin bir şekilde yürümeye devam etti. Ayakları attığı her adımda ayrı bir titriyordu. Kapılar açıldı Erol’un eşi Esma hızlıca ayağa kalktı. Erol eşinin elinden tuttu: “Çocukları al gidiyoruz” dedi Erol.

“Nereye?” diye sordu Esma.

“Kaçış gemileri ile bombalardan kurtulacağız” dedi Erol.

“Korkaklık etme!” diye çıkıştı Esma. “Hani liderliğini yaptığın milletin ile ölmeye hazırdın?” diye de ekledi.

“Kaçma fırsatımız varken kaçmamak aptallık olur.” dedi Erol, zamanının tükendiğini hissediyordu.

“Aptallık değil Erol, onurlu olur” dedi Esma.

“Tartışacak vaktimiz yok! Gitmek zorundayız!” dedi Erol.

Esma elini çekti ve Erol’dan uzaklaştı.

“Esma, vaktimiz yok gelir misin lütfen!” diye seslendi Erol.

“Milletinle beraber ölümü kucaklayacaktın hani? Onlara yalan mı söyledin?” dedi Esma. Öfkeli olduğu yüzünün kızarmasından anlaşılıyordu.

“Ben gidiyorum. Beni aksine ikna edemezsin şu an. Kararımı verdim. Vaktimiz de yok zaten…” dedi Erol, ümidi tükenmeye başlamıştı.

“Tek başına git o zaman korkak herif!” diye bağırdı Esma.

Odayı bir sessizlik kapladı. Erol çok fazla süresinin kalmadığını farkındaydı. “Lütfen…” dedi çaresizce, “Lütfen gel benimle”.

Esma’nın yanağından bir damla yaş süzüldü, ağlıyordu. “Hayır” dedi kendinden emin bir şekilde.

Erol öfkeden patlamak üzereydi fakat biraz daha beklerse kelimenin tam anlamıyla patlayacaktı. “Peki” dedi öfkesini içinde tutmaya çalışırcasına. Biraz geriledi ve oradan ayrıldı.

Erol koridorlarda sendeleyerek yürümeye başladı. İçinde anlatılması zor olan bir karmaşa vardı. Ölmekten korkuyordu, çok korkuyordu. Fakat bu korkusu onu eşini ve çocuklarını arkada bırakmasına neden olmuştu. Düşündü; çocuğu ve eşi olmadan yaşayacağı hayat yaşamaya değer miydi? Bilmiyordu, daha doğrusu düşünmek istemiyordu.

Asansöre bindi, asansörün aşağı inerken sergilediği istemsiz ışık gösterisini izledi bir süre. Sakinleşmeye çalıştı.

“Neden korkuyorsun” dedi İmfa, arkasında belirerek.

Erol aniden asansörün duvarına yapıştı, nefesi kontrolsüz ve dengesizdi. “S-Sen…” dedi titreyerek. “Sen nasıl buraya geldin?”.

“Anlatsam bile anlayabileceğini zannetmiyorum Erol.” dedi İmfa.

Erol bir süre derin nefes aldı bir şey demeden. Karşısındaki gizemli figürü inceledi. “Bana… Sonum geldi mi?”

“Hayır.” dedi İmfa sakince. “Senin yolculuğun yeni başlıyor.”

Asansör durdu, kapı açıldı. Kaçış gemisi ruhani gözüken teknolojik detaylarla dolu bir koridorun sonundaydı. Erol derin bir nefes aldı ve koşmaya başladı.

2098311 Numaralı bomba uçağı Ukmeridan İmparatorluğunun başkenti olan Unus’un gökyüzündeydi. WW (Wings of Wilson) marka bomba uçağı dahi bir mühendis olan Wilson Ro’Heyn tarafından yapılmıştı. Wilson savaş karşıtı bir duruş sergilemesine rağmen projeleri oğlu Winston Ro’Heyn tarafından çalınmış ve yüksek miktarda para karşılığı Horegon Devleti’ne satmıştı. Wilson’ın neden bomba uçağı yaptığı bir muamma, çoğu kişi bu dizaynların Wilson’ın değilde oğlu Winston’ın dizaynları olduğunu düşünüyor. Gerçi modelin temelleri kısa bir araştırma sonrasında ortaya çıkana göre Ukmeridan asıllı Orhan Al-Humeyn’in dizaynı. Kısacası uçağın anavatanı mevzusu biraz karışık ama şu an önemli olan tek bir mühendislik abidesi var: Toz kapanı.

Toz kapanı Horegon’un 5 kurucusundan biri olan Mühendis’in icadı. menzilindeki her yaşam formunu toza çevirecek güce sahip. işte böyle başladı kül çölleri, böyle başladı tozdan ve külden bir dünya…

Uçak yavaşça Unus’un göklerinde süzüldü. Uçağı süren pilot Horegon asıllı Pietro Limanchehov’du. Ailesi devlet ilk kurulduğunda düşük vergilerden dolayı tercih etmişti Horegon’u. Onlar için bu kadar basitti.

Pietro bir süre bombayı bırakma tuşunun üzerinde tuttu parmağını. Kısa süreliğine gözlerini kapattı, sinyal sesleri kulağına geldi, artık bombayı bırakma zamanı gelmişti. Pietro sakince düğmeye bastı. Bir anda vücudundaki kanın donduğunu, kaskatı kesildiğini hissetti. Az önce insanlık tarihinin en büyük katliamlarından birine yataklık etmişti. Bir süre boş gözlerle karşısında duran gökyüzüne baktı, uçağı ile boş bir gezdi gök yüzünü, kendi çapında saygı duruşuna durmuştu Unus insanları için. Kısa bir saygı duruşundan sonra geldiği gibi sessizce gitti.

“Uçakları uçaksavarla indirseydik bombalar yine patlar mıydı?” diye düşündü Erol kendi kendine. Horegon Devleti’nin uçakları hızlı manevralar yapan küçük uçaklardı. Vurması kolay uçaklar değildi. Ayrıca Toz kapanı yapı olarak en kötü savaş şartlarında bile patlamaya hazır olan sağlam bir bombaydı. Kısacası uçağı düşürmek tehlikeli bir kumardı. Gerçi artık hiçbir şey önemli değildi. Erol yavaşça kaçış gemisine bindi, kontrolleri hazırladı ve… Düğmeye bastı.

Aniden yukarı fırlatıldı kaçış gemisi. Yerçekimindeki ani değişmeden dolayı oluşan g-gücü Erol’u koltuğuna yapıştırmıştı. Erol etrafına tutunarak kendisini düzeltti ve kaçış gemisinin camından son kez Unus’a baktı. Bir an geri dönmek istedi, milletiyle ölmek istedi, korkakça bir iş yaptığını kabullendi, eşi ve çocuklarıyla ölmek istedi fakat artık çok geçti. Bir anda Unus’u bir toz rüzgarı kapladı. Bomba düşmüştü. Her şey bitmişti…

İmfa, sarayın helikopter sahasından, yukarı doğru çıkmakta olan kaçış gemisini izledi. Sonra kafasını çevirdi ve ona doğru gelen toz rüzgarına baktı.

Rüzgar çok… Güzeldi…

--

--

Hüseyin Alanca
Mefhum
Editor for

Hikaye anlatıcısı, deneysel kurguları seven ve takip eden bir yazar.