Karanlık Odalar ve Işık Almayan Suratlar, Bölüm-1: Kayıp Dünya

Hüseyin Alanca
Mefhum
Published in
6 min readApr 7, 2021

“Dünya yolunu kaybetti” diye başladı konuşmasına. “Amerika ve Rusya uzaya çıkmaya uğraşa dursun, Dünya hala son savaşın etkisinden kurtulamadı.” Derin bir nefes aldı. Düşüncelerine kapılıp gitmemek için kendini zor tuttuğu her halinden belliydi. “Almanlar geçmişlerini temizlemeye çalışıyorlar , dünyanın geri kalanı gelecekten korkarak günlerini geçiriyorlar.” Duraksadı, bir kez daha nefes aldı. “İnsanlığın bir rehbere ihtiyacı Bay Thompson, şüphesiz ki yolumuzu kaybettik. Eğer kontrolü ele geçirmez isek yeni bir savaş ortaya çıkacak ve Bay Einstein’e katılıyorum, bir savaş daha çıkarsa çoğumuz bundan sağ çıkamayacak. Buna izin veremeyiz Bay Thompson. Kontrolü ele almak zorundayız. Bu kudurmuş atı sakinleştirmek ve ona yöne vermek zorundayız.” Dedi Franz.

Thompson konuşmadan etkilenmişti, gözlerini yavaşça cama vuran güzel yağmura çevirdi. Bu Dünya korumaya değer diye düşündü. Bir şeyden emin olması gerekirse o da bu Dünya’nın aptal insanların aç gözlülüğüne kurban gitmemesi gerektiği olurdu. “Turin Alfanzo’nun KONTROL TOPLUMU kuramına hakim misiniz Bay Franz?” diye sordu Thompson. Franz yavaşça gülümsedi “Dünya’nın bir grup insan tarafından yönetebileceği olgusu mu Bay Thompson?” diye sordu. “Alfanzo ütopya hayalini gerçekleştirmenin tek yolunun bilerek hata yaparak hatalı bir dünya mefhumu oluşturmak olduğuna inandı. Onun gözünde hatalar bile kontrolün bir parçası olursa mükemmel yönetim mümkün olabilirdi.” dedi Thompson. “Alfanzo aynı zamanda her 100 yılda bir soğuk savaş çıkarmanın taraftarıydı. Bay Alfanzo’nun yöntemleri etkili olabilir fakat KONRTOL TOPLUMU, gerçekten uzak bir hayal sadece.” dedi Franz, konuşmadan zevk aldığı ses tonundan belli oluyordu. “Belki de bunu kendisine sormalıyız haksız mıyım?” dedi Thompson. “Ne öneriyorsunuz?” diye sordu Franz. “Yükseklerden korkar mısınız Bay Franz?” dedi Thompson. “Asla.” diye cevapladı Franz. Bu uzun soluklu bir yolculuğun başlangıcıydı sadece, fakat her şey Dünya’nın iyiliği için diye düşündü Franz.

Kopoviç sakince doğruldu ve doğmakta olan güneşi izledi. Rusya’dan uzak olduğu her gün onun için muhteşemdi. Nefret ediyordu anavatanından, soğuktan, insanlarından lanet olası komünizmden doyasıya nefret ediyordu. Bu kadar acıya bir çare bulmak zorundaydı. Bunun için bu otele gelmişti. Aklında bir çözüm vardı. İsmini bilmiyordu fakat vizyonunda bir grup insan vardı, bu insanlar yüksek kaliteli çevrelerden gelip üniversitelerde hocalık yapan insanlardan oluşuyordu. Bu insanlar her fırsatta bir araya gelip Dünya’nın gidişatını belirleyen kararlar alacaklardı. Küçük sarsıntılarla büyük depremler oluşturacaklardı. Tek piyonla tüm satranç tahtasına hakim olacaklardı. Kraliçe’yi değil, tüm karınca kolonisini yöneteceklerdi ve kraliçe bundan haberdar olmayacaktı. Turin Alfanzo’nun “KONTROL TOPLUMU” kitabını okumuş ve bu vizyonunu gerçekleştirmek için buraya gelmişti. Onun için Alfanzo güzel bir başlangıç noktasıydı. Perdesini kapattı, küçük odasına bakındı. Buradaki rahatlık Rusya’da yaşadığı zulüme bin değerdi. Şimdi, hazırlanması gerekiyordu. Gömleğini yavaşça ilikledi, ayakkabılarını yavaşça giydi her anın tadını çıkartmaya çalışıyordu. sakince odasındaki pis havayı kokladı. Londra’nın pis sokakları onun için bir nimetti. Bir kez daha lanet etti anavatanına. Rusya’dan tüm kalbiyle nefret ediyordu. Öfkesine yenik düştü ve yere tükürdü. Bu pis otel odasını daha da pisletmesine gerek yoktu fakat bunu yapmak zorunda hissetmişti.

Otel odasının kapısını kapattı, şapkasını taktı ve ilerlemeye başladı. Etrafından geçen insanlara baktı, bu insanlar gelişmiş insanlardı, Rusya’daki insancıklara benzemiyorlardı, medenilerdi bir kere. herkes giyinmek için çaba harcıyordu en pisi bile Rusların temizinden temizdi diye düşündü kendi kendine. Sonra kafası uzaklara daldı. Kendisini küçük bir çocuğa silah tuttuğu bir hatırasında buldu. Çocuğun elindeki ekmekte gözü yoktu fakat çocuk görevlilere çok fazla soru sormuştu, bir parça ekmek onun için sadece küçük bir ödül olacaktı. Belki de öldürecek olmasının asıl nedeni o ekmek parçasıydı, lanet olsun çok ama çok açtı. Tetiğe bastığı anda küçük çocuğun, sekiz ya da dokuz yaşlarındaydı, kafası milyonlarca parçaya ayrıldı. Çocukların kafa yapılarının yetişkinlere göre daha güçsüz olduğunu duymuştu fakat bu kadar büyük bir patlamayı beklemiyordu. Kulağına gelen tiz sesle kendine geldi. Bir anda yere bakınıp ekmeği aramaya başlamıştı fakat çok geçti. Ekmeği havada kapmışlardı. İçin büyük bir öfke doldu ve bağırdı. Sesi kısılıncaya dek orada, öylece bağırdı. Sesinin kısıldığını hissedince korktu ve sustu. Sonra yerdeki bir zamanlar mavi gözlü hafif beyaz tonuyla parlayan sarı saçlı sıska bir çocuk olan cesede baktı. Hiçbir şey hissetmediğini fark etti. Evet, gerçekten ilginç bir şekilde hiçbir şey hissetmiyordu. Öldürdüğü ilk çocuk bu değildi, bu çocuğu diğerlerinden farklı kılan bir şey de görmemişti. Unutacağım onu ve onu unutacak son kişi olacağım diye düşündü. Tahminine göre çocuğun bir annesi veya bir babası yoktu, onun için ağlayacak kimse yoktu. Kendisi için ağlayacak kimse de yoktu aslında. Kendisi de bir parça ekmek için ölse kimse arkasından bağırmazdı, haykırmazdı. Etrafına bakındı, kimsecikler yoktu. Ekmeği kim almışsa artık ulaşılamayacak mesafelere varmıştı. Derin bir nefes verdi. Londra’nın pis kokusu burnuna varınca kendisini hatırasından ayırdı ve yolun ortasında buldu. Alfanzo’nun ofisinin önündeydi. Hatırası Londra’nı dışkı dolu yolları boyunca ona canice eşlik etmişti. Vicdanında çok fazla yük vardı. Belki de bu yüzden Rusya’dan bu kadar nefret ediyordu. Rusya’dayken insan değildi çünkü. Belki de nefret ettiği Rusya değildi, Rusya’daki kendisiydi. Hayır, hayır bu çok saçma bir düşünceydi, hemen bu aptalca düşünceyi kafasından attı ve içeri girdi.

İçeri girdiğinde bekleme odasıyla karşılaştı. Burası az önce bulunduğu otelin lobisinden farksız görünüyordu. Yerde eskiden kırmızı olup çamurla bordoya dönüşmüş bir renge sahip halı birkaç ahşap oturak ve…

Mekandaki tek bekleyen kişinin o olmadığını fark etti. Sıska, sarı saçlı, ince bıyıklı Fransız bir tipleme ile yanında şişko, pala bıyıklı bir Amerikan bir adam bulunmaktaydı. İkilinin karşısına oturdu ve bir süre inceledi. Fransız gibi gözüken kendisinden emin ama cahil bakışlı biriydi bilakis yanındaki Amerikan bilge ama şerefsiz bir duruşa sahipti.

“Ben Francis Franz, bu da akıl ustam ve çok saygı duyduğum öğretmenim Theodore Thompson” dedi Fransız gözüken sıska adam yanındaki şişko Amerikan'ı göstererek.

“Nikolei Kopoviç,” dedi ve şapkasıyla selamladı ikiliyi. İkili şapkalarıyla karşılık verdiler. “Rus musunuz?” gibi aptal bir soru sordu Franz. “Ne gibi gözüküyorum size” diye karşılık verdi Kopoviç. “Çeçen veya Dağıstanlı olma ihtimaliniz ile karşı karşıyaydım, cehaletimi affedin Bay Kopoviç” dedi Franz. Sıska adam haksız değildi, Rusya asıllı birinden çok bir Çeçen’e benzediği kendisinin bile ilginç bulduğu bir tesadüftü. “Sorun değil Bay Franz.” diye cevap verdi Kopoviç. Sonuçta kısa bıyıkları ve dolgun gri bir sakalı vardı bu da onun bir Çeçen’e benzemesine neden oluyordu. Bazıları onu eski Amerikan başkanı Lincoln’e de benzetiyordu fakat bu benzetme absürttü.

“Sizin buraya gelme sebebiniz nedir? Söylemeniz sizin için uygunsa tabi…” dedi Franz. Gereksiz derecede abartılı bir heyecanı vardı sesinin tonunda. “Sizi ilgilendirmiyor maalesef” dedi Kopoviç. “Biz buraya KONTROL TOPLUMU kuramı ile ilgili geldik de, belki sizde aynı sebepten dolayı buradasınızdır diye sordum. Yine, cehaletimi affedin, özür diliyorum.” dedi Franz, nezaketi rahatsız ediciydi. “Bir kulüp mü kuruyorsunuz?” diye sordu Kopoviç. “Öyle denilebilir” diye atladı Thompson. “Eğer KONTROL TOPLUMU kuramından yola çıkarak bir kulüp kuracaksanız bunu mümkün olduğunca sessizce yapmanız en mantıklısı olur beyler.” dedi Kopoviç, odadaki en zeki adam olmanın zevkini çıkarıyordu. Karşısındaki ikili bir süre utanç dolu bir sessizliğe büründüler.

Alfanzo’nun ofisinin kapısı yavaşça açıldı, içeriden güzelliğiyle insanın ağzını açık bırakan bir kadın çıktı. Kadının koyu renkli saçları omuzlarından iniyor, ve altında yatan muhteşem yüzünü kapsıyordu. Bu Esmerelda Alfanzo idi, Turin Alfanzo’nun dünyalar güzeli kızı ve geçici bir süreliğine sekreteriydi. Franz bu güzelliğin karşısında kendisini tutamadı ve ayağa kalktı. Aptal ve azgın Fransız diye düşündü Kopoviç. Kendisi böyle basit zevklerden çok uzaktı bu sebeple Esmerelda’nın güzelliği onu gram etkilememişti. Kendisi çok yaşlıydı böyle bir macera girişmek için. Zamanında 1 kere evlenmişti o da acıyla sona ermişti. “Babam içeride sizi beklemekte Baylar.” dedi Esmerelda. Kopoviç karşısındaki ikiliye bakıp gülümsedi. İkili onun karşısında utanca büründüler. Kopoviç, Alfanzo’nun gizli misafiriydi. Alfanzo, Thompson’a bu misafirden bahsetmiş ve oldukça abartılı bir şekilde onu övmüştü. Fakat ismini söylememişti. Thompson da ayağa kalktı, “Geçelim isterseniz” dedi Kopoviç’e. Kopoviç ayağa kalktı ve diğer herkesin önünden odaya girdi.

Alfanzo ofisinde ayakta ellerini masaya dayamış misafirlerini beklemekteydi. İçeri ilk Kopoviç girdi. Ardından Thompson ve Franz içeri girdiler. Esmerelda kapıyı kapattı. Artık tüm ekip toplanmıştı.

“Herkes yerleşsin öyle konuşacağım” dedi Alfanzo. Dediğini yerine getirdiler. herkes onlar için ayrılmış koltuklara geçti. “Hepimiz buraya basit bir neden için geldik haksız mıyım?” dedi Alfanzo. “Sizleri özellikle kabul ettim, inanın bana KONTROL TOPLUMU kuramından yola çıkarak bir divan kurmak isteyen tek insanlar sizleri değilsiniz. Fakat sizleri kabul ettim çünkü hepiniz kendi toplumunuzu tamamen temsil eden insanlarsınız. Kaba ve egosuna düşkün Rus, paragöz ve şişman Amerikan ve sevgili Franz, kelimenin maalesef her anlamıyla heyecanlı olan Franz. Siz geldiğiniz kültürler içerisinde kaybolmuş kişilersiniz, toplum sizi şekillendirmiş bu sebeple ipleri elinize alacak ve bu sefer toplumu siz şekillendireceksiniz.” dedi Alfanzo. “Ne saçmalıyorsun Turin?” diye çıkıştı Kopoviç, kendisiyle ilgili söylenenler hoşuna gitmemişti. “Üzülme Nikolei, toplumu tarafından şekillenen iki tür insan vardır; içi boş olan bukalemunlar ve içi hazine dolu olan istiridyeler… Siz, bence bu istiridyelerdensiniz.” dedi Alfanzo. “Peki eğer haksızsan ve biz eğer bukalemun isek, o zaman ne olacak?” diye sordu Franz. Alfanzo gülümsedi ve arkasında bulunan dolabı açtı. Dolabın içeriğini gören üçlü şoka uğramıştı. Dolap kavanozlarla doluydu bu kavanozların içlerinde ise bedeninden ayrılmış kafalar vardı. “Eğer yanılmış isem koleksiyonumun bir parçası olursunuz” dedi Alfanzo. Oda korku kokuyordu. Kopoviç heyecan ile gülmeye başladı, Franz ve Thompson’un iğreti dolu bakışları arasında “Sen kafayı yemişsin!” diyebildi. Franz ve Thompson birbirlerine baktılar ve onlarda güldüler. Alfanzo gülümsemekle yetindi. “Peki şimdi ne olacak?” diye sordu Franz. “Şimdi kendimize bir isim bulacağız.” dedi Alfanzo.

“Koruyucu melekler” dedi Thompson.

“Gardiyanlar” dedi Franz.

Kopoviç kahkahalara boğuldu bir anda. “Siz… Siz kendinizi ne zannediyorsunuz?” dedi gülmekten kaynaklanan göz yaşını silerek. “Biz kurtarıcı değiliz. Biz melek kesinlikle değiliz. Eğer burada kendimize karşı dürüst olamaz isek hiç bir yerde hiç kimseye karşı dürüst olamayız. Eğri oturup doğru konuşalım, biz buraya bir şey için geldik… Ben Meclis-i Murakabe ismini öneriyorum.” dedi.

Odadaki herkesin yüzünde bir tebessüm oluştu.

İsim bulunmuştu.

--

--

Mefhum
Mefhum

Published in Mefhum

Dürüst bir insan, inansa da inanmasa da mefhumları yerli yerinde kullanmak borcundadır.” -N. F. Kısakürek.

Hüseyin Alanca
Hüseyin Alanca

Written by Hüseyin Alanca

Hikaye anlatıcısı, deneysel kurguları seven ve takip eden bir yazar.