Aleviliği Kendi Değerlerinden Koparma Çabaları - “Ali’siz Alevilik” Söylemlerine Dair

Bugün Aleviliğin karşı karşıya olduğu problemlerden en büyüğü olarak tanımlama probleminin gündemde tutulduğunu ifade etmek istiyorum. Tarihi hadiseler neticesinde kendini Alevi kimliği içinde tanımlayan kimi sosyolojik ya da etnik yapılar, bugün kendi Aleviliğini yaratmanın (!) gayreti içerisindedirler. Aleviliği bu anlamda örtü olarak kullanmak isteyen bu oluşumlar, Alevilik tarihinin başlangıcına dair söylemlerle yola çıktılar ki Aleviliği hem İslâm hudutlarından hem de Muhammedî ahlâktan uzaklaştırarak bu istikametlerinde yol alacaklarına inandılar! Unuttukları husus şuydu ki: “Bir tek Alevilik vardı ve o da Tevhit hırkasını giymeden ve İslâm’ı anlamadan yaşatılamazdı veya Horasan’dan koparılan bir Alevilik, Alevilik olamazdı!”

Aleviliğin içerisinde yer alan ibadetlerin bütünü Kur’ân’i bir edep (referans) ve Muhammedî bir ahlâkla anlam bulmuş ve yaşatılmıştır. Öyle ki Aleviliğin temel ibadeti olan cemler, Hazreti Peygamber’in Miraca çıkışının tasavvufi perdeden ele alınışını yaşatır. O ilahî meclis o kadar ulvidir ki kadınlar, kadınlığını; erkekler de erkekliklerini dışarıda bırakırlar. Yani cemevinin eşiğinden içeri “cinsiyet” girmez/giremez! O mecliste sadece “can” vardır, o da Miracını (Cemini) yapmak ve üzerindeki kul haklarının hesabını vermek için o meclise alınır.

Aleviliğin, özellikle Orta Asya coğrafyasında şekillendiği ve Türkmen topluluklarca büyük kabul gördüğü dönemlere ilişkin birçok kayıt mevcuttur. Pir-î Türkistan Hoca Ahmed Yesevî dönemine ait cemlerin bugün ki cemlerden “farksız” olduğunu, o döneme dair belgeleri okuyanlar göreceklerdir.

1950’lerde başlayan şehirleşme sürecinin 1970’lere geldiği dönmeler de siyasi (Sol patentli) söylemlerin Alevi toplumu içerisinde yankılarının güçlendiğini görebiliriz. Bu sürece ve Aleviliğin bir inançtan ziyade bir kimliğe dönüşüne ilişkin tespitlerini derli toplu okumak için Akademisyen Rıza Yıldırım’ın “Geleneksel Alevilikten Modern Aleviliğe: Tarihsel Bir Dönüşümün Ana Eksenleri” başlıklı makalesini inceleyebilirsiniz. Aslında tartışmaları devam ettirmek ve bu alanla ilgili uzun uzadıya bu yazıyı sürdürmek mümkündür ancak biz burada söz konusu hususlara bir virgül koyarak, konu başlığımızda ifade ettiğimiz gibi Ali’siz Alevilik söylemlerinin üzerine durarak değerlendirmelerimizi sonlandırmak istiyoruz.

90’lı yılların sonunda bir esere isim olan bu sancılı kimlik arayışı “Ali’siz Alevilik” adıyla Aleviliği bir mecraya ve özellikle de “İdeolojik Alevilik” söylemlerine hapsetmeye çalışmıştır. Benzeri (ideolojik) havzalardan beslenen kimi yazarlar, Aleviliği kendi ideolojilerine göre şekillendirme gayreti içerisindedirler ve bu gayrete yönelik Avrupa merkezli birçok yayının yapıldığını görebiliyoruz. Sürecin bir başka belki de en tehlikeli yönü ise “Alevilik üzerinden bir ‘azınlık kimliği’ oluşturma ve Türkiye aleyhindeki kimi oluşumlarda da bu ‘azınlık’ hafızasını kullanma çabalarıdır!” Unutulmamalıdır ki bu toprakları var eden birçok müşterek değer Aleviliğin içerisinden filizlenmiş, İslâm inancının ve Türkmen kimliğinin “sevgi ve hoşgörü” yüklü elçileri olarak kök salmışlardır. Peki, sormak gerekmiyor mu, “Hacı Bektaş-ı Velî’yi, Miskin Yunus’u, Mevlana Rumî Hazretlerini, Ahî Evran’ı, Hacı Bayram-ı Velî’yi ve Anadolu dâhil Balkanları irşat eden o büyük velileri tanımadan Türk kimliğini nasıl tamamlamış veya tanımlamış olacağız” diye?

Bugün, Aleviliğin Kur’ân-ı Natık (Konuşan Kur’ân) olarak isimlendirdiği Hz. Ali’nin gelenek içerisinde ki yeri grileştirilmeye çalışılmaktadır. Aleviliğin benzer değerleri içinde bu “grileştirme” çabalarının olduğunu üzülerek belirtmem gerekiyor. Alevi/Kızılbaş Ocaklarının büyük bölümüne ev sahipliği yapan Tunceli’nin bu gibi “grileştirme” hareketine öncülük etmesi de pınarı kaynağında kurutmanın bir başka adı olsa gerek. Daha birkaç yıl önce bu şehirde yapılan ve belediyece organize edilen Alevilik Sempozyumunun (!) sonuç bildirgesinde “Biz Arap Ali’yi tanımıyoruz” maddesinin yazılmasını unutmak ne mümkün!

İnanç önderlerimizden öğrendiğimiz hakikat meclisinden bir söz ile yazımızı sonlandırmak istiyorum. Büyüklerimiz derler ki: “El, vücutta kaşınan yeri iyi bilirmiş” diye. Alevisi-Sünnisiyle Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan tüm değerler, biri birimizi iyi tanımak ve sorunlarımızı başka ellere havale etmeden çözmek durumundayız. Alevilik, bu toprakların asli unsuru ve temelidir, bunun dışında Aleviliği nereye çekerseniz çekin adı Alevilik değil başka bir şey olur. Eksiksiz bir şekilde bir olmak için bilinçlenmeye çok ihtiyacımız var. Tanımak için ise önyargılarımızı terk etmeye. Okurlarımıza ricamdır, Aleviliği değerleriyle okuyun ve öğrenin, ideolojik olarak değil!

Hasan Çelik

--

--