Westphalia Efsanesi

Oğuzhan Taşağıl
Mozartcultures
Published in
8 min readAug 29, 2020

Bugün, uluslararası düzende modern devletlerin ortaya çıkış noktası ve egemenlerin eşitliği ilkesinin temel dayanağı olarak görülen Westphalia’ya eğileceğiz. Öncelikle egemenliğin ne olduğunu konuşalım. Egemenlik, devletlerin birbirlerinin bir toprak parçası ya da mekân üzerindeki ayrıcalıklı kural koyma gücü ve hukuk yaratma kudretini tanımasıdır. Bu tarihsel olgu, bir devletin kendini egemen saymasıyla gerçekleşmekten ziyade birçok devletin birbirini egemen saymasıyla var olabilir. Bu olgu, bir fikir olarak inşa edilmemiş, devlet adamları tarafından tarih boyunca adım adım tanınmıştır.

Westfälischer Friede (The Peace of Westphalia) 1648

Westphalia, Otuz Yıl Savaşları’na nokta koyan; tarafların Kutsal Roma İmparatorluğu, Fransa ve İsveç olduğu temelde iki antlaşmadan oluşan bir antlaşmalar bütünüdür. Bu antlaşmaların, egemenlik adına küçük birer adım olarak sayılabilse de, geçmiş ve geleceği egemen devletler sistemini yaratacak biçimde kesmediğinden bahsedeceğim. Antlaşma metinleri ve tarihsel gerçekleri de hesaba katarak tekrar ele alacağım. Öncelikle Westphalia’yı doğuran Otuz Yıl Savaşları’na göz atıp ardından Westphalia’nın imzalandığı ortamı, tarafları ve sonrasını değerlendireceğim. Hadi başlayalım.

Protestan Reformu

Katolik Kilisesi’nde derin yaralar açan bu reform, o dönemde gerçekleşen bilimsel, ekonomik, siyasal ve sanatsal konularda yaşanan atılımların (pusula, uluslararası ticaret ve parasal odak haline gelen şehirler, Rönesans, barut, matbaa…) ve Katolik Kilisesi’nin gerici anlayışının yarattığı ortamı lehine kullanmış; Kilise’nin kendi çıkarı için İncil’i manipüle etmesine karşı başlatılmış dini bir hareketti.

Katolik Kilisesi’ne karşı gerçekleşen bu hareket; temelde ruhban sınıfının, halkı suistimal etmesine dayanıyor. Ruhban sınıfının yerel halkın dilinden anlamaması ve farklı bir dil olan Latince’de ısrarcı olması, basımı yalnızca bu dilde yapıp üstüne de sansür uygulaması; halkın, rahiplerin sözlerinin doğru olup olmadığını kontrol edememesine yol açmış ve güvensiz bir ortam yaratmıştı. Ayrıca insanların para karşılığı cennetten arazi alabiliyor oluşu ve para karşılığı günahlarını temize çekebilmesi (endüljans, indulgence) İncil’in tam tersi bir anlayış ortaya koymuştu. Zenginler para karşılığı cennete yerleşirken, fakirler hem bu dünyada hem de diğerinde azap çekiyordu. Bunun dışında dinî pozisyonlar satın alınabilir hale gelmiş (simony) ve rahiplerin dinî yeterlilikleri de sorgulanır olmuştu. Bunun sonucunda aynı konu üzerine her rahipten farklı bilgiler duyulmuş ve bu bilgilerin İncil’le hiçbir alakası olmadığı anlaşılmıştı. 1515’e gelindiğinde Papa Leo X., St. Peter Bazilikası’nın yeniden inşası için bir endüljans kampanyası başlattı. Bu kampanya Almanya’nın çevre kiliselerden endüljans satmak için gelen rahiplerin akınına uğramasına yol açtı.

Luther Endüljansın Gücü ve Etkisi Üzerine metnini asarken

Peki, Reform nasıl başladı? Kilise’nin büyük bir gaflet içinde olduğunu düşünen Martin Luther, Wittenberg Kalesi Kilisesi’ne ‘Endüljansın Gücü ve Etkisi Üzerine Tartışma’ isimli, 95 maddeden oluşan bir metin astı. Temelde endüljans satılmasını (af belgesi, cennetten toprak satışı) eleştiren bu metin halk arasında destek gördü. Yöre halkının desteklediğini gören Martin Luther, Tanrı tarafından gönderildiğini düşündüğü matbaa sayesinde metni çoğaltıp imparatorluğun dört bir yanında dağıttı. Sonrasında bu hareketleri ona aforoz tehdidi olarak dönse de bunlar onu yıldırmadı ve başkaldırısını devam ettirdi. Protestanlığın büyük bir tehdit haline geldiğini fark eden Papa ve İmparator, League of Dessau adı verilen bir ittifak kurdu (1525) ama kısa bir süre sonra Protestanlar tarafından kurulan League of Torgau (1526) ile karşılık buldu. İşte Avrupa’daki din çatışmasının temelleri de bu karşıt ittifaklar sayesinde atıldı.

Protestanlık yayılırken 16. yy’ın başlarında İmparatorluk, yaşanan şanslı gelişmelerle ciddi güç kazandı ve bu gelişmeler V. Charles (İmparator)’a imparatorluğu tek bir çatı altında toplama fikrini verdi. Evlilikler, erken ölümler derken ciddi yükselişte olan imparatorluğa karşı bir savunma kalkanı arayan Alman prensleri, Protestanlığı bir barınak olarak görüp benimsediler ve bir dış politika aracı olarak kullanmaya başladılar. Ortaya çıkan güvensiz ortam ve karşılıklı hasımlık, din savunması adı altında bir savaşın fitilini ateşledi. Adı altında diyorum çünkü bu savaşta din için savaşan taraflar varken, sırf politik ve ekonomik çıkar için katılan taraflar da vardı. Hatta öyle ki, yeri gelmiş savaşa bir tarafta başlayan devlet diğerine geçmiş, yeri gelmiş bu savaş, başka savaş ve çatışmalarla birleşmiş, yeri gelmiş bir bölgede dost olan iki devlet diğer bölgede düşman olmuş ve hatta savaşa katılmamayı seçen bir devlet taraflara levazımat ve her türlü kaynak, olanak tayin etmiştir.

Savaşın ilk devresi olarak görülen bu çatışma, 1555 yılında imzalanan Augsburg Antlaşması’yla sonuçlandı ve yalnızca dinsel anlamda egemenlik tanınan bu antlaşmada; “her yönetim bölgesinde kendi dinini seçebilir” dendi. Bölgedeki dini kabul etmeyen bölge sakinlerine de kendiyle aynı dine mensup bölgelere taşınabilme hakkı tanındı. Daha çok zorunluluk gibi düşünebiliriz.

Luther destekçileri henüz birçok özgürlükten yararlanamazken, 16. yy’ın sonlarına doğru bu durum, İmparatorluğun Osmanlı ve Fransa’ya karşı verdiği mücadelede ihtiyaç duyduğu destek neticesinde değişti ve Protestanlık büyük destek gördü; kilise kurma hakkı, ibadet hakkı gibi temel özgürlüklere kavuştular. Daha sonra gelen Majestenin Mektubu ile eli daha da güçlenen Protestanlık Avrupa’ya iyice yayıldı. Bu yayılış Katolik çevreleri rahatsız etmeye başlamıştı ki, ciddi müdahaleler ve ikinci savaşın tohumları da bu zamanlarda atıldı. Müdahalelere örnek olarak; sansür, özgürlüğe müdahale, kilise yıkımları, tutuklamalar, önemli konumlara atanan Katolikleri söyleyebiliriz.

Bu sınırlamalara dayanamayan Kalvinciler, 1618 yılının Mayıs ayında; Protestan karşıtı II. Ferdinand’ın iki temsilcisini serbest düşüşü deneyimlesinler diye, Bohemya’da bir kaleden aşağı bırakmış ve din savaşlarının ikinci devresinin başlama düdüğünü çalmışlardı.

Otuz Yıl Savaşları

Öncelikle antlaşmaya eğilmeden, savaşa bir bakalım. Savaşın dini bir yönü olsa da tarafların tümü dini motivasyonlarla savaşa katılmadı. Mesela Katoliklerin çoğu evrensel din anlayışıyla bir dini savaş verse de, Katolik Fransa çıkarını gözetip Protestan İsviçre’yi desteklemiş; Protestanların çoğu da dinde çoğulculuğu savunurken bazı Lutherci prensler İmparatorluğu destekledi. Elbette bunun yanında, İsveç Kralı Adolphus gibi bu savaşı bir kutsal savaş olarak görenler de vardı. Yani savaşın dini karakterini ele aldığımızda büyük oranda çıkar bağlantılı dini bir savaş olarak görünse de, bazı taraflar için kutsal olduğu söylenebilir. Seküler hedefler ve dini kaygıların iç içe geçtiği sisli bir savaş olarak değerlendirilebilir.
Karmaşık motivasyonlar, değişen cepheler, politik-ekonomik çıkarlar silsilesi içinde geçen savaşta, 1618-1648 yılları arasında, sekiz milyon insan hayatını kaybetmiş, on milyonlarcası göçe mecbur kalmış ve devletler ağır yaralar almıştı. Neyse ki, 1648 yılına geldiğimizde uzun süren savaş ve müzakereler sonucunda Barış antlaşması imzalanabilmişti. Şimdi antlaşmaya geçiyoruz.

Westphalia Barış Antlaşması (1648)

Savaş sonrası müzakereler sonucunda 1648 yılında bir Kongre toplanması kararı alındı ve bu Kongre’ye devletlerle beraber filozoflar, teologlar ve uluslararası temsilciler de katıldı. Bu Kongre’de Kutsal Roma ve Fransa arasında Münster Ant., Kutsal Roma ve İsveç arasında Osnabrück Ant. ve İspanya ile Hollanda arasında da Münster Barışı imzalandı. Bu konuda şöyle bir ayrıntı var; Westphalia Barışı denince yalnızca Kutsal Roma’nın taraf olduğu antlaşmalar sayılıyor. Kutsal Roma’nın taraf olduğu antlaşmaların isimlerinin farklı olmasının nedeniyse İsveç (Protestan) ve Fransa (Katolik)’nın bir araya gelmek istememesindendi.

İçeriğine bakıldığında; veraset meseleleri, maddi zararların karşılanması, sınır değişiklikleri ve İmparatorluğun temsiline ilişkin maddeler içerdiği görülebilir. Antlaşma’nın sonucunda İsveç, Baltık Denizi’nde kontrolü ele almış, Fransa ise birçok bölgeyi ve şehri alarak en önemli güçlerden biri haline gelmişti. Ayrıca İsviçre ve Hollanda da bağımsızlıklarına bu antlaşmayla erişmişti. Katoliklik, Protestanlık ve Kalvincilik resmi dinler olarak kabul edilmiş ve Augsburg Antlaşması’nın din seçimi özgürlüğü ilkesi tekrar kabul edilmişti.
Antlaşmayı laik bir temelde değerlendirmek yanıltıcı olabilir. Özellikle Papanın temsil edilmemesi, o dönemki Papa X. Innocent’in antlaşmaya ve Protestanlığa karşı bir protesto yayınlaması barışın dini tarafının güçsüz olduğunu düşündürten nedenlerdir. Aslında bu taraf olmama durumu, Papalığın ve Protestan çevrenin birbirinden haz etmemesi sonucu oluşmuş bir durumdu; bu iki cephe bir araya gelmek istemiyordu. Papa Protestanları sapkın olarak nitelendirirken, Luther da Papa’yı ‘Şeytanın ortaya attığı Roma’daki cahil’ olarak görüyordu. Bu açıdan Papa’nın bu antlaşmada yer almaması dini kaygılardan dolayıdır; antlaşmanın dini tarafını güçlendirir. Bunun dışında antlaşmaların “Kutsal ve bölünemez teslis (Baba, oğul ve kutsal ruh) adına” diye başlaması ne derece sekülerdir? tartışılır. Birinci maddesiyse “Hıristiyan ve evrensel bir barış” adına bu antlaşmanın imzalandığını belirtir. Kelime yapısına baktığımızdaysa piskopos, piskoloposluk kelimelerini 164 kez, din kelimesinin 139 kez, Katolik’in 91 kez, Hıristiyan ve Protestan kelimelerinin ise toplamda 59 kez kullanıldığını görebiliriz. Bu bilgiler ışığında, Westphalia Barışı’nın dini nitelikte bir antlaşmalar bütünü olduğu söylenebilir.
Peki, Westphalia, düşünüldüğü gibi uluslararası egemenlik anlayışını, önceki döneme bir nokta koyarak kurabilmiş midir?
a. Öncelikle kelime kullanımlarına bakılınca eskiye dönüş mahiyeti taşıyan elliden fazla kelime kullanımı göze çarpıyor, incelendiğinde tarafların; yeni toprak değişimleri ile çatışmalar ve ayrılıklar çıkmadan önceki duruma dönmek istedikleri anlaşılıyor. Yeni bir düzen kurma isteği değil, eskiyi tamir etme uğraşı veriliyor.

b. Devletlerin egemenliği anlayışına ters düşen İmparatorluk kaldırılmıyor, yalnızca tahta çıkma prosedürüne sıkı kurallar tanınıyor.

c. Augsburg Antlaşması ile uyumlu olan Westphalia; yenilik sunmuyor. Augsburg’da benimsenen “bölgedeki dini seçme özgürlüğü”, seküler bir anlayışla orada bulunmuyor; tam aksine din ve devletin birlikteliğine göndermede bulunuyor. Devletin ve prensin bir dini oluşu, eskiye bağlılığın devam ettiğini gösterir. Birtakım değişikliklerle yeniden benimsenen bu ilkede, artık bir halk mensubu prensin dinini benimsemek istemediğinde göçe zorlanmıyor ve ibadet özgürlüğü tanınıyor. Aslında anlaşmayı uluslararası egemenlik zemininde incelemektense, dini özgürlükler bakımından incelemek daha uygun olacaktır.

d. Antlaşmanın yapıldığı döneme bakıldığında hiyerarşik bir düzen olduğu açıkça görülebilir (Kutsal Roma>Fransa (En Hıristiyan Kral)>Diğer Krallar>Seçilmişler ve Cumhuriyetler>Özgür Şehirler ve aristokratlar). Uluslararası alanda, bu yapıdan bahsedilen bir dönemde, aktörlerin eşitliğinden bahsetmek zordur. Ayrıca bu dönemlerde yetki alanları birbiriyle kesişiyordu; bir bölge ekonomik olarak birine ait olurken, siyasi olarak başkasının olabiliyordu.

e. İmzacıların moderniteden uzak, Orta Çağ unvanlarıyla taraf olması. Ayrıca imzacıların kendi unvanları ve isimleriyle yer alması (Carniola Dükü gibi), antlaşmaların devletler arasında değil; bireyler arasında yapıldığını açıkça ortaya koyuyor. Oysa modern çağda, devletler egemenler olarak yer alır ve antlaşmalar birbirleri arasında yapılır. Siyasal iktidar ve mülkiyet ayrıdır.

f. Modern devletin yetkileri arasında sayılan yasa yapma, vergi toplama, savaş açma, ittifak kurma gibi yetkilerin Westphalia ile güvence altına alındığı savunulsa da, ondan yıllar önce de bu yetkiler, modern düzende sayılmayacak siyasal yapılarca kullanılmaktaydı. Mesela Jean Bodin 72 yıl önce bu konuda Devletin Altı Kitabı’nı yazmış ve egemenliğin sınırlarını çizmiş, İbn Haldun Mukaddime’sinde bu yetkilerden bahsetmişti. Bundan ziyade, Westphalia bu yetkilerden bahsederken; onları sınırlandırmaktan da geri durmuyordu. Bu yetkilerin İmparator’a karşı kullanılması yasaklanmıştı. Mesela ittifak kurulmasına dair tanınan hak (Westphalia’dan çok daha önceleri zaten bunu yapıyorlardı), İmparatorluğa karşı olabilecek ittifakları yasaklıyordu. Landeshoheit denen bu kavram, sınırlı bir egemenlik sunuyordu. Bu kavramda, yöneticiye tebaası ve bölgesi üzerinde doğrudan yetki verirken, dışarıda ise çoğu konuda İmparator’a bağlıydı. ‘Yani herkes egemendir ama bazıları daha egemendir’ diyebiliriz.

g. Antlaşma sonrası İmparatorluğu bir üst yönetim olarak görme davranışı devam etti. Prenslikler İmparatorluğu 'overlord' olarak gördü; vergi ödemeye devam ettiler, Diet’a temsilci gönderdiler ve hatta ortak ordu yetiştirdiler.

Martin Luther

Gördüğünüz gibi Westphalia antlaşmalarının, yeni bir dünya düzeni ve modern uluslararası ilişkileri yaratma yönünün zayıf olduğu söylenebilir. Restorasyon merkezli, dini temelde incelenmesi gereken bir antlaşma olduğu kanısındayım. Antlaşmayı genel olarak değerlendirdiğimizde; dünyadaki egemenlik sisteminden ziyade Avrupa’daki Hıristiyan Cumhuriyeti (Papa ve İmparatorun tüm hıristiyan alemini tek çatı altında toplayıp uyum içinde yönettiği düzen) kurma idealine bir nokta koyan bu antlaşma; Alman prenslere yöneltilen dini otorite baskısını 1555 Augsburg Antlaşmasıyla birlikte azaltmış, İmparatorluk Anayasasının dini anlaşmazlığa karşı alınacak hükümlerinde şiddete başvurmayan süreçler içerecek şekilde yeniden düzenlemiş ve İmparatorluğun ulusüstü politik varlığını yeniden canlandırmış diyebilirim.
Derlememi okuduğunuz için teşekkürler. Eksik veya hatalı bulduğunuz bir bölüm varsa bana ulaşabilirsiniz. İyi günler.

Kaynakça

Andreas Osiander (2001). Sovereignty, International Relations, and the Westphalian Myth. International Organization, 55, pp 251-287

Derek Croxton (1999). The Peace of Westphalia of 1648 and the Origins of Sovereignty. The International History Review, 21, pp 569-591

Yaşar Salihpaşaoğlu & Özgen Tuğçe Gümüş Boyacı (2020). A Myth of Modern State and Sovereignty: Peace of Westphalia. Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 15, pp 191-224

Christine Zappella. Raphael, Pope Leo X. Erişim adresi: www.khanacademy.org/humanities/renaissance-reformation/high-ren-florence-rome/high-renaissance1/a/raphael-pope-leo-x

--

--