Kara Veba

Oğuzhan Taşağıl
Mozartcultures
Published in
12 min readDec 3, 2020
The Dance of Death (1493) by Michael Wolgemut, from the Nuremberg Chronicle of Hartmann Schedel

Bu yazıda 14. yüzyılda Avrupa kıtasındaki popülasyonun yaklaşık %60’ının yaşamını yitirmesine sebep olan kara vebayı konu alıyorum. Sırasıyla; bu salgının ortaya çıktığı dönemin çevresel yapısından, ortaya çıkış şeklinden, sağlığı nasıl etkilediğinden, yayılma şekli ve rotasından, farklı alanlarda yol açtığı sonuçlardan ve elbette, sanata olan etkisinden bahsedeceğim. Bu arada kara vebaya ‘Kara' denmesinin sebebi Latince 'atra' kelimesinin iki anlama gelebiliyor oluşu; kara ve korkunç. Büyük olasılıkla bir çeviri hatası olmuş.

Hayat Şartları

Vebadan önceki sisteme baktığımızda, popülasyonu katı bir biçimde kastlara ayıran ve sırasıyla kral, soylular, din adamları, zengin tüccarlar ve en son köylüler (köleler) şeklinde sıralanan, feodal bir yapı vardı. Sağlık alanındaki bilgiler ise geçmişten günümüze gelmiş ve sorgulanmadan uygulanan yöntemlerden oluşuyordu. Psikolojik ve ruhani alanda da kilise yüksek otorite olarak görülüyordu; kiliseye olan güven tamdı. Kadınlar ikinci sınıf vatandaş olarak görülüyor, sanat ve mimari yapı tanrıya olan minnettarlığı dışavurmayı amaçlıyordu. Hayat elbette ki kolay değildi ama insanlar neyin nasıl işlediğini çözmüş ve buna göre yaşamayı öğrenmiş gibiydi ta ki Vebaya kadar. Veba bunların hepsini değişime uğratacak ve Protestan Reformasyonu ile Rönesans’ta da izleri görülen yepyeni anlayışlara yol açacaktı.

Pieter Bruegel the Elder, Triumph of Death (detail), c. 1562, Museo del Prado, Madrid

Veba’nın yayılma şekli ve çeşitleri

Kara Ölüm (Black Death) bir hıyarcıklı veba salgınıydı. Hıyarcıklı veba denilen hastalık, vahşi kemirgenlerin çokça taşıdığı Yersinia Pestis bakterisinin yol açtığı bir rahatsızlıktı. İnsanlar arasında vebanın artmasına yol açan şey ise, bu bakterilerin insanların yaşama alanında sıkça görülebilen siyah fareleri enfekte etmesidir. Siyah farelere aynı zamanda ev faresi ve gemi faresi de denir çünkü bu tür, insana yakın olmayı sevmesiyle bilinir. Vebanın bu fare kolonilerini öldürmesi 10–14 gün arası sürer ve bu noktada farenin işi biter. Bundan sonra farelerin bitleri devralır ve farelerin ölümünün ardından geçen üç günlük bir sürenin ardından bu bitler insanlara sarar.

Üç çeşit vebamız var. Eğer açık bir yaradan temas olmazsa, bitlerin ısırık alanından bulaşıcı hastalık lenf bezlerini enfekte eder ve bu da hıyarcıklara sebep olur; bunun da öldürme oranı %60. Eğer bu bit, açık bir yaradan hastalığı bulaştırırsa bu septisemik vebaya neden olur yani hastalık direkt olarak kana karışır ve hastayı %100 oranla öldürür. Bir de pnömonik çeşidi var, o da; bubonik vebanın ciğerlere ulaşması ve nefes (tükürük) yoluyla başka insanlara bulaşmasıyla oluşuyor, bunun da öldürme oranı %100.

Franciscan Monks Treat Victims of Leprosy

Tabii üstte belirttiğim üç çeşit vebanın da kuluçka süreleri, öldürme süreleri farklı ama genel olarak, semptomlar grip tarzında şikayetlerle başlar ve bu kuluçka süresi 3–6 gün sürer. Ardından 3–6 günlük diğer süreç başlar; koltuk altı ve kasık bölgesinde akıntılı kabarcıklar belirir ve bu sürecin sonunda da hasta hayatını kaybeder. İlk farenin enfekte olması ile ilk insanın ölmesi arasında ortalama 23 gün vardır. Bu hastalığın önemli bir karakteristiği de fare bitlerinden bulaştığı için daha sıcak mevsimlerde etkili olması ve kışın kaybolması veya yayılma gücünü yitirmesidir. Bu yüzden kuzeye pek yayılamamış. Mesela Norveç’te 1348–49 arası görülen veba salgınından 1654’e kadar olan başka veba salgınları da dahil olmak üzere, kışın hiç veba görülmemiştir. 1347–1351 yılları arasında Avrupa’yı esir alan kara veba, 6–13 yıllık aralıklarla 1429 yılına kadar görülmeye devam etti. Hepsi geniş çapta yaşanmasa da psikolojik hasarı geniş çaptaydı.

Yayılma Rotası ve Çıkış Noktası

Bu hastalık ilk olarak Çin’de ortaya çıkmış ve deniz yoluyla Hazar Denizi’nin kuzeybatı kıyılarına ulaşmış, oradan da Moğollara bulaşmıştı. Moğol Hanlığı’nın Khan Djanibek komutasındaki Altın Orda (Golden Horde) kontrolündeki Volga nehri bölgesine yerleşen veba, Moğolları büyük kayıplara uğratmıştı. Moğollar, İtalyanlarla girdiği mücadele sonucunda bölgedeki son ticaret istasyonu olan Kırım’daki Kaffa’ya (Bugünkü Feodosya) yaptığı saldırılar sonunda (Vebanın yol açtığı kayıplar kuşatmanın erken sonuçlanmasına yol açtı), vebadan hayatını kaybeden askerleri de katapultlarla Kaffa’ya fırlatır ve sonucunda veba yayıldı.1346 yılının güz mevsiminde veba Kaffa’yı esir alır. İlkbahar olunca (hava daha da ısınmış), İtalyanlar gemilerle (On iki adet Genoa gemisi) kaçmaya başlar ve Avrupa’ya Kara Veba’yı da bu şekilde taşırlar.

Kaffa’dan yola çıkan bu gemi önce İstanbul’a ulaşır ve vebayı buraya yayar. Buradan veba, İskenderiye’ye doğru yola çıkan bir gemi sayesinde Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya yayılacaktır. Devam eden gemi, sonrasında vebayı bu tür hastalıkların çok kolay yayılmasını sağlayan bir konuma ulaştırır; bir ticaret merkezi olan Marsilya’ya. Birkaç ay sonra birkaç İtalyan tüccar İstanbul’dan evlerine doğru yola çıkar ve vebanın İtalya’ya (Genoa ve Venedik) yayılışını başlatırlar.

Virüsün ticaret ve kültür merkezlerine ulaşması üstel olarak artmasının önünü açar. Avrupa’ya yayılma rotasını uzun uzadıya yazmıyorum, ilgilenenler kaynaklardan bilgi edinebilir. İlginçtir ki, bu hastalığın çıkışından birkaç on yıl önce Moğol Hanlığı İslam’a geçiş yapmış ve Hıristiyanlarla ticaret yapmak yasaklanmıştır. Bunun sonucunda Çin ile Avrupa arasındaki ticaret rotası olan İpek Yolu karavan rotaları kesik yemiş ve yine aynı nedenden Kara Veba doğudan Avrupa’ya yayılışını Rusya üzerinden yapamamış; Moğol sınırında kalmıştır. Yine bunun sonucu olarak aslında Doğu’dan Kara Vebaya tutsak olacak olan Rusya, vebayı; bu hastalığa ondan önce teslim olan Batı’dan alacaktır. Yani Rusya vebanın ilk fethi olacakken sonuncusu olmuştur. Hastalığın Rusya’ya bir bumerang gibi C çizerek döndüğünü söyleyebiliriz. Aşağıda izlediği rotayı ve yılları görebilirsiniz.

Bulaşıcı Gücü

Bu salgının bulaşıcı gücünü arttıran yegane gelişme elbette ki, yeni ve daha büyük gemilerin artık çok daha geniş bir ticaret yolunda iş görebilmesidir. Bu gemiler Venedik, Genoa, İstanbul, Kırım, İskenderiye, Tunus, Londra ve Brüj’ü birbirine bağlamış ve vebayı bu ticaret damarları arasında yaymıştır. Bu uzak mesafe ticaret hattı da canlı kısa ve orta mesafe ticaretle birleşince, vebaya gün doğmuştur. Bu kısa-orta mesafe ticareti şöyle güç kazanıyor; 1050–1300 yılları arasında gerçekleşen güçlü nüfus artışları ile yerleşim alanı ihtiyacının doğması nedeniyle kırsal kesim yerleşime açılıyor ve şehir ticaretiyle sıkı sıkıya bağlanıyor; işte bu yolla da veba kırsala da nüfuz edebiliyor. Başta tarım ve hayvancılık alanında gelişen iş düzeninin şehirle bağlantısı yoğundu. Hastalık şehirlerde daha yoğun olarak görülse de, bu hastalığın kırlarda da yoğun olmasının nedeni buydu. Bu yolla hastalık en ücra köşelere bile ulaşabildi. Bu dönemlerde Avrupa bakteri yönünden altın çağını yaşamaktaydı; ticaret imkanları ve rotaları hızlı bir biçimde artarken sağlık alanındaki bilgi düzeyi hala minimal düzeydeydi. Hatta insanların çoğu hastalıkları tanrının gazabı olarak görüyor ve çareyi bu hastalıkları geçireceğine inandıkları ilahilerde arıyorlardı; bazıları da bunu kader olarak görüp kabulleniyordu çünkü tanrının yazdığı kaderden kaçınmaya çalışmak günahtı.

The Citizens of Tournai, Belgium, Burying the Dead During the Black Death of 1347–52

Etkileri

Veba şiddetini arttırdıkça ve yayılmasını azaltmaya veya tedavi bulmaya yönelik çalışmalar sonuçsuz kalınca, insanlar sisteme ve kurumlara olan inançlarını kaybetmeye başladılar. Özellikle derebeyliğin yapıtaşı olan kölelerin, çalışmak zorunda kaldıkları ortam itibariyle daha yüksek risk altındalardı bu yüzden de ölümlerin çoğu bu sınıfa mensup insanlardan oluşuyordu, (serf) hayatını yitirmesi feodal yapının parçalanmasına yol açtı. Veba alt tabakada hüküm sürerken, bu insanların kalacak yer araması ve destek istemesi neticesinde manastır ve kiliselerde kalmasıyla ruhban sınıfına bulaştı, oradan da soylulara.

Araştırmacılar 1960 yılına kadar Kara Veba’nın o zamanki Avrupa popülasyonunun %20–30’unun kaybına yol açtığını düşünüyorlardı ama bu araştırma kırsal kesimleri kapsamıyordu. 60 yılından sonra artan araştırmalarla istatistikler derinlik kazandı ve bu oran ikiye katlandı yani o süreçte toplam popülasyonun %60’ı ölmüştü. Bu da yaklaşık 30–35 milyon insana tekabül ediyor. Avignon’da günlük ölüm sayısı 400 iken, Paris’te bu sayı 800, Pisa’da 500 ve Viyana’da 600 idi. Hatta ölümler o kadar fazlaydı ki, Papa Rhone Nehri’ni kutsamış ve insanlar dere yatağına gömülmeye başlamıştı. Müslüman yerleşim yerlerinde kaç kişinin öldüğü hala bilinmiyor. Popülasyondaki bu hayati düşüş kalıcı oldu ve Geç Ortaçağ’ın karakteristik bir özelliği oldu. Erken Modern periyodun gelişimindeki dinamikleri de büyük oranda etkiledi. Derin yaralara ve köklü değişimlere neden olduğu kesin.

Peki nasıl bitti? Evet, başta olan büyük veba salgınından sonra da yerel vebalar yaşandı ama öldürme oranı %10–20’de kaldı. Bitmesinin iki nedeni var. Birincisi, virüsü taşıyacak canlı taşıyıcı kalmamış olması, ikincisi de virüse karşı kazanılan bağışıklık (bu sayede sonra çıkan veba salgınları daha az ölümcül şekilde atlatıldı).

Sonuçları

Şimdi sonuçlarına geçelim.

Ekonomik

Bildiğiniz gibi bu Ortaçağ düzeninde kral tüm arazilerin sahibidir. Kral istediği gibi soylulara ve lordlara, kendisine gelirden belirli bir yüzde verme şartıyla arazilerini kiralar. Lordlar da bu arazilerde köylüleri karın tokluğuna çalıştırıp üzerlerinden para kazanır. Veba öncesi dönem aynı bu şekilde işliyordu ve doygun nüfus sayesinde de lordlar çalıştırmak için köylü bulmakta hiç zorlanmıyordu. Çünkü köylünün bu işlerde çalışmaktan başka çaresi yoktu. Üzerine bu kast sistemi yukarı doğru yükselinebilen bir şey de olmadığından, nesillerce bu düzen sürüyordu. Ta ki vebaya kadar…

Ticareti bozan ve üretimi durduran bu hastalık birçok tüccarın, yetenekli sanatçının, binlerce işçinin ve daha fazla müşterinin ölmesine neden oldu. Köylülerin çalışma şartlarından olsa gerek, vebadan hayatını kaybedenlerin büyük bir çoğunluğu köylüydü. İşte bu yüzden (işgücü kıtlığı yüzünden) köylülerin yaptığı işlerin değeri anlaşılır oldu ve lordlar kendi ailelerini dahi besleyemez, kralın vergisini ödeyemez oldu. Tam da bu noktada hayatta kalan köylüler bunu lehlerine çevirmeye başladı çünkü bir şeyden ne kadar az varsa değeri o kadar yükselir (diamond-water paradox). Yapılacak zorlu işleri bilen işçi kalmadığı için işçiler zam talebinde bulundu. Toprak lordları buna karşılık vermeyince, tarlalar sürülemedi, ekinler biçilemedi ve kuruyup gitti. Bunun üzerine bazı lordlar işçiye olan bağımlılığı azaltma arayışına girdi ve sektör değiştirdi. Hayvancılıkta daha az işçi çalıştırmak gerekiyordu ve üstüne de et ve yün alanında daha fazla getiri vardı. Yönetim lord ve köylü arasında köprü görevi göreceğine, yeni kanunlar çıkararak işçileri eski yıllarda aldıkları maaşı almaya zorladı. Mesela İngiltere’de 1349 yılında çıkan bir kanun, işçileri 1346 yılında aldıkları maaşı kabul etmeye mecbur bırakıyordu. 1351 yılında çıkan bir diğer kanun olan Statute of Laborers’, 60 yaşının altında olan sağlıklı her işçiyi onu işe almak isteyen bir işveren çıkarsa onun için çalışmaya mahkum ediyordu. Ayrıca bu kanuna karşı gelen her işçi para cezası ve halka açık alanda aşağılanma cezası alıyordu. 1360 yılında cezalar ağırlaştırıldı; hapis cezasının yanı sıra bu işçilerin, alınlarına İngilizce kaçak anlamına gelen 'Fugitive' kelimesinin ilk harfi basılmaya başlandı. Fakat bu kanunlar çok da etkili olmadı ve genel olarak ciddi maaş artışları yapıldı. Bu bahsettiğim kanunları çiğnemek istemeyen işverenler de, işçi çalıştırmak zorunda olduklarından, üstünü dolap yardımı ya da yiyecek yardımı adıyla verdiler. İşçilerin geliri arttıkça piyasaya akan para da arttı ve bu sayede artan taleple arz da artmış oldu. İşçiler aldıkları yüksek maaşlar sayesinde kendi topraklarının sahibi olabildi. Ölüm kast sistemine elastikiyet kazandırıyordu.

Sosyo-ekonomik

Yukarıda, sayıca az kalan ve ağır işleri yapmayı bilen köylülerin daha fazla kazanmaya başladığından bahsetmiştik. Bu sayede alt tabakaya mensup olan insanların hayat kaliteleri önemli ölçüde artmaya başladı ve daha iyi kıyafetlere, lüks eşyalara ve iyi bir yaşama erişmeye başladı.

Vebanın şiddeti azalmaya başlayınca zenginler köylülerin yükselmiş yaşam kalitesinden rahatsız oldu; onlara göre herkes yerini bilmeliydi. Köylüler artan gelirleri sayesinde zenginlerin eskiden giydikleri kıyafetlere erişebilir oldu ve bu durum zenginleri rahatsız etti. Sonuç olarak zenginler sosyal konumunu bir şekilde belli etmeliydi; bunu da abartılı kıyafetler ve takılarla yapıyorlardı. Elbette bununla kalmadılar ama köylüleri eski düzendeki konumlarına döndürmek artık mümkün değildi ve bunu, ayaklanan köylüler onlara öğretecekti. Mesela 1358 Fransa Köylü Ayaklanması, 1378 Lonca Ayaklanmaları ve ünlü 1381 Köylü Ayaklanması (Peasants' Revolt)’nı buna örnek gösterebiliriz. Artık geri dönüş yoktu; sınıf mücadelesi sürecekti tabii ama feodal düzen bozguna uğramıştı bir kere.

Sağlık

Sağlık alanındaki etkilerine bir göz gezdirelim. Ortaçağ sağlık bilimi ilkellikten çok uzak olsa da tüm benliği, ilk bin yılda kümülatif şekilde elden ele dolaşan teorik bilgilerden oluşuyordu. Doktorlar bu bilgileri sorgulamıyor, mevcut duruma uyarlayıp, bu yöntemler gerçek durumu tedavi etmekten uzak olsa dahi, yalnızca yorum katarak sorunu çözmeye çalışıyordu. Bu durumu vebaya da uyarlamaya kalkınca, doktorlara veba bulaşmaya başladı ve doktor sayısı hızla düştü; üstüne uyguladıkları tedavi de hiçbir işe yaramadı. Vebanın ikinci yılında iyileşenlerin nasıl iyileştiğini ve ölenlerin neden öldüğünü kimse bilmiyordu; birini iyileştiren ilaç diğerinde işe yaramıyordu.

Hastalıktan dolayı, eski sağlık teorilerine sıkı sıkıya bağlı olan doktorların önemli bir kısmı ölünce, yeni fikirlere yer açıldı. Bu değişimin birinci sebebiydi. İkincisiyse teorik temelli tedavi sınıfta kalınca insanlar operatör cerrahlardan medet umar oldu, bu da insan bedeninin daha ayrıntılı bir şekilde incelenmesini sağladı. Veba öncesi dönemde nadiren yapılan anatomik gözlemler ve tahliller artık resmi mercilerce de desteklenir olunca, köklü bir değişiklik dalgası göründü. Yeni çalışmalar artık, zor anlaşılır olan Latince’de değil de anadilde yazılır oldu. Bu da sağlık bilgisini herkesin erişebileceği ve anlayabileceği hale getirmek demekti. Hastaneler de değişime uğradı; önceleri yalnızca hastaları toplumdan izole edip teorik tedaviler uygulamaya yarayan hastaneler artık temiz ve hasta odaklı tedavi merkezleri haline geldi.

Din

Dinî alandaki etkilerine geçelim. Dinî kurumlara ve dine olan inanç sarsılıyordu. Din adamlarının herkes gibi kolayca hayatını kaybetmesi, insanların büyük paralar verip aldıkları tılsım ve muska gibi eşyaların hiçbir işe yaramaması, katıldıkları ayinlerin boş çıkması, yaptıkları ibadet, tuttukları oruçların da fayda etmemesi yüzünden tanrının sağır olduğunu ve onları duyamayacağını düşünmeye başladılar. Flagellant Hareketi diye bir şey ortaya çıktı. Avusturya’dan başlayan bu hareket Almanya ve Fransa’da hız kazandı. Bu harekette, kendilerine tövbekarlar diyen insanlar, gruplar halinde ülkeleri gezip yeni müritler topluyor ve affedilmek için kendilerini kırbaçlıyordu. Bu gruplar, kendini lider ilan etmiş ve dinle hiçbir ilgisi bulunmadan sadomazoşist eğilimleri olan biri tarafından yönetiliyordu. Hareket vebayı durdurmak şöyle dursun, daha fazla yaydı; hatta vebadan ilgisiz şekilde, Yahudiler gibi dışlanmış gruplara karşı da toplumu kışkırttı. Kimse vebanın neden çıktığını bilmediğinden, bundan yararlanıp; Yahudilerin doğaüstü büyücülükle tanrıyı kızdırdığı ve bu yüzden insanlığı cezalandırdığı fikrini aşıladı. Ama şöyle bir sorun da vardı; başlarda din adamları, ölen normal insanları inançsızlıkla suçlarken sonraları din adamları da ölmeye başlayınca olay tersine dönmeye başladı. Ruhban sınıfının skandalları ve abartılı yaşam tarzlarına artan ölüm sayıları da eklenince Kiliseye olan güven sıfıra indi.

Zulüm

Zulüm arttı. İnsanların yardım ve çözüm bulamaması kaosun önünü açtı. Flagellant Hareketi barışçıl insanları kırbaçlayarak Yahudiler, çingeneler, cüzzamlı insanlara saldırttı. Hatta İncil’de Havva’nın insan soyunun düşüşüne neden olduğu inancından yapılan çıkarımla, kadınlara yönelik bir nefret baş gösterdi. Ama en büyük nefreti Yahudiler çekti. Bazı kişiler eskilerden kalma bir hurafe dayanarak, Yahudilerin Hıristiyan katili olduklarına ve Hıristiyan çocukların kanını dinî ritüellerde kullandıklarına, bu kanı toprağa serpip vebaya neden olduklarına ve hatta Yahudilerin zaman zaman kuyuları zehirleyip Hıristiyanları yok etmeyi amaçladıklarına yönelik iddialarla Hıristiyanları kışkırttı. Papa Clement VI’nın Yahudileri aklama ve Hıristiyan saldırıları kınaması da sonuçsuz kalınca Almanya, Avusturya ve Fransa’daki Yahudi topluluklar tamamen yok edildi. Yahudiler kendi yurtlarından göç etmek, kaçmak zorunda kaldı ve çoğu Polonya ve Doğu Avrupa’ya yerleşti.

Kadın hakları

Kadın hakları. Kadınlar, ne yazık ki, veba öncesi Ortaçağ döneminde erkeklere nazaran daha az hakka sahipti. Alt tabakada yer alan bir aileden gelen bir kadın fırıncı, süt sağıcı, barmen, örgücü ve elbette işçi olarak çalışabiliyordu ama kendi kaderini belirleyemiyor; hayattaki seçimleri toprak lordu tarafından yapılıyordu. Lord, kadının kiminle evleneceğine kadar belirliyordu. Kilisenin, kadını doğuştan gelen günahkârlıkla ve günahı dünyaya indirmekle suçlayan ve Havva’nın kız çocukları olarak anlatan anlayışına rağmen; kadın hakları bu dönemdeki ilk yükselişini, kadını İsa’nın annesiyle ilişkilendiren Meryem Ana Tarikatı’yla yaşadı.

Veba döneminde çok fazla erkeğin ölmesi nedeniyle; kadınlar kendi topraklarının sahibi olabilme fırsatı buldu, eskiden eşleri ya da çocukları tarafından yönetilen işleri kendileri yönetmeye başladılar ve eş seçmekte özgürleştiler. Kadınlar loncalara kaydolabildi, taşımacılık ve tekstil işleri yürüttü, taverna ve çiftlik sahibi olabildi. Sonraları aristokrasi ve Kilise baskı yaparak bu hakların kısıtlanmasına yol açmayı deneyecek olsa da kadınlar veba öncesi döneme nazaran çok daha iyi bir konumdaydı.

Mimari

Mimaride daha azla yetinme anlayışı ortaya çıktı. İncelikli Fransız Gotik mimarisinden daha dikey, inceliksiz, keskin ve gösterişsiz bir mimariye geçiş gözlendi. Bunun nedeni ekonomik denebilir. Artan maaşlar, azalan işçi sayısı ve azalan yönetim gelirleri nedeniyle dekorasyon üzerine harcanacak daha az para olması temel nedeniydi. Bunun yanında çokça yaşanan ölüm olaylarının yarattığı psikoloji ve insanların üzerine çöken günah işlemişlik hissi de mimari ve sanat alanına yansımıştı.

Sanat

Sanatsal alandaki etkisini bir paragrafa kısıtlayamayacağım için, başlı başına ayrı bir yazıda ele almayı daha uygun buldum. Önümüzdeki günlerde yayınlayacağım. (Bugün 5 Aralık 2020, yayınladığımda düzenlerim.)

“Tanrı bugünlerde sağır ve bizi duymayacak”

Salgın; insanların serveti, sosyal konumu ve dinî duruşunu önemsemeden Avrupa’nın yaklaşık yarısını katletti; 30 milyon insan. Hayatta kalanların kimi bu durumu lehine çevirip sınıf yükseldi, kimi de umutsuzluğa kapılıp kayboldu. En yaygın olan inanış da Tanrının, insanları günahları yüzünden cezalandırmasıydı. Ruhban sınıfının da öldüğüne, bir etki yaratamadığına şahit olanlar dini düzeni sorgulamaya başladı ve Protestan Reformu’nun tohumları atıldı.

İnsan kayıplarının çokluğu Ortaçağ düzeninin sarsılmasına yol açtı ve stabil düzen yerini; huzursuzluk, kafa karışıklığı, açgözlülük, suistimal, bilinmezlik ve karanlığa bıraktı. Feodal düzen çatladı. Yahudiler ve bazen de kadınlar çok büyük acılar çekti. Hastalıktan bazı grupları sorumlu tutan insanlar acıyı başkalarına çektirmekle kalmayıp, flagellant akımıyla kendileri de acı çekerek bu hastalıktan kurtulabileceklerine inandı.

Tarımsal üretimdeki geniş çaplı düşüş, daha yüksek maaş talepleri ve düşen müşteri sayısı ekonomik bunalıma yol açtı. Tarlalar ekilemedi ve ekinler de çürümeye bırakıldı; aynı zamanda milletler, ithalat-ihracatı çok sıkı şekilde kısıtladı. Çoğu toprak lordu, tarımdan hayvancılığa geçiş yaptı. Daha birçok değişim yaşandı ve bunlar tam da Rönesans’ın öncesinde oluyordu.

Bundan sonra da veba salgınları yaşanacaktı ama hiçbiri bunun kadar, geçmişi ve şimdiyi sorgulamaya köklü değişiklikler yaratmaya yetmedi. Yeni dünya için bir kırılma noktası.

Kaynakça

  1. Zuzanna Stanska(2020), Plague in Art: 10 Paintings You Should Know in the Times of Coronavirus. Erişim adresi: https://www.dailyartmagazine.com/plague-in-art-10-paintings-coronavirus/
  2. Louisa Woodville, A beginner’s guide to the late gothic: the Black Death. Erişim adresi: https://www.khanacademy.org/humanities/renaissance-reformation/late-gothic-italy/beginners-guide-late-gothic/a/the-black-death
  3. DesOrmeaux, Anna Louise, "The Black Death and its effect on fourteenth- and fifteenth-century art" (2007). LSU Master’s Theses.

    1641.
  4. Ole Benedictow(2005), The Black Death: The Greatest Catastrophe Ever. History Today, Vol.55, Issue 3
  5. Joshua J. Mark(2020), Effects of the Black Death on Europe. Erişim adresi: https://www.ancient.eu/article/1543/effects-of-the-black-death-on-europe/

--

--