MozartCultures
Mozartcultures
Published in
4 min readJun 5, 2021

--

Karl Raimund Popper 28 Temmuz 1902’de, o zamanın batı dünyasının kültür merkezi olan Viyana’da doğdu. Yahudi asıllı annesi ve babası onu daha sonra “şüphesiz kitap dostu” olarak tanımlayacağı bir atmosferde büyüttü. Babasının mesleği avukatlıktı ama klasiklerle ve felsefeyle çok yakından ilgilenirdi ve oğluna ileride asla kaybetmeyeceği sosyal ve politik konulara karşı ilgisini aşıladı. Annesi ona öyle bir müzik tutkusu verdi ki bir süre müzik kariyerinde ilerlemeyi düşündü ve aslında en başında doktora sınavı için ikinci konu olarak müzik tarihini seçmişti. Daha sonra, müzik sevgisi, onun düşünce gelişiminde ilham verici güçlerden biri haline geldi ve dogmatik ve kritik düşünme arasındaki ilişkiyi kendine has bir biçimde yorumlamasında, nesnellik ve öznellik arasındaki farkı tanımlamasında ve en önemlisi de, müzikte ‘sürekliliğin’ doğası hakkında tarihselci görüşler dahil tarihselciliğin her türüne karşı beslediği kininde müzik sevgisi kendini gösterdi. Genç Karl yaşadığı yerdeki Realgymnasium okuluna gitti. Burada öğreti standartlarından memnun değildi ve onu birkaç ay eve hapseden bir hastalıktan sonra, 1918’de okuldan ayrılıp Viyana Üniversitesi’ne gitti. Fakat, üniversiteye giriş sınavına girerek resmi kayıt yaptırmadan dört yıl burada okudu. 1919, pek çok açıdan onun entelektüel hayatının gelişiminde en önemli yıldı. Bu yıl içinde, sol siyasetine ağırlıklı bir şekilde dahil oldu, Sosyalist Öğrenciler Topluluğu’na katıldı ve bir süre Marxist oldu. Fakat, kısa süre içinde bu sonuncusunun kuramcılığı onu hayal kırıklığına uğrattı ve hemen onu tamamen bıraktı. Aynı zamanda Freud’un ve Adler’in psikanalitik teorilerini keşfetti (1920lerde kısa bir süre Adler’in kliniklerinden birinde gönüllü olarak yoksul çocuklar ile çalıştı) ve Viyana’da Einstein’ın izafiyet teorisi ile ilgili yaptığı bir konuşmayı kulaklarını dört açarak dinledi. Einstein’ın eleştirici ruhunun baskınlığı ve bunun Marx’ta, Freud’da ve Adler’de olmaması Popper’a çok önemli bir şeyi fark ettirdi: psikanalizin öncüleri, teorilerini sadece onaylanmaya istekli bir biçimde ifade ederken, Einstein’ın teorisinde yanlış olduğu takdirde teorinin kendisini çürütecek sorgulanmaya açık imalar vardı.
Popper oldukça melankolik bir kişiliğe sahipti ve bir kariyer seçmesi uzun zaman aldı; marangozluk eğitimi aldı, 1925’te ilkokul öğretmenliği diploması aldı ve 1929’da ortaokul matematik ve fizik öğretmenliği eğitimi aldı. Viyana Üniversitesi’nde Psikoloji bölümünde Karl Bühler’in danışmanlığında doktora programına başladı. Karl Bühler, Otto Külpe ile, Würzburg deneysel psikoloji okulunun kurucu üyelerindendi. Popper’ın projesi ilk olarak kendisinin ilk araştırmalarını yaptığı konu olan insan hafızası üzerinde bir psikolojik sorgulama olarak tasarlandı. Fakat, metodoloji üzerine planlanmış bir giriş bölümünün konusu artan bir üstünlük duruşuna büründü ve bu, ünlü bir Kantçı bilim insanı, felsefe ve psikoloji profesörü olarak, psikolojideki güncel ‘kriz’ meselesinden bahsetmesiyle anılan Bühler ile ilişkili bir durumdu. Bühler’e göre bu ‘kriz’ psikolojinin birliği sorusuyla ilgiliydi ve psikoloji içinde o zaman rekabet halinde olan paradigmaların çoğalmasıyla ortaya çıktı; bu, o zamana kadar baskın kalan örgütçü olanı zayıflattı ve yöntem sorusunu sorunsallaştırdı. Bununla birlikte, Popper, Bühler’in yönetimi altında konusunu değiştirip bilişsel psikolojinin yöntem sorununu seçti ve “Die Methodenfrage der Denkpsychologie” başlıklı teziyle 1928’de doktorasını aldı. Tezde Bühler’in kriz konusundaki Kantçı yaklaşımını genişletirken, Popper, Moritz Schlick’in fizikselci programını, psikolojiyi bir beyin işlemleri bilimi haline dönüştürmeye dayanan bilimsel bir psikoloji olduğu için eleştirdi. Popper’a göre, beyin işlemleri fikri yanlış anlaşılmıştı ama bundan kaynaklanan sorunlar, onun dikkatini Bühler’in psikolojinin birliği sorusundan uzaklaştırarak bunun bilimselliğine kaydırdı. Yöntem, nesnellik soruları ve bilimsel duruma yönelik iddialar onun için hayat boyu sürecek önemli bir endişe olacaktı. Aynı zamanda bu, onun düşüncelerini, Frege, Russell ve Viyana Çevresi ’nin pek çok üyesi gibi çağdaş ‘analitik’ felsefecilerin düşünceleriyle aynı hizaya getirdi ve psikolojiyi terk edip bilim felsefesini seçmesine yol açtı.

Popper, Josephine Anna Henniger (‘Hennie’) ile 1930’da evlendi ve karısı 1985’te ölünceye dek, aynı zamanda sekreterliğini yaparak onun sağlığıyla sonsuz destek ve adanmışlığıyla ilgilendi. Evliliklerinin ilk zamanlarında hiç çocuk sahibi olmamaya karar vermişlerdi ve Popper ileride bu kararı sakinlikle hatırlayabilecekti. 1937’de Popper, Yeni Zelanda’da Canterbury Üniversitesi’nde felsefe hocalığına başladı. Bölüm başkanıyla arası oldukça gergin olsa da, burada İkinci Dünya Savaşı boyunca kalacaktı. Bunun yanında, Hennie, memleketi Viyana’dan uzakta yaşamaya alışmakta zorlanıyordu ve memleket hasreti onu gitgide daha da mutsuz ediyordu; bu, her ikisinin de yorucu bulduğu Popper’ın kişisel çalışma etiğinin acımasızlığıyla daha da şiddetlendi.
1938’de Avusturya’nın birleşmesi, Popper’ın yazılarının sosyal ve politik felsefeye yeniden odaklanmasına yol açan bir katalizör oldu ve 1945’te Popper, totaliterlik eleştirisi olan Açık Toplum ve Düşmanları (The Open Society and Its Enemies) kitabını yayınladı. 1946’da Londra Ekonomi Okulu’nda çalışmak için İngiltere’ye taşındı ve 1949’da Londra Üniversitesi’nde mantık ve bilimsel yöntem profesörü oldu. Bu andan itibaren, bir bilim felsefecisi ve toplum düşünürü olarak ünü ve prestiji daha da arttı ve hiç durmadan yazmaya devam etti — eserlerinin pek çoğu, özellikle Bilimsel Araştırmanın Mantığı (The Logic of Scientific Discovery — 1959), günümüzde alanındaki öncü klasikler olarak sık sık anılır. Fakat, Popper, kişisel seviyede profesyonel meslektaşlarıyla arasını iyi tutmakta pek işe yaramayan kendini yüceltme gayreti ile savaşçı kişiliğini bir araya getirdi. Gördüğü üzere, can düşmanı olarak gördüğü Wittgenstein’ın dile getirdiği önemsiz dilsel kaygılara takılıp kalan savaş sonrası Britanya’nın felsefi ortamında içi hiç rahat değildi. Popper bir bakıma paradokslarla dolu bir adamdı; akılcı eleştirinin önceliğine olan kuramsal bağlılığı, kendi düşüncesinin tamamen kabulünden daha azına denk gelen herhangi bir şeye karşı düşmanlığıyla çelişiyordu ve Britanya’da — Viyana’da olduğu gibi — fikirleri hayranlık uyandırmaya devam etse de giderek daha izole bir figür haline geldi.
Sonraki yıllarda Popper, bilime yönelik kural koyucu yaklaşımından ve tahrif mantığı üzerine yaptığı vurgudan dolayı felsefi eleştirilere maruz kaldı. Pek çok insanın gözünde bunun yerini, Thomas Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı (The Structure of Scientific Revolutions -1962) kitabındaki sosyo-tarihi yaklaşımı aldı. Kuhn, rekabet halindeki bilimsel paradigmaların ölçüsüzlüğünü savunurken, bilimde değişimin özü gereği diyalektik olduğu ve araştırmacı topluluklarının fikir birliğine ulaşmasına bağlı olduğu fikrini yeniden dile getirdi.
1965’te Popper, şövalyelik unvanı aldı ve 1969’da Londra Üniversitesi’nden emekli oldu. Fakat, 1994’te ölünceye dek yazar, yayıncı ve okutmanlığa devam etti. (Popper’ın hayatı hakkında daha fazla bilgi için Bitmeyen Arayış (Unended Quest) kitabını okuyun.)

Çeviren: Özlem Yuvarlak

Kaynakça: https://plato.stanford.edu/entries/popper/#Life

--

--

MozartCultures
Mozartcultures

Güneşin doğup battığı tüm topraklara sanatı ve bilimi ulaştırmak istiyoruz.