Her birimiz en ağır kimyasal uyuşturucuları içmiş vakalarız ve belki de kıyamet toplumun şuursuzluğu ile kopmuştur!

Cengizhan Çelik
NAYN.CO
Published in
4 min readNov 4, 2018

Arjantin asıllı Fransız yönetmen Gaspar Noé’nin Climax filminde farklı etnik kimlikten gelen, farklı kültürel kodlarla büyüyen ve belki de kendi farklı önyargılarının esiri olmuş 20 küsür dansçı bir koreorgafi için bir okulda çalışırlar

Mola anlarında her biri kendine yakın gördüğü bir diğer ötekiyle koridorlarda laflar. Her birinin zihninde bir diğer ötekini aratmayacak suça yatkınlık söz konusudur.

Koridor öyle bir mekan ki; İnsanın hiç de o kadar masum olmadığını bir kez daha gözler önüne seren bir yere evriliyor mekan.

Filmi uzun uzun anlatmak yersiz olur hatta Arjantin asıllı Fransız yönetmen Gaspar Noé’nin son 10 dakikada denediği sürreal çekim teknikleri nedeniyle hayatımda ilk defa beyaz perdeden gözümü kaçırdım.

Kaldı ki epilepsi hastası olanlar için uyarı açıklaması olması lazım filmin başında

Dans eden, aralarda koridorda içimizdeki derin çaresizliği dışa vuran dansçılar bu es anlarında Sangria ( Kırımzı şarap ve meyvelerden oluşan bir kokteyl ) içiyorlar. Ancak Sangria’da kimin koyduğu bilinmemekle birlikte bir uyuşturucu türü olan kimyasallar var.

Dansçılar içtikleri kimyasal uyuşturucu karışımlı Sangria sonrasında şuurlarını kaybediyor.

Yazının konusu film değil! O nedenle burada Gaspar Noé’nin Climax’ini sonlandıralım. Çünkü filmde dansçıların şuurlarını kaybettikten sonra yaşadıklarını hassas bünyelerin bir beyaz perde aracılığıyla dahi görmesini tavsiye etmem

Şuurunu kaybeden bir grup insanın eylemleri sorgulanabilir mi?

Ya da tersten soralım;

Anlamlandıramadığımız linç eylemleri, cinayetlerin temelinde bu şuur kaybı ne denli rol oynamaktadır. Peki bu şuur kaybında bizler ne kadar suçluyuz?

Şuurumuzu farkında olmadan mı kaybettik?

Yaşattığımız linç kültüründe ne kadar suçluyuz?

Toplumumuzun yaşadığı şuur kaybının ne gibi linçler, ne gibi cinayetler işlediğinin bilincindeyiz?

Bize sunulan gerçeklerin aslında nasıl bir illüzyon olduğunu neden görmezden geliyoruz. Akşam haberlerde, sabah gazetelerde ve gün içerisinde sosyal medya ve haber sitelerinde maruz kaldıklarımızın bizi nasıl esir ettiğini, şuurlarımızın nasıl da bilinçli bir şekilde şuursuzlaştırıldığını görmüyoruz.

90 dakika oynanan bir futbol müsabakasını nasıl olur da bir hafta konuşabiliyor ve bu futbol maçını referans noktası alarak cinayet işleyebiliyoruz?

Kadın cinayetlerinde dünya sıralamasında Şampiyonlar Ligi seviyesinde olan bir ülkede sıradan bir oyuncunun sıradan bir başka sanatçıyı dövmesi üzerine nasıl olur da haftalar boyu yorumlar yapabiliyoruz.

Abisinin / babasının öldürdüğü kadınları, eşlerinin namus cinayeti adı altında öldürdüğü kadınları medyamızın ‘Aşk Cinayeti’ şeklinde vermesinin en az o cinayet kadar aşağılık olduğunu nasıl görmezden geliyoruz.

Kendi fikrini oluşturamayan insanların nerdeyse 100 yıldır Sağ merkez muhafazakar parti ve Sol merkez laik parti arasında ikiye bölünmesini ve hatta bir adım daha ileri giderek aklını, mantığını, vicdanını bir ölümlüye bırakmasını nasıl olur da engelleyemiyoruz.

Nasıl olur da bu topraklarda özgür düşünce bireylerin bir tabusu halini alıyor da bunu konuşamıyoruz.

Dinini bile bilmeyen insanların, iman ettikleri kitapları belden yukarı tutup, evlerinde vitrinlerinin üstüne, dolaplarının en üst çekmecesine koyup asla okumayarak adına ‘Tarikat’ denen uyduruma, safsata, gerçeklerle en ufak bir ilişkisi olmayan hurafeler inanıyor oluşunu neden görmezden geliyoruz.

Kendi milletini, kendi ırkını yaşayan 7 milyar insandan üstün tutma hastalığının pençesinden nasıl olur da kurtulamayız.

Nasıl olabilir bu? Nasıl olur da Türk de Kürt de Ermeni de Rum da Çerkez de bir başkasından bir gram üstün olabilir?

Hani iman etmiştik? Hani üstünlük takvadaydı? Hani “Siyah derili olanın beyaz derili üzerine bir üstünlüğü, beyazın da siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktu’’

Hani Kim kavmiyetçilik dâvâsı güderse, Cehennemde iki dizine çökecek olanlardandır diye buyurmuştu yolundan gittiğin peygamber?

Böyle böyle kaybettik şuurumuzu…

Futbolda holiganizmle,
Dışarıdaki kadını bir obje haline getirip evdeki kadına misyonlar yüklediğimizde,
Kutsal kitapların hiç birini okumayıp din diye uydurulanları yutarak,
Kendi ırkını herkesten üstün tutarak.
Hatta başka ırkın ismini küfür gibi kullanarak!
Düşünmeyerek, okumayarak, eleştirmeyerek

Aklımızı, mantığımızı, vicdanımızı sıradan ve zihinlerimizi manipüle eden fanilere vererek kaybettik şuurlarımızı

Her birimiz en ağır kimyasal uyuşturucuları içmiş vakalarız aslında.

Dışarıdan imanlı, vicdanlı, namuslu, insanları seven görünen ama buz dağının görünmeyen kısımlarımızda topluma linç kültürünü hediye eden korkunç varlıklarız.

Şüphe diyor Tevfik Fikret bir nura koşmaktır.

Körü körüne bağlı olduklarımıza şüphe duymaya başlayarak bu şuursuzluk halinden kurtulmak konusunda ilk adımı atalım.

Yapabiliriz..

Çünkü Albert Camus’a katılıyorum ben de;

“İnsan, anlamsızlığına ve tüm baskılarına karşın yaşamı yenmek zorundadır’’

--

--