Orhan Gencebay | Orhan Gencebay (1971)

Bu Albümün Nesi Güzel?
nedenozel
Published in
11 min readJan 11, 2023

Orhan Gencebay’ın çeşitli 45'liklerinden ve parçalarından oluşan, derleme niteliğindeki ilk uzunçaları Orhan Gencebay (nam-ı diğer Bir Teselli Ver), sanatçının kariyerinin erken dönemine ışık tutuyor.

Erkin Can SEYHAN | erkin@nedenozel.com

Bu siteyi kurduğum ilk günden beri albümlerini anlattığım sanatçıların büyük bir çoğunluğu, yalnızca müziğiyle değil; politik ve sosyal duruşlarıyla da çok sevdiğim, yakın hissettiğim isimler. Bundan dolayı, o isimlerin eserlerinden bahsederken pek çok politik ve sosyolojik noktaya değinerek olayı albümden veya o kişilerin müziğinden çıkarıp çok daha genel bir bağlamda ele alırken buluyordum kendimi. Bugün ise, hafif bir çekingenlikle Orhan Gencebay’ın ilk albümünü ele almak üzere burada buluşuyoruz.

Bazı isimler, zamanında öyle acayip işler yapmış olurlar ki -kaliteli, kalitesiz olup olmadığından da ziyade döneminin ruhuna yaptığı katkı önemli- kendisini sevmeseniz bile onun yaptıklarından kendinizi mahrum bırakmak istemezsiniz. İlla sevmek için değil, yalnızca tanımak için de bu hissiyatı yaşayabilirsiniz. Ben 2000’lerde Orhan Gencebay’ı müziklerinden dolayı, 2010’larda ve halihazırda da politik ayrışmalar nedeniyle pek benimseyebilmiş biri değilim. Ayrıca, Flört’ün Kafayı Yedim şarkısında Popstar yarışmasından bahsedilirken “Gönül adamı Orhan Abi bile orada… E tabii sadece duygusalca.” sözlerini epey benimsemiş biriyim. 2000’lerde müziklerini sevmeme sebebim ise televizyonlarda, radyolarda veya herhangi bir yerde karşıma çıkan şarkılarının, 70’lerdeki orijinal versiyonlarıyla değil de 90’lardan sonra moda olmuş bir gelenek kapsamında “klasikler” ya da “best of” adı altında yeniden kaydedilen versiyonlarıyla dinlememdi.

Ancak, 70’lerde Erkin Koray, Arif Sağ ve Fikret Kızılok gibi isimlerle müzik anlamında etkileşim kurmuş olan birinden söz edince bütün bunları merak edip her şeyin başladığı yere, 70’lerin ilk yarısına ve hatta biraz da ikinci yarısına odaklanmakta yarar vardı. Bu döneme odaklandığımda ise Orhan Gencebay’ın müziğini, arabeskin bir müzik türü ve popüler kültürel ürünü olarak tartışıldığı bağlamlardan bağımsız olarak, 70’lerin hakkını vermiş biçimde kaliteli olduğunu gördüm. Tabii, Orhan Gencebay’ın bu kadar iyi bir besteci ve icracı olduğunu derinlemesine keşfettiğim dönemde “Orhan Baba”, bizi aleni olarak rahatsız etmeye çoktan başlamıştı ve benim onun müziğine karşı geliştirdiğim duygular ve kendisine karşı taşıdığım duygular birbirinden bağımsız gelişti. Zaten o rahatsızlıklar söz konusu olmadan önce, yaşım yetseydi de Orhan Gencebay’ın erken dönem plaklarına bu derece ilgi duysaydım, yaşadığım hayal kırıklığının travmasıyla belki bu yazıyı yazamazdım. Ancak, zaten mesafeli olduğumuz için belli anlamlarda kendisinin müziğiyle temas kurmak ve bunu kendisine hayranlık duymaktan bağımsız duygularla yaşamak bir nebze kontrollü ve mümkün olabildi. Zira her şeye rağmen müziğine ve ilham kaynağı olarak da müzik belleğimize sunduğu katkılarına saygım sonsuz. Oğuz Aral’ın Roll dergisinden Serkan Seymen ve Merve Erol’a 2000 yılında verdiği bir söyleşide dile getirdiği “Orhan Gencebay’ı da ne kadar sevdiğim tartışılır, ama müzikteki yerini tartışamazsın.” ifadesi[1] ise bana, Orhan Gencebay’ın da bu sitede yeri olmasına dair arzumu gerçekleştirmek konusunda güçlü bir referans veriyor. Yeri gelmişken belirteyim; Roll, benim hayatımda çok özel bir yere sahip. Bir müzik dergisinin kapağında “ecnebi” art rock grupları ile İç Anadolulu saz üstatlarının bir araya gelebileceğini, geldiğini bana gösteren dergidir Roll. Bu yazıda yeri gelmişken, genel olarak bütün yazılarda benim için büyük ilham ve bilgi kaynağı oldukları için kendilerine saygılarımı sunuyorum.

Her ne kadar Orhan Gencebay’ı bir müzisyen olarak görmekten, hatta belki de bir nebze sevmekten geri kalamıyor olsam da bu yazıda, bugün bildiğimiz Orhan Gencebay’dan epey uzağa, sanatçının ilk 45’liğine gideceğim. Orhan Gencebay, o dönem yaptığı işlerle, kendisinin de haklı olarak vurguladığı üzere, mağduriyeti mağrur biçimde, kral edasında taşıyan bir arabesk efsanesi değil; Orta Doğu ve Mısır kültüründen etkilenen, deneysel çalışmalarını bu kültürel özelinde sürdüren çok yönlü bir müzisyen. Orhan Gencebay’ın ne müziğinde ne de üslubunda, en azından erken dönemlerinde, klasikleşmiş arabesk dokularına rastlamak pek mümkün durmuyor. Hatta o dönem etkileşimde olduğu müzisyenler, farklı müzik türlerinde yine kendi tarzlarına uygun biçimde deneysel çalışmalar sürdüren insanlar. Orhan Gencebay, kendi isminin de çokça geçtiği şahane kitabın adındaki gibi “Bıçkın ve Ağlak” bir sahne starı değil, müziğini o dönem için ilerici bir tutumla, bilgiye ve kültürel temellere dayalı biçimde üretmeye çalışan ve pek tabii ki özellikle 70’lerde bir hayli başarılı olan bir müzisyen. Bu konuda hakkını vermek lazım. Tabii burada yalnızca 1980 öncesine vurgu yaptığımı belirteyim çünkü sonrası ve özellikle 2000’ler sonrası için bu iddiaları sürdürmek için bir dayanağım yok. Benim amacım burada, Orhan Gencebay’ın erken dönemine yoğunlaşmak.

Kendimi ziyadesiyle açıklamak istemişim ki şu an bu satırları yazarken bile girişin uzunluğuna hayret ediyorum. Neyse, şimdi Orhan Gencebay’ın “debut” albümüne, daha sonraları “Bir Teselli Ver” ismi ile yeniden basılan, 45’liklerden bütünleşen ilk 33’lüğü “Orhan Gencebay”ı konuşmaya başlayabiliriz.

İlk olarak, her zamanki gibi albümün parça listesi:

1. Bir Teselli Ver

2. Hor Görme Garibi

3. Sevenler Mesut Olmaz

4. Beni de Allah Yarattı

5. Ben Eski Halimle Daha Mesuttum

6. Başa Gelen Çekilirmiş

7. Gönül Fırtınası

8. Vicdan Azabı

9. Severek Ayrılalım

10. Bağrıma Taş Bastım

11. Her Cefa Beni Buldu

12. Ümitsiz Aşk

Yazıyı okurken canınız çeker de albümü dinlemek isterseniz burayı tıklayabilirsiniz.

Albümün Kısa Hikâyesi

Gerçek ismi Orhan Kencebay olup kariyerine çok sayıda 45’lik, 33’lük, belgesel ve film çalışması sığdıran Orhan Gencebay, müziğe çok genç yaşlarda başladı ve 1960 yılından itibaren özellikle 15 yıl boyunca çok önemli 45’lik çalışmalar yayınladı. Gencebay’ın diskografisinin erken dönemlerinde halk müziği etkileri ve oyun havaları ilgi çekiyor. 1960’lı yılların tamamını neredeyse bu tür çalışmalara vakfetmiş diyebiliriz. Hatta o yıllarda Arif Sağ ile müzik türleri bir hayli benzerlik taşıyor. Son yıllarda birtakım anlaşmazlıklar sonucu farklı bir noktaya geldiyse de iki ismin yıllarca dostluk ilişkisi sürdürdüğü ve birlikte müzik yaptıklarını zaten hepimiz biliyoruz. 70’lerin başındaki 45’likler ise Orhan Gencebay’ın kendi tarzını bulmaya doğru ilerlediği dönemi temsil ediyor. Orhan Gencebay’ın kendi ismini taşıyan ilk 33’lüğündeki parçaların büyük bir kısmı da bu dönemde 45’liklerde hayat buluyor. Yazımızın merkezindeki 33’lük plak ise Orhan Gencebay’ın ilk uzunçaları olarak, 70’lerin albümlerinden bahsederken çoğunlukla gördüğümüz gibi zamanla gelişen çalışmaların bir bütün olarak sunulmasını ifade ediyor. İstanbul Plak tarafından 1971 ve 1973 yıllarında iki farklı baskıya sahip olan ve iki farklı kapakla sunulan albüm, yine 1971’de İsrailli plak şirketi Koliphone tarafından da basılıyor. Albümün plak olarak yeni baskısı ise 2018 yılında yine İstanbul Plak tarafından sunulurken, bu baskıda, 1973 baskısının kapağına bir de albümün ismi olarak “Bir Teselli Ver” ibaresi ekleniyor. Yani İstanbul Plak bir anlamda “Orhan Gencebay” adıyla dinleyiciyle buluşan albümü yeniden isimlendiriyor ama bu sitenin formatında albümlerin ilk baskılarındaki detaylar esas alındığı için, biz albüme “Orhan Gencebay” demeye devam edeceğiz. Ancak, 1973’teki ikinci baskının albüm kapağını çok sevdiğim için yazıdaki görsel kullanımında ilk baskının kapağına bir anlamda ihanet etmiş oldum. Bu da istisnai bir durum oldu.

Albümü Özel Kılan Detaylar

Her şeyden evvel açık konuşmak gerekirse, bende “Orhan Gencebay’ın en iyi albümü” gibi bir kıstas yok. Orhan Gencebay ile ilgili her şey iç içe geçmiş durumda. Aslına bakılırsa 70’lerdeki albümlerini birbirinden ayırmam zor. Benim Dertlerim’i yazmayıp da ilk 33’lüğü yazmamın iki albüm arasındaki kıyasla açıklanabilecek bir durumu yok. Ancak, kariyer olarak daha erken dönemlerine tekabül ettiği için, biraz da o halk müziği etkilerinin yaşandığı yolculuğun daha çok yeni geride bırakıldığı bir döneme denk düştüğü için Gencebay’ın debut albümünü tercih ettim. Albümde, “Bir Teselli Ver”, “Hor Görme Garibi”, “Severek Ayrılalım” gibi hit şarkıların ve “Gönül Fırtınası”, “Ümitsiz Aşk”, “Beni de Allah Yarattı” gibi çok sevdiğim şarkıların varlığının yanı sıra bunların dışında kalan şarkılarla ciddi bir mesaim de olmadı. Hatta “Sevenler Mesut Olmaz”, “Başa Gelen Çekilirmiş” ve “Ben Eski Halimle Daha Mesuttum” parçalarını sevmem bile. Orhan Gencebay’ın o dönemki müziğine göre hem ritim olarak hem de trafik olarak çok sığ gelen parçalar. Ancak yine de, Orhan Gencebay’ı anlatırken illa bir albüm tercih etmem gerekecekse o albümün, bu albüm olduğuna inandım. Neden böyle olduğunu ise gelin konuşalım.

Bu albümü özellikle seçmemdeki faktörlerden ilki, Orhan Gencebay’ın oyun havaları icra ettiği 45’liklerindeki tarzını yansıtan, sözleriyle dertli ama müziğiyle de bir o kadar eğlenceli şarkısı “Beni de Allah Yarattı”. Albümü dinlediğimizde pek çok şarkıda, Orhan Gencebay’ın, arabeskin o melankolik yapısıyla bağdaştırılabilecek yönlerini bulmak mevcut. Ancak, “Beni de Allah Yarattı”, isminin yarattığı önyargının aksine tam bir oyun havası tavrına sahip. Şarkının sözlerindeki melankolik detaylar tabii ki ön plana çıkıyor ama Orhan Gencebay’ın şarkıdaki vokal tarzı da, parçayı şenlikli bir Orta Anadolu türküsüne daha yakın kılıyor. Geçtiğimiz yıl Arif Sağ’ın “70’ler” isimli bir derlemesi yayınlanmıştı. O derleme sayesinde müptelası olduğum bir şarkı vardı: “Ne Bu Surat Bu Çehre”. İşte bu iki parçadan yola çıkarak Arif Sağ ve Orhan Gencebay’ın kariyerlerinin erken dönemlerinde birbirlerine ne kadar benzer bir tarza sahip olduklarını gözlemlemek mümkün. Bu iki isim arasındaki etkileşim kıymetli çünkü sonradan kendileriyle özdeşleşen tarzlarda büyük işler yapmış olsalar da yolculuklarının baharında Türkiye’deki bağlama kültürünün gelişimi ve çeşitlenmesi adına kıymetli çalışmalara imza atan iki virtüözden bahsediyoruz. Yine Roll dergisinde, 2002 yılında Derya Bengi ve Ulaş Özdemir tarafından gerçekleştirilen Özer Şenay söyleşisi bu anlamda dikkat çekici detaylar içeriyor. Özer Şenay’ın şu cümleleri bir hayli önemli:

“Biz Arif Sağ, Özer Şenay ve Orhan Gencebay olarak çok çalıştık, çok emek verdik. Bize ‘tu kaka’ dediler. Radyolara sokmadılar. ‘Yoz müzik yapıyorlar’ diye horladılar bizi. Oysa biz bağlamacıydık. Türk sanat müziğinde de beste yapıyorduk, halk müziğinde de. Ama o zamana kadar Türk müziğinde yapılan kayıtların hiçbirinde ne bas gitar ne de davul vardı. Biz halk müziği çalarken de bası, davulu getirdik. Onno bizim ilk bas gitarcımızdı. İlk davulcumuz Burhan Baba’ydı, ilk klavyecimiz, gitarcılarımız, Zafer Çotal, Cengiz Coşkuner’di. Biz bunu birleştirdikten sonra bir baktık ki, yaylı sazlar az. Bizim coğrafyamıza baktığımız zaman, Kahire bizden önde…”[2]

Arif Sağ ve Orhan Gencebay (dipsahaf.com arşivi)

Şimdi tabii ki aradan elli yıl geçmiş ve halen hayatta olan Orhan Gencebay ve Arif Sağ, hem müzik kariyerleri olarak hem de belki de müziğe yaklaşımları bakımından farklı yönlere gitmiş olabilirler. Ancak, burada o dönemin ruhunu ve vizyonunu ifade eden güzel bir detay var. Türk müziğinin yirminci yüzyıldaki güçlü iki akımı olarak sanat müziği ve halk müziğini ele alırsak bu türlerin icrasında yoğun olarak kullanılan enstrümanların ve o enstrümanlara dair kültürün korunması kadar onun yaşatılması, “yaşayan bir olgu” olarak sürdürülmesi de önemli. Deneysel işlerin hem kör bir muhafazakârlıkla sorgulanmasına hem de tamamen modaya ayak uydurularak içselleştirilmesine karşıyım ama biraz da geriye dönüp baktığımızda bugün hem Orhan Gencebay’ın hem Arif Sağ’ın hem Erkin Koray’ın kendi müzik türlerinde nasıl kapılar açmış olduklarını görebiliyoruz ve o zaman ortaya koydukları vizyonu belki bugünlerde daha kolay anlayabiliyoruz. Ha, konu Erkin Koray’a nasıl mı geldi? Biraz da onu konuşalım.

Orhan Gencebay’ın halk müziği ile kurduğu etkileşim kadar Türk rock müziği ile farklı dönemlerde kurduğu ilişki de kıymetli bir nokta. Bu albüm ise benim için çok özel olan iki parçayı içeriyor. İlki, Erkin Koray’dan dinleyerek keşfettiğim “Hor Görme Garibi”. Erkin Koray’ın bambaşka bir lezzet kattığı ve altyapı olarak tam bir rock parçası olarak yorumladığı şarkı, Orhan Gencebay’ın en meşhur şarkılarından biri olarak Erkin Koray ile etkileşiminin önemli parçalarından biri. Ayrıca, yine Roll’deki Özer Şenay söyleşisinde Gencebay ve Koray etkileşimine dair nefis bir detay var. Şenay’a “70’lerin başları elektro bağlamanın yoğun olarak kullanılmaya başlandığı yıllar. Herkese soruyoruz, farklı cevaplar alıyoruz. İlk elektro bağlamayı kim kullanmıştı?” sorusu soruluyor ve karşılığında şöyle bir yanıt alınıyor:

“O güne kadar sazlar oyma olduğu için arkaları kapalı. Biz orayı deldirip mikrofon sokuyoruz. Sonra mendille kapatıyoruz, ama ötüyor. Bir gün eşik altına, pikap iğnesi gibi kristal uçlardan takmayı düşündük. Tutmadı. O sırada Erkin Koray’ın “Hey gidi goca dünya / Kızları da atın askere” plağını yapıyorduk. Gencebay bağlama çalacak. Erkin dedi ki, “elektro gitar manyetiğini bağlamanın üzerine koyalım, elektro yapalım”, ilk elektro bağlama Erkin Koray’ın gitarının manyetiklerinin Orhan Gencebay’ın bağlamasına takılmasıyla elde edilmiştir. Onunla da “Hey gidi goca dünya” çalınmıştır. Bu böyle biline.”[3]

Erkin Koray ve Orhan Gencebay (dipsahaf.com arşivi)

Tabii ki bu bir sözlü kültür çalışması ve net bir çıkarım elde etmek kolay değil. Çünkü bu söyleşinin tam da bu kısmını sosyal medyada paylaştığımda Sinan Doyan da Erkin Koray’ın otobiyografisinde bu anekdot ile tam olarak örtüşmeyen bir bilgiye rastladığını söylemişti. Ancak sonuç olarak, Erkin Koray’ın nefis parçalarından biri olan Goca Dünya’nın ortaya çıkış hikâyesi bile, ilk elektro bağlama ile kaydedilip kaydedilmeyişinden bağımsız olarak Orhan Gencebay’ın ve birlikte çalıştığı müzisyenlerin yeni deneyimlere ne kadar açık olduğunu gösteriyor. Dönemi için konuşacak olursak, gerçekten, son derece “ilerici” adımlar atılmış. Bu albüm özelinde de örnekleri olmakla birlikte özellikle 70’lerde Orhan Gencebay’ın pek çok şarkısında farklı müzik türlerinden motiflerin buluştuğunu dinlerken bu adımların niteliğini gözlemleme şansı elde edebiliyoruz. Geçen yıl bu zamanlardan beri sürekli müzik muhabbeti yaptığımız kıymetli abim İlhan Özgen, bana ilk sohbetlerimizden birinde Bitecek Dertlerimiz’i attığında da en son konuşmamızda Leyla ile Mecnun’un introsunu dinlettiğinde de dumur olmuş biri olarak söylüyorum. Kaldı ki, geç keşfettiğim şarkılardan anlayacağınız üzere Orhan Gencebay’ın külliyatını ezbere bilen biri de değilim. Belki de ilerleyen dönemlerde Gencebay’ın farklı yönlerine değinmediğim için pişman olacağım. Aynı şekilde kendisi üzerine çok fazla anekdot, akademik çalışma ve kitap var. Hepsine vakit ayırdıktan sonra bu yazıda çok şeyin eksik kalacağını hissedeceğime eminim.

Yine Orhan Gencebay ve rock ilişkisine dönecek olursam, çok sevdiğim ve cover versiyonuyla keşfettiğim Ümitsiz Aşk’a değinmek isterim. Hayatımda büyük yeri olan gruplardan Ayyuka’nın ilk albümünü dinlerken keşfettiğim şarkı, pek hoşuma gitmekle birlikte kafamı kurcalıyordu. Sound olarak albümün bütünlüğüne uyum sağlıyordu tamam ama söz ve melodi bakımından bu şarkıyı farklı kılan bir şey olduğunu hissetmiştim. Acaba başka birinin bestesi mi diye merak edip baktığımda ise -ki sanırım en az beş yılı var- şarkının Orhan Gencebay’a, hem de epey erken dönemlerine ait olduğunu öğrendim. O zamanlar Orhan Gencebay’a bir dinleyici olarak dahi epey mesafeli olduğum için pek dinlemiyordum ama zamanla dinledikçe Gencebay’ın en sevdiğim şarkılarından birine dönüştü. Şarkının 54 saniyelik müthiş introsu, hem melodileriyle hem de ritimleriyle son derece bonkör, dinleyiciyi doygunluğa eriştiren bir niteliğe sahip. Özellikle ilk saniyelerde adeta “şıkır şıkır” ilerleyen giriş kısmı, beni benden alıyor. Ayyuka’nın yorumunda gitarlarla çalınan cayır cayır motifler, burada da elektro bağlama ile karşımıza çıkıyor. Kemanlar da şarkıyı sürükleyen detaylardan biri.

Orhan Gencebay’ın bağlama çalışına ve nasıl bir bestekâr, nasıl bir virtüöz olduğuna özel olarak değinmeye gerek yok. Bu, fazlasıyla malumun ilanı olur. Ancak, Orhan Gencebay’ın bağlama çalışını tanımlayan en güzel cümlelerden birinin, izlemelere doyamadığım Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul belgeselinde BaBa ZuLa’dan Murat Ertel’e ait olduğunu söyleyebilirim: “Orhan Gencebay, şehirli saz üslubunu getiren en önemli sazcılardan biri.”

Eğer yanılmıyorsam Orhan Gencebay’ın şimdiye kadar bildiğimiz tek canlı kaydının olduğu Crossing the Bridge belgeseli, Gencebay dinleyicileri için bir hayli özel.

Orhan Gencebay’ın aynı yıllarda, bildiğimiz şarkı isimleriyle seyirciyle buluşan çok sayıda filmi olduğunu biliyoruz. Sinema benim alanım değil, oraya çok girmeyeceğim ama bu filmleri, belki de “herkes kendi işini yapsın” düşüncesine fazlasıyla kapıldığımdan dolayı önyargılıydım. Aslında halen net bir fikrim yok ama biraz araştırınca Şerif Gören, Lütfi Akad ve Zeki Ökten gibi yönetmenlerin isimlerini görünce işin o kısmını da merak ettiğimi, ilgi duyabilecekler için bunu da eklemek istediğimi belirteyim.

Kapanış

Plağın ilk baskısı (1971)

Orhan Gencebay, halihazırda siyasi yaklaşımından dolayı bir hayli mesafeli olduğum bir insan. Müziğine karşı ise son üç dört yıla kadar önyargılı ve genellemeci bir yaklaşımla hep mesafeli olmuştum. Bana bu iki konuda yol gösteren ve sapla samanı ayırmamı sağlayan Roll dergisi yazıları çok önemliydi. Ayrıca tabii ki Crossing the Bridge belgeseli önemliydi. Ancak, bu anlamdaki en özel detay, Mirgün Cabas’ın gerçekleştirdiği Can Kozanoğlu söyleşisinin sayfalara döküldüğü Bıçkın ve Ağlak kitabıydı. Bununla birlikte, İlhan (Özgen) Abinin önerisiyle henüz yeni edindiğim ve okuyacağım, Lütfi Akad’ın anı kitabı “Işıkla Karanlık Arasında”, Orhan Gencebay ile ilgili heyecan verici anekdotlar içeriyor. Bunları, birer öneri olarak sunmuş olayım. Ayrıca tabii ki Meral Özbek’in “Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski” kitabı, bu anlamda önemli çalışmalardan biri. Ben bu yazıda, Roll ağırlıklı olmak üzere yararlandığım çalışmalardan ilgimi çeken detayları aktarmaya çalıştım. Bu anlamda sevdiğim ve ilham aldığım insanlara yönelik de bir saygı, selam duygusu taşıyan bir yazı yazmaya çalıştım. Arabesk ve arabeskin popüler kültürdeki konumu, sayfalara sığmayacak derinlikte bir konu ama benim derdim bütün bunlardan ziyade müzisyenliğine, virtüözlüğüne ve yenilikçiliğine saygı duyduğum bir insanın, arabesk ile özdeşleştirilse de bir türe hapsedilmekten çok daha fazlasını hak ettiğine inandığım bir müzik emektarının hakkını vermeye çalıştım.

Bu Albümün Nesi Güzel’den bu haftalık bu kadar. Eğer beğendiyseniz Medium hesabımızı takip etmenin yanı sıra podcastimizi takip etmek için Spotify, bültenimize abone olmak için Revue, sosyal medya hesaplarımızı takip etmek için ise Twitter ve Instagram hesaplarımızı da takibe alabilirsiniz. Paylaştığımız çalma listelerine ulaşabileceğiniz Spotify profiline de buradan ulaşabilirsiniz. Yazımızı okuduğunuz için çok teşekkürler, haftaya görüşmek üzere…

Dipnotlar

[1] https://birartibir.org/yan-dairemde-punk-grubu-kurmasinlar/

[2] https://birartibir.org/ana-caddeler-ara-kablolar/

[3] https://birartibir.org/ana-caddeler-ara-kablolar/

--

--

Bu Albümün Nesi Güzel?
nedenozel

Hayatımıza girdiğinden beri güncelliğini ve kıymetini her zaman korumuş, müzik hafızamızın derinliklerine işlenmiş kült albümleri inceliyoruz.