Fenerbahçe ezeli girdaptan nasıl çıkar?

noavas
[noavasblog]
Published in
7 min readDec 14, 2016

Girdap nedir?

Önce biraz deşelim konuyu.

Hem en güçlü hem en mağdur olunmaz! demişti 2013 yılında Mehmet Demirkol Fenerbahçe ve Galatasaray’ı eleştirirken. Prensipte haklı. Ama örneklendirdiği kulüpler yanlış. Ve kavramlar da spekülatif. Kim, hangi dönemde, ne kadar güçlü ve ne kadar mağdur? Oldukça subjektif bir değerlendirme.

Pazartesi akşamı yine yeni bir hakem tartışması ile hezeyana kapıldı Fenerbahçeliler. İsyan ediyorlar. İptal edilen bir gol, verilmediği iddia edilen en az 2 penaltı var. Geriden gelip puan farkını kapatmışken, özellikle son 2 haftada Beşiktaş lehine ve Fenerbahçe aleyhine kararlarla puan tablosunda kafa kafaya ve hatta önde olmak yerine yeniden yarıştan kopma noktasına gelmenin isyanı bu. Hakem Cüneyt Çakır. Ama elbette hakem adının hiç bir önemi yok. Aynı nakarat.

Dün akşam ve bu sezon; hepsi birer dalga ama sorunun kaynağı da tezahürü de bu zaman diliminden ibaret değil. Kabul ediyorum, bu sezon dün akşama kadar izlediğimiz görüntüler 1996–2000 yılları arasındaki Haluk Ulusoy, Fatih Terim, Hakan Şükür (aka Fethullah Gülen), Mehmet Ağar, Mesut Yılmaz iktidarından esintiler sunuyor. Ama olayları değil zamanı yorumlamak gerekiyor, olmaz ya bir çözüm bulabilmek için.

Ne olmuştu o dönemde peki? Buraya sığmaz ama iki çarpıcı örnekle belki hafızaları canlandırabiliriz.

1997 yılında gol kralı olan Hakan Şükür (aka Fethullah Gülen); 34 maçta Galatasaray’ın kazandığı 18 penaltıdan 17'si golle sonuçlanırken, bunun 13 tanesine adını yazdırdı. Bu Türk futbol tarihinin belki de asla kırılamayacak rekorlarından biridir.

“90'da penaltı, Arif yere yattı, … “

Kazanılan 18 penaltıdan biri işte solda. 12 Nisan 1997. Ligin en kritik haftaları. Galatasaray İstanbulspor’a karşı puan kaybetmek ve şampiyonluk yolunda avantajı Fenerbahçe’ye vermek üzereyken, maçın uzatma dakikalarında, kadraja 3 saniye sonra giren Vahap Beyaz Arif Erdem’in (aka Fethullah Gülen) kendini kurnazca yere atmasına® orta sahadan koşarak gelip penaltı veriyor. Arif’in yuvarlanırken hakeme bakışı®, taraftarın gözyaşı, Fatih Terim’in muzaffer duruşu, futbolcuların temdit penaltısına bakamayan heyecanları ve dahası “helal” olarak tescil edildi bu ligde. Fenerbahçeliler’de -ne oluyorsa- bir hezeyan, fanatikler o zaman da tabii.

Dönem medyası ise yukarıda isimlerini saydığım iktidarın takımını kutsamıştır daima. Fenerbahçeliler zaten “pis” ve fanatiktir. Galatasaray UEFA Kupası’nı kazanarak tüm günahları da temizlediğine göre, başımızı öne eğip yeni dalgalara kendimizi hazırlamalıyız.

Değişen birşey yok.

Bakın Beşiktaşlı bir arkadaşım cuma günü Facebook’ta yaklaşık 2 saat arayla şunları yazmış:

20:58 — Koyduk mu Bursa’nın köpekleri!!

22:35 — Zaten iyi oynayıp kazanan bir takımı varken her Beşiktaş maçından sonra ağlayıp zırlayan hakeme salvolayan fanatik Fenerbahçelilerden çok sıkıldım artık ya…Her zaman lehimize olan hataları da yazıp kızıyorum ama Bruno Alves kasabının daha düne kadar yaptıklarına tek laf eden, Volkan Şen’in her maç ettiği lafları hareketleri eleştiren Fenerbahçeli de arıyorum ama bulamıyorum! (Sevdiğim, fanatik değil mantıklı birkaç tanıdık gerçek Fenerbahçeli hariç!)

Ne fanatik mi? 20:58'de ne kadar olgun ve objektif kendisi oysa değil mi? Fenerbahçeliler ise asla kendine bakmayan, hep başkalarının başarılarına laf eden, akıldan yoksun fanatikler. Dolayısıyla haklı/haksız tüm yakarışları geçersiz. Algı ve inanış bu. Ve yukarıda sözlerini alıntıladığım arkadaşım milyonlarca insandan sadece bir örnek.

Bir diğer inanış da Fenerbahçe’nin kayrıldığı yönünde. Özellikle Anadolu’da hakim bir algıdır bu. Hem tek başına, hem de 3 büyükler parantezinde, Anadolu takımlarını ezen sistemin baronu addedilmiştir Fenerbahçe. Birileri az emek vermedi bu bilinçaltı algı için.

35 yaşındayım. 7 yaşımdan beri hatırlamadığım futbol olayı yok denecek kadar azdır. Fenerbahçe direğinden dönen topa gol verilmesinin de, çöp poşetiyle stat kapanmasının da, 3 Temmuz ve sonrasının da canlı şahitlerindenim. Kayrılmak şöyle dursun, ki kimse istemez, şampiyon olduğumuz yıllar dahil Fenerbahçe aleyhine, o sezonki rakibimiz lehine yapılan hatalara isyan etmediğimiz sezon yok. 18 yıldır Aziz Yıldırım, ondan önce Ali Şen, Metin Aşık vs. Ama algı tam tersine.

Diyorsun ki, bir sistem var, o sistem kimi isterse o şampiyon oluyor. Bu teori başkası şampiyon olduğunda mantıklı oluyor ama sen şampiyon olduğunda o zaman ok sana dönüyor. E şimdi de sistem mi şampiyon yaptı seni?

Burada bile manipülasyon var. Size son 20 yıldaki 7 şampiyonluğumuzda da doğrandığımızı ispat edebilirim. Nisan’da şampiyon olduğumuz son şampiyonlukta bile Şubat ayında çıktığımız iki deplasman hafızalarda. Rakipler tel tel dökülünce kovalayamadılar hepsi bu. Ama aynı 20 yılda Trabzonspor’un 2 kere nasıl bizimle yarışa sokulduğunu, Beşiktaş’ın Sinan Engin ile 100. yıl şampiyonluğunu, geçen yıl ve bu sezonki önlenemez(!) yükselişini, Galatasaray’ın özellikle 1996–2000 arası, 2006 ve 3 Temmuz sonrası şampiyonlukları büyük bir şebekenin taçlandırılacak eserleridir.

Gel gelelim son 20 yılda kahırdan kahıra sürüklenmiş Fenerbahçe, bu sistemin baronu, futbolun kirli yüzü olarak piyasaya sürüldü 2011'de. Çamur attılar, izi kaldı, hala hiçbir hakkı -özgürlüğü dahil- teslim edilmedi Fenerbahçe’ye, özellikle son 5 yıllık -tek başına- mağduriyet sonunda; kurtuluşu, zalimin kayırmasına yorulan ve bu şekilde bir kez daha mağdur edilen benim güzel Fenerbahçem’e.

Hep söyledim; rüşvet yemeyen ve sistemi açığa düşüren tapu memurunu rüşvet yemekle suçladılar, sistemin bekâsı için. Yetmedi içeri atıp özgürlüğünden mahrum bıraktılar. “Ama!” dedikçe de “Sen sus hırsız!” diyorlar.

Bir kısır döngü var. Özetleyelim;

  • Yatırım yapıyor, emek veriyor, hayaller kuruyorsun.
  • Hakkını yiyor, rakiplerine rotasyonla ulûfe olarak dağıtıyorlar.
  • Hakkım yendi diyorsun, “Sus, fanatik, pis Fenerli!” diyorlar.
  • Açıklıyorsun, “Sen hiç aynaya bakmaz mısın?” diyorlar.
  • Tüm bunlar yetmiyor, “Fenerli medya”, “Fenerasyon” diyorlar.
  • Sen mağdur oldukça üstüne geliyorlar. Başta bu işin piri Galatasaray’ı şahlandırırken, gürültü patırtı olmasın diye arada bir Trabzonspor ile Beşiktaş’a sus payı veriyorlar.
  • Arada bir ulûfenin sahibi diğerlerinin canını acıtıyor ama bir birlerini hiç ısırmıyorlar. Adı şanı belli bir kutsal ittifak bildiğin.
  • Herkesin mutlu ve ama sadece senin mutsuz olduğun bir senaryoyu sürekli sahneliyor, sen isyan ettikçe, “Fenerbahçe neden sevilmiyor hiç düşündün mü? İtaat et!” edebiyatı yapıyorlar.
  • Federasyon, medya, kulüpler bir anda karşında aslan kesiliyor.
  • Son 20 yılı biz yaşamamışız gibi, beynimizi yıkamaya, tersiyle yazılmış bir senaryoya inanmamızı istiyorlar.
  • Fenerbahçeliler de her defasında öfkeleniyor, tekrarlandıkça içe atıyor, isyan ettikçe dağılıyor, umutlarını kaybedip kısır döngüye esir oluyorlar.

Yukarıdaki 20 yıllık kısır döngüye bir de 3 Temmuz kumpası eklendi. Haklar, özgürlükler, maddi-manevi kayıplar, leke. Devletin 17–25 Aralık öncesi ve sonrası tahakkümü. Kenan Evren Lisesi. O bu şu. Bildiğin cendere. Ama hala başkaları ağlıyor. Biz “Ama…” diyince “Fener ağlama…” diyorlar. Ben artık Fenerbahçe taraftarında peygamber sabrı olduğuna inanıyorum. Başka türlü çekilecek eziyet değil bu. Ama şurada anlaşalım, çekilmesi gereken bir eziyet de değil bu. Artık bir yerden başlayıp çocuklarımızı kurtarmalıyız bu ezeli girdaptan.

Buraya kadar anlattıklarım girdabın ta kendisiydi. Herşey, herkes değişti, ama Fenerbahçe ırkçılığı değişmedi.

Peki neden?

Sebeplerini elbette konuşmalıyız. Ki gerçekten aynaya da bakmayı ihmal etmeyelim. Ayrıca sebeplerini bilmediğimiz bir sorunu asla çözemeyiz. Evet, Fenerbahçe kurulduğundan beri Türk sporunun zirvesinde yer almış ve yüzyılı aşkın süredir her alanda sürdürdüğü sıkı rekabet; aleyhinde yol, su ve elektrik olarak dönmüş ama buradan “Fenerbahçe’yi çekemiyolla..” temalı bir sebep-sonuç ilişkisi ararsak yine hiçbir derde çare olamayız.

İki ana başlık var.

  1. Dahili sorunlar: Hatalarımız. Eksiklerimiz. Yansımaları. Kısa ve uzun vade sonuçları.
  2. Harici bedbahtlar: Spor ve siyaset (evet maalesef) dünyasında yediğimiz goller ve dönen dolaplar. Organizasyonlar, kişiler ve gidiş yolları.

Bir yazıya sığabilecek şeyler değil yukarıdaki başlıkların detayları. Ama mutlaka en ince ayrıntısına kadar detaylandırılmalı. Şahsen kendi arşivlerimde bulunduruyorum bu soy ağacını.

Peki Fenerbahçe bu girdaptan nasıl çıkar?

Hakkımızı aramak, adaleti sağlamak için ne yapmalıyız? Bunun için önce ne yapmamalıyız, onu konuşalım bence. Aklıma ilk gelenleri yazıyorum, devam edeceğim:

  • Kontrolsüz yaygara: Yanlış anlaşılmasın, taraftar dilediğini yapar, zaten isyan etmekten başka ne yapacak. Ben Fenerbahçe alt toplamından bahsediyorum.
  • O, bu, şu iptali: 3 Temmuz dönemi ne kadar doğru ve etkili olmuşsa, sonrasında yapılan ya da seslendirilen o, bu, şu iptalleri o kadar etkisiz, enerji ve itibar kaybı, bence.
  • Resmi siteden yapılan açıklamalar: Açıklamalar zaten bir işe yaramıyor, hele ki uzun yazınca okunma oranı da oldukça düşüyor. Hak arama çabasındasın; dolayısıyla ihtiyacın olan, gerçeği ifade ederek lehine bir algı oluşturmak, ama destan yazıp bir yazı içinde kırk farklı “şey” söylüyorsun. Merceği bir noktaya odaklayıp ateşi yakmak dururken.
  • Plansız demeçler ve canlı yayınlar: Başına gelen derde çözüm arıyorsun ama kamuoyu ilgi ve algısının en yüksek olduğu ana, plansız ve silahsız çıkıyorsun. Böyle anlarda çoğu zaman mercekle kağıdı tutuşturmak şöyle dursun, aleyhine konuşmak ve elinden silahı almak için apronda bekleyenlere argümanını sulandıracak koz veriyorsun.

Yani şunu söylemek istiyorum. Yukarıdaki gibi reaktif (tepkisel) davranışlar uzun vadede (kısa vade de bile) işe yaramıyor. Moda tabirle proaktif olmak gerekiyor. Yani öncül, planlı, hazırlıklı. Satranç tahtasında kozların her koşul için hazır kıta beklediği, hakkını aramana bile gerek kalmayacak bir çark kurman gerekiyor. İyi bilanço açıklayan şirketin hissesini herkes almak ister, ama fiyatı çoktan artmıştır, iş işten geçer. İyi bilanço açıklayacağını “öngören” yatırımcılar ucuzken alır kağıdı ve kazanır. Yani oyunu okur.

Oyunu okumamız lazım. Bunun için oyunun bütün değişkenlerini masaya yatırmak, boylarını ve çaplarını ölçmek, büyük resmi tersine çevirecek politikalar üretip bu doğrultuda sürekli işleyen planlar tasarlamak lazım.

Bu yazıyı sonsuzluğa uzatmamak için özetlerle geçiyorum ama nereden başlamalı, nasıl yapmalı 3 ana başlık altında toplayacağım:

  1. İletişim: Hakkın yenmesin istiyorsun. O halde doğru ve planlı bir iletişime ihtiyacın var. Peki kimlerle?
  • Taraftarla iletişim
  • Medya ile iletişim
  • Kurumlarla iletişim
  • Kulüplerle iletişim
  • Fenerbahçeli olmayanlarla iletişim
  • Uluslararası spor kamuoyu ile iletişim
  • Fenerbahçeli sporcularla iletişim
  • Kongre üyeleri ile iletişim
  • Kulüp çalışanları ile iletişim
  • Sponsorlarla iletişim
  • Yatırımcılarla iletişim
  • Ve en önemlisi; çocuklarla iletişim

Yukarıda saydığım 12 başlık için de önce durum tespiti ve ardından elde edilmek istenen sonuçların belirlenip, herbirine özel ve ayrı iletişim politikaları planlanmalı. Ve bu politikalar Fenerbahçe çatısı altında bulunan başkandan sporcusuna, istisnasız herkesin ortak düsturu olmalı.

2. Ekonomi: Sahip olduğun ve yarattığın ekonomik gücün, oyunun bütün değişkenlerine etkisini ölçüp, sana gelecek zararın, diğer oyunculara nasıl yansıyacağını somut bir şekilde gösterebilmen ve yaşam boyu hissettirmen lazım. Bu oldukça uzun vade bir politika olmalı. Unutmamak gerekir ki, herkesin bir “patronu” var. Ve patronlar iki şeyler ilgilenir: Para ve güç.

3. Siyaset: Din işleri ile devlet işlerinin ayrı olması gerektiği gibi, spor ile siyasetin de aynı cümlede geçmemesi gerekir. Ancak bu ideallerle ömür çürütmek yerine bu alanda da bir politika, bir duruşa ihtiyacımız olduğu açık. Her ne kadar mevcut iktidarla bağlarımız onanmaz boyutta olsa da, Fenerbahçe’nin tüm ideolojilerin ötesinde, topluma verdiği neşe ve enerjinin değeri mutlaka hissettirilmeli. Bu da uzun soluklu bir plan gerektirir.

Sonuç

Mehmet Demirkol haklı. Güçlü olan mağdur olmaz. Ama bunun için gerçekten her alanda güçlü olmak gerekir. Güç koz demektir. Kozu olan, yaptırım gücü olan ya da bunu kullanabilen güçlüdür. İyi bir poker oyuncusu da zaman zaman güçlü olabilir. Ama eninde sonunda eli görünür. Fenerbahçe’nin elini güçlendirmesi lazım. Ve işte bu ayrı bir yazı konusu. Ölmez de sağ kalırsam devam edeceğim.

Şimdilik esen kalın.

--

--

noavas
[noavasblog]

Fenerbahçe neşe verir, can katar, iyi gelir.