Hayal Gücüm Nereye Gitti?
“Hiç karmakarışık saçlar ve alev alev yanan kulaklarla bütün bir öğleden sonra boyunca bir kitabın başında oturmamış, okuyup okuyup da çevresindeki dünyayı, acıktığını ya da üşüdüğünü fark etmeyecek kadar unutmamış biri…”
Birinci sınıfta ilkokul öğretmenimin aldırdığı kitap elime geçtiğinde kitabın içindeki her masalın beni nasıl da heyecanlandırdığını, okurken daha önce hiç görmediğim renkleri gördüğümü, sesleri duyduğumu, kokuları hissettiğimi hatırladım. Yıllar önce kitabın ilk masalını okuduğumda başlayan bu hislerin bedenimde uyandırdığı gıdıklanmayı tekrar hissetmek, yeniden okuma isteğimi uyandırdı. İlk on dakika okuduklarım beni pek etkilemedi, yirmi dakika, yarım saat… Yaklaşık bir saatin sonunda vazgeçmiştim. Küçük olduğum için mi masallar çok güzeldi? Yaşadığım hayal kırıklığını burada anlatıyor oluşumu, yukarıdaki alıntı gibi bir an yaşamadıysanız, garipsemeniz normaldir.
Rengarenk dünyalar keşfettiğim, kapağını açtığım an başka bir var oluşta canlandığım o zamanları özlüyorum. Aradan geçen yıllarda ne değiştiğini sorarsanız eğer suçlayacak çok şey bulabilirim: okul sıraları, televizyon ve internet dizileri, dikkatimi dağıtan ve okumak için zaman bırakmayan hayatın koşuşturmacası… Olan oldu, geriye değil ileriye bakmak gerekir dedim ve çözüm aramaya başladım. Çözüm basitti: yeniden masal okumaya dönmek. “Yetişkin insan masal mı okur?” demeyin. Masalların iyileştirici bir gücü olduğuna inanıyorum.
Gerçekçi olan her kitap ve yaşadığımız her anın zaten önceden boyanmış bir resim olduğunu düşünürsek, özgün bir resim elde etmek için yapılabilecek en basit şeyin hayal gücümüzle farklı renkleri karıştırmak olduğunu düşünüyorum. Peki, bunu birinci sınıfta bu denli istemsiz ve kolayca yapabilirken şimdi neden yapamıyorum?
Not Tutuyoruz, üniversite öğrencilerinin ve mezunlarının öğrenim gördükleri bölümler hakkında içerik ürettikleri bir topluluktur. Kişisel deneyimler, üniversite hakkında bilgilendirici içerikler, ilgi alanları ve daha birçok konuyu kapsayacak şekilde içerik üreten bir topluluğuz.
Not Tutuyoruz Kasım 2021'de aktif hale gelerek günden güne değişmeye devam ediyor, siz de bu aileye katılmaktan çekinmeyin!
Hayal gücüm nereye gitti?
Eğer bir eğitimciyseniz Piaget’i Eğitim Psikolojisi derslerinden tanırsınız ama bilmiyorsanız kısaca anlatayım. Jean Piaget, çocuk gelişimi alanında çalışmalar yapmış bir psikologdur. Onun kuramına göre bilişsel gelişimin dört aşaması vardır. Bunlar: duyusal motor (0–2), işlem öncesi (2–6), somut işlemler (6–11) ve soyut işlemler (11–16) dönemidir.
İşlem öncesi dönem olan ve benim birinci sınıfta bu dönem içinde olduğuma inandığım 2–7 yaş aralığında çocuklar bazı zihinsel görevleri başaramazlar. Bunlardan biri odaktan uzaklaşmadır. Çocuk izlediği bir çizgi filme o denli odaklanır ki etrafındaki şeylerin farkına varamayabilir, odaktan uzaklaşamaz.
Yapaycılık ve sembolik oyunlar da bu dönemde görülür. Yapaycılık, cansız nesnelere canlıymış gibi davranmaktır denebilir. Örneğin oyuncak bebeğine sanki canlıymış gibi yemek yedirir. Sembolik oyun ise çok farklı şekillerde görülebilir. Örneğin çocuk, telefonda annesi gibi konuşur ya da bir çubuğu at olarak kullanır.
Somut işlemler dönemine geçtiklerinde, çocukların düşünceleri fiziksel çevrelerine göre şekillenir. Şu an ve burada ne oluyorsa onu düşünürler. Bunlar elbette ki genellemelerden ibarettir. Bazı çocuklarda farklılıklar görülebileceği gibi yaş aralıkları da kesin değildir.
Tüm bu sıkıcı bilgilerden sonra konumuza dönecek olursak, bir çocuğun bilişsel özellikleri geliştikçe, çocuk büyüdükçe hayal gücünün törpülenmesi size de acımasız gelmiyor mu? Soyut işlemler dönemine gelindiğinde, yani 11 yaş ve sonrasında ideolojik sorunlar ve ahlak ile ilgili sorgulamalarda bulunmaya başlansa da tüm bunların hayal gücüyle pek ilgilisi yok gibi gelmiyor mu size de?
Sıradan bir eğitim fakültesi öğrencisi olarak ileri gitmiş ya da cahilce bir akıl yürütmede bulunmuş olabilirim ama samimiyetimize dayanarak düşüncelerimi paylaşma gücü buluyorum.
Çocukluktan gençliğe geçerken genişliğini kaybeden hayal gücümüzün bize verdiği zararlardan biri umutsuzluktur. Masallardaki kahramanlar her durumda bir yol bulur ve mutlu sona ulaşırlar. Risk almaktan korkmazlar, cesurdurlar. Günümüz insanı gibi kötülüğe kötülükle cevap vermezler, sevmeye ve iyiliğe inanırlar. Hoşgörülüdürler.
Sonuç?
Buradan ne anlamalıyız? Yazının amacı neydi? Diyorsanız eğer söyleyeceğim şey sizi tatmin etmeyebilir. Açıkçası yazmaya başladığımda sonunun nereye varacağını bilmiyordum.
Masallarda hep mutlu son vardır. Ancak bu mutlu son farklı şekillerdedir. Bazen kötü ve iyi bir arada ve barış içinde yaşar, böylelikle mutlu sona ulaşılır. Bazen ise iyiler, kötüyü alt eder ve iyiler bir arada yaşar. Demem o ki, mutlu sonlar özneldir. Söylediklerimden bir Pollyanna olduğumu düşünürseniz eğer masal okumaya çalışın. Mesela en başta alıntıda bulunduğum “Bitmeyecek Öykü”yü okuyun. Ekşi sözlükte bu roman hakkında şöyle bir yorum var ki üstüne ne desem de söylemek istediklerimi daha iyi özetlesem bilemedim:
“Büyüklere masaldır aslında çocuklara değil. Çok önemli sözleri masalın arkasına gizleyip söylemiş Michael Ende. Ne istiyorsan onu yap, gerçekten ne istediğini iyi bil, bunun sonuçlarına hazırlıklı ol. Hayatta sevilmekten, olduğun gibi görünmekten ve kabullenilmekten, kendini olduğun gibi sevebilmekten, sevdiklerinden daha değerli hiçbir şey yok demiş. Hayal gücün sahip olduğun en güzel şey. Dostların seni hayatta ve aklı selim tutabilen en önemli insanlar, kıymetini bil. Bunları öyle nasihatten uzak, öyle hayal içinde gizli, öyle inandırıcı söylemiş ki ne zaman unutmak üzere olsam, kendime yüklenmeye başlasam alıp elime okurum.”
Masallar doğrudan size umut aşılamaz, bakış açınızı genişletir. Yine de bakacağınız noktayı siz seçersiniz. Bu noktayı belirlemek için ise hayal gücünüze ihtiyacınız var, benim gibi. Bu yazıyı okuduktan sonra hayal gücünüz için hayatınızın koşuşturmacası içinde okumaya zaman ayırmanızı dilerim. Piaget’e göre işlem öncesi dönemde bir çocuk olmasanız da içinizdeki çocuğun varlığına inanıyorum.