TÜRK MİTOLOJİSİNE UFAK BİR GİRİŞ
Hepimiz aşinayızdır; Zeus, Hades, Poseidon, Ares isimlerine. Buna karşın Ülgen, Erlik, Ak Ene isimleri çoğunlukla bilinmez. Yunan mitolojisine kulak aşinalığımız var fakat ne yazık ki Türk mitolojisinden bîhaberiz. İçine doğduğumuz, yetişip kavrulduğumuz kültürün temel taşlarından olan Türk mitolojisi hakkında az da olsa farkındalık yaratmak için bu yazıyı kaleme alıyorum. Günlük hayatta neden yaptığımızı bilediğimiz davranışın, anlamına kafa yormadığımız çoğu sözün altında Türk mitolojisinin izlerini bulmaktayız. Bu cümlemi güçlendirmek için iki örneğe başvuracağım:
Ağaçlara çaput bağlamak Anadolu’nun çeşitli yerlerinde görülmektedir ve bu eylem Eski Türklerin inanış sistemi olan Şamanizm’den gelmektedir. Aslında burada bağlanan bez parçası ağaç aracılığıyla Tanrı’ya sunulur yani kansız kurban verilir. Vereceğim diğer örnek ise bir atasözüyle alakalı. Hiç düşünüz mü acaba “Kambersiz düğün olmaz” sözündeki Kamber kim? Damadın kankası? Gelinin dayısı? Kim bu?! Küçükken anneme bu soruyu sorduğumda “Bilmiyorum” cevabını almıştım. Yıllar sonra bu sorumun cevabını kıymetli Prof. Dr. Fuzuli Bayat’ın “Kadim Türklerin Mitolojik Hikayeleri” eserinde buldum. Meğer Kamber atları ve müzisyenleri koruyan bir ruhmuş. Ne vakit bir ortamda müzik çalınsa Kamber Ata orada ruhen bulunurmuş ve müzisyenleri korurmuş. Yani bu atasözü “Çalgısız müziksiz düğün olmaz” anlamına geliyormuş.
Mitolojinin yaşantımızın tam ortasında varlığını koruduğunu bu iki mütevazi örnekle elimden geldiğince ifade etmeye çalıştım. Mitolojinin hayatımızdaki etkileri bir yana dursun, bu yazımda ben Türk mitolojisindeki önemli Tanrıları klavyem el verdiğince size tanıtmak istiyorum. Bu “tanıtma” çabam elbette ki Orta Asya’da yaşayan Türklerden derlenen anlatmalara, tarihi kaynaklara ve alanda yazılmış önemli eserlere dayanarak olacaktır. Yukarıda zikrettiğim isimlere tekrar geri dönmek istiyorum. Vakt-i zamanında Dünya sadece su kütlesi iken (bakıldığında çoğu mit anlatmasında dünyanın ilk hali hep sudur. Sanki anne karnındaki bebeğin doğmasından evvel suyun gelmesi gibi. İlginç!) sadece Ak Ene (Ak Ana) ve Ülgen varmış. Bu ikisi var oladursun, Ak Ene bir gün Ülgen’e “YARAT!” demiş. Böylece Ülgen bu dünyayı yaratmıştır. Fikri veren Ak Ene; başlangıcı, üremeyi temsil etmektedir fakat bir daha mit anlatmalarında yer almaz; her şeyin yaratıcısı Ülgen’dir. Dünyayı ve geri kalan her şeyi yaratan Ülgen (Bayülgen) Ay ve Güneş’in üstünde bulunan göğün 16. katında Altın Dağ’da oturur; gök cisimlerini yönetir, yağmur yağdırır, gök gürültüsü ve yıldırımlar gönderir, insanları kötülüklerden korur. Ülgen bu dünyaya bir gün insan yaratmaya karar verir ve topraktan ilk insan olan Erlik’i yaratır. Fakat Erlik zaman geçtikçe kendini Ülgen’den üstün görmeye başlar; o da tıpkı Ülgen gibi bir şeyler yaratmak ister. Erlik’in kötülükle dolduğunu fark eden Ülgen, yaratacağı 7 insanı kötülüklerden koruması için Mandı-Şire’yi yaratır. Mit anlatmalarına göre Erlik ile Ülgen bir savaşa girerler ve bu savaşı Ülgen kazanır. Erlik ise ceza olarak yeraltına gönderilir. “Ölümün efendisi” olarak adlandırılan Erlik iradesiz, başıboş ve kötülük timsalidir. Erlik ve Ülgen ezeli düşman olup taban tabana zıt gözükseler de aslında işbirliği içindedirler. Örneğin insanlar ibadetlerini yerine getirmezlerse Erlik onları cezalandırır yahut vadesi dolan insanların canını Erlik alır. Yani dünyanın dönmesi, hayatın devam etmesi için Ülgen ve Erlik görevleri bölüşmüşlerdir. Erlik-Ülgen ilişkisi bana hep yin-yang şeklini anımsatır 😊. Bu yüzden şamanlar belli vakitlerde Ülgen’e ve Erlik’e kurban vermektedirler.
Türkler çok geniş bir coğrafyada yaşamlarını sürdürmüş olup halen sürdürmektedirler. Mit anlatmaları kadim zamandan bu yana kulaktan kulağa anlatılagelmiştir. Bu sebepten farklı Türk coğrafyalarında farklı yaratılış anlatmaları olabilir. Ben bu yazımda Verbitskiy’in derlemiş olduğu yaratılış anlatmasını esas aldım. Zaten Türk mitolojisine baktığımızda Ak Ene, Ülgen ve Erlik üç aşağı beş yukarı böyle anlatılmaktadır; sadece olaylar farklı farklı anlatmalarda değişiklik göstermektedir.
Bunu okuyan sen! Belki aklına “Hani Türkler yaratıcıya ‘Tanrı/Tengri’ diyordu, Ülgen nereden çıktı?” sorusu geldi. Hemen açıklayayım; “Tengri” kelimesi temelde “gökyüzü” anlamına gelmektedir. Tanrı gökte oturduğu için “Tanrının meskeni” veya “Gökyüzüne dair” olan “Tanrı” kelimesi bir süre sonra Tanrı’nın ta kendisini ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. Göğe ait olan “Tanrı” kelimesi ile karşılanmış denebilir. Örneğin Eski Türklerde kutluk anlayışı vardı. Bu anlayışa göre yöneticilere ülkeyi yönetme görevi Tanrı tarafından verilmiş yani göklerden gelmiştir. Keza ülkeyi yönetenlere de “Tengri/Tanrı” unvanı da verilmiştir; örneğin İlteriş Kağan’a “Tengriken” denmiştir.
Yazıyı okuduğun için teşekkür ederim, umarım faydalı ve keyifli olmuştur. Eleştiri, soru, öneri ve bilimum şeyler için bana aslzeyzey@hotmail.com adresinden ulaşabilirsin. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere hoşça kal!
Editör: Ceyda Taskiran