BİR SAKSI ÇİÇEK

ODTÜ Kitap Topluluğu
ODTÜ Kitap Topluluğu
3 min readDec 4, 2021
Maria Orlova adlı kişinin Pexels’daki fotoğrafı

Ne zaman çok katlı evlerin olmadığı mahallelerden geçsem gözüm evlerin pencerelerindeki çiçeklere takılır. Hepsinde olmasa da mutlaka bir iki pencerede görürüm saksı saksı çiçekleri. Bir samimiyet hissettiğimden midir bilinmez, çok hoşuma gidiyor böyle mahalleler. Çocukların sokakta rahat rahat oynayabildiği, komşunun komşuyla dertleşebildiği, herkesin bir aileymiş gibi yaşayabildiği mahalleler. Böyle bir mahallede yaşamak isterdim ben de.

Ablam ve abim şanslıymış. Onlar her gün sokakta akşama kadar oynayabildikleri bir mahallede geçirmişler çocukluklarını. Diledikleri gibi koşup eğlendikleri, soluklanmak için kapılarını çalabilecekleri komşuların olduğu bir mahalle. Bir iki akraba da komşu olunca kurulan ilişkiler daha güçlüymüş. Herkes birbirini sorar, birinin bir derdi varsa onunla dertlenirmiş. Evin bahçesinde de ağaçlar ve çiçekler yetişirmiş. O ağaçlardan meyve toplayıp yemenin tadı bir başkaymış, sık sık böyle anlatırlar.

Ben apartmanda büyüdüm. Annem, başımıza bir şey gelir diye aşağı inmemize bile izin vermezdi. Kardeşimle aşağıda oynayan çocuklar gördüğümüzde balkondan onları izlerdik. Sokağa çıkabilmek içinse yapmadığımız şey yoktu. Pencereden terlik, mandal atıp aşağıdan almaya giderdik. Bizim de eğlencemiz buydu. Hoş, annem aşağı inmemize izin vermiş olsa da çocuklarla tanışabilmek, onların oyununa dâhil olabilmek çok zordu. Neyse ki arada bir bunu başarabiliyorduk. Çok komşumuz da yoktu. Arada bir selam verdiğimiz, çoğunlukla bizi kapının deliğinden izleyen karşı komşumuz hariç. “Nasılsınız?” diye sorduğumuzda lafın gelişi “İyiyiz” diye cevapladığı bir ilişkimiz vardı sadece. Çevremizde dükkânlar ve başka apartmanlar olduğu için çok çiçek de yetişmezdi. Aşağı otoparkta yetişen güller görebildiğimiz nadir çiçeklerdi ama onlara da yaklaşmamıza izin vermezlerdi. Çocuklar koparıyormuş, o yüzden uzak durmalıydık.

Apartmanlar bana hep daha soğuk, ruhsuz gelmiştir. Evlerin pencereleri neredeyse hep kapalı olur, tıpkı insanların kalplerinin birbirine kapalı olması gibi. İnsanlar birbirleriyle mümkün olduğu kadar az konuşur. Bahsettiğim samimi mahallelerin aksine apartmanlarda komşu sayısı arttıkça komşuluk azalır. Öyle ki, aynı apartmanda yaşayan insanları bir araya koysak, birbirini hiç görmeyen insanların bile çıkacağından şüphem yok.

Belki de bu yüzden çok girişken, arkadaş canlısı bir insan olamadım. İçimde oluşan o kalabalık, sıcak mahalle özlemine rağmen insanlardan oldukça uzaklaştığımı büyüdükçe fark ettim. Ortak bir yaşam alanını paylaşıyor olsak da konuşmak zorunda olmayışımız beni bu duruma alıştırdı. Bazı zamanlar insanlarla nasıl muhatap olmak zorunda kalmam diye düşündüğüm, hatta bunun için yollar aradığım bile oluyor. Ne kendimi anlatacak ne de onları dinleyecek kadar kendimi onlara yakın hissediyorum. Daha da kötüsü, hissetmek istemiyorum. Bu içimi daraltan, beni benimle baş başa bırakan duyguyu zamanla benimsediğimi yeni yeni fark ediyorum.

Çevremdeki insanlara içten içe kızdığım zamanlar oluyor. “Neden başkalarının acılarına, yaşadıkları zorluklara bu kadar körler?” “Neden kimse kimseyi duymuyor, görmüyor, görmek istemiyor?” diye geçiriyorum içimden. Oysaki benim de onlardan bir farkım yokmuş. Zamanla insan görmemeye, duymamaya alışıyormuş. Herkes kendi hayatıyla meşgulken başkalarının da olduğunu unutuyormuş. Belki de bu yüzden herkesin kendini gösteriyordur pusulası.

İçimdeki bu çelişkiye rağmen artık çevreme karşı daha duyarlı olmak istiyorum. Sevdiğim mahallelerin sıcaklığını, samimiyetini insanlarla konuşurken hissetmek istiyorum. Çocukluğuma dönüp yaşadığım yeri değiştiremem tabii ki. Belki huy edindiğim şeylerden de kolay kolay vazgeçemem. Ama pencereme bir saksı çiçek koyarak başlayabilirim pusulamın gösterdiği yeri değiştirmeye.

Halime Türksayar

--

--