Ahmet Güneş: Göğe Kuşak Lazım

OKURYAZAR.TV
okuryazartv
Published in
9 min readJun 28, 2018

“LGBTİ hareketi, 80’lerin son çeyreğinde Türkiye toplumsal hareketler tarihine dahil olup dinamizmi, çok yönlü bakış açısı, dönüştürücü pratikleri ile mücadeleye damgasını vurdu. Hareketin gelişimini, kolektifleşmesini ve farklı zeminlerde siyaset alanı yaratmasını; sürecin özneleriyle birebir görüşmeler yaparak dernekleşme, hukuki sorunlar, siyasi partiler, vicdani ret ve temsil gibi başlıklar üzerinden inceleyen Göğe Kuşak Lazım, yazılmakta olan bir tarihe tanıklık çağrısı niteliğinde. Bu alanda mücadele eden çeşitli şehirlerden kurumların ve inisiyatiflerin kendilerini hem yaptıkları hem de hedefleri kapsamında ifade ettiği, yaklaşım farklılıklarını da gösteren bir rehber. Gökkuşağının altında yaşam var!” Göğe Kuşak Lazım’dan Önsöz’ü ve Birinci Bölüm’den bir kısmı paylaşıyoruz.

Türkiye’de 80’lerin ilk çeyreği itibariyle kendini var etmeye çalışan ve gittikçe kitleselleşen kimlik mücadelelerinin ana unsurlarından biri de LGBTİ hareketidir. Darbe sonrası siyasi atmosferin tüm toplumsal muhalefeti bastırdığı bir ortamda, sol hareketler üzerinde sürdürülen imha politikaları üzerine belli araştırmalar yapılmışsa da gerek sol hareketler içinde gerekse bireysel olarak mücadelesini sürdüren LGBTİ bireyler, tarih sayfalarında hâlâ yeterince yer almamaktadır. Bu durumun birden fazla sebebi olduğu söylenebilir. Solun geleneksel mücadele yöntemlerinin, LGBTİ mücadelesinin temel hatları ile yaşadığı çelişki, cinsel yönelim ve cinsel kimlik mücadelesinin gündemleştirilememesindeki temel etmenlerden biridir. Yeni mücadele pratikleri bir süre sonra kabul görmeye başlamış ve kendi tarihini oluşturabilmişse de, LGBTİ hareketinin bilinir ve görünür hale gelmesi daha uzun bir sürece yayılmıştır. Çeşitli olumsuz etmenlere rağmen, LGBTİ hareketi toplumsal dinamiklerde bir fark yaratmayı başarmış; bugün demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren her oluşum, LGBTİ hareketini, onun kazanımlarını ve mücadele pratiklerini gözetir hale gelmiştir.

Hareketin görünür hale gelmesi, toplumdaki diğer mücadele alanlarının yeniden yapılanmasında etkili olmuş, LGBTİ mücadelesinin temel kavramları etrafındaki tartışmalar hararetlenirken, farklı yapılar, kendi faaliyetleri ile bu radikal çıkış arasında bir bağ oluşturmaya çalışmıştır. Bu durum, farklı çevrelerden insanların, farklı başlıklar altında alana yönelmesi ve çeşitli çalışmalar gerçekleştirmesiyle sonuçlanmıştır.

Göğe Kuşak Lazım, Kürt hareketi vesilesiyle tanıştığım LGBTİ hareketini, özneleri ile birebir görüşmeler gerçekleştirerek, sözlü tarih geleneğine katkı sunacak şekilde ele alma çabasının ürünüdür. Çalışma henüz taslak aşamasındayken, konuyu genel bir “kimlik mücadelesi” başlığı altında ele aldığımı ancak görüşmeler gerçekleştirip derinleştikçe, LGBTİ tartışmasının pek çok kırılımı olduğunu keşfettiğimi söyleyebilirim. Bu değişim, konuya yaklaşımımı etkilediği gibi, çalışmanın metodolojisinde de belli değişiklikler gerçekleştirmemi zorunlu hale getirdi. Özellikle saha çalışması esnasında karşılaştığım vakaların çeşitliliği ve kendimde saptadığım heteronormatif davranış öğeleri ile yüzleşmem, bazen soru sormanın da bir tahakküm aracı olabileceğini ve soru sorma ediminin cevabı (soran lehine) belirleyici bir etkisi olduğunu keşfetmemi sağladı. Bu noktada, özellikle büyük travmaların açığa çıkmasının olası olduğu konu başlıklarında, soru sormak yerine kişilerin kendi hikâyelerini, diledikleri şekilde anlatmalarını talep ettim.

Çalışmamın tarihsel aralığını 1980’lerden, yani LGBTİ hareketinin örgütlü olarak mücadele sahnesine çıkışından başlatarak günümüze dek genişletmeyi tercih ettim. Böylelikle mücadelenin farklı evrelerini; yöntemsel değişimlerini, LGBTİ kurum ve oluşumlarının temas ettiği unsurlardaki çeşitlenmeyi; teorik ve pratik tıkanmaları, güncel siyasetle ilişki kurma biçimlerini, askerlik sorununa dair mücadeleyi ve hukuki sorunları tarihsel bir dizilim içinde sunma olanağı buldum. Bu tarihsel izlek sayesinde, bugünden bakıldığında hepimizi hayrete düşürecek, kabullenilemez addettiğimiz olayların nasıl yaşandığını takip etme şansım oldu ve bu örneklerin unutturulmaması, tarihe not düşürülmesi isteğini kamçılayan bir motivasyon öğesine dönüştü. Bir hareketin evrimine şahit olmuş tanıklar ile geçmişi ve günümüzü anlayabilmek, Türkiye’nin toplumsal mücadeleler tarihinden bir kesiti ele almak, şüphesiz çok değerli tecrübeler. Yine de belirtmeliyim ki, benim bu çalışmayı ortaya koymamdaki en büyük etken, kitabın yazım sürecinde tanıştığım ya da dolaylı olarak haberdar olduğum LGBTİ bireylerin yaşamakta olduğu fiziksel ve psikolojik şiddettir. Nefret cinayetlerine kurban verdiğimiz tüm arkadaşlarımıza…

Gökkuşağının altında yaşam var!

1980’lerde LGBTİ Hareketi ve Gelişimi

Çalışmanın ilk bölümünde, Türkiye’de LGBTİ hareketinin kamusal alandaki ilk eylemlerinden biri olan 1987 Gezi Parkı açlık grevi eylemi ve bu eylem sonrasında LGBTİ bireylerin bir dernek etrafında örgütlenme deneyimleri incelenecektir.

1980’lerin ilk evresi, LGBTİ’lerin bir harekete dahil olmaksızın bir araya geldikleri bir dönemdir. Belli tartışmalar ve örgütlenme girişimlerinden bahsedilebilir ancak bugünkü anlamıyla bir örgütlülük söz konusu değildir. Daha çok çevre sorunlarını ele alan ve anti-militarist yaklaşım gösteren bir dernek etrafında şekillenen birliktelik, sonrasında bir dergi etrafında birleşerek ilk meyvelerini vermeye başlar. Görünürlük sağlandıktan sonra polis baskısı sıklaşarak devam eder ve bu şiddete karşı 27 Nisan 1987 tarihinde Gezi Parkı’nda bir araya gelen az sayıda aktivist açlık grevine başlar. Bu eylem, hareketin Türkiye’deki ilk örgütlü kamusal alan eylemi olarak tarihe geçecektir. Ancak tahmin edilebileceği üzere, eylem medya tarafından büyük oranda görmezden gelinmiş, eylemi haberleştiren yayın organları ise bunun üzerinden bir karalama kampanyası yürütmeyi tercih etmiştir.

12 Eylül askeri darbesinin muhalefete hareket alanı tanımaması yeni tartışmaları kamçılamış, kendini geleneksel yapılar içinde var edemeyen LGBTİ bireyler, ateistler, anti-militaristler, çevreciler, feministler gibi politik özneler bir çatı altında toplanma kararı alarak, Radikal Sol Yeşil Parti Girişimi’ni oluşturmuşlardır. Radikal Sol Yeşil Parti Girişimi, LGBTİ hareketinin otonom örgütlenmesine imkân tanıyan ilk parti girişimidir. Tartışmalar ve çözüm arayışları, girişimin yayın organı olan Yeşil Barış dergisi üzerinden devam etmiş ancak partileşme süreci tamamlanamamıştır.

Bu dönemde parti girişimi içinde yer alan ve açlık grevi eylemine katılan Sevda Yılmaz ve İbrahim Eren, açlık grevi ve parti girişimi sürecini, LGBTİ hareketinin oluşumunu ve sonrasında yaşananları kendi tanıklıkları doğrultusunda aktarıyorlar.

Sevda Yılmaz (Ali Kemal Yılmaz)

LGBTİ hareketinin kuruluş sürecinde yer almış, Türkiye’deki ilk eylemleri örgütlemiş, Gezi Parkı’nda yapılan açlık grevine katılmış bir birey olarak dönemin genel panaromasını çizebilir misiniz?

LGBTİ hareketi su yüzüne çıkmadan önce, İzmir Ege Çevre Sağlık Derneği’nde bir grup lezbiyen ve gey burada ilk beraberliklerini, toplantılarını sağladılar. Bu çevre, İbrahim Eren ve arkadaşları olarak bilinir. 12 Eylül askeri darbesinden sonra bütün derneklerin kapatılmasıyla, İzmir Ege Çevre Sağlık Derneği de kapatıldı ve İbrahim Eren yurtdışına çıktı. 1985 yılında İstanbul’a dönmesiyle, Radikal Sol Yeşil Parti Girişimi başlatıldı. Parti girişimi içinde LGBTİ’lere de yer verildi ve otonom bir yapı oluşturuldu. Ben de orada yer aldım. Sonra da LGBTİ bireyler katılmaya başladı. İlk başlarda La Martin Caddesi’nde, İbrahim Eren’in evinde toplanıyorduk. Sayımız arttığı için, yüz aydının bir araya gelmesiyle oluşturulmuş olan BİLSAK’ta toplanmaya başladık. Haftanın iki günü orada toplanıyorduk. Frapan (efemine) gey ve travestilere yoğun baskılar vardı o dönemde. Örneğin bir çuvalın içine seni kediyle beraber atıp dövüyor ve kedi de canı acıdığından sana saldırıyordu. LGBTİ’ler için tabutluk normal bir şeydi, falakaya yatırılmak da öyle. Saçlarının kesilmesi ise çok doğal bir durumdu. Böyle yoğun baskıların olduğu dönemler yaşanıyordu. Ramazan ayında baskı iyice artıyor, hissedilir hale geliyordu. Ramazan günlerinde ev baskınları yapılarak, evler mühürleniyordu. O dönemde kimlik bilgi sorgulama sistemi vardı. Günümüzde olduğu gibi GBT sistemi yoktu. Kimlik tarama sistemi beş gün sürüyordu. Beş günün sonunda bırakıp, sonra yeniden alıyorlardı. Sonra da bir haftalığına zührevi hastalıklar hastanesine yatırıyorlardı yalan yere. Yani hayatın hastane ile karakol arasında geçiyordu. Arkadaşlarla bu baskıları nasıl sonlandıracağımıza dair konuşuyorduk. O dönemin İnsan Hakları Derneği (İHD) yönetimi çok ahlakçı ve katıydı. İHD’ye gidiyor ama kapıdan dönüyorduk. Bize uzak duruyorlardı. Mesela bir basın açıklaması yaptığımızda kimse bizi duymuyordu. O dönemde sadece Tuğrul Eryılmaz’ın çıkardığı Yeni Gündem dergisi vardı. Sadece orada bizim basın açıklamamız yayınlanıyordu. Yeni Gündem’i de pek kimse bilmiyordu. Onun haricinde hiçbir gazete veya dergi bize yer vermiyordu. Bu nedenlerden dolayı sesimiz çıkmıyordu. Ses getirecek bir şeyler yapalım derken, açlık grevine girme kararı aldık.

Açlık greviyle sesimizi duyururuz derken umduğumuzdan fazlası oldu ve yurtdışında manşet olduk. Dünya çapında duyulan bir eylem oldu. 27 Nisan 1987 yılında Gezi Parkı’nda eylemi başlattık. Eylem on gün sürdü. İlk önce dört kişiydik. Basın açıklamasını dört kişi yaptık yani. Sonra bu duyulunca, Gezi Parkı’na geyler ve translar akın akın gelmeye başladı. Polis bizi uyarınca La Martin Caddesi’ndeki eve geçtik. Bu arada yurtdışından destekler geliyordu. İnsanlar gelip gidiyordu. İşte orada, Türkiye’deki LGBTİ bireyler su yüzüne çıktı ve bir hareket oluştu diyebiliriz.

Türkiye basınının tavrı nasıldı?
Türkiye medyası çok az sahip çıktı bize. İşin tuhaf tarafı, bizimle dalga geçen ve alaya alan Cumhuriyet gazetesiydi. Tan gazetesi de öyleydi ama sonuçta Tan gazetesi çıplak kadın fotoğrafları basan bir gazeteydi. Ama Cumhuriyet bizi hayal kırıklığına uğrattı. Cumhuriyet’in entelektüel düzeyde alaya alma, tiye alma tavrı vardı. Bunların dışında sol kesimden destek başladı. O zamanlar sosyalist gruplar lağvedilmişti, onlardan kalıntılar vardı. Mesela anarşistlerin Kara diye bir dergisi vardı, onlar bize çok destek verdi. Şahıs olarak senarist Barış Pirhasan bize çok destek verdi. Açlık grevinin finalinde, basın toplantısında bize destek oldu. Ayrıca Barış Pirhasan, Aydınlar Dilekçesi’nin oluşmasında da ön ayak oldu. Aydınlara ve yazar-çizerlere sesimizi duyurmamızda yardımcı olan en önemli isimdir Barış Pirhasan. Yavaş yavaş, yazar ve aydınlar da destek vermeye başladı. Bunların arasında geylerin değil de gey olmayanların desteği enteresandı. Mesela Rıfat Ilgaz hasta olmasına rağmen, binanın en üst katında devam eden açlık grevine destek için oraya kadar geldi, hem de birilerinin yardımıyla. Türkan Şoray da bize destek verdi. Hale Soygazi ve Barış Pirhasan ikilisi hep vardı zaten. İsmini hatırlayamadığım birçok insan daha vardı.

Hareketin bu ses getiren eylemle kendini ilan etmesi ve belli bir kesim tarafından sahiplenilmesinin ardından baskılar hâlâ devam ediyor muydu?
Eylemden sonra bir yıl kadar, polis baskı uygulamadı. Biz örgütlenmeye devam ediyorduk. O dönemin transları çok dindardı. Halen de öyleler. Ateistlerden rahatsız oldular ve bunlarla nasıl bir araya geliriz demeye başladılar. Aslında baskı olmadığı için hareket dağıldı gibi bir şey oldu. altı-yedi kişi kaldık. Bir süre sonra Hortum Süleyman çıktı ortaya. Baskılar ve işkenceler tekrar başladı, ondan sonra da örgütlenmeler. Yumurta kapıya gelince, sistem sıkıştırınca bir araya gelme durumu yaşanıyordu. İbrahim Eren, basın toplantısı yaptığı gerekçesiyle içeriye alındı ve adlilerin koğuşuna alınarak dövüldü, işkence gördü, kaburgaları kırıldı. İbrahim Eren’e yapılanlar için bir basın açıklaması düzenledik ve dava açtık polislere. Sonra da bunun için tehdit edildim. Bir gey kulübünde, arkadaşımın işlettiği bara çağrıldım polisler tarafından. Polis orada bana “Sen kendini ne sanıyorsun? Şimdi cebine eroini koyarız, eroin satışından içeri alınırsın,” dedi. Davadan vazgeçmem için baskıya maruz kaldım. Sonuçta partinin kurucuları arasındayım. Aslına bakarsanız sadece İslami kesimin saldırısı yoktu o zamanlar. Heteroseksist ahlakın saldırısına maruz kaldık. Heteroseksist ahlakın temsilcileri de saldırdı bize. Onlar bizi tehlikeli gördü.

Bu gelişmeler karşısında hareketin durumunda nasıl değişimler gerçekleşti?
Hareket bocalama içine girdi ve giderek çevrecilik ağırlıklı bir hal almaya başlayınca da dağıldı. LGBTİ’ler dağıldı o zaman. Sonra partiden vazgeçilerek dernek kurma kararı alındı. Yeşil Barış Çevre Derneği’ni kurduk. İşte bir takım tarihi dokuyu koruma çalışmaları yaptık. Örneğin, Cağaloğlu’nda bulunan Bizans sarnıçlarının kapatılması gündeme gelmişti, biz buna karşı çıktık. Tarihi çeşmelerin tamir edilmesi için girişimlerde bulunduk. Tarlabaşı’nın yıkılmasına karşı çıktık. Dernek etrafında faaliyet yürüttük. Aradan bir süre geçti. Sonra biz çekilince Lambdaistanbul ve Kaos GL kuruldu. Şimdi de bir sürü dernek kurulmuş durumda. Biz o zamanlar, elimizde sihirli değnek var ve dünyayı değiştirmek için yola çıktık diyorduk. Mesela benim bir tuhafiye-kırtasiye dükkânım vardı ama o dönemdeki mücadelem için iş yerimi kapatmak zorunda kaldım.

Dönemin sol örgütlerinin harekete bakışından bahsedebilir misiniz?
Sol çevreler değişikti o zamanlar. Öyle eylemler yapıyorduk ki onlara uç geliyordu. Kimisi “Bunlar AB ajanı, MİT’in adamı, CİA ajanı” diyordu. Sol, darbe nedeniyle sindirilmişti ve eylem yapamıyorlardı. Bunlar bu cesareti nereden alıyor, diyorlardı. Mesela bir sürü arkadaşla, ameliyat olanlara kadın kimliği verilmediği için Sıraselviler’de bulunan ANAP binası önünde kendimizi zincirledik. Cinsel kimlik mücadelesi verdik. Sonra Özal bunu Bülent Ersoy üzerinden serbest bıraktı. Bülent Ersoy zannediyor ki onun başarısı. Yok öyle bir şey, bizim mücadelemizin sonucuydu bu kimlik kazanımı. Partilerle bağlantıya geçmiştik, faaliyet yürütüyorduk. Sonra pembe kimlik mücadelesi de verdik. Cağaloğlu’ndaki kazıda Bizans bazilikası çıkmıştı o dönem. Bazilikanın üstünde bina yapacaklardı. Buna karşı çıktık. Çiçek Pasajı’nda müzisyen olan Madam Anahit’le beraber karşı çıktık. LGBTİ’ler olarak çevre mücadelesi veriyorduk işte. Tarlabaşı, tarihi eserler konusunda. Caretta Caretta açlık grevinde biz de vardık. Sonra Yeşil Barış dergisini çıkardık. Türkiye’de ilk defa LGBTİ bireylere otonom bir sayfa açtık ve Kürtçenin serbest bırakılması için kampanyalar başlattık. Bu eylemlerden dolayı solcular şaşırıyordu. O dönem bunu yapmak mümkün değildi. Düşün ki insanlar susuyordu ama biz Kürtçe için bile kampanyalar yapıyorduk. Kürt siyasal hareketi ise o dönemde bize tepkisiz kaldı, hiç konuşmadılar.

Tüm bu gelişmeler devam ederken, baskılar da devam ediyordu herhalde…
Polisler o dönem daha çok İbrahim Eren’le uğraşıyorlardı. İbrahim Eren’i bıçakladılar, saunasını kapattılar. Benimle fazla uğraşmadılar ama LGBTİ konusunda İbrahim Eren’le uğraşıyorlardı. Beni de bir gün ahlak polisi güpegündüz alıp fişledi, iki gün de dövdü.

Tüm bu yaşananların ardından LGBTİ’lerin toplumsal görünürlüğünün arttığı, yerel yönetimler hatta milletvekili seçimlerinde aday gösterildiği bir noktaya geldik. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
O zamanlar toplumsal dönüşüme çok önem veriyorduk. Manav, kasap, terzi eşcinseller vardı. Sola sıkıştırma, entelektüel düzeye sıkıştırma yaklaşımımız yoktu o dönemlerde. Tabii siyasi partilerle görüşmeye çalışıyorduk. O dönemde sosyal demokrat partilerin kapısına dayandık ama onlar kapılarını kapatıp kaçtılar. Şimdi ise politik davranıp oy potansiyeline bakarak LGBTİ hareketine önem veriyorlar diye düşünüyorum. Biz o dönem hiçbir siyasi parti ile görüşemiyorduk. Şimdiki durumlar ise olumlu gibi. Ama sonuçta homofobi ve transfobi devam ediyor. Yine de adayları desteklemek gerekiyor. Örneğin, İstiklal Caddesi’nde yıllardır milli piyango bileti satıp hayatını devam ettiren trans bir kadın var, bu da bir mücadele yöntemi. Sol entelektüel yapıyla ilişki önemli ama hayatın içinde mücadele vermek de o kadar gerekli.

*Bu okuma parçasının yayını için Sel Yayıncılık’a teşekkür ederiz.

Ahmet Güneş, 1988’de Mardin, Derik’te doğdu. Çeşitli ajanslarda ve gazetelerde muhabirlik yaptı. Şiir ve düz yazıları dergilerde yayınlandı. Göğe Kuşak Lazım yazarın ilk kitabıdır.

--

--