Müjgân Halis: “Mayamızda mücadele var.”

Söyleşi: Sema Aslan

OKURYAZAR.TV
okuryazartv
7 min readJul 6, 2018

--

Onu, Sabah gazetesinde yayımlanan ve her hafta büyük bir merakla beklenen özel haberlerinden ve yayımlandığı dönemde ses getiren Batman’da Kadınlar Ölüyor isimli kitabından tanıyor pek çoğumuz. Müjgân Halis, Ayizi Yayınları tarafından kitaplaştırılan Bu Toprağın Ötekileri’yle tekrar okur karşısında. Halis’in, 2006’dan bu yana Sabah gazetesinde yayımlanan haberlerinden bir seçme niteliği taşıyan kitabı Bu Toprağın Ötekileri, dört bölümden oluşuyor: Kitaba adını da veren ilk bölümü takiben, “Kürdili Durumlar”, “Emniyet’li Hikâyeler” ve “Sevdiğim(iz) İnsanlar”. İlk bölüm, ülkede ötekileştirilmiş –azınlıklar, kadınlar, eşcinseller, işçiler vb.– insanlarla yapılmış söyleşileri; ikinci bölüm, Kürtlerin çeşitli hallerine tanıklık ve söyleşileri; üçüncü bölüm, üçüncü sayfa diye tabir ettiğimiz haberlere bir başka bakışla yazılan haberleri ve son bölüm, özel söyleşileri içeriyor. Kitap, bu ülkenin son 10 yılına dair bir şey söylüyor. Duymak isteyene.

Zaten kendi okur kitlesini yaratmış, yayımlandıktan hemen sonra belli çapta bir dalgalanmaya da neden olan haberlerinizden bir seçme yaptınız.
Evet, bunu yaparken hem aslında geçen 10 yıla rağmen birçok haberin hâlâ güncelliğini korumakta olduğunu göstermek hem de eğer istenirse bu ülkede de vicdanlı bir gazetecilik yapılabileceğini anlatmak istedim.

“Vicdanlı gazetecilik” demişken, yaptığınız haberlerin benzerlerine mesela alternatif medyada rastlanabiliyor. Daha çok ötekileştirilmiş, sözleri umursanmamış insanları merkeze alan bu tür bir gazeteciliği ana akım bir yayın organında yapıyor olmanın sonuçlarından söz eder misiniz?
Alternatif medya okuru, ne tükettiğini bilen, okuyacağı yayını bu bilinçle seçmiş olan okurdur. Ana akım medyanın okur profilinin duyarsız ve apolitik olduğu önkabulü var; bu türden haberleri okumak istemeyeceklerini düşünür çoğu kişi. Oysa ben böyle düşünmüyorum. Gazetecilik biraz da okuru yönlendirmektir. Hrant Dink öldürüldüğünde Türkçe’deki ırkçı ve ayrımcı tabirlerle ilgili haberler yaptım ve hemen ertesinde inanılmaz bir dönüş aldım okurlardan. Pek çoğu, bu tabirleri farkında olmaksızın kullandığını itiraf ediyor ve daha özenli davranacağını söylüyordu. Bir süre sonra kendi kitlenizi oluşturabileceğinizi düşünüyorum. Ana akım medyada bir gedik açmak, benim hedeflerimdendi açıkçası. Hiç kimse Sabah gazetesinde böyle haberler okumaya alışkın değildi –Bir Kürt’ün dramı Sabah okuru için bir şey ifade etmez” deniyordu…

Esasında çok ilginç bir şey söylüyorsunuz, çünkü ana akım bir yayın organının okur kitlesinin homojen bir yapıda olduğunu iddia etmektir bu.
Ve bu önkabul yanlış. Böyle homojen tabandan söz eden insanlar, toplumun değişmesini istemeyen insanlar. Onlar, o insanlar, sistemin devamını sağlayacak insanlar çünkü. Basın da sistemin sürekliliğini sağlayan diğer bir unsur olarak, sorgulayan bir okur kitlesi istemiyor.

Aslında okurların da kompartımanlara ayrıldığını görüyoruz bu tabloda. Bir haberi okurken, başka bir yayının o haberi nasıl “gördüğünü” merak etmeyen bir okurdan söz ediyoruz çünkü.
Etmiyor, evet. Ama bu merak çok sınırlı bir okur kitlesinde var, belki sadece “mesleki” bir refleks olarak yine gazetecilerde. Türkiye’deki gazete okuma eğilimleri ve okuma alışkanlıklarıyla ilgili bir şey bu. Zaten bu kitabın oluşma nedeni de bu. Kitaptaki haberleri bir dönem sadece Sabah gazetesi okurları okudu fakat bu haberlere kaynak olan insanlar bu ülkede yaşadı / yaşıyor, olaylar bu ülkede yaşandı / yaşanıyor. Yani sadece belli bir gazetenin okur kitlesini ilgilendirebilecek olaylar değillerdi. Bu kitapta yer alan haberlerin hemen hemen tamamını şimdi gitse bir gazeteci, yine yapabilir. İsimler değişmiştir belki ama hikâyeler aynıdır. Hem merkez medyada hem de muhalif medyada örneklerine rastlıyoruz da. Bir yandan da beni inciten bir şey var: Eğer merkez medyada çalışıyorsanız, bir tarafsınız. Böyle bir ötekileştirme de yaşıyorsunuz. Mesela Güneydoğu’ya gittiğinizde eğer ana akım medya mensubu olarak oradaysanız aslında çalışamıyorsunuz. İlişkileriniz yoksa, kapıları açamıyorsunuz. Dolayısıyla çift taraflı bir ötekileştirme söz konusu.

Bunda yıllar boyu ana akım medyanın izlediği politikanın da rolü olsa gerek.
“Bu haberi Sabah gazetesi yayımlamaz” diye bir önyargı var. Oysa yayımlayabiliyor. İnsanların güvenini kazanmak zaman istiyor. “Bakın, gerçekten bu haberi doğru yazabilirim” diye uzun bir ikna süreci yaşadım birçok haberde. Toplumdaki genel bölünmenin bir yansıması aslında bu da. Hâlâ vicdanıyla iş yapan gazeteciler var. Ayrıca ben bu tür haberlerin ana akımda yayımlanmasını daha doğru buluyorum, çünkü daha geniş kitlelere ulaşma şansınız olabiliyor. Her hafta, yayımlanan her haberden sonra “Bir gol daha” dedim kendi kendime… O haberlerin her birini karşı kaleye atılmış bir gol olarak gördüm.

Sizin kimliklerinizden gelen özellikleriniz önünüzü açtı mı / tıkadı mı?
Bu ülkede ötekileştirilmeme neden olan özelliklerimi bir avantaj olarak kullandım gazetecilik yaşamımda. Mesela, Kürtçe konuşabiliyor olmak, birçok söyleşide birçok gazeteciden daha derinlikli ve daha hızlı yol alabilmeme imkân tanıdı. Alevi kimliğim, bölge insanına özgü bazı jestleri daha doğru olarak okumamı sağladı vb. Açıkçası, başka türlü de bakmak istemedim bu konuya… Mağduriyetler üzerinden bir pozisyon almayı doğru bulmuyorum.

Ana akım medyayı çok eleştiriyoruz, yanlış politikalar ürettiğini görüyoruz evet ama en önemli dert iyi gazetecilik olunca, niyet iyi olunca… Yani, ben haberleri seçerken ideolojik davrandım mesela! Yazarken tamamen tarafsızdım fakat o haberleri seçerken bir taraftım, inkâr edemem bunu. Yine de, bir sesi duyurmak, bir yanlışı göstermekse niyetiniz, şükür, ana akım medya da sizi anlayacak yöneticiler var hâlâ. Ana akımda Kürt, Alevi ve kadın olduğum için ya da yaptığım haberlerden dolayı özel bir ayrımcılığa uğramadım ben, açıkça söyleyebilirim bunu. Oysa alternatif medyada daha fazla ayrımcılığa uğradım.

Neden dolayı?
Kürt olmamdan dolayı. Evrensel gazetesinde çalıştığım dönemde, Kürt olduğum için ayrımcılığa uğradım. Gazetenin Kürt meselesine bakış açısı bugünkünden farklıydı ve ben Kürt milliyetçiliğiyle suçlandım. Hayatta hiçbir zaman milliyetçi olmadığım halde.

Az önce mağduriyet dediniz… Yaptığınız haberlerde de özel olarak bir mağduriyet dili yoktu zaten –tersine, bu kitapla bir mücadele hattının çizildiğini söyleyebilir miyiz?
Evet. Ben de bu ülkenin birkaç ötekisini kendi karakterimde taşıyorum ama hiçbir mağduriyet diliyle büyütülmedim. Çok yazık, çok acıtıcı denilmedi bana hiç. Biraz da bu yetiştirilme şeklinden sebep belki, hayata başka türlü bakamıyorum. Mayamızda mücadele var. Bir de kim ne derse desin, bu ülkede bir muhalefet yapılıyorsa, bu toprağın ötekileri tarafından yapılıyor. Ve biz ondan, onların muhalefetinden, onların varlıklarından besleniyoruz. Bu kitabın toplamda söylemek istediklerinden bir tanesi de buydu: Hayır diyerek, direnerek hayatını değiştirenlerin hikâyelerini seçtim kitabı hazırlarken. Çünkü kendinize acıyarak hiçbir şeyi değiştiremezsiniz.

İlginç olan bir şey var, en yoksullar, en kenardakilerle yapılmış söyleşilerin toplamından şöyle bir sonuç da çıkıyor: Bu en yoksullar ve en kenardakiler, kendilerinden daha yoksul ve daha kenarda olan birilerini ille de buluyor ve eziyor. Sonuçta ortaya süzülmüş bir ezilmişlik çıkıyor. Belki de tek acıklı yanı bu, kitabın.
Örneğin tam 30 yıldır savaşın korkunç acılarını yaşayan Kürt halkının, Midyat’taki Süryanilerin topraklarına el koyması gibi. Ya da yoksul bir işçinin karısını döverek öldürmesi gibi. Bu, erk olmakla ilgili bir şey. İktidarda öğrenilen ve öğretilen bir şey galiba. Kendisini ezeni rol model olarak alıp, gücünün yettiğini ezmek…

Güvercintepe ve Gülsuyu’ndaki gençlerle yaptığınız söyleşiler var… İki farklı profil çiziliyor bu söyleşilerde. Güvercintepe’deki gençler ile Gülsuyu’ndaki gençler, sosyopolitik olarak farklı konumlanışları temsil ediyorlar. Merak ettim, o gençlere baktığınızda mesela, imkânları olsa size şiddet uygulayabileceklerini düşündünüz mü? Kürt, Alevi ve / veya kadın olduğunuz için onların şiddetine maruz kalabilirdiniz, öyle değil mi?
Kitabın bir bölümü zaten ötekilerin şiddetine ayrıldı. Ötekilerin şiddetinin diğer şiddet uygulayanlarınkinden çok da farkı yok –hatta bazen daha da yoğun olabiliyor. Bütün öfkelerini daha zayıf olandan çıkarabiliyorlar. O gençlerin şiddetinden ürkmedim açıkçası çünkü çok yakından bildiğim, tanıdığım bir şiddet bu. Şöyle bir anım var: Bir gün işe giderken otobüs durağında bekliyorum. Hemen yanımda da bir amele pazarı var. Aralarında Kürtçe konuşuyorlar ve aslında arada bana da laf atıyorlar. Benim hakkımda konuşuyorlar yani. Ben de Kürtçe bildiğim için konuşmaları anlıyorum. Ertesi gün, sadece denemek için poşu takıp gittim durağa. Anında kesildi konuşmalar! Bir şekilde kendisine benzeyeni şiddetinden biraz daha uzak tutabiliyorlar… Bu arada hep erkeklerden söz ediyorum, kadınlardan değil. Gençleri gerçekten daha iyi anlayabiliyorum. Tüm hırsını alıyor toplumdan, ailesinden, kendisine harçlık veremeyenlerden, az buçuk parayla çalıştıranlardan vb. Onları suçlamıyorum.

Söyleşilerde dikkat çeken bir diğer husus da, bir tür dedektiflik yapmış olduğunuz… Şöyle cümlelere sıkça rastlanabiliyor kitabınızda: “Basına yansıyandan çok farklı olarak…” gibi.
Görmek ve bakmak… Batman’dan söz ediyorsunuz özellikle. Medyanın içindeyken bir doğrunun ne kadar yanlış, bir yanlışın ne kadar doğru gösterilebildiğini yani manipülasyonun ne kadar mümkün ve yaygın olduğunu biliyoruz. Bu tür “düzelti” cümlelerine rastladığınız haberler, benim tek tek çok iyi bildiğim alanlarda yapılmış haberlerdir aslında. Mesela Batman’da biri hapşırsa, benim haberim olur! Kaldı ki kadın intiharlarına karşı düzenlenen bir eylemden haberim olmasın. Dolayısıyla haberi daha okuduğum ilk andan itibaren işin öyle olmadığını bildiğim durumlar bunlar. Bir haberin doğrusunu bazen tek bir telefonla ama bazen de iğneyle kuyu kazar gibi bulabiliyorsunuz. Fakat sonuçta, görmek ile bakmak arasındaki farkı unutmamak lazım.

Bu Toprağın Ötekileri / Yazar: Müjgan Halis / Ayizi Yayınları / Yayına Hazırlayan: İlknur Üstün / Kapak Tasarımı ve Sayfa Düzeni: Tennur Baş / 1. Baskı Mart 2012 / 408 Sayfa

Müjgân Halis; 1971 yılında Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde doğdu. 1992’de İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi. Evrensel Gazetesi, Radikal Gazetesi, Kanal D Televizyonu, Aktüel Dergisi gibi yayın organlarında çalıştı. TESEV’in “İmam Hatip Liseleri”, “Diyanet” ve “Başörtüsü” üzerine gerçekleştirdiği araştırmaların saha çalışmalarında gazeteci olarak yer aldı. 2001 yılında Batman’daki kadın intiharlarını araştırdığı çalışması, ‘Batman’da Kadınlar Ölüyor’ adıyla Metis Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Bu konuyla ilgili yazılan tek kitap oldu ve yayınlandığı yıl The Times Library tarafından Türkiye’de yayınlanan en iyi kitap seçildi. Kitapta yer alan öyküler, İncir Çekirdeği adlı sinema filminin öyküsü oldu.

--

--