Mukadder Çakır: Sanatın Yeni Müşterileri: Hükümetler, Burjuvazi ve Kitleler

OKURYAZAR.TV
okuryazartv
Published in
5 min readJun 28, 2018

1850’lerin Fransa’sında sanayi burjuvazisi devlet olanaklarını alabildiğine kullanarak Paris’i, yıkılıp yeniden kurulan ilk başkent haline getirir. Caddeler genişletilirken, aydınlatılan bulvarlardan geçen çalışanlar önce şaşkınlık sonra hayranlık içinde kalırlar. Orta Çağ kentlerinin mahallelerinde yoğun ve iç içe yaşayan yoksullar, yeni kentte dağınık ve farklı rollerde yerlerini almışlardır. Artık yoksul mahalleleri de geniş sokaklara ve yeni meydanlara açılmaktadır. Böylece egemenler buraları kolayca denetleyebilmekte ama diğer yandan da yoksulların her şeyi görmesine engel olamamaktadırlar. Hayatın her alanının değişime uğradığı bu dönemde sanatsal, kültürel ve eğlenceye yönelik üretimin endüstrileşmesi, sıcak insanal ilişkilerin azalması, organik zamanın kaybolması, insanın duyusal yanının deformasyona uğraması, “sanatçının yaşama kendisi adına anlam verebilmesini güçleştirmiş”; tümden bir algılama bunalımı ağır basmıştır. Operalara düşkün olan aristokrasinin tersine yeni burjuvazi operaları terk etmeye, operetlere yönelmeye başlamış, yeni egemenler ise modayı kutsallaştırarak, opera yerine zaman ile sınırlı opereti tercih ederek sürekli değişime bir anlamda sürekli ölüme yönelmişlerdir.

Valslerin bestecisi Johann Strauss, 1870’ten sonra, Offenbach’ı izleyerek opera komikten yola çıkıp Operet’i üretti. Operetler, ortalama beğeninin altında, oldukça hafif bir müzik türüdür. Aristokratlar, burjuvalar, hizmetçiler hep bir arada hoş bir hayat sürerler. Cılız bir bürokrasi eleştirisinin dışında operetler sınıf farklılıklarını görmezden gelir, liberal dönemin düş kırıklıklarını yok sayar ve Viyana sevgisine ağırlık verir. Borsanın çöküşünden ve kolera salgınından sonra bile hayatı tatlı göstererek maskeler ve uyumlu, tatlı bir dünya çizer. Viyana valslerinden de büyük oranda beslenen operetler, opera-komiğin popüler yanlarını geliştirir ve realitenin aslının anlaşılmasından uzak durarak amnezi yaratan bir müziğe yaslanır.

19. yüzyılın ikinci yarısındaki büyük sanatçıların çoğu, Charles Dickens, Honor Daumier, Richard Wagner gibi 1848 öncesinin yaratıcılarıdır. Fransa’nın ve İngiltere’nin süren ihtişamının yanında Rus etkisi de, romanın göze çarpan şekilde gelişmesini sağlamıştır. Resimde Fransa oldukça parlak bir süreç içinde olup, müzikte Wagner ve Brahms çağın adıyla özdeşleşmişlerdir. Edebiyatta ve müzikte adını duyuran Dostoyevski, Tolstoy, Çaykovskiy ve Musorgskiy Rusya’nın sanat dünyasına kazandırdığı büyüklerdir. Amerika’dan çıkan isimler Herman Melville ve Hawthorne’dur. Çek besteciler A. Dvorjak ve B. Smetana, müziğin evrensel dili sayesinde tüm dünyada tanınmışlardır. Almanya ve İtalya bu dönemde bir gerileme içindedir. İtalya’dan, müzikte yalnızca G. Verdi (1848–1875), Alman dillerinden de Brahms ve Bruckner yetişmiş; 1848 öncesinin edebiyat ve görsel sanatlarındaki düzey tutturulamamıştır. Kendini burjuva toplumunun yükseliş ve bunalımlarına adayan roman, doğal olarak gelişir. 19. yüzyıl mimarisini kurtarmak için çok çaba sarf edilse de, zengin burjuvazinin 1850’lerden sonra kendini kaptırdığı inşaat çılgınlığı, mimarinin kimlik bunalımına girmesine ve seçkin eserler olmasına rağmen, anormal sayıda yapı artışına neden olmuştur. Paris, Viyana ve Roma’nın kent düzenlemeleri, güzelliklerin arada kaldığı, insanda kaçış duygusu uyandıran tasarımlara dönüşmüştür.

19. yüzyıl burjuvazisi sanatçıya karşılığını ödemekte çekingen davranmamış ama paraya dayalı ‘piyasa’ her şeyiyle kendini belli ederken, bir Rönesans gibi altın sanat çağı yaşanmamıştır. Sanatın müşterileri, hükümetler, burjuvazi ve alt tabakadan geniş kitlelerdir artık. Dev ve anıtsal yapıların neredeyse tek müşterisi, çağın ve kentin zenginliğini vurgulamak isteyen resmi kurum görevlileridir. Bu binalar işlevsel amaçlardan çok, burjuva devletinin gücünü, zenginliğini ve sarsılmazlığını simgeleyecek şekilde yapılmışlardır. Avrupa’da tarihi kilise ve katedralleri restore edip kamu binası yapmak moda olmuş; belediye sarayları anormal büyüklüklere ulaşmıştır. Bu binaların bazıları tiyatro, opera ve bale salonu olarak sanatın hizmetinde kullanılmış böylece burjuvazinin sanata olan yakınlığı belirtilmiştir. Mimarlık, burjuvazinin iş ve ev yaşamında gereksinim duyduğu her türlü yapıyı temin eder hale gelmiştir. Ancak tüm bunların yanı sıra, 19. yüzyılın ortasında çok önemli bir teknolojik değişim olur: Fotoğraf çekimi. Bununla birlikte yaratıcı sanat eserleri, çok ucuza ve çok sayıda çoğaltılıp, geniş yığınlara kolaylıkla ulaşmaya başlar. Bu süreçten en çok resim etkilenir. Basım tekniklerinde yapılan yenilikler kitap dünyasını kitlelere açarken, edebiyatın gelişim çizgisini, gazeteciliğin gelişimini ve tefrika yazımının artmasını beraberinde getirir. Böylece tarihte ilk kez kitle-pazarı oluşmuş olur.

Resmin fotoğrafını çekerek resmin “biricikliğini” yok eden fotoğraf makinesi, resmin anlamını da değiştirir: Resmin anlamı çoğalır, bir çok anlama bölünür. Eskiden ancak tek bir yerde bulunan resim, artık her yerde bulunabilmektedir. Resim seyirciye gider, seyirci resme değil. Fakat diğer taraftan da özgün/orijinal yapıt, biricik varlığı ile, tuhaf bir değerlendirmeye alınarak, kendisine “yapay bir dinsellik havası” büründürülür. Kutsal-kalıtmış gibi donatılarak, seyircinin önüne ondan sonra çıkarılır; böylece ilgi görmesi sağlanmış olur.

1850’den itibaren yaşanan önemli değişikliklerden biri, mekanik yeniden üretimden sonra sanatlarda meydana gelen değer kaybı; diğeri ise sanatın içeriğini belirleyenlerin sınırlı bir zümre ya da sınıf olmaktan çıkıp, “kitleler” olması gerçeğidir. İşçiler, orta sınıf, burjuvazi, tümü, sanat eserinin alıcısı olmuştur. 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinin sanatları, her açıdan “popülerdir.” Sanatçının gelir durumu değişmiş, monarşik ve aristokratik toplumda, sarayın övünç kaynağı ve hizmetçisi olan sanatçı, burjuva toplumda tinsel değerleri görebilen yaratıcı konumuna gelmiştir. Tarihin en yararcı toplumu için tinsel içerik, adeta ilaç gibidir ve sanatçının buna göre hareket etmesi beklenir. Eğitimli orta sınıflar arasında sanat dinin yerini almış, peralar ve tiyatrolar temsilin dinsel bir coşkulanımla izlendiği katedrallere dönüşmüş; okullarda dinsel eğitimin yerini Schiller ya da Goethe almıştır. Wagner, tüm bunların farkındadır ve yalnızca kurbanla-dinsel esrime arasındaki ilişkiyi değil; laik-devletin yeni dini olan milliyetçiliği taşıyan sanatın önemini de anlar. Ulusal bayraklar ve marşlar bunun sanattaki en açık simgeleridir. Hiçbir kesimde, Yahudi orta sınıftaki kadar sanata tapınma olmamış, Yahudiler özellikle klâsik müziğin yaşamasında çok açık bir rol oynamış; ekonomik geçimini garantilemiş orta sınıflarda kendini yetiştirmek, doğaya ve sanata tapmak dinin yerini almıştır. Kentlerin merkezlerinde devasa ve anıtsal tiyatro ve opera gibi kolektif statü sembolleri yükselmiş; müze, sanat galerisi ve kütüphane sayısı kendini üçe-dörde katlayarak artmıştır. Özel sergiler, özel gösterimler, üst-sınıfların avama karışmamak için başvurdukları bir yol olmuş ama bu, sanatları olumsuz etkilemiştir. Büyük müzeler kutsal hac yerleri gibi ziyaret edilir olmuş, sanatçılar itibar görmeye, lordluğa ve şövalyeliğe aday gösterilmeye başlanmışlardır.* Sanatçılar pahalı giyim tarzları ile “farklı” olmaya başlamışlar, 1860’ların sonunda ise ünlü sanatçı ve aydınlar resmî yemeklerin önemli davetlisi haline gelmişlerdir.

(…)

Mukadder Çakır; İstanbul doğumlu (1964) olup İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Radyo Televizyon Sinema bölümünden mezundur. Yüksek Lisansını ve Doktorasını Prof. Dr. Ünsal Oskay danışmanlığında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Ana Bilim Dalında tamamlamıştır. Halen Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi RTS Bölümü İletişim Bilimleri Ana Bilim Dalında öğretim üyesidir (Prof. Dr.). Yayınlanan kitapları: Sanatta Eleştirellik (2002 ve 2013) Sanatlar ve Toplumsal Etkileşim (ed) (2010), Medya ve Modernlik (2013), Medya ve Sanat (2013), Yeni Medyaya Eleştirel Yaklaşımlar (ed.)(2014), Görsel Kültür ve Küresel Kitle Kültürü (2014) ve İnternette Gösteri ve Gözetim’dir. Lisans düzeyinde verdiği dersler: Sanat Sosyolojisi, İletişime Giriş, Kitle İletişim Kuramları, Görsel Kültür, İletişim Sosyolojisi, Medya Çalışmaları, Bilgi Toplumu ve Medya Okuryazarlığı; Yüksek Lisans ve Doktora düzeyinde verdiği dersler: Eleştirel Kuramda Medya ve Sanat, Modernizm ve Postmodernizm, İktidar İdeoloji ve Medya, Sosyal Medya ve Toplum, Karşılaştırmalı İletişim Kuramları, Eleştirel İletişim Kuramları, Medya Popüler Kültür Gösteri ve Bilgi Toplumu ve İletişim. Ulusal ve uluslararası hakemli ve hakemsiz dergilerde yayınlanmış makaleleri, çok sayıda kitaba yazdığı bölüm vardır. İlgilendiği konular iletişim, medya, modernite, modern toplum, sanat ve toplum, küreselleşme süreci, yeni medya, internet ve gözetim sorunlarıdır.

* Prof.Mukadder Çakır’ın Sanatta Eleştirellik kitabından yayınladığımız bu okuma parçası için yazara ve Parşömen Yayınlarına teşekkür ederiz.

--

--