Rudyard Kipling: Orman Kitabı
“Orman Kitabı, Hindistan ormanlarının egzotik atmosferini, fabl türünün büyüleyici “hayvan kahramanları”yla birleştiren bir klasik. Rudyard Kipling’in eskimeyen yapıtı, hem neşeli hem de dokunaklı öyküleriyle, sinemaya, tiyatroya ve çizgi romana defalarca uyarlandı ve bugün de aynı heyecanla okunmaya devam ediyor.” Orman Kitabı’ndan bir bölüm sunuyoruz.
Mowgli’nin Kardeşleri
Çaylak Rann şimdi, eve getiriyor geceyi
Yarasa Mang’in azat ettiği.
Sürüler kapandı ahır ve kümeslere
Zira gün doğumuna kadar yok bize mâni.
Bu gurur ve güç saati,
Pençe, kuyruk ve tırnak.
Hey, duyun çağrıyı! İyi yapın avı
Orman Kanunu’nu koruyanı!
Orman’da gece şarkısı
Çok sıcak bir akşamdı. Seeonee tepelerinde Baba Kurt, günlük uykusundan saat yedide uyandı, kaşındı, esnedi ve üzerlerindeki uyku hissini atmak için birbirini ardına pençelerini esnetti. Anne Kurt büyük, gri burnunu yuvarlanıp ciyaklayan dört yavrusunun üzerine uzatmış, yatıyordu. Ay hep beraber yaşadıkları mağaranın ağzında parladı. “Arrh!” dedi Baba Kurt. “Tekrar avlanma zamanı.” Tepeden aşağı koşmak üzereydi ki fırça kuyruklu küçük bir gölge eşiği geçip sızlanmaya başladı: “Ey Kurtların Şefi, şans seninle olsun! Şans ve güçlü beyaz dişler asil çocuklarınla olsun, bu dünyadaki açları unutmasınlar.”
Gelen çakaldı. Tabaqui, Artıkçı. Hindistan kurtları, ara bozuculuk yaptığından, yalanlar söylediğinden ve köyün çöplüğünden paçavra ve deri parçaları yediğinden Tabaqui’yi hor görürler. Ama aynı zamanda ondan korkarlar da, çünkü Tabaqui delirmeye, ormandaki herkesten daha fazla yatkındır; böyle zamanlarda birilerinden korktuğunu unutur, orman boyunca koşup önüne gelen her şeyi ısırır. Küçük Tabaqui delirdiğinde kaplanlar bile kaçıp saklanır, zira delilik vahşi bir hayvanı ele geçirebilecek en utanç verici şeydir. Biz kuduz deriz ama onlar dewanee, çılgınlık, der ve kaçarlar.
“Gir o zaman ve bak,” dedi Baba Kurt sertçe, “ama burada yemek yok.”
“Bir kurt için hayır,” dedi Tabaqui, “ama benim gibi biri için kuru bir kemik iyi bir ziyafettir. Biz, Gidurlog kimiz ki ince eleyip sık dokuyalım?” Mağaranın arka tarafına seğirtti, orada üzerinde biraz et olan bir geyik kemiği buldu ve oturup neşeyle kemirmeye başladı.
“Bu güzel yemek için sonsuz teşekkürler,” dedi, dudaklarını yalayarak. “Bu asil çocuklar ne kadar da güzeller! Gözleri ne kadar da büyük! Hem de daha çok gençler! Tabii, tabii, kralların çocuklarının doğuştan saygın olacağını hatırlamalıydım.”
Diğer herkes gibi Tabaqui de çocukları bu şekilde övmenin ne kadar şanssızlık getirdiğini biliyordu. Anne ve Baba Kurt’un rahatsız olduğunu görmek onu memnun etmişti.
Tabaqui, yaptığı kötülükle neşelenerek kımıldamadan oturdu ve nispet olsun diye şöyle dedi:
“Shere Khan, Yüce Olan, avlanma bölgesini değiştirdi. Gelecek ay döngüsünde bu tepelerde avlanacak, bana öyle söyledi.”
Shere Khan, otuz kilometre uzaktaki Waingunga Nehri yakınlarında yaşayan kaplandı.
“Buna hakkı yok!” diye öfkeyle konuşmaya başladı Baba Kurt. “Orman Kanunu’na göre önceden uyarmadan bölgesini değiştirmeye hakkı yok. On beş kilometre içindeki herkesi korkutacak ve ben… Ben bugünlerde iki kişi için avlanmak zorundayım.”
“Annesi ona boşuna Lungri dememiş,” dedi Anne Kurt sessizce. “Doğuştan bir ayağı topal. Bu yüzden de sadece sığırları öldürüyor. Waingunga köylüleri ona kızgın ve o buraya bizim köylülerimizi de kızdırmaya geldi. Köylüler onu bulmak için ormanı köşe bucak aradığında o çok uzaklarda olacak, otlar ateşe verildiğinde kaçmak zorunda kalan biz ve çocuklarımız olacağız. Gerçekten, Shere Khan’a fazlasıyla minnettarız!”
“Minnetinizi ona ileteyim mi?” dedi Tabaqui.
“Dışarı!” diye patladı Baba Kurt. “Dışarı! Efendinle avlanasın. Bir gece için yeterince zarar verdin.”
“Gidiyorum,” dedi Tabaqui sessizce. “Aşağıdaki ağaçlıktan Shere Khan’ın seslerini duyabilirsiniz. Mesajı kendime saklasam da olurmuş.”
Baba Kurt dinledi ve küçük bir nehre inen vadinin aşağısından, hiçbir şey yakalayamayan ve bunu bütün ormanın bilmesini de umursamayan kaplanın kuru, öfkeli, hırıldayan, tekdüze sızlanmasını duydu.
“Aptal!” dedi Baba Kurt. “Gece avına bu sesle başlıyor! Bizim geyiklerimizi, onun şişko Waingunga öküzleri gibi mi sanıyor?”
“Hıh. Bu gece avladığı öküz ya da geyik değil,” dedi Anne Kurt. “İnsan.”
Sızlanma bir çeşit mırıldanmaya, hırıltıya dönüşmüştü; aynı anda pusulanın her yönünden geliyor gibiydi. Bu ses, açık havada uyuyan oduncu ve çingeneleri bazen şaşırtıp kaplanın tam ağzına koşmalarına neden olan sesti.
“İnsan!” dedi Baba Kurt beyaz dişlerini göstererek.
“Rezalet! Yeterince böcek ve kurbağa yok mu ki insan yemek zorunda, hem de bizim bölgemizde!”
Sebepsiz yere hiçbir şey emretmeyen Orman Kanunu, çocuğuna nasıl öldürüleceğini göstermek için öldürmesi dışında, tüm hayvanlara insan yemeyi yasaklar ki o zaman da hayvan, sürü veya kabile avlanma bölgesinin dışında avlanmalıdır. Bunun asıl sebebi de insan öldürmenin, er ya da geç, silahlarıyla fillerin üstünde beyaz adamların ve de okları, patlayıcıları ve meşaleleriyle kahverengi adamların gelişi anlamına gelmesidir. O zaman ormandaki herkes acı çeker. Hayvanların kendi aralarındaki nedenleriyse, yaşayan varlıklar içinde insanın en zayıf ve en savunmasız olmasıdır. Onlara dokunmak sportmenliğe yakışmaz. Aynı zamanda derler ki, ve doğrudur da, insan yiyenler uyuz olur ve dişleri dökülür.
Hırıltı sesi arttı ve kaplanın boğazından tüm gücüyle gelen bir “Aaarh!” ile kesildi.
Sonra Shere Khan’dan bir uluma duyuldu, pek kaplansı olmayan bir ulumaydı. “Kaçırdı,” dedi Anne Kurt. “Ne oluyor?”
Baba Kurt birkaç adım ilerledi ve çalılıklarda yuvarlanan Shere Khan’ın vahşi homurdanma ve mırıldanmalarını duydu.
“Aptal, oduncunun kamp ateşine atlamamayı akıl edememiş, ayağını yakmış,” dedi Baba Kurt homurdanarak. “Tabaqui onunla.”
“Bir şey yukarı geliyor,” dedi Anne Kurt bir kulağını kıpırdatarak. “Hazır ol.”
Ağaçlıktaki çalılar biraz hışırdayınca Baba Kurt arka bacaklarının üzerine oturup sıçramaya hazırlandı. Sonra, eğer izliyor olsaydınız, dünya üzerindeki en mükemmel şeyi görürdünüz: Kurt sıçramanın yarısında durdu. Sıçrayışını, neyin üzerine atladığını görmeden yapmıştı, sonrasında kendini durdurmaya çalıştı. Sonuç olarak, aniden havada bir metre kadar ilerlemiş ve neredeyse ilk sıçradığı yere geri inmişti.
“İnsan!” dedi Baba Kurt. “İnsan yavrusu. Bak!”
Tam önünde, alçak bir dala tutunmuş, yürümeyi yeni öğrenmiş, çıplak, kahverengi bir bebek duruyordu. Gece vakti bir kurdun mağarasına gelen en yumuşak ve en gamzeli şeydi. Yukarı, Baba Kurt’un yüzüne baktı ve güldü.
“O bir insan yavrusu mu?” dedi Anne Kurt. “Daha önce hiç görmemiştim. Buraya getir.”
Kendi yavrularını taşımaya alışık olan bir kurt gerekirse bir yumurtayı kırmadan ağzına alabilir. Yani Baba Kurt’un çenesi tam çocuğun sırtında kapanmış olsa da, onu yavruların arasına koyduğunda tek bir diş bile çocuğun derisini çizmemişti.
“Ne kadar küçük! Ne kadar çıplak ve ne kadar cesur!” dedi Anne Kurt usulca. Bebek, sıcak deriye yaklaşmak için yavruları ittirerek ilerliyordu. “Ayy! Diğerleriyle beraber besleniyor. Demek bu bir insan yavrusu. Acaba çocuklarının arasında bir insan yavrusu olduğu için övünen bir kurt oldu mu hiç?”
“Arada sırada böyle şeyler duydum ama bizim Sürü’de ya da benim hayatım boyunca hiç olmadı,” dedi Baba Kurt. “Hiçbir yerinde tüyü yok ve ayağımın tek bir dokunuşuyla onu öldürebilirim. Ama bak, bana bakıyor ve korkmuyor.”
Mağaranın ağzındaki ay ışığı engellenmişti, çünkü Shere Khan’ın büyük başı ve omuzları girişe sokulmuştu. Tabaqui, arkasında ciyaklıyordu: “Efendim, efendim, buraya girdi!”
“Shere Khan bizi onurlandırıyor,” dedi Baba Kurt ama gözleri fazlasıyla öfkeliydi. “Shere Khan’ın neye ihtiyacı var?”
“Avım. Bir insan yavrusu bu yöne geldi,” dedi Shere Khan. “Ailesi kaçtı. Onu bana verin.”
Shere Khan, Baba Kurt’un dediği gibi bir oduncunun kamp ateşine atlamıştı ve yanmış ayağının acısından dolayı kızgındı. Ama Baba Kurt, mağaranın ağzının bir kaplanın içeri girmesi için fazla dar olduğunu biliyordu. Şu an olduğu yerde bile, Shere Khan’ın omuzları ve ön pençeleri, bir insan, fıçının içinde dövüşmeye çalışsa olacağı gibi daha fazla alana ihtiyaç duyduğundan kasılıyordu.
“Kurtlar özgürdür,” dedi Baba Kurt. “Sürü Lideri’nden emir alırlar, herhangi çizgili bir sığır katilinden değil. İnsan yavrusu bizim. Arzu edersek öldürürüz.”
“Arzu edersiniz, etmezsiniz! Bu isteme konuşması da nereden çıktı? Öldürdüğüm boğa adına, burnumu sizin köpek yuvanıza sokup hak ettiğimi almak için bekler miyim? Bu konuşan benim, Shere Khan!”
Kaplanın kükremesi mağarayı doldurdu. Anne Kurt, üzerindeki yavrulardan kurtuldu ve ileri atıldı. Gözleri karanlıktaki iki yeşil ay gibi, Shere Khan’ın yanan gözleriyle buluştu.
“Bu konuşan da benim, Raksha. İnsan yavrusu benim, Lungri. Bana ait! Öldürülmeyecek. Yaşayacak ve Sürü’yle koşacak, Sürü’yle avlanacak ve sonunda seni bulacak küçük, çıplak yavruların avcısı, kurbağa yiyen, balık öldüren. Seni avlayacak! Şimdi defol. Öldürdüğüm Sambar geyiği adına (Ben açlıktan ölen sığırları yemem), annene gidesin ormanın yanmış hayvanı, bu dünyaya geldiğinden daha da topal! Git!”
Baba Kurt hayretle baktı. Anne Kurt’u diğer beş kurttan adil bir dövüşle kazandığı günleri neredeyse unutmuştu, o zamanlar Sürü’yle koşuyordu ve ona sırf iltifat olsun diye Şeytan denmiyordu. Shere Khan, Baba Kurt’la yüzleşebilirdi ama Anne Kurt’a dayanamazdı, zira bulunduğu yerde Anne Kurt’un tüm konum avantajına sahip olduğunu ve ölümüne savaşacağını biliyordu. Homurdanarak mağaranın ağzında geriledi ve açıklığa çıktığında bağırdı:
“Her horoz kendi çöplüğünde öter! Sürü’nün bu insan yavrusu büyütme işine ne diyeceğini göreceğiz. Ey fırça kuyruklu hırsızlar, yavru benim ve sonu benim dişlerimde olacak!”
Anne Kurt, nefes nefese kendini yavruların arasına attı, Baba Kurt ciddiyetle şöyle dedi:
“Shere Khan bu söylediğinde haklı. Yavru, Sürü’ye gösterilmek zorunda. Onu yine de alacak mısın, Anne?”
“Onu almak mı?” dedi Anne nefesi kesilerek. “Geceleyin çıplak geldi, yalnızdı ve çok açtı ama yine de korkmuyordu! Bak, benim yavrularımdan birini bir kenara itmiş bile. Hem o topal katil onu öldürüp buradaki köylüler intikam isteğiyle bizim yuvalarımızda avlanırken Waingunga’ya kaçacaktı! Onu almak mı? Elbette onu alacağım. Bekle, küçük kurbağa. Ya da Mowgli… Sana Kurbağa Mowgli diyeceğim. Onun seni avladığı gibi Shere Khan’ı avlayacağın zaman gelecek.”
“Ama Sürü ne diyecek?” dedi Baba Kurt.
Orman Kanunu açıkça belirtir ki her kurt evlendiğinde ait olduğu Sürü’den ayrılabilir. Ama yavruları ayakta durabildiği anda onları Sürü Konseyi’ne getirmek zorundadır. Bu konsey de diğer kurtlar yeni doğanları tanıyabilsin diye genelde ayda bir, dolunayda toplanır. İncelemeden sonra, yavrular istedikleri yere gitmekte özgür olurlar ve ilk geyiklerini öldürmeden Sürü’deki yetişkin bir kurt tarafından öldürülmeleri halinde hiçbir bahane kabul edilmez. Katil bulunursa cezası ölüm olur. Bir dakika düşünürseniz, böyle olması gerektiğini anlayacaksınız.
Baba Kurt, yavruları koşmaya başlayana kadar bekledi, sonra Sürü Toplantısı’nın olduğu gece yavruları, Mowgli’yi ve Anne Kurt’u Konsey Kayalığı’na götürdü. Burası yüz kurdun saklanabildiği, taş ve kayalarla kaplı bir tepe doruğuydu. Akela, büyük, gri Yalnız Kurt, tüm Sürü’yü güç ve kurnazlıkla yönetiyordu. Kayasına boylu boyunca yatmıştı. Altında tek başına bir geyiğin üstesinden gelebilecek siyah-beyaz emektarlardan, tek başına bir geyiğin üstesinden gelebileceğine inanan siyah, üç yaşındaki genç kurtlara, her şekil ve renkte kırk veya daha fazla kurt oturuyordu. Yalnız Kurt, onları bir yıldır yönetiyordu. Gençliğinde iki kez insanların tuzağına düşmüş, bir kere dövülmüş ve ölüme terk edilmişti; yani insanların örf ve adetlerini biliyordu. Kayalık’ta çok az konuşuluyordu. Yavrular, anne ve babalarının oturdukları çemberin ortasında birbirlerinin üzerinde yuvarlanıyorlardı. Kıdemli kurtlar sırayla, bir yavrunun yanına sessizce gidip dikkatle arada bir bakıyor, sonra sessiz adımlarla yerlerine dönüyorlardı. Bazen bir anne, yavrusunun görüldüğünden emin olmak için onu ay ışığının altına doğru itiyordu. Akela, her seferinde kayasından bağırıyordu: “Kanun’u bilirsiniz! Kanun’u bilirsiniz! İyi bakın, ey kurtlar!” Endişeli anneler devam ettiriyordu: “Bakın. İyi bakın, ey kurtlar!”
Zamanı geldiğinde Anne Kurt’un boynundaki tüyler diken diken olmuştu. Sonunda çağırdıklarında Baba Kurt, Kurbağa Mowgli’yi ortaya itti. Çocuk gülerek oturdu ve ay ışığında parlayan çakıl taşlarıyla oynamaya başladı.
Akela başını pençelerinden hiç kaldırmadı ama aynı şekilde bağırdı: “İyi bakın!” Kayalıkların ardından boğuk bir kükreme geldi. Shere Khan bağırdı: “Yavru benim. Onu bana verin. Özgür Halk bir insan yavrusuyla ne yapacak?” Akela kulaklarını bile oynatmadı. Tek söylediği şuydu: “İyi bakın, kurtlar! Özgür Halk kendilerinden olmayan emirlerle ne yapacak? İyi bakın!”
Kalabalıktan koro halinde derin bir homurtu yükseldi, dört yaşındaki genç bir kurt Akela’ya Shere Khan’ın sorusunu tekrar sordu: “Özgür Halk bir insan yavrusuyla ne yapacak?” Orman Kanunu’na göre, eğer bir yavrunun Sürü’ye kabulü konusunda anlaşmazlık yaşanırsa Sürü’den, annesi ve babası olmayan en az iki kişi onun adına konuşmalıdır.
“Bu yavru için kim konuşacak?” dedi Akela. “Özgür Halk’tan kim konuşacak?” Cevap yoktu. Anne Kurt, işler oraya varırsa diye, son dövüşü olacağını düşündüğü kavga için hazırlandı.
Sonra Sürü Konseyi’ndeki diğer tek hayvan olan Baloo, kurt yavrularına Orman Kanunu’nu öğreten uykulu kahverengi ayı, sadece yemiş, kök ve bal yediğinden istediği yere gidip gelebilen yaşlı Baloo arka ayaklarının üzerinde yükseldi ve homurdandı.
“İnsan yavrusu… İnsan yavrusu?” dedi. “Ben konuşurum insan yavrusu için. İnsan yavrusundan zarar gelmez. Kelimelerle aram iyi değildir ama doğruları söylerim. Bırakın Sürü’yle koşsun, o da diğerleriyle birlikte Sürü’ye katılsın. Onu bizzat ben eğiteceğim.”
“Hâlâ birine daha ihtiyacımız var,” dedi Akela. “Baloo konuştu ve o bizim yavrularımızın öğretmeni. Baloo dışında kim konuşacak?”
Siyah bir gölge çemberin üzerine düştü. Bu, Siyah Panter Bagheera’ydı, tamamen mürekkep siyahıydı ama belli bir ışıkta hareli ipek gibi panter desenleri görünürdü. Bagheera’yı herkes tanırdı ve kimse yoluna çıkmayı düşünmezdi çünkü Tabaqui kadar kurnaz, vahşi bir bufalo kadar cesur ve yaralı bir fil kadar pervasızdı. Ama ağacından damlayan bal kadar yumuşak bir sesi ve hafif tüyden daha yumuşak bir derisi vardı.
“Ey Akela ve siz, Özgür Halk,” diye mırıldadı, “toplantınıza katılmaya hakkım yok ama Orman Kanunu der ki eğer yeni bir yavruyla ilgili, öldürülmesi üzerine olmayan, bir şüphe varsa o yavrunun hayatı bir bedel karşılığında satın alınabilir. Ve Kanun, bu bedeli kimin ödeyip kimin ödeyemeyeceğini söylemez. Haksız mıyım?”
“Evet! Evet!” dedi her zaman aç olan genç kurtlar. “Bagheera’yı dinleyin. Yavru bir bedel karşılığında satın alınabilir. Kanun böyle.”
“Burada olmaya hakkımın olmadığını bildiğimden müsaadenizi istiyorum.”
“Konuş,” diye bağırdı yirmi ses birden.
“Çıplak bir yavruyu öldürmek utanç vericidir. Ayrıca büyüdüğünde sizin için yararlı olabilir. Baloo, onun adına konuştu. Baloo’nun sözlerine bir boğa ekleyeceğim, hem de şişman bir tane. Yeni öldürüldü ve buradan ancak sekiz kilometre uzakta, tabii insan yavrusunu Kanun’a göre kabul ederseniz. Bu zor mu?”
Bir sürü sesten oluşan bir yaygara koptu: “Ne fark eder? Kış yağmurlarında ölecek. Güneşte yanacak. Çıplak bir kurbağa bize ne zarar verebilir? Bırakın Sürü’yle koşsun. Boğa nerede, Bagheera? Çocuk kabul edilsin.” Sonra Akela’nın derin uluması duyuldu. Bağırdı: “İyi bakın. İyi bakın, ey kurtlar!”
Mowgli hâlâ çakıl taşlarıyla ilgileniyordu, kurtların teker teker gelip ona baktığını fark etmedi. Sonunda herkes ölü boğa için tepeden aşağı indi. Sadece Akela, Bagheera, Baloo ve Mowgli’nin kendi kurtları kalmıştı. Shere Khan hâlâ geceye kükrüyordu, Mowgli ona verilmediği için çok kızgındı.
“Kükre bakalım,” dedi Bagheera bıyıklarının altından, “zira zamanı geldiğinde bu çıplak şey kükremenin tonunu değiştirecek ya da ben insanlar hakkında hiçbir şey bilmiyorum.”
“İyi oldu,” dedi Akela. “İnsanlar ve yavruları akıllı olur. Zaman içinde bize yardımcı olabilir.”
“Gerçekten ihtiyaç anında yardımcı olur, zira kimse Sürü’yü sonsuza kadar yönetmeyi ümit edemez,” dedi Bagheera.
Akela hiçbir şey söylemedi. Her sürünün her liderinin yaşadığı o zamanı düşünüyordu; gücünün ondan gideceği, gittikçe zayıflayacağı, sonunda kurtlar tarafından öldürüleceği ve sırası gelince öldürülmek üzere yeni bir liderin onun yerini alacağı zamanı.
“Götür onu,” dedi Baba Kurt’a, “ve Özgür Halk’a yakışır bir şekilde eğit.”
İşte Mowgli, Seeonee Kurt Sürüsü’ne böyle girdi, bedel olarak bir boğa ve Baloo’nun iyi sözleriyle.
Muhtemelen bundan sonraki on-on bir yılı geçmekten ve Mowgli’nin kurtlar arasında geçirdiği mükemmel hayatı sadece tahmin etmekten memnun olursunuz, çünkü yazılsa birçok kitabı doldurur. Yavrularla büyüdü. Gerçi yavrular o çocuk olmadan büyümüştü neredeyse. Baba Kurt ona işini, ormandaki şeylerin anlamını öğretti; çimenlerdeki her bir hışırtıyı, ılık gece havasının her bir nefesini, üstlerindeki baykuşun her bir notasını, bir ağaca tüneyen yarasanın geride bıraktığı her bir çiziği, suda zıplayan her bir küçük balığın çıkardığı her bir şapırtıyı. Bunlar ona, bir iş adamı için ofis işleri ne ifade ediyorsa onu ifade ediyordu. Öğrenmediği zamanlarda güneşte oturdu. Uyudu, yedi ve tekrar uyudu. Kirlendiğinde ya da sıcakladığında ormandaki sularda yüzdü. Canı bal istediğinde (Baloo, ona bal ve yemiş yemenin de çiğ et yemek kadar zevkli olduğunu söylemişti) bulmak için tırmandı, nasıl tırmanacağını da Bagheera göstermişti. Bagheera bir dala uzanır ve seslenirdi. “Gel, küçük kardeş.” Mowgli başlarda dallara tembel hayvan gibi sarılıyordu ama sonra kendini dalların arasında, neredeyse gri maymunlar kadar cesur bir şekilde savurmaya başladı. Sürü buluştuğunda Konsey Kayalığı’ndaki yerini de aldı ve orada, herhangi bir kurda gözlerini dikip uzun süre bakarsa, kurdun bakışlarını kaçırdığını fark etti. Bazen sırf eğlence olsun diye gözlerini dikip bakardı. Diğer zamanlarda arkadaşlarının patilerindeki uzun dikenleri çıkarırdı, zira postlarındaki diken ve kıymıklar kurtların canını çok yakar. Geceleri dağın eteklerine, işlenmiş topraklara iner, kulübelerindeki köylüleri merakla izlerdi ama insanlara karşı bir güvensizliği vardı çünkü Bagheera ona neredeyse içine girdiği, ormana kurnazca gizlenmiş, girince kapanan bir kapısı olan kare kutuyu göstermiş ve bir tuzak olduğunu söylemişti. Her şeyden çok Bagheera’yla beraber ormanın karanlık, sıcak kalbine gitmeyi, uyuşuk gün boyunca uyumayı ve geceleri Bagheera’nın nasıl avlandığını izlemeyi seviyordu. Bagheera acıktığında istediği gibi öldürüyordu, Mowgli de. Bir istisnayla. Anlayacak yaşa geldiğinde, Bagheera ona sığırlara asla dokunmaması gerektiğini anlatmıştı, çünkü Sürü’ye bedel olarak bir boğanın hayatı verilerek alınmıştı. “Tüm orman senindir,” dedi Bagheera, “ve öldürmeye gücünün yettiği her şeyi öldürebilirsin ama senin hayatını kurtaran boğanın hatırına, yaşlı veya genç hiçbir sığırı asla öldürmemeli ve yememelisin. Bu Orman Kanunu’dur.” Mowgli bu kurala sadakatle uydu.
Böylece, her çocuğun büyümesi gerektiği gibi büyüdü ve güçlendi. Eğitim aldığının farkında değildi ve yiyeceği şeyler dışında düşünecek hiçbir şeyi yoktu.
Anne Kurt, bir-iki kez Shere Khan’ın güvenilecek bir hayvan olmadığını ve bir gün Shere Khan’ı öldürmesi gerektiğini söylemişti. Genç bir kurt bu öğüdü saat başı hatırlayacak olsa da Mowgli hemen unuttu, çünkü o sadece bir çocuktu. Gerçi herhangi bir insan dilini konuşabilse kendine kurt derdi.
Shere Khan, ormanda sürekli karşısına çıkıyordu. Akela yaşlanıp güç kaybettiğinden, topal kaplan Sürü’deki genç kurtlarla çok yakın arkadaş olmuştu, kurtlar onu artıkları için takip ediyordu. Akela otorite sağlamaya cesaret edebilseydi, böyle bir şeye asla izin vermezdi. Shere Khan, kurtların gururunu okşar, böyle iyi ve genç avcıların ölmek üzere olan bir kurt ve bir insan yavrusu tarafından yönetilmekten memnun olup olmadıklarını sorardı. “Duydum ki,” derdi Shere Khan, “Konsey’de onun gözlerine bakmaya cesaret edemezmişsiniz.” Böyle söyleyince genç kurtlar homurdanırdı ve tüyleri diken diken olurdu.
Her yerde gözü ve kulağı olan Bagheera, bu olanları biraz biliyordu ve bir ya da iki kez Mowgli’ye açıkça Shere Khan’ın onu bir gün öldüreceğini söylemişti. Mowgli gülüp cevap verirdi: “Sürü var, sen varsın ve Baloo var. Tembel olsa da hatırım için bir-iki pençe sallayacaktır. Neden korkayım ki?”
Çok sıcak bir günde, duyduğu bir şeyler yüzünden, Bagheera’nın aklına yine bu fikir geldi. Belki de Kirpi İkki’den duymuştu. Mowgli başını Bagheera’nın güzel, siyah derisine yaslamış yatarken, “Küçük kardeş, sana Shere Khan’ın senin düşmanın olduğunu ne kadar söyledim?” diye sordu ormanın derinliklerinde.
Doğal olarak saymayı bilmeyen Mowgli, “Şu palmiyedeki yemişler kadar,” dedi. “Ne olmuş? Uykum var, Bagheera. Hem Shere Khan kuru gürültücü. Tavus kuşu Mao gibi.”
“Ama uyuma zamanı değil. Baloo biliyor, ben biliyorum, Sürü biliyor, hatta aptalın aptalı geyikler bile biliyor. Tabaqui sana da söyledi.”
“Ha! Ha!” dedi Mowgli. “Tabaqui gelip çıplak bir insan yavrusu olduğumu ve buraya uygun olmadığımı saygısız bir şekilde söyleyeli çok olmadı. Ama onu kuyruğundan yakaladım ve daha düzgün davranmayı öğrenmesi için iki kere palmiye ağacına çarptım.”
“Bu aptallık olmuş, Tabaqui ara bozuculuk yapsa da seni yakından ilgilendiren şeyler anlatabilirdi. Gözlerini aç, küçük kardeş. Shere Khan seni ormanda öldürmeye cesaret edemez. Ama unutma ki Akela çok yaşlandı. Yakında kendi geyiğini öldüremeyeceği gün gelecek ve o zaman lider olamayacak. Sen Konsey’e ilk getirildiğinde orada olan kurtlar artık yaşlandı, genç olanlar da Shere Khan’ın onlara öğrettiğine, insan yavrusunun Sürü’de yeri olmadığına inanıyorlar. Yakın zamanda yetişkin olacaksın.”
“Ve kardeşleriyle koşmayan bir yetişkin olur mu?” dedi Mowgli. “Ben ormanda doğdum. Orman Kanunu’na uydum ve aramızda pençesinden diken çıkarmadığım bir kurt yoktur. Tabii ki onlar benim kardeşlerim!”
Bagheera bütün vücuduyla gerindi ve gözlerini hafifçe kapattı. “Küçük kardeş,” dedi, “çenemin altına dokun.” Mowgli güçlü, kahverengi elini uzattı ve Bagheera’nın ipeksi çenesinin altında, parlak tüylerle gizlenmiş muazzam, hareketli kasların olduğu yerde tüysüz bir nokta buldu.
“Ormanda benim, Bagheera’nın bu izi, tasma izini taşıdığını bilen kimse yok ama ben de insanlar arasında doğdum, küçük kardeş. Annem, kralın Oodeypore’daki sarayının kafeslerinde insanlar arasında öldü. Bu yüzden Konsey’de sen henüz küçük, çıplak bir yavruyken yaşaman için bedel ödedim. Evet, ben de insanlar arasında doğdum. Ormanı hiç görmemiştim. Beni parmaklıkların arkasından demir kaplarla beslediler, ta ki bir gece Bagheera olduğumu, panter olduğumu, hiç kimsenin oyuncağı olmadığımı hissedene kadar. O gece aptal kilidi pençemin bir hamlesiyle kırdım ve buraya geldim. Ve insanların yöntemlerini öğrendiğim için ormanda Shere Khan’dan daha korkutucu oldum. Öyle değil mi?”
“Evet,” dedi Mowgli, “ormandaki herkes Bagheera’dan korkar, Mowgli dışındaki herkes.”
“Ah, sen bir insan yavrususun,” dedi Siyah Panter şefkatle. “Ben nasıl ormanıma döndüysem, sen de sonunda insanlar arasına dönmelisin, kardeşin olan insanların arasına. Tabii Konsey’de öldürülmezsen.”
“Ama neden… Neden birileri beni öldürmek istesin?”
“Bana bak,” dedi Bagheera. Mowgli kıpırdamadan onun gözlerine baktı. Koca panter yarım dakika sonra başını çevirdi.
“İşte bu yüzden,” dedi pençesini yapraklarda gezdirirken. “Ben bile gözlerine bakamıyorum ve ben insanlar arasında doğdum ve seni seviyorum, küçük kardeş. Diğerleri senden nefret ediyor, çünkü gözleri seninkilere bakamıyor, çünkü sen bilgesin, çünkü pençelerinden diken çıkardın, çünkü sen bir insansın.”
“Bunları bilmiyordum,” dedi Mowgli birden. Kalın, kara kaşlarını çatıp surat astı.
“Orman Kanunu ne? Önce saldır, sonra konuş. Dikkatsizliğin yüzünden insan olduğunu biliyorlar. Akıllı ol. Şunu kalpten biliyorum ki Akela bir dahaki avını kaçırdığında, her avda geyiği yakalamakta daha da zorlanıyor, Sürü onu karşısına alacak, seni de. Kayalık’ta Orman Konseyi’ni toplayacaklar, sonra… Sonra… Buldum!” dedi Bagheera yerinden fırlayarak. “Hemen vadideki insanların kulübelerine in ve büyüttükleri Kırmızı Çiçek’ten biraz al, böylece zamanı geldiğinde benden, Baloo’dan ve Sürü’de seni sevenlerden daha güçlü bir arkadaşın olur. Kırmızı Çiçek’i al.”
Kırmızı Çiçek derken ateşi kastediyordu ama ormandaki hiçbir yaratık ateşi asıl ismiyle anmaz. Her hayvan ondan ölesiye korkar ve tarif etmek için yüz ayrı yol bulur.
“Kırmızı Çiçek mi?” dedi Mowgli. “Alacakaranlıkta kulübelerinin önünde büyüyen. Biraz alacağım.”
“İşte şimdi insan yavrusu konuştu,” dedi Bagheera gururla. “Unutma, küçük kaplarda oluyorlar. Hızlıca birini al ve ihtiyaç ânı için yanında taşı.”
“Tamam!” dedi Mowgli. “Gidiyorum. Ama emin misin, ey Bagheera?” Kolunu panterin muhteşem boynuna dolayıp koca gözlerine derin derin baktı. “Tüm bunları Shere Khan’ın yapacağına emin misin?”
“Beni özgür bırakan kırılmış kilit adına, eminim küçük kardeş.”
“O zaman, hayatımı kurtaran boğa adına, Shere Khan’a karşılık vereceğim, belki biraz fazlasıyla,” dedi Mowgli ve sıçrayarak uzaklaştı.
“İşte bu bir insan. Bu tam bir insan,” dedi Bagheera kendi kendine, tekrar yatarken. “Ey Shere Khan, on yıl önce yaptığın kurbağa avından daha rezil bir av yok!”
Mowgli ormanda uzaklara gitmiş, tüm gücüyle koşmuştu. Kalbi içinde yanıyordu. Akşam sisi yükselirken mağaraya geldi. Nefes nefeseydi. Aşağıdaki vadiye baktı. Yavrular dışarıdaydı, mağaranın arka tarafındaki Anne Kurt, nefes alıp verişinden küçük kurbağasını sıkan bir şeyler olduğunu anlamıştı.
“Ne oldu, oğlum?” dedi Anne Kurt.
“Shere Khan hakkında biraz gevezelik,” diye seslendi Mowgli. “Bu gece sürülmüş tarlalarda avlanacağım,” dedi ve çalılıkların arasından aşağı, vadinin dibindeki nehre doğru atıldı. Orada durdu, çünkü Sürü’nün avlanma bağrışmalarını duymuştu. Av olan Sambar geyiğinin böğürmesini ve daha fazla kaçamayacağını anlayıp dövüşmek için durduğunda çıkardığı homurtuyu duymuştu. Sonra genç kurtların kötücül, acı ulumaları geldi: “Akela! Akela! Yalnız Kurt gücünü göstersin. Sürü’nün liderine yol açın! Atıl, Akela!”
Yalnız Kurt atılıp avı tutamamış olmalıydı, çünkü Mowgli havada kapanan dişleri ve Sambar geyiği onu ön ayaklarıyla devirince çıkan acı havlamayı duymuştu.
Daha fazlası için beklemedi, hızla koşmaya devam etti; köylülerin yaşadığı ekili araziye ilerlerken sesler arkasında azaldı.
Bir kulübenin pencere kenarındaki sığır yemliğine sokulurken, “Bagheera doğru söylemiş,” dedi hızla soluyarak. “Yarın Akela ve benim için aynı gün.”
Sonra yüzünü pencereye yasladı ve ocaktaki ateşi izledi. Çiftçinin karısının kalkıp karanlıkta siyah parçalarla ateşi beslediğini gördü. Sonra sabah oldu. Sis beyaz ve soğuktu. Bir insan çocuğunun, içi toprak kaplı hasır bir kap aldığını, kabı sıcak, kırmızı kömürle doldurduğunu, bunu örtündüğü battaniyenin altına koyduğunu ve ahırdaki ineklerle ilgilenmek için dışarı çıktığını gördü.
“Hepsi bu kadar mı?” dedi Mowgli. “Eğer bir yavru yapabiliyorsa, korkulacak bir şey yok demektir.” Köşeyi dönüp çocuğu buldu. Kabı elinden aldı ve çocuk korkuyla feryat ederken sisin içinde kayboldu.
“Bana çok benziyorlar,” dedi Mowgli, kadın yaparken gördüğü gibi kaba üfleyerek. “Bu şey yiyecek bir şeyler vermezsem ölecek,” dedi ve kırmızı şeyin üzerine dallar ve kurumuş ağaç kabukları attı. Tepeye çıkarken yarı yolda Bagheera’yla karşılaştı. Sabah çiyi kürkünde ay taşları gibi parlıyordu.
“Akela avı kaçırdı,” dedi panter. “Onu dün gece öldürürlerdi ama sana da ihtiyaçları vardı. Tepede seni arıyorlardı.”
“Sürülmüş topraklardaydım. Hazırım. Bak!” Mowgli ateş kabını gösterdi.
“İyi! Şimdi, insanların bu şeye kuru dallar attıklarını görmüştüm. Kırmızı Çiçek öyle yapınca büyüyor. Korkmuyor musun?”
“Hayır. Neden korkayım ki? Şimdi hatırlıyorum. Eğer rüya değilse, kurt olmadan önce Kırmızı Çiçek’in yanında yatardım, ılık ve keyifli olurdu.”
Mowgli, o gün boyunca mağarada oturup ateş kabıyla ilgilendi, kuru dalları içine daldırıp nasıl göründüklerini izledi. Hoşuna giden bir dal buldu. Akşam Tabaqui mağaraya gelip yeterince kaba bir şekilde Konsey Kayalığı’nda beklendiğini söylediğinde, Tabaqui kaçana kadar güldü. Sonra Mowgli Konsey’e gitti, hâlâ gülüyordu.
Akela, Yalnız Kurt, kayasının yanında yatıyordu. Bu Sürü liderliğinin açık olduğunu gösteren bir işaretti.
Shere Khan, artıklarını yiyen takipçi kurtlarıyla, açıkça gururlanmış şekilde ileri geri yürüyordu. Bagheera, Mowgli’nin yakınına yerleşmişti ve ateş kabı Mowgli’nin dizlerinin arasındaydı. Hepsi toplandığında Shere Khan konuştu. Bu, Akela baştayken yapmaya asla cesaret edemeyeceği bir şeydi.
“Buna hakkı yok,” diye fısıldadı Bagheera. “Bunu söyle. O bir köpek yavrusudur. Korkar.”
Mowgli ayağa fırladı. “Özgür Halk,” diye bağırdı, “Sürü’yü Shere Khan mı yönetiyor? Bir kaplanın bizim liderliğimizle ne işi olur?”
“Liderliğin açık olduğunu gördüğümden ve konuşmam istendiğinden…” diye başladı Shere Khan.
“Kim tarafından?” dedi Mowgli. “Biz çakal mıyız ki bu sığır katiline yaltaklanalım? Sürü’nün liderliği sadece Sürü’yü ilgilendirir.”
Bağrışmalar oldu: “Sessiz ol, seni insan yavrusu!” “Bırakın konuşsun. Kanun’a uydu.” Sonunda Sürü’nün kıdemlileri gürlediler: “Ölü Kurt konuşsun.” Sürü’nün lideri avını kaçırdıktan sonra yaşadığı süre boyunca ki bu süre çok uzun olmaz, Ölü Kurt olarak çağırılır.
Akela yaşlı başını yorgun bir şekilde kaldırdı:
“Özgür Halk ve sizler de, Shere Khan’ın çakalları, sizi on iki dönemdir ava gidip gelirken yönettim. Tüm bu süre boyunca kimse ne tuzağa düştü ne de sakatlandı. Şimdi avımı kaçırdım. Kumpasın nasıl kurulduğunu biliyorsunuz. Zayıflığım ortaya çıksın diye genç bir geyiğin karşısına nasıl getirildiğimi biliyorsunuz. Zekice uygulandı. Beni şimdi burada, Konsey Kayalığı’nda öldürmek hakkınızdır. Bu yüzden soruyorum, Yalnız Kurt’un sonunu getirmek için kim geliyor? Zira Orman Kanunu’na göre teker teker gelmeniz hakkımdır.”
Uzun bir sessizlik oldu, hiçbir kurt Akela’yla ölümüne dövüşmekle ilgilenmiyordu. Sonra Shere Khan kükredi: “Peh! Bu dişsiz aptalla ne işimiz var? O ölüme mahkûm! Fazla yaşayan, bu insan yavrusu. Özgür Halk, en başında o benim hakkımdı. Onu bana verin. Bu insan-kurt çılgınlığından bıktım. On dönemdir ormana bela oluyor. İnsan yavrusunu bana verin, yoksa hep burada avlanacağım ve size tek bir kemik bile vermeyeceğim. O bir insan, bir insanın çocuğu ve ondan iliklerime kadar nefret ediyorum!”
Sonra Sürü’nün yarısından çoğu bağırdı: “Bir insan! Bir insan! Bir insanın bizimle işi ne? Ait olduğu yere gitsin.”
“Gitsin de tüm köylüleri bize düşman mı etsin?” diye haykırdı Shere Khan. “Hayır, onu bana verin. O bir insan ve hiçbirimiz onun gözlerine bakamıyoruz.”
Akela başını tekrar kaldırdı ve “Yemeğimizden yedi. Bizimle uyudu. Bizim için av sürdü. Orman Kanunu’nun hiçbir kuralına karşı gelmedi,” dedi.
“Ayrıca kabul edilmesi için bedel olarak bir boğa vermiştim. Boğanın değeri az olabilir ama Bagheera’nın onuru, uğruna dövüşebileceği bir şeydir,” dedi Bagheera en kibar sesiyle.
“On yıl önce verilen bir boğa!” diye söylendi Sürü. “On yıllık kemikler neden umurumuzda olsun?”
“Verdiğiniz söz neden umurunuzda olsun?” dedi Bagheera, beyaz dişleri dudaklarının altında görünüyordu. “Size Özgür Halk mı denir?”
“Hiçbir insan yavrusu orman halkıyla koşamaz,” diye uludu Shere Khan. “Onu bana verin!”
“O kanı dışında her şeyiyle bizim kardeşimiz,” diye devam etti Akela, “ ve siz onu öldürmeyi mi düşünüyorsunuz? Doğrusu ben gerçekten de fazla yaşadım. Bazılarınız sığır yer, bazılarınız da duyduğuma göre, Shere Khan’ın öğretisi altında, gece karanlığında gidip köylülerin kapısının önünden çocuklarını çalar. Bu yüzden korkak olduğunuzu bilirim, lafım da korkaklaradır. Benim ölmem gerektiği kesin ve hayatımın bir değeri yok, olsaydı insan yavrusunun yerine sunardım. Ama Sürü’nün onuru için, lidersiz olunca unuttuğunuz küçük bir mesele, insan yavrusunun ait olduğu yere gitmesine izin verirseniz, ölüm zamanım geldiğinde size hiçbir şekilde karşı koymam. Dövüşmeden ölürüm. Bu da Sürü’den en az üç can kurtarır. Daha fazlasını yapamam ama kabul ederseniz, sizi hiçbir yanlış yapmayan bir kardeşi, Orman Kanunu’na göre adına konuşulup bedeli ödenerek Sürü’ye alınmış bir kardeşi öldürmenin utancından kurtarabilirim.”
“O bir insan. Bir insan! Bir insan!” diye hırladı Sürü. Kurtların çoğu, kuyruğu hareket etmeye başlayan Shere Khan’ın etrafında toplanıyordu.
“Şimdi bu iş senin elinde,” dedi Bagheera, Mowgli’ye. “Dövüşmekten başka bir şey yapamayız.”
Mowgli elinde ateş kabıyla ayağa kalktı. Sonra kollarını gerdi ve Konsey’in karşısında esnedi; aslında öfke ve üzüntüden tepesi atmıştı, çünkü kurtlar, kurt gibi davranıp ondan nasıl nefret ettiklerini daha önce hiç anlatmamıştı. “Dinleyin!” diye bağırdı. “Bu köpek muhabbetine gerek yok. Bu gece birçok kez bana insan olduğumu söylediniz ki aslında ömrümün sonuna kadar sizinle kurt olurdum, söylediklerinizin doğru olduğuna inanıyorum. Bu yüzden size artık kardeşlerim demiyorum, bir insanın diyeceği gibi it, köpek diyorum. Ne yapacağınız ve ne yapmayacağınız sizin vereceğiniz bir karar değil. Benim vereceğim bir karar. Meseleyi daha açık görebilmemiz için ben, insan, yanımda siz köpeklerin çok korktuğu Kırmızı Çiçek’i getirdim.”
Ateş kabını yere fırlatınca kırmızı kömür parçalarıyla tutuşan bir öbek kurumuş yosun alev aldı. Tüm Konsey sıçrayan alevden kaçmak için korkuyla geriye çekildi.
Mowgli, ölü dalı tutuşup çatırdayana kadar ateşe tuttu ve korkuyla sinmiş kurtların arasında başının üzerinde döndürdü.
“Efendi sensin,” dedi Bagheera alçak sesle. “Akela’yı ölümden kurtar. Her zaman arkadaşın olmuştur.”
Akela, hayatı boyunca hiç merhamet istemeyen amansız yaşlı kurt, Mowgli’ye acıklı bir şekilde baktı. Çocuk tamamen çıplak bir şekilde ayağa kalktı. Uzun, siyah saçları alev almış dalın ışığında omuzlarında sallanıyor, gölgeleri zıplatıp titretiyordu.
“İyi!” dedi Mowgli, yavaşça etrafına bakarak. “Görüyorum ki köpeksiniz. Sizden kendi halkıma giderim, eğer benim halkım olurlarsa. Orman bana kapandı, sizin konuşmanızı ve arkadaşlığınızı unutmalıyım. Ama sizden daha merhametli olacağım. Çünkü kanım dışında her şeyimle kardeşinizdim. Söz veriyorum, insanların arasına katıldığımda sizlere, sizin bana ihanet ettiğiniz gibi ihanet etmeyeceğim.” Ateşi ayağıyla tekmeledi, kıvılcımlar uçuştu. “Sürü’den hiçbirimizin arasında kavga olmasın. Ama gitmeden önce ödemem gereken bir borç var.” Shere Khan’ın aptalca göz kırparak alevleri izlediği yere ilerledi, onu çenesindeki tüylerden yakaladı. Bagheera bir terslik olabileceğini düşünerek peşinden gitti. “Ayağa kalk, köpek!” diye bağırdı Mowgli. “Bir insan söylediğinde ayağa kalk, yoksa postunu ateşe veririm!”
Shere Khan kulaklarını kafasına yatırdı ve gözlerini kapattı, çünkü yanan dal çok yakınındaydı.
“Bu sığır katili, yavruyken beni öldüremediği için Konsey’de beni öldüreceğini söyledi. Bu ve bu yüzden, insan olduğumuzda köpekleri dövmeli miyiz? Bir tüyünü oynat, Lungri ve Kırmızı Çiçek’i boğazından aşağı sokayım!” Dalla Shere Khan’ın kafasına vurdu, kaplan korkudan gelen acıyla inleyip sızlandı.
“Peh! Yanmış orman kedisi, git şimdi! Ama unutma, Konsey Kayalığı’na bir dahaki gelişimde, bir insanın gelmesi gerektiği gibi, başımın üzerinde Shere Khan’ın postu olacak. Geri kalanlar, Akela istediği gibi özgürce yaşayacak. Onu öldürmeyeceksiniz, çünkü bunu istemiyorum. Kovduğum köpekler değil de önemli birileriymiş gibi dillerinizi sarkıtıp burada daha fazla oturmanızı da istemiyorum! Gidin!” Ateş dalın ucunda hiddetle yanıyordu. Mowgli çemberin çevresinde sağa sola vurdu, kurtlar kürklerini yakan kıvılcımlarla uluyarak kaçıştılar. Sonunda geriye sadece Akela, Bagheera ve Mowgli’nin tarafını tutan belki on kurt kaldı. Sonra bir şey Mowgli’yi, hayatında daha önce hiç canı acımamış gibi içeriden acıtmaya başladı. Soluklandı, hıçkırdı ve gözyaşları yüzünden aktı.
“Bu ne? Bu ne?” dedi. “Ormanı terk etmek istemiyorum ve bunun ne olduğunu bilmiyorum. Ölüyor muyum, Bagheera?”
“Hayır, küçük kardeş. Bunlar sadece insanların dökebildiği yaşlar. Şimdi senin artık bir insan yavrusu olmadığını, bir insan olduğunu biliyorum. Orman bundan böyle sana gerçekten kapalı. Bırak düşsünler, Mowgli. Onlar sadece gözyaşı.” Böylece Mowgli oturdu ve kalbi parçalanırcasına ağladı. Daha önce hiç ağlamamıştı.
“Şimdi,” dedi, “insanlara gideceğim. Ama önce annemle vedalaşmalıyım.” Annesinin Baba Kurt’la yaşadığı mağaraya gitti, dört yavru sefil bir halde ulurken onun postunda ağladı.
“Beni unutmazsınız, değil mi?” dedi Mowgli.
“İz sürebildiğimiz sürece asla,” dedi yavrular. “Bir insan olduğunda tepenin eteklerine gel, konuşuruz. Biz de geceleri seninle oynamak için ekili araziye geliriz.”
“En yakın zamanda gel!” dedi Baba Kurt. “Ey, bilge küçük kurbağa, en yakın zamanda yine gel, zira annen ve ben yaşlanacağız.”
“En yakın zamanda gel,” dedi Anne Kurt, “küçük, çıplak oğlum benim. Dinle, insan çocuğu, seni yavrularımı sevdiğimden daha çok sevdim.”
“Kesinlikle geleceğim,” dedi Mowgli. “Shere Khan’ın postunu Konsey Kayalığı’na sermek için geleceğim. Beni unutmayın! Ormandakilere söyleyin, beni asla unutmasınlar!”
Mowgli tek başına tepenin eteklerine indiğinde şafak yeni söküyordu, o insan denen gizemli yaratıklarla tanışacaktı.
(…)
Çevirmen: Gökçe Yavaş
*Bu okuma parçasının yayını için İthaki Yayınları’na teşekkür ederiz.