Hal ve Gidiş

Altug Canıtez
papazincayiri
Published in
7 min readSep 25, 2018
Phillip Cocu. Fotoğraf : www.fenerbahce.org

Üç alıntıyla başlamak istiyorum. İlki Phillip Cocu’nun Dinamo Zagreb maçı sonrası verdiği röportajdan;

Beşiktaş maçı farklı bir maç olacak. Ama pazartesi günü oynayacağımız bu maçı çok konuştuk. Dinamo Zagreb maçına yeterince konsantre olamadık. Dinamo Zagreb ise hem çok agresifti hem de maça çok konsantre olmuştu. Oyuncularım Beşiktaş maçına yüzde 200 konsantre olacaklar. Ancak bugün pazartesi değil perşembe, bu yüzden çok sinirliyim.

İkinci alıntı, Beşiktaş maç sonu basın toplantısından;

İçinde olduğumuz pozisyondan memnun değilim. Perşembe günüyle ilgili konuşmak bile istemiyorum. Uç noktada kötüydük. Başkanımız ve yönetimimizle birlikte yola çıktık. Değişimde işler zordur ama ben tamamen kendi işime odaklanmış durumdayım. Bu akşam büyük fark gördüm.

Beşiktaş maç sonu basın toplantısından bir alıntı daha;

Takımı biraz daha öne çıkarabilmek için özgüvene ve birlikteliğe ihtiyacımız var. Rakip yarı alanda kalmak istiyoruz. İyi takım olduğumuzu ilk yarıda gösterdik. İlk yarıdaki oyun beni tatmin etti. Bireysel kalitemizi de gösterdik. Oyuncuların işi kolay değildi, üzerlerinde çok büyük baskı var ve bu da normal.

Phillip Cocu, Zagreb maçında tam olarak oyuncularına kızdığı şeyi yaptı aslında. Beşiktaş maçını düşünerek bir rotasyona gitti, hatta oyuncu değişiklilerini bile maçın skorundan bağımsız, oyuncularını Beşiktaş maçına diri tutmak amacıyla yaptı.

Geçmişteki uygulamalarından da yola çıkarak, Cocu’nun, hücumda pasör özellikli 6 numaranın hızlı ve isabetli direk paslarla oyunu başlattığı, topun merkezde Benzia veya kanatlardaki forvet özellikli oyuncularla buluşturulduğu, dengesiz yakalanan rakibe karşı bire bir yetenekleri kuvvetli bu oyuncuların hızla kaleye inmesiyle skor üretmek gibi bir planı olduğunu söyleyebiliriz… Bu planın destekçileri hücum becerileri yüksek bekler ve ceza alanı koşusu yaparak rakip yarı alanda kalabalıklaşmayı sağlayan merkez oyuncular.

Stoperlerden en az birinin de topu kısa ve direk paslarla oyuna sokabilmesi, merkezdeki oyuncuların bolca hareket ederek, top almaları ve / veya top alabilecek açılara hareket etmeleri gerekiyor. Tarif etmeye çalıştığım dikine akış baskıya gelen rakip hatları kırmak için çok önemli.

Eylül sonu itibariyle, “gelişim anlamında ne var?” derseniz; Fenerbahçe’nin daha ritmli pas yapmaya çalıştığını, hızla kaleye indiği pozisyonların arttığını söyleyebilirim şimdilik.

Konyaspor maçına kadar takımın birincil pas kombinasyonları stoper →bek, stoper→stoper, stoper → ön libero şeklindeyken, Benzia ve Jailson katılımıyla beraber öndeki oyuncuların kombinasyonlar içine dahil olduğunu görüyoruz. Beşiktaş karşılaşmasında isabetli şut sayısında sezonun en iyi rakamı yakalandı. Rakip ceza alanına geçmiş senelere göre daha fazla oyuncu ile girilebiliyor ki Ersun Yanal döneminden beri pek görmediğimiz bir durum. Zamanla stoperlerin ve kalecilerin “savurduğu” uzun pasların azalacağını ve daha fazla kısa pas ile oyuna gireceklerini düşünüyorum.

Çok eleştirilen Andre Ayew’in en çok süre alan oyunculardan olmasının temelinde ve son dönemde sol kanatta Aatıf’ın tercih edilmesinde, gole yönelik oyun tarzlarının etkisi var… Sol kanattan yapılan ortanın merkeze kayan Ayew tarafından golle sonuçlandırılması, (Benzeri Kayserispor maçında da yaşanmıştı.) sağ bek Şener’in ortasına yine ceza alanı koşusu yapmış olan Aatıf’ın vurması kanat oyuncularından neler beklendiğinin ipucu aslında.

Andre Ayew’in gol sevinci. Fotoğraf : www.fenerbahce.org

Tabi bu geçişlerin bir de dönüşü var… Tarif ettiğim oyun, kolay bir oyun değil. Cocu’nun alıntıladığım vurgusundaki gibi, özgüven, birliktelik ve stratejik olarak değinmediği kalite gereksinimi var.

Hızla rakip kaleye inmeye çalışırken topu kaybettiğinizde, aynı hızla geri koşmanız gerekiyor… Geçiş hücumunun oturmasından daha önemlisi belki de geçiş savunmasındaki sorunları giderebilmek.

Yine bir alıntı ile devam edeyim;

Bizim istediğimiz takım halinde önde olalım, herkes önde olsun, ikinci top geldiğinde yakın olalım, rakibi baskı altına alabilelim. Biz, böyle bir oyun tarzını takımıza yansıtmaya gayret gösteriyoruz. Ama mesafe açıldığında o mesafeler çok büyük boşluklara neden oluyor ve sizin de dediğiniz gibi git gelleri olan ve iki tarafa da gidip gelebilen bir karşılaşma oluyor. Bunu değiştirmemiz gerekiyor. Bir yandan da çok fazla enerji sarf ettiğimiz bir karşılaşmaydı. Çok fazla enerjinin sarf edilmesi de bu durumu etkiledi. Bana göre bunun sebeplerinden bir tanesi de buydu…

…Sürekli koşulan oyun benim istediğim oyun değil. O oyunun ortaya çıkmasına engel olmalıyız. Böyle olunca top kayıplarından sonraki 80 metrelik koşulara gerek kalmaz.

Açılan mesafenin en büyük sebebi, atak sonlandıramamak, basit top kayıpları ile topu önde tutamamak, ikinci topları alacak kadar yakınlaşamamak ve neticesinde sürekli geri koşmak zorunda kalmak. Takımın fizik kalitesi ile eleştirilerin sebebi de bu.

Ülkemizde yanlış bir inanış var; Takımlarımızın saha içi organizasyonları yetersiz, oyuncu rolleri netleşmemişse ve kolaylıkla top kaybediliyorsa geri kazanmak için yüksek efor harcanır ve neticesinde oyuncular olması gerektiğinden fazla yıpranır. Böyle bir takım izlendiğinde, temel eleştiri “kondisyon eksikliği” veya “mücadele etmemek” şeklinde yorumlanır.

Neticede bu iş bir bilim. Yapılması gerekenler çok az kişinin vakıf olduğu sırlar değil ve takımların fizik kalitelerinden sorumlu olan kişiler de bunun eğitimini almış insanlar. Burada önemli olan teknik direktörün, oyuncularına hem fiziken hem de mental anlamda yıpranmayı engelleyecek roller verebilmesi, geçiş sürecinin en aza indirecek kararları alabilmesi.

Aynı takımlar, belli bir süreci aşabilirse, saha içi organizasyonlarını geliştirirler, daha az yıpranan oyuncu hem özgüven kazanır hem de maç sonuna fiziken ve mental açıdan daha diri girer. Bu durum da “takımın kondisyonu” arttı şeklinde yorumlanır. Aslında olanlar, -eğer teknik direktör çok ekstrem bir karar vermediyse- ülkemizde yaratılan algının tam tersidir.

Maalesef bu algıya yöneticiler de yenik düşerler… Geçmişte benzeri döngüleri defalarca izledik. Takım iyi çalışmıyor, Alman getirelim… Bu Alman köylüsü oyunu okuyamıyor taktik bileni bulalım. Takımda disiplin yok, disiplinli teknik direktör getirelim. Yabancı teknik direktör bizi anlamadı, Türk bulalım. Takım iyi çalışmıyor, Alman getirelim… Ve bu durumdan nemalanmak isteyerek yöneticiye şirinlik yapanlar olur; Mustafa Denizli’nin ardından yeni teknik direktör belirlenene kadar takımın başında idmanlara çıkan Oğuz Çetin’in ilk iş oyuncuları Belgrad Ormanları’nda koşuya çıkarması ya da Vitor Pereira’nın ardından ortaya çıkan yeleklerin basında her şeyin çözümü olarak sunulması gibi.

Biraz daha çok boyutlu düşünerek, içine saplandığımız döngüyü kırmamız lazım. Peki Cocu başarabilecek mi? Yeniden merkeze Cocu’yu koyarak tartışmaya devam edelim, birazdan en başa geri döneceğiz. (Ne?)

Öncelikle, Türkiye şartlarında, çalışkan, yaptığı işe saygı duyan ve çalıştığı kuruma aidiyeti yüksek olan “yabancı” bir teknik direktörün, iki üç senelik istikrarlı bir süreç sonunda ve tabi doğru transfer (yer yer şanslı ) katkısıyla başarılı olacağına inanırım.

Ülkemizde futbol kısa vadede ele alınır, hamleler sebep değil, sonuç odaklıdır. Dolayısıyla belli bir kadro ve organizasyon istikrarı sağlayabilmiş takım çok az. Kadroların sürekli değiştiği bu kaotik ortamda eğrisi doğrusuna denk gelerek de olsa istikrarını koruyabilmiş takımlar öne çıkarlar. Söz konusu takımlar Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray gibi kitleleri peşinden sürükleyen takımlarsa istikrarla birleştirdikleri kalite dönemsel dominasyonla neticelenir. Öyle ki, bu dönemler, arkasında gelecek teknik direktörlere de belli kısa yollar sunar.

Bazı teknik direktörler idealisttir, inandıkları sistemden (doğrularından) ödün vermezler ve takımı elindeki malzemeye bakmadan o noktaya taşımaya çalışırlar. Bazı teknik direktörler de pragmatisttir. Kolaylıkla esner ve eldeki malzemeye göre çözümler üretmeye çalışır. Yarışmacı kulüplerin ihtiyacı iki uç arasında denge kurabilen bir teknik direktördür bana göre. Yani günü kurtarmak için geleceği yıkmamak ya da geleceği kurgularken şimdiyi yok saymamak gerekiyor.

Evet, bir ana plan vardır ama planı hayata geçirmeye çalışırken kurumunuzun beklentilerini, ihtiyaçlarını ve kültürünü göz önünde bulundurmanız gerekir. Bu süreçte ödünler vermeli bir yandan da hem öğrencilerinizi hem de camianızı ikna edebilmelisiniz.

2003–04 sezonunda Daum, Cocu’nun 4-3-3'üne benzer bir dizilişle lige başlamıştı ama bambaşka bir planla şampiyon oldu. Bu sezon içerisinde oyuncularına çizdiği “farklı” roller gelecek senelere taşındı.

2006–07 sezonunda Zico geçmiş üç senede alışılan düzenin dışına çıkarak farklı bir strateji ile başlamıştı sezona. Alex, Tümer ve Tuncay’ın merkez üçlü denendiği bu sistemde, Deivid de Souza ve Mateja Kezman çift forvet oynuyorlardı. Bir Avrupa Kupası maçı, Newcastle deplasmanı (yıllarca Azizsilin olarak anlatılan) yaptığı hamleyle takımın formasyonunu değiştirdi. Bu dönüşümle şampiyonluğa ulaştıktan sonra, bir sonraki sezon imzasını atacağı bazı yenilikleri de takımına adapte edebildi.

Arthur Zico. Fotoğraf : www.thefootballmind.com

2010–11 sezonuna Alex de Souza ile kavga ederek giren Aykut Kocaman ligin ikinci yarısında Alex’i merkeze taşıyan planıyla imkansız gibi görünen bir şampiyonluk kazanmıştı.

2015–16 sezonunda Vitor Pereira, Zagreb deplasmanı benzeri silik bir oyunla Kadıköy’de 1–3 kaybedilen Molde maçından sonra nihai bir karar verdi ve sezon başında yaptığı tüm denemeleri çöpe atarak yeni bir kurguyla lige tutundu. (Sonrasında yaşananlar başka bir tartışma konusu. Çözüm yolunun camia kültürü ile örtüşmemesiyle de alakalı biraz.)

Cocu’nun büyük sınavı burada başlıyor.

En başta Cocu’nun hayal ettiğini düşündüğüm bir oyun planı tarif ettim. Bu oyunun merkezinde gole gidebilen kanat oyuncuları, pas becerisi yüksek merkez oyuncuları ve hücum yönü kuvvetli bek oyuncuları var demiştim… Sorun şu ki, Zagreb deplasmanına çıkan onbir hayal edileni asla yapamayacak bir gruptu.

Dinamo Zagreb maçına çıkan onbir. Fotoğraf : www.fenerbahce.org

Yeni bir yapılanma içerisinde olan takımlar belki bir iki eksiği taşıyabilir ama planın tüm ayaklarını oluşturan oyuncular sisteme uyum ile ilgili sorun yaşıyorsa sonucu iflas oluyor... Ne mücadele eksikliği, ne de oyuncuların sabote girişimiydi Zagreb’te olan. Basitçe, rolleri netleşmemiş ve yapamayacakları görevlerin altında (bazıları senelerdir) ezilen bir grubun mental anlamda çöküşüydü izlediğimiz.

Alışma sürecinden geçerken, özgüven sorunundan bahsederken, bir sonraki maçı düşünerek ve ana plandan ödün vermeden yapılan bu rotasyon, katı bir idealizm ürünüydü. Maçın gidişi veya takımın psikolojisinden tamamen bağımsız olarak yapılan değişiklikler de öyle.

Ve yine bir sorun olarak görünen, hayal edilen oyunun önemli görevlerini yerine getirmesi gereken oyuncuların Fenerbahçe’nin güncel kadrosunun en kaliteli bireyleri olmaması. Önümüzdeki dönemde, oyunculardan beklentilerin farklılaştığını, rollerin değiştiğini görebiliriz. Fenerbahçe kanat odaklı oyunundan vazgeçip, Jailson, Elif, Benzia hattı üzerine yoğunlaşmalı, Slimani’ye Ayew’in destek verdiği bir plana yönelerek, göreceli olarak güçlü olduğu merkez oyuncularına daha fazla rol vermeli belki de...

Her şeyden önemlisi; kadronun bir alışma sürecinden geçtiğini, acilen seri galibiyetlerle birlikte özgüvene ihtiyaç olduğu göz önünde bulundurarak rotasyon çılgınlığının azalması gerekiyor. Kayserispor maçı ertesinde yazdığım yazıda, ön libero pozisyonundaki Diego Reyes tercihini radikal bulduğumu ve Mehmet Topal’la ilgili (teknik anlamda) idari bir karar olduğunu düşündüğümü yazmıştım ama sonraki maçlarda gördüğüm tercihlerle yanıldığımı anladım. Bu ve benzeri denemelerin sürmesi beraberinde yeni puan kayıpları doğuracaktır.

Phillip Cocu’nun, oyuncularını, yöneticilerini ve taraftarı yeniden motive edebilmesi ve gidilen yolun doğru olduğuna ikna edebilmesi için sonuç alması gerekiyor. Bu uğurda ne kadar esneyebileceği kendisinin ve doğal olarak takımının kaderini belirleyecek.

Son bir alıntıyla bitiriyorum;

Kafamda bir 11 var. Yüzde 90–95 civarında. İstikrara ihtiyacımız var. Çok fazla değişiklik yapmayı sevmiyorum. Oyuncuların birbirlerini iyi bilmeleri gerekiyor. Saha içinde topsuz hareketliliğe daha fazla ihtiyacımız var. Slimani arkaya birçok koşu yaptı. Benzia ve Ayew de yaptı. Farklı tipte orta saha oyuncularımız var. Oyunculara uyan sistemi bulmak zorundasınız. Benzia’yı bu akşam fazlasıyla beğendim.

Yassine Benzia, uzun zaman sonra Fenerbahçe’de izlemekten keyif aldığım ilk oyuncu. Umarım kalıcı olur. Fotoğraf : www.fenerbahce.org

--

--