Sunderland ’Til I Die, Travma Sonrası Stres Bozukluğu.

Altug Canıtez
papazincayiri
Published in
6 min readJun 4, 2019

“Hafızalarımızda yer etmeyecek bir sezonu geride bıraktık.”
- Ersun Yanal.

Ohh! Şükür. Bitti di mi? Evet bitti. Hatırlamak dahi istemeyeceğimiz ve fakat Yanal’ın kapanış cümlelerinin aksine hatırlamak, üzerinde konuşmak zorunda olduğumuz bir sezonu “atlattık.”

Sunderland ’Til I Die. IMDB : 💩

Sunderland ’Til I Die

Ersun Yanal’ın kapanış cümlesine daha sonra döneceğim. İlk önce Netflix’in allahın belası “Sunderland ’Til I Die” belgeselinden yola çıkarak “kendimce” bir iki tespit yapacağım;

Peşin peşin söyleyeyim; belgeseli hala izlemedim… Öte yandan yayınladığı tarihten bu yana, oldukça fazla muhattap oldum kendisiyle. Bir noktadan sonra “izleyenler, izlemeyenleri Fenerbahçe’nin küme düşeceğine ikna etsin” gibi bir ruh hali hakim oldu zira.

Başlangıçta Sunderland’ın başına gelenler üzerinden yapılan tahlillere şakayla karşılık verdim. “İleride bir gün Manchester United ’til i die” diye bir belgesel olursa konuşalım dedim mesela…

“Öyle deme Altuğ, bir camianın özgüvenini kaybettiğinde nasıl dibe çakıldığını anlatıyor” dendiğinde “Sunderland’ın neden özgüveni varmış ki?” diye cıvıdım. Sonrasında aslında Sunderland’ın ne kadar köklü bir takım olduğunu dinledim… Evet, biliyordum tabi ki…

Dost meclisi konuşmalarda; “Devre arasını santrafor alamadan kapatıyoruz galiba” dedim… “Sunderland da almamıştı.” cevabını aldım.

Ersun Yanal’ın bence abarttığı motivasyon amaçlı söylemlerini eleştirdim… Çünkü mesele mücadele & motivasyon gibi kavramlardan öteydi bence. Sonu yine Sunderland’e bağlandı.

Her biri benden daha tutkulu Fenerbahçeli olan arkadaşlarım, belgeseli izledikten sonra psikolojilerinin nasıl bozulduğunu anlattılar. Lig devam ederken belgeseli izlemeyip, daha sonra izleyen bir arkadaşım “iyi ki izlememişim, tribünde dengem bozulurdu” diye itiraf etti.

Bütün bu tartışmalara “ciddiyetsiz” yaklaştığım için, kapanış genelde “Tabi ki, Fenerbahçe ile Sunderland’i bir tutmuyoruz, izle sonra konuşalım.” şeklinde oldu. O zamanlarda bile “Fenerbahçe’nin derdi bana yetiyor, bir de Sunderland için üzülemem…” diyerek kurulan bağa karşı çıktım kendimce.

Yanlış anlaşılmaya açık şeyler yazdığımın farkındayım. Birincisi izlemediğim bir seri hakkında ahkam kesiyor durumundayım. İkincisi camianın (daha da önemlisi arkadaşlarımın) hisleriyle dalga geçiyor gibi bir pozisyona düşüyorum.

Sezonun bir döneminde en iyimser olanımız bile küme düşme endişesi hissetmiştir. Burada bir sorun yok. Nitekim aşağıdaki tweet’i Sivasspor maçından bir gün sonra attım;

Sorun şu; doğal küme düşme adayları arasında gösterilmeyen bir takım küme düşüyorsa ya da bizim durumumuzda olduğu gibi düşme korkusu yaşıyorsa, muhakkak yapılan büyük teknik - idari hatalar, şanssızlıklar ve/veya maddi sıkıntılar vardır. Sunderland ’Til I Die yüzlerce örneği olan bir durumun son derece etkileyici biçimde anlatılması sadece.

Normal şartlar altında, “Neler yaşamış adamlar. Çok üzüldüm!” diyerek kapatılması gereken bir konu, 6 ay boyunca gündemi meşgul edip, izlemeyenlerin dahi psikolojisini bozdu… Oysa Fenerbahçe’nin son 10 senede yaşadıklarından bir belgesel çekilse Sunderland taraftarına umut olur.

Yukarıdaki tweet’i Kasımpaşa maçımızdan önce atmıştım. O gün, maç başlamadan önce o kadar çok, yenileceğimiz ve küme düşeceğimiz ile ilgili tweet okudum ki dayanamadım. Biliyorum, bir kısmı totem, bir kısmı şakaydı. Öte yandan hani “şakası bile kötü” derler ya… En kötüsünü düşünmek, dahası en kötüsünün başımıza geleceğinden emin olmak camianın içine işledi. Sunderland’ın hikayesinden böylesine etkilenmek benim açımdan bu yüzden önemli.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu

The Missing. IMDB : 8,2

Yine bir diziden devam edelim; The Missing’i izlemiş miydiniz?

5 yaşındaki oğullarıyla Fransa’ya tatile gelen bir ailenin çocuklarının kaybolmasıyla kabusa dönen hayatlarını anlatıyor.

Aile bir tatil köyüne geliyor. Çocuk babasıyla havuzda oynarken susadığını söylüyor ve bir şeyler içmek istiyor. Zaten hava kararmak üzere, havuz faslını kapatıyorlar. Baba oğul el ele havuzun yanındaki büfemsi bara gidiyorlar. Bardaki televizyonda Fransa Milli Takımı’nın maçı var ve kalabalık bir grup tarafından takip ediliyor. Baba kalabalığın arasında bir yandan oğlunun elini tutarak ön tarafa doğru ilerlerken, bir yandan sipariş vermeye çalışıyor. Tam o sırada gol oluyor ve o sevinç dalgasının yarattığı itiş kakış içerisinde çocuk kayboluyor. Sonrası tam bir dram…

Bu diziyi midesine kramplar saplanmadan izleyebilecek ebeveyn azdır… Zaman zaman durdurup sigara molaları verdiğimizi hatırlıyorum. (Deli miyiz? Neden izliyoruz di mi?) Dizideki karakterlerin acılarıyla empati kurmak normal olan. Benzer bir durumda, dizinin etkisiyle çocuğunun eline sıkı sıkı yapışmak, bununla yetinmeyip kucağına almak gibi önlemler geliştirmek ya da çocukla kalabalığa dalmaktan kaçınmak da normal.

6 yaşında bir kızım var. İsmi Defne. Her gün evimizin sokağında arkadaşlarıyla oynuyor… İçinde bulunduğumuz dönem o kadar kötü ki, eşim veya ben, Defne dışarıdayken, uzaktan da olsa görebileceğimiz bir noktada olmasını istiyoruz. Sağlıklı mı?.. Tartışılır.

Bir kenarda oturup, göz ucuyla Defne’yi izlerken, bir yandan telefonumu kurcalıyorum bazen… Kaçırılmış, tecavüze uğramış, öldürülmüş bir çocuğun haberi düşüyor önüme… Bu kötülükle nasıl baş edilebilir, bununla nasıl yaşanır ki? Yine de endişelerimizi Defne’ye yansıtmadan ama tehlikeli olabilecek durumlara karşı uyararak idare etmeye çalışıyoruz.

Bir iki adım ötesi, The Missing benzeri bir diziyi/filmi izleyip, tatil planını ertelemek olurdu ya da okuduğumuz haberlerden etkilenip, çocuğun dışarı çıkmasını yasaklamak. Kaygılarımızın karar mekanizmamızı etkilemesine izin vermek ve yaşamımızı yönlendirmesine engel olamamak tedavi edilmesi gereken bir sorun.

Teşbihte hata olmaz; Fenerbahçelilerin içinde bulunduğu ruhsal durumu “Travma(lar) sonrası stres bozukluğu” ve buna bağlı bir depresyon haline benzetiyorum. 2006'dan başlayıp, 2011'de form değiştiren ve 2014–19 arasında yapılan hatalarla doruk noktasına çıkan bir tahribat. Yöneticisi, taraftarı, dönemi yaşamış futbolcuları… Hepsi bu tahribattan nasibini almış durumda.

Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) içindeki bireyler, sürekli olarak, başlarına gelen yıkıcı olayların tekrarlanacağı endişesi ile yaşarlar ve diken üstünde olurlar. Bu yüzden uzun vadeli planlar yapamazlar. Bir işe odaklanmada ve bitirmede güçlük yaşarlar. Konsantrasyon sorunları olur. Kolay sinirlenirler, kişilere ya da olaylara karşı toleransları düşer… Kendilerine karşı olumsuz genellemelerde bulunurlar sıklıkla.

TSSB yaşayan kişilerde, eşlikçi başka ruhsal sorunlar da görülür… Depresyon bunlardan biri. Depresyonun karakteristik özelliklerinden bazıları, umutsuzluk, karamsarlık, gelecekle ilgili olarak sürekli olumsuz düşünceler içinde olmaktır.

“Yahu bilader, bir belgeselden yola çıkıp amma analiz kastın. Gözlerim kanadı!”
- Okuyucu

Travmaların yansımasını sadece Sunderland’ın yaşadıklarıyla kurulan aşırı empatide görmüyoruz… Rakiplerinin bulunduğu konumu gerçekte olduğundan fazla yüceltirken, Fenerbahçe’nin geçmişte yaptıklarını ve bundan sonra yapabileceklerini küçümsemek de bunun bir yansıması… Ya da mikro ölçekte “Dünya’nın en güzel takımı” dediğimiz, 5 sene boyunca başarılarına tutunduğumuz basketbol şubesini neredeyse linç etmeye çalışmak da travmatik mesela. İrili ufaklı, çoğu anlamsız onlarca kavgamız var. Aynı konular etrafında dönüp, bizden bir bok olmaz sonucuna varıyoruz.

Hayatında Fenerbahçe’nin kapladığı yer oldukça fazla olan, Fenerbahçe’yi ve temsil ettiklerini adeta aşkla seven bir arkadaşım ligin 5. haftası civarında “33. hafta Erzurum deplasmanında kümede kalma maçına çıkarız ve inşallah kümede kalırız.” demişti… O tarihte bir Fenerbahçelinin küme düşmekten bahsetmek için hiçbir rasyonel gerekçesi yoktu. (Sunderland ’Til I Die da henüz hayatımıza girmemişti :) Tamamen hissiyattı… En kötüsünü düşünen ve en kötüsünün başımıza geleceğine emin olan ruh hali.

“Bu sene de şampiyon olamazsak, Galatasaray Türkiye’nin Bayern Münih’i olur.”

— Hayır olmaz. Ne Galatasaray, ne de Fenerbahçe Bayern Münih’in Almanya’da kurduğu hegemonyanın bir benzerini Türkiye’de kuramaz. Şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da dönemsel güç dengeleri değişir sadece. Türkiye var olduğu sürece Fenerbahçe ve Galatasaray’ın mücadelesi devam edecek.

“On seneye kalmaz İstanbulspor oluruz.”

— Hayır, olmayız. Çünkü 1926 senesinde kurulan İstanbulspor, bundan 80 sene kadar önce Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş ile rekabeti sürdüremediği için başarısızlığı temsil eden bir cümlenin içinde anılıyor. Fenerbahçe, İstanbulspor olacak olsaydı bundan 100 sene önce olurdu. Geçmiş olsun.

“Artık çocuklar Fenerbahçeli olmayacak.”

— Olacaklar… Pırıl pırıl çocuklar, çocuklarımız “Yaşa Fenerbahçe!” diye bağıracaklar… Babalarının, annelerinin yaptığı gibi Fenerbahçe’nin peşinde koşacaklar, Fenerbahçe ile sevinip, Fenerbahçe ile üzülecekler… Fenerbahçeli oldukları için gurur duyacaklar.

“En iyi kadroyu kursak da yetmez… 2006'da yetmedi işte.”

— Doğruyu yapmaya devam edeceğiz. Ayağımıza dolanan taşlar bizi yolumuzdan döndüremeyecek. Yaptığımız hataları bulacağız. Hatalarımızın, doğrularımızı yıkmasına engel olacağız. Düşüp küsmek yerine, ayağa kalkacağız, taşa tekmeyi basıp devam edeceğiz. (Bu konu üzerine daha detaylı yazacağım.)

“İyice loser bir camia olduk.”

Ne Fenerbahçe yakıştırdığınız gibi “loser” bir camia, ne de Galatasaray sandığınız kadar “winner.” 2011'de devlet, kolluk kuvvetleri, yargısı, medyası ile Fenerbahçe’nin üzerinden geçti… Sonrasındaki üç seneden iki Türkiye Kupası, Avrupa’da yarı final ve tarihinin en erken lig şampiyonluğu ile çıktı bu camia. Bu mu loser? 100 senelik karakterini son 5 senede yitirdi mi yani?

Bu sezonu ve bu sezonu hazırlayan yakın geçmişi hafızamızdan silmeyeceğiz arkadaşlar… Kaçınmak, yaşananları olmamış kabul etmek, unutmaya çalışmak travmaların etkisi azaltmaz. Tam tersi iyileşmeyi geciktirir.

Yaşananlar üzerinde konuşacağız, tartışacağız… Yaşadıklarımızın sebeplerini anlamaya çalışıp, çözüm yolları geliştireceğiz. Nihayetinde travmanın yarattığı hatalı düşünceleri, doğrularla değiştireceğiz.

Fenerbahçe’yi Fenerbahçe yapan gerçekleri hatırlayacağız.

Hatırlamayanlara hatırlatacağız.

***

Şimdilik burada kesiyorum. İlerleyen günlerde (arayı fazla açmamaya çalışarak) travmalarımızı ve kendi bakış açımla çıkış yollarını yazmaya çalışacağım. Kimilerinde alerji yaptığını bildigim, dile getirdiğimde gözlerin devrildiği “Sahada güçlü olmak, güçlü kalmak” meselesine gireceğim.

Sağlıkla kalın. Bir araya gelip, “Ne olacak bu Fenerbahçe’nin hali?” diye karalar bağlayacaksanız bari rakıya çökün :)

İyi bayramlar.

Yazarken.

--

--