Zor Sorular, Zor Cevaplar, Zor Kararlar.

Altug Canıtez
papazincayiri
Published in
6 min readSep 5, 2018

Söz konusu Fenerbahçe olunca, tüm sorunların bir anda çözülmesini beklemek hayalcilikti tabi ki… Süslü cümlelerle, değişimlerin ne kadar sancılı olduğunu, büyük sabır gerektirdiğini ve kararlılık istediğini yazabilirsiniz ama korkulanlar başa gelince soğukkanlı kalabilmek çok zor.

Fotoğraf: twitter.com/barkosocial

Öncelikle Kayserispor mağlubiyeti ile başlayıp, biraz daha genel konulara dalmak istiyorum;

Net bir 6 numara olan Jailson hamlesi, arkasından gelen son gün sürprizi Tolga Ciğerci’nin transferi, (öncesinde Ozan Tufan’ın kadro dışı kaldığı haberleri) ve transfer penceresi kapanmak üzereyken lisansı yetiştirilen Yassine Benzia, geçmiş dönemden kalan tüm orta saha kurgusunun değiştirilmek istendiğini düşündürmüştü.

Kayserispor maçı kadrosu açıklandığında düşüncem iyice pekişti. Mehmet Topal yedekler arasındaydı ve takımla bir haftadır çalışan Diego Reyes ilk 11'de maça başlıyordu…

Diego Reyes’in iddia edildiği gibi müzmin sakat olmadığını fakat Mayıs sonunda bir sakatlık yaşadığını biliyoruz. Aynı zamanda belli bir süre kontrat görüşmelerinde bulunduğu için verimli bir sezon öncesi çalışması geçirmediğini tahmin edebiliriz. Doğal pozisyonu stoper olan Reyes, topu kullanma konusundaki becerisiyle fark yaratabilen bir oyuncu. Bu sebeple zaman zaman ön libero olarak kullanıldığını gördük. Ancak 4–3–3 sisteminin 6 numarası olmak, hele ki Fenerbahçe gibi saha içi organizasyonu henüz oturmamış bir takıma bir hafta önce katılmışsanız çok zor bir görev.

Diego Reyes. Fotoğraf : Eurosport

Bu kadar riskli bir tercih bana tamamen teknik sebeplerle yapılmış gibi gelmiyor. Perşembe günü imza atan Harun Tekin’in, iki gün sonra kendini kalede bulması da bir mesajdır bence…

Maça iyi başladı Fenerbahçe… Özellikle ilk 30 dakikada golle birlikte maçı koparabilecek pozisyonları da buldu. Oyun kabul edilebilir seviyedeydi. Hasan Ali Kaldırım’a verilen muazzam destek, Harun’un yaptığı kurtarışlar, keyif vericiydi.

Reyes tercihi ile alınan risk maçın senaryosunu belirleyen detaylardan biri oldu.

30. dakikadan sonra Kayserispor’un ilk baskıyı kırdığını ve Fenerbahçe’nin zaaflarını kullanarak oyunu ele geçirdiğini gördük… Defansın önünde ilk topları alan oyuncunun sırtı dönük pas aldığında yüzünü dönebilmesini, bazen kısa driblingler ile ileri taşıyabilmesini, topu aktardıktan sonra, ön alana yaklaşabilmesini beklersiniz. Reyes, akın kesip, topu en yakına aktarmak dışında, pozisyonun gerektirdiği hiçbir şeyi yapamadı ve bu normal. Bu durum iki blok arasındaki bağlantının kopmasına, Mehmet Ekici, Valbuena, Ayew gibi oyuncuların sürekli geri koşmasına ve fiziken en formda dönemlerini yaşamayan bu oyuncuların oyundan düşmesine sebep oldu. Açıkcası 30–45 arasını “ne zaman gol yiyeceğiz?” diye izledik ve devreyi gol yemeden bitirdiğimize sevindik.

Elif Elmas ve Mehmet Ekici ile Diego Reyes arasında büyük boşluklar oluştu. Bu bölgeye sızan Kayserispor’da Bernard Mensah çok etkili oldu.

Devre arasında hemen herkesin ortak düşüncesi, Diego Reyes’in kenara gelmesi ve Mehmet Topal’ın oyuna girmesi gerektiğiydi. Fakat Cocu başladığı 11 ile devam etmeyi tercih etti… Mehmet Topal, maçın gidişatı geri dönüşü olmayan bir noktaya gelmeden düşünülmedi. Tercihin tamamen saha içi sorunlarla ilgili olmadığını düşünmek için bir sebep daha.

Aslında teşhis doğruydu ama neşter zamansız vuruldu bana göre. Zira yeni transferlerin takıma katılmasıyla, orta saha kurgusu tamamen değişecek ve Kayserispor karşısında görev alan üçlüyü bir daha bir arada görmeyeceğiz.

2–1 öne geçmenin coşkusunu yaşayamadan 2–2'ye yakalanmak, derken moral bozan 3. gol… Bu dakikadan sonra kimsenin hoşuna gitmeyen değişiklikler izledik. Tüm forvetlerin (Ayew, Soldado, Slimani, Frey) anda sahada olması, orta sahayı tamamen pas geçen bir “dolur, boşalt” ile neticelendi. Kayserispor’un 10 kişi kalmasının da etkisiyle maçı çevirebilecek pozisyonlar bulundu aslında ama maç sonunda çoğunluğun eleştirisi, Cocu’nun yanlış değişiklikler yaptığı şeklindeydi.

Teknik direktörler bazen ana planla taban tabana zıt, “geçici” çözümlere başvururlar.

Ersun Yanal’ın da geriye düştüğü bazı maçlarda bir orta saha oyuncusunu kenara alarak, 4 forvet ile baskı kurmayı tercih ettiği maçlar olmuştu. Bursaspor deplasmanında, mucize son dakika golü ile sonuç almış, Kadıköy’deki Trabzonspor karşılaşmasında ise maç henüz 0–0 devam ederken aynı çözümü denemiş ve bu değişiklik, kurulan baskının düşmesine sebep olmuştu. (Değişikliğinin istediği sonucu vermediğini görünce, bir forveti çıkarmış ve merkeze takviye yapmıştı.)

Delilikle dahilik arasında gidip gelen denemelerin piri Christoph Daum’dur. 2003–04 şampiyonluğunu getiren hamlesi, Nobre transferinden sonra Serhat, PVH, Nobre, Tuncay ile kurguladığı 4–2–4'tur. Merkezde her açığı kapatan Marco Aurélio ve arkasındaki Ümit Özat ile oyunun zaman zaman 5–1–4'e döndüğü garip bir futbol oynuyordu Fenerbahçe ve sezonu şampiyonlukla bitirdi bildiğiniz gibi.

Bu futbol Daum’un kafasındaki ideal kurgu değildi hatta sezona da bu planla başlamamıştı ama elindeki forvetlerin, orta saha oyuncularından daha becerili olması ve kısa vadede sonuç alma gerekliliği katı bir pragmatizmle birleşerek sezon başı planından bambaşka bir oyun çıkarmıştı ortaya.

Ersun Yanal ve Christoph Daum örnekleri üzerinden, Phillip Cocu övgüsü devşirmeye çalışmıyorum. Anlatmak istediğim; bazen tamamen sonuç odaklı olarak, futbolun temel doğrularına ters denemeler yapabilirsiniz. Kar, zarar hesabı yapıp, risk almaya değer bulursunuz... Phillip Cocu tüm forvetlerini sahaya atarken, merkezi tamamen kaybedeceğini biliyordu muhakkak. Son 15–20 dakikada girilen 4–5 pozisyonu öngördü ve en az birinden gol çıkabileceğini düşünerek risk aldı.

Fenerbahçe’nin bulduğu pozisyonların gol beklentisi daha yüksek (xG:2,39–1,18)

Önemli olan ve asıl hedeflememiz gereken, bu tip geçici çözümlere 90+4'te bile tenezzül etmeyecek bir oyun kurgusuna ve uygulama iradesine sahip olmak. Çok çalışmak. Sabretmek.

İlk iki sezonunda şampiyonluğa ulaşan Daum, kafasındakileri ancak 3. senesinde sahaya yansıtabilmişti… Fenerbahçe o sezon, oyun olarak yakın tarihin en dominant sezonlarından birini geçirmesine rağmen ikinci oldu ve Daum ile yollar ayrıldı. Teknik direktörler üzerinde yarattığımız sonuç / oyun baskısının güzel bir örneği.

Şimdi herkesin dilinde, Cocu’nun yanına “ligimizi bilen” bir Türk yardımcı yerleştirilmesi fikri var. Bence en büyük ezberlerimizden biri bu. Ana fikri nedir? Cocu’nun ekibine katılacak yeni bir ismin tam olarak nasıl bir işlevi olacak?

Yanında iki Hollandalı yardımcısına ek olarak, Aykut Kocaman ile de çalışmış bir ekip var… Cocu, herhalde çalışmalarına başlarken Fenerbahçe’nin onlarca maçını izlemiş, rakiplerini analiz etmiş ya da ettirmiş ve neticesinde neyle karşı karşıya olduğuna dair bir fikir edinmiştir değil mi?

Geçen senenin analizi, kamplar ve maçların ardından, olan biteni hiç anlamadığını varsayıyorsak; neden kendisi ile devam ediyoruz?

Şunu mu hayal ediyoruz;

Yeni yardımcı : “Türkiye ligi, topa baskının yüksek olduğu sert bir lig. Biz de topa baskı yapmalı ve sert olmalıyız. Rakiplerimiz bize karşı kapanarak oynayacaklar. Bu ligin anahtarı, önde baskı.”

Phillip Cocu : “Hay yaşa!”

Bu kadar basit mi?

Sanal bir gerçeklikten bahsedelim; Cocu PSV’den ayrılmadı ve bir şekilde Kayserispor ile oynuyor… “Kayserispor PSV’yi yenerdi” diyebilen var mı? Eğer hakikaten ülkemizde oynanan futbola karşı panzehir üretmek bu kadar zor olsaydı, Avrupa kupalarında mücadele eden takımlarımızın istikrarlı başarılar elde etmesi gerekmez miydi?

Benzer argümanlarla Comolli de tartışılıyor… Evet, sportif direktörümüzün de ülkemizin gerçeklerini öğrenmesi gerekiyor. Teknik direktör seçerken, transfer yaparken, alt yapıyı organize ederken, izleme ekibini kurup, yönlendirirken, iletişim dilini oluştururken İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da çalışıyor gibi davranamaz.

Damien Comolli & Phillip Cocu — Fotoğraf: Fanatik Gazetesi

Kritik soru ve karar şu; Dünyalı insanları göreve getirip, bizleri tanıması için fırsat, zaman mı vereceğiz yoksa kolaya kaçarak yerelde sıkışıp kalacak mıyız?

Soruyu başka şekilde soralım; Gerçekten değişim istiyor muyuz yoksa son model bir Aziz Yıldırım ya da Fenerbahçeli Fatih Terim – Albayrak modeli peşinde miyiz?

Buraya kadar isimlerden çok bir modeli tartıştığımın farkındasınızdır. İsimlere gelecek olursak;

Gerek Phillip Cocu’nun, gerekse Damien Comolli’nin başarılı olabilmeleri için teknik yeterlilikleri dışında, çabuk öğrenen, esneyebilen, ikili ilişkileri güçlü, ikna kabiliyetleri yüksek, motivasyonu ve iradesi kuvvetli insanlar olması gerekiyor. Kimse onlara dikensiz gül bahçesi vadetmedi. Kendilerinden beklenenen işin zorluğunun farkında olmalılar. Fenerbahçe yönetimi profesyonellerine belli bir konfor alanı sağlarken, onlar da arzulanan gelişimi gösterebilmeliler.

Kendi adıma, henüz izleme aşamasındayım. Modelin doğruluğu dışında, isimler özelinde önyargılarım ya da vardığım sonuçlar yok.

Damien Comolli ve Ali Koç, bir seneye yakın süredir birlikte çalışıyorlar. Cocu bir takım analiz ve incelemeler sonucunda tercih edildi. Her ikisi de teknik direktörümüz ile her gün görüşüyor, fikir veriyor, sorular soruyor, cevap alıyor. Dolayısıyla performans değerlendirmesini yapacak olan da onlar.

Bir noktada Ali Koç’un; “Comolli ile başarısızlığa da var mıyım?”, “Cocu ile sezonu kaybetmeye hazır mıyım?”, “Bu ekiple gelecekten umutlu muyum?” gibi soruları sorması ve samimi yanıtları araması gerekecek…

Bazı kararlar alınacak (olumlu / olumsuz) ve o an geldiğinde söz konusu kararların, çaresizlikle, kamuoyu baskısıyla ya da genetik kodlarımızla değil akılla, objektif değerlendirmelerle, sonrasını da düşünerek alınmasını dilerim…

Samimice söyleyebileceğim tek şey şu; Ben Ali Koç ve ekibiyle başarısızlığa da varım. Hatalar olabilir, olacaktır… Son derece normal. Her hatadan dersler çıkaracaklarına, doğruyu bulacaklarına ve Fenerbahçe’yi hayalini kurduğumuz seviyelere taşıyacaklarına inanıyorum.

--

--