Stalin Dönemi Türk-Rus İlişkileri

SirMuschiChester
realpolitik
Published in
16 min readSep 29, 2019

1. BOLŞEVİK İHTİLALİ ÖNCESİ VE SONRASI TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ

19. yüzyılda Rusya ile Osmanlı arasında gerçekleşen 93 Harbi Osmanlı Devleti’ne itibar kaybettirdiği gibi büyük göç dalgasına da sebebiyet vermiştir. Savaş Osmanlı Devleti için tam bir faciadır. Savaşın çıkış sebebi: II. Abdülhamid, Tersane Konferansı’nın toplandığı gün meşrutiyeti ilan etti. Osmanlı Devleti, Hristiyanlara hak tanıyarak bu konferansın seyrini değiştirmeyi ummuştu ama olaylar Osmanlı Devleti’nin düşündüğü gibi gelişmedi. Konferans sonunda; Karadağ ve Sırbistan bağımsızlık, Bosna-Hersek ve Bulgaristan için özerklik talep edildi. Osmanlı Devleti bu talepleri kabul etmedi. Rusya’nın da beklediği buydu. 1877–78 Rus Savaşı olarak da bilinen 93 Harbi Balkanlarda ve Kafkaslarda kanlı çarpışmalara sahne oldu. Savaş sonrasında Rusya’ya büyük bir avantaj sağlayan Ayestefanos Antlaşması imzalandı. Ancak bu antlaşma Rusya’ya çok fazla avantaj sağlıyordu ve Batı buna karşı çıktı. Daha sonra da 13 Temmuz 1878’de Berlin Antlaşmasıyla savaş sona ermiştir.

20. yüzyılda, Birinci Dünya Savaşında Ruslar ve Türkler savaş halindeydi. Sosyalist Devrim’in Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında çok büyük bir payı vardır. Öyle ki Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’na en büyük desteği Sovyet Rusya vermiştir. Bunun sebebi dönemin konjonktüründe ortak düşman algısıdır yani düşmanımın düşmanı dostumdur. Aynı zamanda Sovyetlerin Türkiye’yi desteklemesinin bir diğer sebebi de I. Dünya Savaşından çekilen Avrupa’yı savaşta yalnız bırakan Sovyet Rusya’nın yalnız kalmasıdır.

1.1. BOLŞEVİK İHTİLALİ ÖNCESİ TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ

Osmanlı Devleti 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması’ndan sonra Rusya tehdidi altına girmeye başlamıştır. 18. yüzyıl içinde Osmanlı Devleti Rusya ve Avusturya ile yaptığı savaşlarda başka bir devletin desteğini aramamıştır. Fakat 19. yüzyıla gelindiğinde zayıflayan Osmanlı Devleti başka bir devletin desteğini aramaya başlamıştır; bu devlet de İngiltere’dir. İngiltere’nin bağımsız Osmanlı toprak bütünlüğünün desteklemesinin sebebi; 7 Yıl Savaşları ile Hindistan’ı Fransa’dan almıştır. Hindistan zamanla İngiltere için ekonomik açıdan önemli bir hale gelmiştir. İngiltere’nin bu sömürgesi ile bağlantısı Mısır, Akdeniz ve Cebelitarık Boğazından (İmparatorluk Yolu) geçmekteydi.[1] Rusya’nın Osmanlı Devleti’ni yıkmak ve Boğazlara yerleşmek istemesi İngiltere’nin politikalarına tersti ve İngiltere için zarar vericiydi. Çünkü Karadeniz kıyılarına iyice yerleşen Rusya Akdeniz’e inecek olursa İmparatorluk Yoluna zarar verebilirdi.[2] Bundan dolayı İngiltere Osmanlı toprak bütünlüğünü koruyucu bir politika izlemeye başlamıştır.

1798 yılında gerçekleşen Napolyon’un Mısır işgali hem Rusya’yı hem de İngiltere’yi telaşlandırdı. Rusya’nın telaşlanmasının sebebi: Boğazları kontrol etmek isteyen Rusya, güçlü bir Fransa’dansa güçsüz bir Osmanlı Devleti’ni tercih eder. İngiltere’nin telaşlanmasının sebebi ise: Fransa’nın Mısır işgali İngiltere’nin Hindistan ile bağlantısını kesiyordu. 93 Harbi’ne kadar İngiltere Osmanlı Devleti’ni desteklemeye devam etti ama 93 Harbi’nden sonra Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya mahkûm olduğunu anladı ve politikasını o yönde değiştirdi. Bu yönde İngiltere iki politika izlemiştir:

· Osmanlı Devleti üzerindeki kendisine bağlı Ermenileri kışkırtmak.[3]

· Osmanlı’nın bazı stratejik noktalarına yerleşmek.[4]

19. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti Almanlardan destek almaya başlamıştır. II. Abdülhamid yüzünü Almanya’ya dönerek Rus tehdidine İngiltere ve Fransa’nın desteği olmadan karşı koymaya çalışıyordu.[5] Almanya ile iyi ilişkiler II. Abdülhamid’in Panislamizm Politikasına da uygundu, çünkü Rusya, Fransa ve İngiltere’nin aksine Almanya Müslüman toprakları sömürgeleştirmemişti. Almanlar Müslümanlar tarafından emperyalist güç olarak görünmüyorlardı.[6] II. Abdülhamid’i devirip iktidarı eline alan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ de Alman İmparatorluğu ile yakın ilişkiler içinde olmuştur.

Nitekim I. Dünya Harbine Almanların yanında girilmiştir. Almanların, Osmanlı’yı yanlarında istemelerinin nedenleri:

· Padişah’ın cihat yetkisini kullanarak İngiltere ve Fransa’nın Müslüman sömürgelerindeki halkı galeyana getirmek istemesi.

· Savaşı daha geniş cephelere yaymak istemesi.

· Rusya ile İtilaf Devletlerinin bağlantısını kesmek istemesi.

Savaş İttihat ve Terakki’nin tahmin ettiği yönde ilerlememiştir ve İtilaf Devletleri savaşı kazanmıştır. Savaş sonunda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve Rus Çarlığı yıkılmıştır. İtilaf Devletlerinin tarafında olan Rus Çarlığı savaş devam ederken 1917’de Bolşeviklerin ülke içinde devrim gerçekleştirmesi ile yıkılmıştır. Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur, daha sonra adı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olacaktır.

  1. 2. BOLŞEVİK İHTİLALİ SONRASI TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ

Bolşevik İhtilalinden önce Çarlık Rusya ve Osmanlı hükümeti I. Dünya Savaşı içinde savaş halindeydi. Bolşevik İhtilalinden sonra değişen Türk-Rus ilişkilerinin ana sebebi iki devletin uluslararası alanda yalnızlaşması ve Sovyet Rusya’nın izlediği kapitalizm ve emperyalizm karşıtı politikalardır. Nitekim 3 Mart 1918 günü Brest-Litovsk Barış Antlaşması imzalanmış ve Türk-Rus sınırı 1877–78 savaşı öncesi olarak belirlenmiştir.[7]

Brest-Litovsk Barış Antlaşmasından sonraki dönem de TBMM hükümeti Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile ilgilenirken, SSCB tarafında ise iç çatışmalar ve savaştan çekildiği için İtilaf Devletleri ile yaşadığı sorunlar gündeminde olmuştur. 1921 yılında imzalanan Moskova Antlaşması ile iki ülke arasındaki barış ve dostluk ortamı oluşmaya başlamıştır, Sovyet Rusya TBMM’nin Misak-ı Milli sınırlarını resmen tanımıştır ve Türk-Sovyet sınırı kesin olarak belirlenmiştir.[8] Bu dönemi Stalin şu sözler ile açıklamıştır;

“ Türkiye’nin ve diğer Doğu ülkelerinin eskiden korkulu rüyaları olan Rusya ile ilişkilerindeki esaslı düzelme, bugün artık Lord Curzon gibi zorlu politikacının bile yadsıyamayacağı bir olgudur. “[9]

Lozan’dan önce Venedik’te toplanılacağını sanılan konferansla[10] ilgili olarak Sovyet Hükümeti bir nota yayınlayarak “ 1914 harbinden sonra Boğazlar konusunda geçerli yegâne milletlerarası vesika, 1921'de Moskova’da akdedilen Rus-Türk anlaşmasıdır. “[11] Bu demektir ki Rusya toplanacak konferansta Boğazlar ve Karadeniz konusunda 1921 Moskova Antlaşmasından dolayı İtilaf Devletlerindense; Rusya, Türkiye, Gürcistan ve Ukrayna devletlerinin öncelikli hakları olduğunu düşünmektedir.[12] Mamafih Rusya Türkiye’nin Boğazlar konusunda Batı ile antlaşmasındansa tekrar savaşa girmesini de destekler niteliktedir ayrıca Boğazların salt Türkiye hâkimiyetine girmesine sıcak bakar çünkü dönem itibariyle Rusya ve Türkiye iyi ilişkiler içindeydi ve Rusya kendi yanındaki bir devletin boğazları kontrol etmesini destekler. Fakat Boğazlar konusunda Türkiye Sovyetler yerine batının yanında yer almıştır.[13]

Sovyetler Birliği Lozan’da Türkiye ile beraber iş birliği içinde olmak isterken konferansa kendisinin davet edilmemesine çok içerlemiştir.[14] Rusya konferansı Yakındoğu meselesi olarak görürken Türkiye konferansı savaş halindeki devletlerle barışı sağlamak olarak görmüştür bu mesele Türkiye ve Sovyetler arasında ufak pürüz yaratmıştır. Ama nitekim Türkiye’nin girişimleriyle Sovyet Rusya Lozan Görüşmelerinin Boğazlar konusunun görüşüldüğü konferansa katılmıştır.

1923 yılına geldiğimizde Sovyet lideri Vladimir Lenin rahatsızlanmaya başlamış ve 21 Ocak 1924 günü ölmüştür. Stalin, Lenin’in ölümünden sonra bir takım siyasi manevralar yapmıştır. Kafasındaki dış politika stratejilerini Sovyetler Birliği’nin politikası haline getirmek için uğraşmıştır. İlk yıllarda izlediği politikalar Batı ile siyasi ilişkiler kurmak ve Avrupa’da barışın korunması desteklemek.”[15]

2. İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEM VE II. DÜNYA SAVAŞI

Cumhuriyet’in ilanından sonra Sovyetler ve Türkiye 1925 yılında Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma Türkiye’nin uzun yıllar dış politikasında etkili olacaktır. İki savaş arası dönemde Türkiye ve SSCB ilişkileri iyi şekilde ilerlemiştir. 1927’de yılında gönderilecekler mallarla ilgili bir transit geçiş antlaşması imzalamışlardır. 1927 yılında Atatürk, Sovyet ihtilalinin onuncu yılını kutlamıştır. Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne SSCB’nin bilgisi ve izni dâhilinde girmiştir. Stalin 1927 yılında rakiplerini alt ederek SSCB’de üçlü yönetimi sonlandırmıştır, ülkenin tek hâkimi olmuştur. Stalin’in dış politika yaklaşımı sürekli şüphe ve Sovyetlere karşı oluşacak ittifakı önleme üzerine kuruluydu. Bundan ötürü Kellogg Paktı’na olumlu bakan Sovyetler, paktın Doğu Avrupa’da daha çabuk uygulanması için 9 Şubat 1929’da Moskova’da Polonya, Romanya, Letonya ve Estonya arasında Litvinof Protokolü imzalanmıştır. Sovyetler, Türkiye’nin de bu protokole katılmasını istediklerini Tevfik Rüştü Aras’a bildirmişlerdir. Türk Hükümeti bu protokole olumlu yaklaşmıştır ve TBMM’nin 1 Nisan 1929’da kabul etmesiyle Türkiye’de bu protokole katılmıştır.[16] Türkiye revizyonist cephede artan hareketlilik ve yaklaşan İkinci Dünya Savaşını öngörerek Lozan Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesini istemiştir. Sovyetler Birliği Türkiye’nin bu talebini desteklemiştir, çünkü LBS’den memnun değildir. Türkiye’nin bu çağrısına LBS’yi imzalayan devletler olumlu yanıt vermişlerdir. 22 Temmuz 1936 yılında Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır. 23 Ağustos 1939’da Sovyetler ile Almanlar arasında imzalanan Saldırmazlık Paktı Türkiye ve Avrupa’yı tedirgin etmiştir. Almanlar, Sovyetlere saldırana kadar Sovyetler Türkiye’yi geri plana atmışlardır. Savaş sonunda Türkiye ve Sovyet ilişkileri eskisi gibi olmamıştır.

2.1. TÜRKİYE-SSCB İLİŞKİLERİNDE DOSTLUK DÖNEMİ

Lozan’ın imzalanmasından sonra Türkiye revizyonist politikasını terk etmiş ve statükocu politikayı izlemeye başlamıştır. Türkiye 1930'lu yıllara kadar Lozan’da çözülemeyen sorunlarla uğraşmıştır bunlardan en önemlisi İngiltere ile arasındaki Musul sorunudur. Musul sorunu ile Türkiye’nin Batıda yalnız başına kalması Türkiye’yi yine Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya itmiştir, Türkiye Sovyetlerden Musul konusunda yardım istemiştir ama Sovyetlerin yapabileceği pek bir şey olmamıştır çünkü o sırada İngilizler Musul’u işgal etmiştir.[17]

Türkiye ve Sovyet Rusya arasında imzalanan 1925 Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması iki ülke arasında Lozan’dan sonra ki en önemli ilişki olmuştur. Bu dönem de Ruslar İngilizlerin Musul faaliyetlerinden rahatsız olmuş Türkiye ve İran ile Saldırmazlık ve Tarafsızlık Antlaşması imzalamıştır, ayrıca Locarno Antlaşması da Rusları tedirgin etmiştir. 1925 Antlaşmasında dikkat çeken ilk husus teklifin Rusya’dan gelmesidir. Ruslar bir antlaşma söz konusu olduğunda teklifin karşı taraftan gelmesini istemiştir veya teklif karşı taraftan gelmiş gibi göstermiştir. Bu antlaşma bunun istisnasıdır.[18] Antlaşma Paris’te imzalanarak Batıya da güven mesajı verilmeye çalışılmıştır. 1925 Antlaşması 20 yıl yürürlükte kalmıştır ve bu süreçte Türkiye’nin dış politikasında temel yapı taşlarından biri haline gelmiştir.[19]

1927 yılına gelindiğinde taraflar arasında Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile taraflar üçüncü bir devlete gönderilecek malların kendi ülkelerinden transit geçmesini kabul ettiler. Türkiye’nin Sovyet Rusya ihracatına yıllık değer sınırlaması getirildi. İki ülke arasındaki ticaret bu antlaşma ile üç yıl içinde iki kat artmıştır. Fakat antlaşma iki devlet sorunlarını tamamen ortadan kaldırmaktan uzaktı. İki devletin ekonomik sorunlarını çözümleyemedi ve zaman zaman taraflar bu antlaşmadan menfaatleri doğrultusunda faydalanmak istedi antlaşma ayrıca zaman zaman göz ardı da edilmiştir.[20]

Türkiye’nin Lozan’daki sorunlarını çözmesi Batılı devletlerle yakınlaşmaya başlaması olası bir Milletler Cemiyeti üyeliği Sovyetler Birliğinde endişeye sebep olmuştur. Türkiye Batı ile yakınlaşmaya çalışırken İtalya ile 30 Mayıs 1928'de Tarafsızlık ve Uzlaşma Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşma ile Mussoli’nin yayılma politikası engellenmek istenmektedir. Türkiye’nin Batı ile iyi ilişkileri arttıkça Sovyetlerinde Türkiye’ye karşı olumsuz bakış açısı paralel olarak artmıştır.[21] Sovyetler Fransa ile imzalanan antlaşmada da aynı tutumu sergilemiştir. Sovyetler Türkiye Avrupa sermayesine yenik düştü demiştir. Oysaki bu antlaşma Türkiye ekonomisini rahatlatacaktır.[22]

25 Nisan 1932'de İsmet İnönü Moskova’ya gitmiştir. İsmet Paşanın Moskova ziyareti ilk defa en üst düzeyde ve en büyük heyetle gerçekleşmesinden dolayı önemlidir ve bu ziyaret Türkiye’nin Milletler Cemiyetine katıldığı sene gerçekleşmiştir. İkili görüşmelerde şu konular ele alındı;

“Kültürel iş birliğinin arttırılması, Uluslararası alanda iş birliğinin sürdürülmesi (Türkiye özellikle Balkanlarda izlediği politika üzerine bilgi verdi ve MC’ ye üye olma isteğini SSCB’ye kabul ettirdi), farklı politik sistemlerin varlığının iş birliğine engel olmaması, SSCB’nin Türkiye’ye kredi vermesi (8.000.000 dolar, faizsiz, 20 yıl içerisinde tarım ürünleriyle ödemeli, kurulacak fabrikalara teknoloji ve uzman yardımı koşullarını içeren).[23]

Türkiye revizyonist cephedeki artan hareketlilik karşında birtakım önlemler almak istemiştir. 9 Şubat 1934'te Atina’da imzalanan Balkan Antantı tam da bunun içindir. Türkiye bu Antantın liderliğini üstlenmiştir. Sovyetler Birliği Türkiye’nin Balkan Antantı üyeliğine sıcak bakmamış ve bu tarihlerde ufak çaplı bir soğukluk dönemi yaşanmıştır.[24] Balkan Antantındaki devletler uzun bir süre uluslararası sorunlara birlikte tepki verdiler ancak II. Dünya Savaşı karşısında paktın yetersiz sistemi ikili antlaşmalar yoluna gitmelerini sağladı,[25] Yugoslavya’nın Bulgaristan ile antlaşma yapması bunun en belirgin özelliğidir. Nitekim Antant kısa ömürlü olmuş ve dağılmıştır.

Sovyetler Birliği’nin Milletler Cemiyeti üyeliği ikili ilişkileri daha çok yakınlaştırmıştır ve Balkan Antantındaki soğuk hava dağılmıştır. Sovyetlerin Milletler Cemiyetine üye olmasına Tevfik Rüştü Aras şunu söylemiştir; “ Büyük komşumuz ve dostumuz Sovyet Rusya’sının da biraz sonra Milletler Cemiyeti’ne girmesi hareketimizdeki isabeti gösterdi. Zaten buraya onunla anlaşarak girmiştik “ diyerek zaten Sovyetlerin bilgisi dâhilinde MC’ye girdiğimizi söylemiştir.[26] Sovyetlerin ve Türkiye’nin Milletler Cemiyeti üyeliği revizyonist cepheye duyulan tepki ve şüphe yüzündendir.

Türkiye II. Dünya Savaşına giden süreçte Boğazları tamamen kendi kontrolü üzerine almak istedi. Türk Dışişleri 11 Nisan 1936 günü, Lozan Boğazlar Sözleşmesini imzalayan devletlere bir nota vererek Boğazların Türkiye’nin güvenliği açısından sözleşmenin gözden geçirilmesini ve Boğazlarda askeri güvenlik önlemi almasına izin verilmesini istemiştir. Sovyetler bu notaya 16 Nisan 1936'da olumlu yanıt vermişlerdir. Türkiye Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesini “Rebus sic Stantibus” prensibine dayandırmıştır.[27]

Sovyetlerin LBS’nin değişmesini istemesinin sebeplerinden biri de SSCB LBS’ye getirilen düzenlemelerden çok da memnun değildi bu sayede Montrö’de bazı değişiklikler yaptırabileceğini düşünüyordu.[28] Sovyetler aynı zamanda Boğazların Sovyet silahlarıyla da donatılmasını istemiştir fakat bu öneri kabul edilmemiştir. Sonuç olarak 22 Temmuz 1936'da Montrö Sözleşmesi imzalanmıştır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlarda egemenliği sağlanan Türkiye artık revizyonist ve anti-revizyonist grupların dostluğuna gerek duyduğu bir ülke olmuştur.[29] MBS, LBS’den farklı olarak, geçiş rejiminin uygulanacağı durumları 4'e (savaş tehlikesi, barış zamanı, diğerleri savaştayken Türkiye’nin savaşta olmaması, Türkiye’nin savaşta olması) ayırmıştır. Boğazlardan geçecek gemileri ise 2'e (ticari gemiler ve savaş gemileri) ayırmıştır. Boğazlardan gemilerini geçirebilecek olanları ise 2 ana kategoriye (Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler ve Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkeler.) ayırmıştır.[30]

2.2. SAVAŞ VE GÜVENSİZLİK DÖNEMİ

İtalya’nın Milletler Cemiyeti sistemini ihlal ederek Habeşistan’a saldırması Türkiye’yi Doğulu devletlerle bir pakt kurmaya itmiştir.[31] Sadabad Paktı 8 Temmuz 1937'de Türkiye, İran, Afganistan ve Irak’ın imzalamasıyla kurulmuş saldırmazlık ve dostluk antlaşmasıydı. İran ve Türkiye arasındaki sınır sorunun çözülmesi, Irak ve İran arasındaki sınır sorununun çözülmesi, Türkiye, Irak ve İran arasındaki Kürt aşiretlerinin isyanları sorunun çözülmesi ile bu çözümlerin kalıcı hale getirilmesinin ve yaklaşan 2.Dünya Savaşı öncesinde Türkiye’nin Balkan Antantına benzer doğuda da bir güvenlik koridoru oluşturmak istemesinden dolayı kurulmuş bir pakttır. Sovyetlerle olan iyi ilişkilerinden dolayı Türkiye kuzey cepheye çok fazla önem vermemiştir.[32]

1937 yılındaki bir diğer önemli gelişme Nyon Konferansıdır. İtalyan denizaltılarının kimliklerini gizleyerek Akdeniz’deki gemilere saldırması Akdeniz’de güvenlik sorunlarına sebep olmuştur. Akdeniz’deki olayların devletlerin siyasi çıkarlarının yanında ekonomik çıkarlarını da etkileyecek duruma gelmesi ile uluslararası sisteme hâkim devletler statükonun korunması için çalışmalara başlamıştır.[33] İngiltere ve Fransa’nın Akdeniz’in güvenliği konusunda Türkiye’yi aktif iş birliğine davet etmesi Türk dış politikasında bir dönüm noktası teşkil eder.[34] Nitekim İsviçre’nin Nyon kentinde bir konferans toplanmasına karar verilmiştir. Konferansa Türkiye ve Sovyetler Birliği de katılmış ve antlaşmalara taraf olmuşlardır. Nyon Konferansı’nda Türkiye ve Sovyetler Birliği’nin hala ortak hareket edebildiği gözlemlenmiştir. Türkiye ve Sovyetlerin Nyon Konferansı’nda ortak hareket etmeleri dostluktan çok menfaat icabıdır.[35]

1938 yılında Türkiye açısından en üzücü gelişme Atatürk’ün ölmesidir. Atatürk’ün ölmesi Sovyet politikamızın değişmesine yol açmamıştır. Nitekim Türk diplomatları Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözüne bağlı kalan bir dış politika izlemeye çalışmışlardır.

Hitler’in dikta ve korku politikası İngiltere ve Fransa kadar Rusya’yı da rahatsız ediyordu ve Almanya’nın durdurulması gerektiğini düşünüyordu. Bu nedenle bu 3 devlet müttefik görünümdeydiler. Fakat İngiltere’nin yürüttüğü yatıştırma politikası Stalin’i huzursuz etmiştir.[36] Stalin bu tereddüdünü 10 Mart 1939 günü 18.ci Komünist Parti Kongresinde şu konuşma ile açıklamıştır;

“Müdahale etmemek politikası, saldırıya göz yummak, savaşı başıboş bırakmak demektir. Müdahale etmemek, saldırganların iğrenç faaliyetlerini sürdürmelerini ve mesela Almanya’nın Avrupa işlerine karışmasını, Sovyetler Birliği ile bir savaşa girişmesini ve böylece bütün savaşanlar zayıflayıp güçsüz kalınca, taze kuvvetlerle sahneye çıkarak, barış uğruna görünüşü altında, kendi arzularını dikte etmeleri ümit temennisini ifade etmektir… Fransa ve İngiltere, Avusturya ve Çekoslovakya’yı feda ederek, Almanları gittikçe doğuya doğru itmekte, ona kolay bir av vaat ederek, Bolşeviklerle bir savaş başlatın diğer her şey kendiliğinden halledilecektir, demektedirler. Bu adeta bir teşvike benzemektedir. “[37] 15 Martta Almanya Çekoslovakya’yı işgal etmiştir. 17 Martta Chamberlain Birmingham’da bir konuşma yapmıştır, bu konuşmadan sonra Chamberlain’in Hitler’den ümidini kesmeye başladığı düşünülmektedir.[38]

1939 yılında İtalya’nın Arnavutluk’a saldırması Türkiye’yi tedirgin etti. İtalya’nın bu saldırısı üzerine İngiltere ve Fransa Yunanistan ve Romanya’ya garanti verdiler. Aynı garantinin Türkiye’ye de verilebileceğinin söylenmesi üzerine Türkiye müzakerelere hemen başladı. [39] 12 Mayıs 1939'da Türk-İngiliz Deklarasyonu imzalanmıştır. Daha sonra Hatay’ın Türkiye’ye katılması ile 23 Haziran 1939'da Türk-İngiliz-Fransız Deklarasyonu ilan edilmiştir. Sovyetler Türk-İngiliz Deklarasyonunu olumlu karşılamıştır.[40] Türkiye her ne kadar Batı ile ittifak içerisinde gözükse de. Almanlar ile bir anda kestirip atamayacak bir ilişkileri vardı. 1938 yılında Almanya ve Türkiye arasında 150 milyonluk kredi antlaşması imzalanmıştı yani Almanya Türkiye’deki ekonomik nüfuzunu arttırmaya başladı.[41]

23 Ağustos 1939'da Almanya ve SSCB Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktını imzalamışlardır. Batıda bu antlaşma şok etkisi yaratmıştır. Bu antlaşmanın imzalanmasının sebebi Stalin’e göre Almanya tehlikelidir ama Batıda en az onun kadar tehlikelidir.[42] Bu Saldırmazlık Paktı Türk-Sovyet ilişkileri açısından çok önemli bir gelişmeydi. Türkiye Sovyetler Birliği’nin de Almanya’ya karşı İngiltere ve Fransa ile anlaşacağını düşünüyordu. Fakat Sovyetler Birliği Almanya ile anlaşınca Türkiye, İngiltere ve Fransa bağlılığında kalmakla Sovyetler Birliği ile ilişkilerine devam etmek arasında çok zor bir seçim yapmak zorunda kaldı. Türkiye o güne kadar İngiltere ve Fransa yakınlaşmasını Sovyet dostluğuyla bağdaştırmaya çalışıyordu.[43]

25 Eylül 1939'da Saraçoğlu Moskova’ya gitmiştir. Türk Heyetini Moskova’daki amacı Batı ile Sovyetler arasında köprü görevi görerek bir antlaşma sağlayabileceği inancıdır. Sovyet Hükümeti ise Türkiye’den Montrö’de değişiklik, İngiltere ve Fransa ittifak müzakerelerinin istişareye çevrilmesi gibi Türk Hükümeti tarafından gerçekleştirilmesi çok zor olan talepleri olmuştur. Değişen savaş atmosferinde hızla ilerleyen Almanya’ya karşı Sovyetler önceliği Almanya’ya vererek Saraçoğlu’nu Moskova’da oyalama taktiği izlemiştir.[44]

Barbarossa Harekâtına kadar Sovyetler Birliğinin Türkiye ile ilişkileri Almanya’nın Sovyet etkisi doğrultusunda ilerlemiştir. Barbarossa Harekâtından sonra Sovyetler Türkiye ile ilişkilerini düzeltmeye çalışmıştır, fakat Sovyetlerin Almanya ile Türkiye hakkındaki pazarlık yapması ortaya çıkınca Türkiye-Sovyet ilişkileri daha da gerginleşmiştir. Sovyetler ile İngiltere Montrö Sözleşmesi ve Türkiye’nin toprak bütünlüğüne bağlı olduklarını söyleyen nota verdiler. Ancak tüm bunlar bile Sovyet-Türk ilişkilerinin yumuşamasını sağlamamıştır, 1939'daki Saraçoğlu Moskova ziyareti ve Sovyet talepleri hala ilişkileri etkilemektedir.[45] Nitekim savaşın Sovyetlerin galibiyetine doğru ilerlemesiyle Türkiye korkularının yersiz olmadığını anlamıştır. Çünkü Sovyetlerin galibiyetinden sonra Avrupa’nın Sovyetleri durduramayacağı endişesi baş göstermiştir. Sovyetler Birliği 1943 yılında artık Alman saldırısını durduğu sırada Türkiye’nin savaşa girmesine ihtiyacı yoktu ama 19 Ekim 1943'te Sovyetler bunu talep etmiştir. Bu Türk cephesinde endişelere neden olmuştur çünkü Türkiye’nin savaşa girmesi 1941 ve 1943'teki kadar önemli değildir. Sovyetlerin bu talebi savaş için değil savaştan sonrası içindir.

Tahran’da bir araya gelen Stalin, Roosevelt ve Churchill Türkiye’nin savaşa girmesi gerektiği üzerinde konuştular. Stalin teklifin ABD ve İngiltere’den gitmesi gerektiğini düşünüyordu çünkü ona göre Türkiye ABD ve İngiltere’nin müttefikiydi. Tahran Konferansında üç devlet Türkiye’nin 15 Şubat 1944'e kadar Almanya’ya savaş ilan etmesini istemişlerdir. Tahran’dan sonra ABD, Türkiye ve İngiltere’nin katılımıyla toplanan 2.Kahire Konferansında Roosevelt İnönü’ye savaş sonrasındaki Birleşmiş Milletler yapılanması hakkında bilgi verdi bunun için Türkiye’nin Almanya’ya savaş ilan etmesi gerektiğini söylemiştir.[46] Nitekim Türkiye 23 Şubat 1945'te kâğıt üzerinde savaş ilan etmiştir.

3. II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Stalin Avrupa’da barış politikasını terk etmiştir. Savaş sonrasında SSCB ve ABD iki süper güç haline gelmiştir. Türkiye ve SSCB ilişkileri Cumhuriyet’in Kuruluş Döneminden bir hayli uzaktır. Savaş sonrasında Stalin’in toprak ve boğazlarda üs talepleri olmuştur. Şüphesiz bu talepler Türkiye’nin kabul edebileceği talepler değildir. Türkiye’nin Cumhuriyet’in kuruluşundan beri dış politikasına yön veren Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması feshedilmiştir. SSCB’nin talepleri Türkiye’yi ABD ve Batı Bloğuna itmiştir. Marshall Planı ile ABD’nin radarına giren Türkiye bundan sonra blok politikası izlemeye başlayacaktır. 1964 Johnson mektubuna kadar Türkiye’nin ABD’den şüphesi olmamıştır. Johnson açıkça tehdit ettiği mektubunda olası Kıbrıs Harekatı’nda ABD ile yaptığımız antlaşmadan dolayı silahlarının kullanılamayacağını söylemiştir. Bu tarihten sonra Türkiye yerli silah üretimine başlamıştır. Türkiye Johnson mektubundan sonra ABD’ye karşı eskisi şekilde salt destekler şekilde politika izlememiştir. Dönem dönem SSCB ile yakınlaşılmıştır. Fakat bu da ABD ile ilişkilerimiz bağlamında olmuştur.

Soğuk Savaş Dönemi iki süper gücün birbirlerine üstünlük kurma mücadelesi içinde geçmiştir. Dünya iki süper gücün üstünlük kurma mücadelesi yüzünden yok olma tehlikesiyle karşı kaşıya kalmıştır. Nükleer silahlanmanın bu denli hızlı artması ve iki devletin karşı karşıya gelmesi bir yumuşama dönemine girilmesine sebep olmuştur. Soğuk Savaş süresinde iki süper güç karşılıklı sıcak çatışmaya girmese de Vietnam ve Kore’de dolaylı olarak savaşmışlardır. ABD, Vietnam’da 58.175 askerini kaybetmiştir. İki devletin güç mücadelesi dünya dışına taşmıştır. SSCB uzaya ilk insanı gönderen devlet olmuştur. Ardından ABD aya ilk insanı göndermiştir. Eskiden büyük devlet olmanın şartı sömürgeye sahip olmak iken günümüzde büyük devlet olmanın şartı uzaya çıkabilmektir. 1980’lerden sonra SSCB çözülme sürecine girmiştir. Gorbaçov’un Glasnost ve Perestroyka politikaları da SSCB’nin çözülmesini engelleyememiştir ve SSCB’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş Döneminin sonuna gelinmiştir.

3.1. SOVYET TEHDİDİ VE DEĞİŞEN DÜZEN

Türkiye savaş boyunca Sovyet ordusunun veya Alman ordusunun Türkiye’ye girmesine engel olmuştur ama bu da politik olarak biraz yalnızlaşmamıza sebebiyet vermiştir. Türkiye, SSCB karşısında uluslararası alanda yalnız kaldığını düşünecektir.

1945 yılında 1925 Türk-Sovyet Antlaşması feshedildi. Molotov 7 Haziran 1945'te yeni bir antlaşmanın imzalanması için gereken Sovyet taleplerini sıraladı;

1. 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’nın çizdiği Türk-Sovyet sınırının, Sovyetler Birliği lehine değiştirilmesi. Kars ve Ardahan’ın Sovyetler Birliği’ne verilmesi;

2. Boğazların savunmasında Sovyetler Birliği’nin de ortak olması. Bunun için Boğazlarda

Sovyetlere deniz ve kara üslerinin verilmesi.;

3. Montreux Sözleşmesi’nin belirlemiş olduğu Boğazlar rejiminin değiştirilmesi. Bunun yerine

Türkiye ve Sovyetler Birliği arasında yeni bir ikili antlaşmanın imzalanmasıydı.[47]

Bu maddeler Ankara’nın kabul edeceği maddeler değildi. Türkiye SSCB’nin bu taleplerini İnönü’nün “Türk topraklarını ya da Türkiye’nin haklarını hiç kimseye devretme yükümlülüğümüz yoktur (…) Onurumuzla yaşar onurumuzla ölürüz” ifadesiyle sertçe reddedecektir.[48] 18 Haziran 1945'te Molotov ve Sarper tekrar görüştüler ama bu görüşmeden de bir sonuç çıkmamıştır. Sovyetler 1925 Antlaşmasını iptal ederek ve toprak talep ederek taktik hata yaptılar, bu talepler daha sonra Türkiye’nin Batı Bloğunda yer almasını sağlayacaktır.[49]

17 Temmuz-Ağustos tarihleri arasında Üç Büyüklerin katıldığı Potsdam Konferansı düzenlendi. Konferansta Türkiye ve Boğazlar meselesine de değinilmiştir. Stalin Kars ve Ardahan taleplerinin haklı olduğunu çünkü daha önce bu toprakların Çarlık Rusya’sının toprakları olduğunu söylemiştir. Boğazlar konusunda Sovyetler Japonların bile Rusya kadar hakları olduğunu, Türkiye’nin zayıflığı sebebiyle Boğazlardaki serbest geçiş için gereken garantiyi temin edemediklerini söylemiştir. Truman ise boğazların bütün dünyaya açık serbest deniz yolu olması gerektiğini söylemiştir.[50] Sonuç olarak üç 3 Hükümet Montrö’nün günün şartlarına uymadığını değişmesi gerektiğini kabul etmişlerdir.[51]

1946 yılının Ağustos ve Eylül aylarında Sovyetler Türkiye’ye iki nota vermiştir. Ağustos ayında verilen notada Sovyetler Boğazlar konusunda taleplerini yeniden dile getirmişlerdir. Bu notanın birer kopyaları ABD ve İngiltere’ye de verilmiştir. Fakat ABD ve İngiltere bu notayı kabul etmemiştir. Eylül ayındaki notayı SSCB bu iki devlete göndermeyerek Türkiye ile tek başına bir çözüm getirmeyi düşünmüştür, fakat Türkiye bu sefer de ABD ve İngiltere’ye bu notanın birer kopyasını vermiştir. ABD kendisine gönderilmediği halde SSCB notasını reddederek bir nota sunmuştur.[52] Türkiye ABD’yi yanına alarak bu diplomatik savaşı kazanmıştır ve ABD ve İngiltere’nin Montrö Sözleşmesi değişmeli talepleri kesilmiştir. Türkiye dünyaya haklılığını kanıtlayabilmiştir.

Truman, Sovyet yayılmacılığını engellemeyi hedefleyen Truman Doktrinini 1947 yılında okumuştur. Daha sonra Truman’ın Sovyet tehdidini engelleme yönelik diğer ülkelere yardım planını Marshall Planı ile desteklemiştir. Türkiye bu yeni dönemde bozulan Sovyet ilişkilerinin karşısında ABD’nin yanında yer almayı seçmiştir. Bu vakitten sonra Türkiye olası Sovyet tehditlerine karşı salt ABD yanlısı politika izlemeye başlayacaktır. Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı yardımlar sömürü izlenimi verse de Türkiye’nin Soğuk Savaşa girdiğimiz bu süreçte başka şansı olmamıştır.[53]

KAYNAKÇA

[1]Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul, Alkım Yayınevi, 1996, s. 31.

[2]Ibid.

[3]Ibid., s. 32.

[4]Ibid.

[5]Zekeriya Işık, “19. Yüzyıl Osmanlı Dış Politikası Üzerinde İngiliz Tesiri” , Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, No:2, Sayı:2, ss. 45–61

[6]Ibid, s. 57.

[7]Kamuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri 1920–1953, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991, s. 2.

[8] Çağatay Benhür, “Stalin Dönemi Türk-Sovyet İlişkileri”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 15, Konya 2004, ss. 325–337

[9] Doğu Perinçek, Lenin Stalin Mao’nun Türkiye Yazıları, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1992, s. 153.

[10] Ü. Gülsüm Polat, Lozan Konferansı Başlarken Basın İle Kurulan Diyalog, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 53, Lozan Antlaşması Özel Sayısı, Ankara 2013, ss. 247–266.

[11] Gürün, op.cit., s. 83.

[12] Ibid., s. 84.

[13] Taha Akyol, Rusya İle Dostluk, 4 Nisan 2018, http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/rusya-ile-dostluk-40793739 (Erişim Tarihi 4 Nisan 2018), s. 1.

[14]Cenk Şen, Stalin Dönemi Türk-Sovyet İlişkileri (1923–1953), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006, s. 34.

[15] Çağatay Benhür, “ 1920'li Yıllarda Türk-Sovyet İlişkileri: Kronolojik Bir Çalışma “, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 24, Konya 2008, ss. 277–313

[16] Ibid

[17] Şen, op.cit., s. 54.

[18] Gürün, op.cit., s. 113.

[19] Ayşe Şener, Atatürk Döneminde Türk-Sovyet İlişkileri (1919–1938), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010, s. 62.

[20] Volkan Ergül, Basında Türk-Sovyet İlişkileri (1925–1945), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kars, Kafkas Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009, s. 13.

[21] Şen, op.cit., s. 71.

[22] Ibid

[23] Şener, op.cit., s. 67.

[24] Necmi Uyanık, Atatürk’ün TBMM Açılış Konuşmaları Işığında Türk-Sovyet Siyasi İlişkilerinin Değerlendirilmesi (1923–1938), Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 0, Sayı 20, Ocak 2008, ss. 133–147.

[25] Ergül, op.cit., s. 31.

[26]Ibıd, ss. 20–21.

[27] Gürün. op.cit., s. 148.

[28] Ömer Göksel İşyar, Türk Dış Politikası, Bursa, Dora Yayınları, 2017, s. 105.

[29] Figen Atabey, Montreux Konferansından İkinci Dünya Harbi’ne Türk-Sovyet İlişkileri, Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, Cilt 2, Sayı 4, Ocak 2014, Türkiye, ss. 1–11.

[30] İşyar, op.cit., s. 106.

[31] İbrahim Erdal, Atatürk Dönemi (1923–1938) Türk-İran İlişkileri ve Sadabad Paktı, Karadeniz Araştırmaları, Cilt 34, Sayı 34, Ocak 2012, ss. 77–88

[32] Ergül, op.cit., s. 36

[33] Mehmet Sait Dilek, Akdeniz’de Yaşanan Güvenlik Sorunu ve Büyük Güçlerin Politikası (1936–1939) Turkish Studies, Cilt 7, Sayı 4, 2012, ss. 1519–1540

[34] Gürün, op.cit., s. 171

[35] Şen, op.cit., s. 103.

[36] Gürün, op.cit., s. 175

[37] Ibid, ss. 175–176.

[38] Ibid

[39] Ergül, op.cit., s. 39.

[40] Ibid

[41] Ibid, s. 40.

[42] Ali Servet Öncü ve Oğuzhan Ekinci, İkinci Dünya Savaşı Öncesi Beklenmeyen Gelişme: 23 Ağustos 1939 Tarihli Alman-Rus Paktı, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 182, Sayı 182, Ocak 2014, ss. 241–264.

[43] Barış Ertem, Türkiye Üzerinde Sovyet Talepleri ve Türk-Sovyet İlişkileri (1939–1947), Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 11, Sayı 3, 2010, ss. 252–273.

[44] Şen, op.cit., s. 120.

[45] Ertem, loc.cit.

[46] Ibid

[47] Ibid

[48] Baskın Oral, Türk Dış Politikası 1919–1980, İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s. 474.

[49] Murat Ulgul, The Soviet Influence On Turkish Foreign Policy (1945–1960), Unpublished Master’s Thesis, Tallahassee, The Florida State University, College Of Social Sciences, 2010, p. 44.

[50] Fahir Armaoğlu, “Sovyet-Amerikan Münasebetlerinin Üç Yılı 1945–1948”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, Ocak 1949, ss. 375–445.

[51] Gürün, op.cit., s. 298

[52] Ertem, loc.cit.

[53] Şen, op.cit., s. 188.

--

--