Nesnelerin Yalnızlığı Hakkında

Hilal Bozkurt
Pensieve
Published in
3 min readJan 31, 2017

Giacometti’nin Atölyesi/Jean Genet’ten Alıntılar

  • Dünya ile tarihinin sürekli büyüyen, önüne geçilmez bir devinim içinde nasıl dönendiği; bu devinimin hep daha kaba amaçlar için, dünyanın yalnızca görünürdeki tezahürlerini değiştirebildiği gerçeğini — diyemesek de — hüznünü, her insan ola ki hissetmiştir. Şu görünürdeki dünya neyse odur ve bizim dünyayı değiştirme edimimiz onu bütünüyle dönüştürmeye yetmeyecektir. Görünürdeki görünüşü şiddetle değiştireceği yerde, insanın, bu görünüşten kurtulmaya uğraşacağı, yalnızca bu görünüşü değiştirme ediminin her çeşidini reddetmek için değil, mümkün olduğunca arınarak içindeki o gizli yerin sırrını çözmek için de, çaba göstereceği bir alemi ve ancak böyle bir alemden başlayarak mümkün olabilecek insani bir serüveni, demek ki özlemle düşünüyoruz.
  • Güzelliğe, tikel, herkeste farklı olan, görünür ya da gizli yaradan, her insanın içinde taşıdığı, koruduğu ya da geçici fakat derin bir yalnızlık için dünyayı terk etmek istediğinde kapandığı, çekildiği yarasından başka kaynak aranmaz. Demek ki bu sanatla, sefalet düşkünlüğü arasında büyük fark var. Giacometti’nin sanatı, her insanın, hatta her şeyin o gizli yarasını bulmak istiyor gibi geliyor bana; yarası, insanı ya da şeyi ışıtsın diye.
  • Her nesne, kendi sonsuz mekanını yaratır.
  • Şu gizli alan, varlıkların,-aynı zamanda şeylerin de- sığındığı şu yalnızlık, sokağa onca güzellik katan; diyelim otobüste oturuyorum; dışarıya bakmak yeter. Otobüsün kayar gibi indiği bir sokaktayız. Herhangi bir yüz ya da duruşa takılıp kalma ihtimalimi ortadan kaldırmak için oldukça hızlı gidiyorum; hızım bakışımdan mütekabil bir hız bekliyorum; inanılır gibi değil; benim için süslenmiş tek bir yüz, tek bir gövde, tek bir duruş yok: hepsi çıplak. Kaydediyorum: Çok uzun boylu, çok zayıf, beli bükülmüş, göğsü içeri göçmüş bir adam: gözlüklü,uzun burunlu; ağır, hantal, hüzünlü yürüyen şişman bir ev kadını; hoş bir yaşlı denemeyecek yaşlı bir adam, yalnız bir ağaç, yanında yalnız bir ağaç daha, yanında bir tane daha…; bir memur, bir tane daha, yığınla memur, bütün şehir kambur yürüyen memurlarla dolu; varlıklarının bakışımla kaydettiğim, bir dudak büküş, omuzlarda bir bezginlik gibi belli ayrıntılarında belirginleşen… (…) Gitgide, tek tek herkesin, her şeyin, plastik güzelliği çok gerilerde bırakan gerçeği içinde, Rembrandt’ın kaleminden çıktığı bir şehirden geçiyorum.
    Yalnızlık, benim anladığım anlamıyla, acınacak bir durum değil, daha çok gizli bir krallık, derin bir iletişimsizlik, fakat el uzatılmaz eşsizlikte, az çok belirsiz bir anlama biçimidir.
  • ‘’O.- Bir gün, odamda, iskemlenin üstünde duran havluya bakıyordum;o an, her nesnenin, sadece yalnız olmakla kalmayıp bir de ağırlığı olduğu — ya da daha doğrusu- bir başka nesnenin üstüne abanmasını engelleyen bir ağırlıksızlığı olduğu izlenimini edindim. Havlu yalnızdı, o kadar yalnız ki, sanki iskemleyi çeksem bile yerinden kıpırdamayacaktı. Havlunun, kendine özgü bir yeri, bir ağırlığı, hatta bir suskunluğu vardı. Dünya ne kadar hafifti, ne kadar hafif…’
  • Ne kadar saygı duyuyor nesnelere. Her nesnenin kendine has bir güzelliği var; çünkü her nesne, kendisi olma edinimi içinde, ‘’yalnız’’; her nesnenin içinde, yeri doldurulamayacak bir şey var.
    Öyleyse Giocometti’nin sanatı, nesneler arasında-insan ve salgıları türünden- toplumsal bir bağ kurma çabası içinde olabilecek bir sanat değil; Giacometti’nin sanatı, daha çok bir yüksek düzey serseriler sanatı; bunlar o derecearınmış serseriler ki, ancak, her insan ve nesnenin yalnızlığını tanıma noktasında birleşebilirler. ‘’Ben yalnızım’’ diyor sanki her nesne; ‘’demek ki, karşısında hiçbir şey yapamayacağınız bir zorunluluğa kapılmışım. Eğer kendimden başka bir şey olmazsam, yıkılmaz olurum. Ne isem o ve sakınımsız olduğuma göre, yalnızlığım, yalnızlığınızı tanıyor.’’

--

--