Yonca Evcimik Neden “Ayıp Şeyler” Yaptı?

Gülce Özen Gürkan
Polifonetik
Published in
11 min readNov 30, 2020

Politik Şarkı Yazım ve Yayın Dinamiklerine Dair Ayıp Şeyler Örnek Olayı Üzerinden Bir İnceleme

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde, sosyal medya, kadın yürüyüşlerine polis müdahalesini dahi sollayan bir haberle sallandı: Yonca Evcimik, o güne özel olarak yaptığını duyurduğu Ayıp Şeyler adlı parçayla, şiddete âlenen teşvik ediyordu. Yonca Evcimik’in söz yazımı ve yorumu, Sirshot’ın beste ve düzenlemesi ile ortaya çıkan parça, Behzat Uygur yönetmenliğinde bir video kliple YouTube üzerinden tanıtıldı.

Parçanın sözleri şu şekilde:

twitter.com sitesinden alınmıştır

İlk bakışta anlaşıldığı üzere, sözler erkek egemen toplumun eril diliyle yazılmış. Sözleri Yonca Evcimik’in yazmış olması bu durumu elbette değiştirmiyor; feminist kuram ve söyleme kıyısından köşesinden de olsa bir miktar hâkim olmamak, böyle bir sonucu neredeyse otomatik olarak doğuruyor.

Günümüz sosyal medyasından bekleneceği üzere, bu girişim fazlasıyla tepki aldı: “Yonca Evcimik’e 8.15 vapuru mu çarptı?” diyenler; Evcimik’in aynı anda hem cinsiyetçi, mizojinist ve ahlâkçı, hem de demode ve berbat bir şarkı yapma konusunda arkadaşlarına meydan okuduğu tahmininde bulunanlar; parçada buldukları problemleri Evcimik’in yaşıyla ilişkilendirenler; çocukluklarının Evcimik parçalarını hatırlayıp hayâl kırıklıklarını dile getirenler; meseleyi üzerine mizah yapılamayacak kadar ciddi ve vahim bulanlar ve daha niceleri, Evcimik’in parçasındaki hataları detaylı bir biçimde ortaya koyup yorumladılar.

Her ne kadar birkaç gün içinde bile çeşitli bakış açılarından birçok isabetli tahmin yürütülmüş olsa da, tekrar soralım: Yonca Evcimik nasıl bu kadar sorunlu bir parça yapabildi? Benzer hataların ilk defa yapılmadığını da hesaba katarak, soruyu biraz daha detaylandıralım: Popüler bir müzisyen, kuramsal olarak son derece zayıf olduğu bir politik meseleyi, müziği yoluyla dile getirmesinin iyi bir şey olduğu fikrini ve özgüvenini nereden alıyor?

Zor bir soru elbette; cevabı müzik-politika ilişkisine dair biraz kuram kurcalayarak aramakta fayda var. Bu özgüvenin arkasında karmaşık bir müzik-politika ilişkilenme tarihi yatıyor çünkü.

Bağlanma, Otonomi, Yabancılaşma

Politik müzik tarihine uzun uzadıya girmeden, politik bağlamlı müziklerde vurgulanmak istenen politik fikir ya da söylemle müziğin ilişkisine dair üç önemli kavramdan bahsetmek yerinde olacak. Bunlardan birincisi; bağlanma (commitment). Bağlanma, Sartre’ın ele aldığı biçiminin (1988, 28) müzik-politika ilişkisine uyarlandığı hâliyle, politik bağlamlı bir müzikte, müziğin politik fikre nazaran ikinci planda kaldığı, anlatılmak istenen fikir ya da söylemin merkeze alındığı yapıtları anlatmak için kullanılan bir kavram. Yani, müziği politik söylem için araçsallaştırmanın ön planda olması durumu. Yanlış anlaşılmasın, bunun anlamı müziği önemsememek değil; ama müziğe farklı bir rol atfediliyor ve müziğin dinamikleri de bu rol içinde şekilleniyor. Grup Yorum gibi politik kimliğiyle ön planda olan müzisyenlerin müzikleri bu kavramı iyi açıklamakla birlikte, Yonca Evcimik’in parçasını da, iyi ya da kötü bir örnek olmasından bağımsız biçimde, bu kıstasla değerlendirmek mümkün. Ayıp Şeyler, yöneltilen tüm eleştiriler bir yana, Kadına Şiddetle Mücadele günü için yapıldığı açıkça ortaya konmuş, bu mücadeleyi merkeze alması amaçlanmış, politik bir parça.

Bağlanma kavramının karşısında, onunla diyalektik bir ilişki içinde olan, otonomi kavramı duruyor. Otonomi ise, birtakım politik fikir ve söylemlerle ilişkisi sezilebilmekle birlikte, müziği merkeze alan yapıtlara işaret eden bir kavram. İşin içinde politik bir fikrin yanında bir de söz/metin varsa, müziğin merkezde kalması aslında o kadar kolay olmayabilir gibi geliyor; ama popüler müzik tarihi otonom örneklerle dolu aslında. İlk akla gelenlerden biri, caz, blues, gospel gibi türlerdeki müzik repertuvarında sıklıkla rastlanan, politik müzik çatısı altında incelenebilecek otonom nitelikli parçalar. Örneğin, 1949’da Sarah Vaughan tarafından seslendirilen Black Coffee adlı caz parçası, Ayıp Şeyler’de de konu edilen, kadın meselesi üzerine yazılmış. Sözleri meâlen şöyle:

Yalnızlıktan bıktım iyice
Gözüme uyku girmedi
Evde volta atarken, gözüm kapıda,
Bir yandan da içe içe
Sade kahve
Aşk, sanki, telveyi yeniden demleme
Bir Pazar görmedim
Şu haftaiçi odasında

Gölgelerle konuşuyorum
Saat birden dörde kadar
Tanrım, dakikalar ne yavaş geçiyor,
Tüm yaptığım kendime koymakken
Sade kahve
Gözlerimi hüzün bürümüşken
Pazartesi, çamaşır ipine asıyorum
Pazar hayallerimi, kurusun diye

Erkek sevilmek için doğmuşken,
Kadın ağlayarak tükenmek için mi,
Evde kalıp fırınıyla ilgilenmek,
Geçmiş pişmanlıklarını
Kahve ve sigarada boğmak için mi doğmuş?

Sabahları ruh gibi dolanıyorum
Tüm gece inledikten sonra
İkisinin arası nikotin
Savaşmayı da yüreğim kaldırmıyor
Sade kahve
Zemin kadar alçalmış hissediyorum
Delirmek üzereyim
Sevdiceğimi bekliyorum
Belki yola gelir diye

Bu parça üzerinden, Yonca Evcimik’in kendi parçasında buyurgan bir dille ifade etmeye çalıştığı hemen her şeyi okumak mümkün. Bir kadının tüm gün evde sevgilisini/kocasını beklerken hissettiği yalnızlık konusu üzerinden, kadının eve kapatılması, hayatının erkeğe bağlanması, güçsüzleştirilmesi, hayattan düşürülmesi gibi birçok konu ele alınıyor; ama sözlerde didaktik bir merkez yaratılmaya çalışılmadan. Diğer yandan, Yonca Evcimik’in, müzik-politika ilişkisi söz konusu olduğunda, aşk ve para gibi, kendisinin de yıllarca parçalarında işlediği konuları “sığ” olarak nitelendirdiğini görüyoruz (yazının ilerleyen kısımlarında bu görüş detaylı olarak ele alınacak). Oysa kendi otonom doğası içinden, derdini dinleyiciye samimiyetle anlatabilen bir parça, Black Coffee. Müzikten ödün vermemesi, merkezden uzaklaştırmaması sayesinde de, derdini 1949’dan bugüne birçok yorumcu vasıtasıyla aktarabilmiş.

Adorno, politik fikirlerle ilişkilendirilen tüm yapıtların, bağlanma-otonomi skalasında bir yeri olduğundan bahsediyor (1962). Öyleyse, Evcimik’in Ayıp Şeyler’i, bu skalanın neresinde? Bu sorunun cevabını verebilmek için, son bir kavrama daha başvurmak gerekiyor: Yabancılaşma.

Yabancılaşma kelimesini Bertolt Brecht metinlerinden hatırlayanlarımız olabilir; ancak burada kastedilen o değil. Brecht’in kullandığı anlamıyla yabancılaş(tır)ma (Almancası Verfremdung), bir sistemden, o sisteme yabancılaşarak çıkış anlamına geliyor. Bizi ilgilendiren yabancılaşma ise (Almancası Entfremdung), kişinin sistemin bir parçası hâline gelip kendi varlığına yabancılaşması. Umberto Eco, yapıtın kendisini bir sosyal bağlanma olarak ele alıyor ve yabancılaşma kavramını şöyle açıklıyor (1989, 124):

“İlk önce, kişi kendisini bir nesneye dönüştürür; dünyada kendisini yaratımlarıyla ifade eder, böylece sonradan kendisini adayacağı dünyayı inşa eder. Ancak bu dünyanın işleyişi dizginleri ele geçirdiğinde — kişi birdenbire kendi yarattığını tanıyamaz, ürettiği şeyleri kendi amaçları için kullanamaz hâle geldiğinde ve bunun yerine kendisini ürettiklerinin (başkalarının amaçlarıyla özdeşleşen) amaçlarına hizmet ederken bulduğunda — işte o zaman kendisini yabancılaşmış hâlde bulur; o andan itibaren, ona ne yapacağını, ne hissedeceğini, neye dönüşeceğini söyleyen, kendi yaratımlarıdır.”

Yonca Evcimik’in Ayıp Şeyler’inde, yabancılaşmayı iki şekilde görüyoruz. Birincisi, politik yönü vurgulanan müziğin üretim ve tanıtım süreçleri içinde, fikrin müziğe talebi yükselten bir unsurdan ibaret hâle gelmesi ve müzisyenin yapıtı yaratırken bürünmeyi amaçladığı politik kimliğe yabancılaşması olarak tanımlanabilecek durum. Yonca Evcimik bir rap parçası yapmaya çalışmış; parçada rap dinamikleri kullanmış. Şimdiye kadar müzisyeni rap parçalarıyla bilmezdik; dolayısıyla, özellikle sözlerin akış ve kâfiye ilişkisi bağlamında, Evcimik’in yeni bir şeyler deniyor olduğunu tahmin edebiliriz. Bu durumda,

Bakma sevgilime be kadın,
Çıkacak adın

ya da,

Mesaj atma kocama,
Gözünü dikme ocağıma

gibi kadını gördüğü şiddetten dolayı suçlar nitelikteki sözleri kolayca sarf etmesinin sebeplerinden biri de, yakaladığı kâfiyeden memnun kalması olabilir. Rap gibi popüler türlerin güçlü ve kafiyeli sözden oldukça beslendiği hesaba katılırsa, Evcimik’in, hangi bağlama hizmet ettiğini pek de önemsemeden retorik ve kafiyenin gücüne kendisini kaptırmış olması hiç de olasılık dışı değil. Belki onyıllardır rap yapıyor olsaydı, rap dinamikleri içinde müzik-politika ilişkisi açısından neyin doğru neyin yanlış olduğunu daha rahat sezebilirdi. Rap türünün sözlerin vuruculuğunu merkeze almaya yönlendiren baştan çıkarıcılığına rağmen, yapmak istediği müziğe ve söylenmesi gereken söze yabancılaşmayacak kadar kontrol sahibi kalabilirdi. Bunlar elbette yine de birer tahminden, anlama çabasından daha öte saptamalar değil.

İkinci durum ise, Evcimik’e bu sözleri yazdıran sorunları da ortaya çıkaran sistemin bir parçası olmaktan çıkamayarak, yazdığı parçada ve duruşunda üstlenir göründüğü feminist kimliğe yabancılaşma. Kimlik mücadelelerinde, üzerinde azamî dikkatle yürünmesi gereken bir ipin varlığından bahsedebiliriz. Mücadelenin öznesi olmak, mücadelenin nasıl yürütüleceği hakkında isabetli fikir sahibi olmak anlamına gelmiyor. Bunun yanında, mücadelenin nasıl yürütüleceği hakkında isabetli fikir sahibi olmak da, mücadelenin öznesi olmak anlamına gelmiyor. Birçok kimlik mücadelesinde, gerek özneler, gerekse destek verenler, iki ucunu bu olguların tuttuğu ipin üzerinden kolayca düşebiliyor. Ayıp Şeyler, içinde birer kez “çocuk” ve “hayvan” kelimelerinin geçmesi dışında, kadın mücadelesinin bir parçası olma niyetiyle yazılmış. Evcimik, bir kadın olarak — parçada kadınlara “hemcinsim” diye seslenerek bu cinsiyet beyanında bulunmuş — elbette ataerkil toplumun kadınlara yönelik ayrımcı tutumundan muaf değil. Ancak, tam da bu ayrımcı tutumu benimseyen toplumda, Evcimik’e de uygulanan ayrımcılığın sebeplerine dair yanıltıcı öneriler, hâkim görüş konumunda. Tıpkı mikro düzeyde, bir kadını döven bir erkeğin “senin yüzünden seni dövdüm” minvalinde sözler sarf ederek aynada kendi yüzüne bakabilmeye devam etmesi gibi, toplum da kadına şiddeti kadının davranışlarıyla gerekçelendirerek, paradigmayı sürekli yeniden üretiyor. Hâl böyle olunca, bir kadının hâkim paradigmanın diliyle kendisine “bana olanlar benim suçum” ya da başka bir kadına “sana olanlar senin suçun” demesi, iyi niyet söz konusu olduğunda dahi, ilk akla gelen oluyor. Gelgelelim, mücadeleler “ilk akla gelen” üzerine değil, ilk akla geleni eleştirme üzerine kurulur, kuramlaşır ve edimleşir. Evcimik, bu bilgi ve deneyim aktarımına bile isteye zihinsel yatırım yapmadığı sürece, bilmeden istemeden de olsa zarar vermekten, kadına şiddet konulu parça içinde sistemi yeniden üretmenin ötesine geçememekten kaçamaz.

Aşk, apolitik midir?

Evcimik’in böyle bir parçayı ortaya çıkarmasında rol oynayan bir etmen daha var. Evcimik, yıllarca şarkı söylemiş ve şarkı yazmış, müziği toplumun azımsanamayacak bir kısmı tarafından el üstünde tutulmuş bir “sözcü”. Sözcülük, yani sözü elinde bulundurmak, ciddiye alınması gereken bir güç. Tam da bu sebeple, sözcülük konumu elde eden kişi, topluma söz söylerken, sözünü hak ve özgürlük çerçevesinde değil, sorumluluk çerçevesinde değerlendirmek durumunda. Özellikle de söylediği sözün toplumu değiştirmek, dönüştürmek maksadı taşıdığını vurguluyorsa.

Evcimik, Ayıp Şeyler hakkında konuşurken, kendi şarkılarının çok önemli bir kısmını da kapsayan, aşk ve para gibi konu başlıklarını “sığ şarkılar” olarak tanımlıyor. Bu durumda, Evcimik’e göre, şarkının politik bağlamı apaçık ortada olmadığı sürece, yani parçanın bağlanmacı tarafı ön planda olmadığı sürece, derinliğe sahip olması söz konusu değil. Oysa ki, hayatı boyunca politika ağırlıklı müzik yapmış birçok müzisyen ve müzik grubunun, aşk ve para gibi konuları sık sık işlediğine şahit oluyoruz. Bunun sebebi, aşk ve para ilişkilerinin toplumdan izole yaşanmaması; politik taleplerin birçoğunda, aşk ve paraya dair taleplerin özellikle yer alması. Yazının ilk kısımlarındaki Black Coffee örneğinde olduğu gibi. Belki de, Evcimik, parçayı didaktik değil de lirik bir tavırla yazsaydı, daha önce defalarca kullandığı aşk ve para konularını küçümsemeden, parçayı bunlar üzerine kursaydı, derdini çok daha doğal ve kişisel bir perspektiften anlatarak, dinleyicilerinin kalplerine ulaşabilir, parçadaki politik gafların da insanlara şimdiki kadar dokunmamasını sağlayabilirdi.

Apolitik Şöhret, Politik Müzik

Popüler müzisyenin politik söylemi yaymadaki etkisi elbette inkâr edilemez. Aynı sebeple, müzik ve siyaset tarihi, politik grup ve figürlerin, gerek müzisyenleri gerekse müziklerini kendi fikirlerini yaymak için araçsallaştırmasına dair sayısız örnekle dolu. Fikri yaymak isteyen politik grup ve figürler belli olduğunda, müziğinin ve müzisyen kimliğinin araçsallaşmasında sakınca görmeyen bir müzisyenin yapacakları çok daha belirgin oluyor; ya kendisine verilen siparişin gereğini yapıyor, ya da üzerinde durması istenen fikrin çerçevesi kendisine baştan verilmiş oluyor. Bir müzisyenin kendisi ve repertuvarının önemli bir kısmı tek bir politik yönle eşleştirildiğinde, müzisyenin yolu, yöntemi ve yapacakları yine az çok tahmin edilebilir ve büyük ölçüde tutarlı bir çerçevede kalıyor. Bu durumda, karşımıza önemli bir soru daha çıkıyor: O zamana kadar yaptığı parçalarla politik bir kimliğe yakınlık vurgulamamış, popülerliğini bir politik duruş üzerinden kazanmamış bir müzisyen, politik görüşlerini müziğine yansıtmaya karar verdiğinde, bunu nasıl yapabilir?

Bu sorunun cevabı da kolay değil. Popüler müzisyen, öncelikle, o zamana kadar yaptığı müzikler üzerine kurulu beklenti duvarını aşmak durumunda. Müziğinin her zamanki beklentiyle en az eşdeğer, mümkünse de beklentinin ötesinde olması gerekiyor. Politik fikirleriyle tanınan, bağlanma-otonomi diyalektiğinde bağlanmacı konuma daha yakın duran bir müzisyenin müziğindeki aksaklıklar, büyük oranda benzer politik fikirler taşıyan takipçileri tarafından hoş görülebiliyor; fikri etkileyici bir biçimde vurgulayan birkaç retorik oyun dahi, müzikteki olası bir vasatlığı tolere edebiliyor. Evcimik, politik fikirleriyle öne çıkan bir müzisyen olmadığı için, bu toleranstan faydalanabilecek bir konumda değil.

İkincisi, politik bir fikir ya da mücadeleyi savunan cemiyetin bir parçası olmamak, çoğu zaman, o fikrin söylemleri, retoriği ve jargonuna da âşinâ olmamak anlamına geliyor. Dolayısıyla, yazılan sözlerde söylenen her şey politik olarak isabetli olsa dahi, söyleniş biçimi kitleyi huzursuz edebiliyor; müzisyenin parçasında değindiği politik fikre dair mücadelenin aktif bir parçası olmadığına işaret ederek, meseleye dair söz söyleme hakkını sorgulatabiliyor. Kaldı ki, bu en olumlu senaryolardan biri; genelde müzisyen bahsettiği meselenin düşünsel, tarihsel ve edimsel altyapısına dair bilgi ve deneyim eksikliği sebebiyle, ortaya politik olarak sorunlu bir yapıt koymaktan kaçamıyor. Yonca Evcimik, Ayıp Şeyler’i yazarken, ister istemez bu dezavantajları göğüslemek durumunda kalıyor, ve yine ister istemez, göğüslemeye niyet ettiği yükün altında ezilmekten kurtulamıyor.

Evcimik’i iyice dezavantajlı duruma getiren kilit unsurlardan biri de, tür olarak rap seçmiş olması. Bu seçimin getirdiği diğer sorunlara değindik; burada bir tâlihsizlikten daha bahsetmek gerekiyor. Birçok popüler müzisyen, herhangi bir politik konuya değinirken, toplumdan gelebilecek ağır eleştiri dalgasından, suya sabuna fazla dokunmayan sözler yazarak kaçınabiliyor. Rap ise, keskin politik duruşlar için tercih edilen, söz ağırlığı gerektiren bir tür. Mevzubahis politik fikirle kuramsal ya da en azından sosyal olarak bağ kurmamış bir müzisyenin işini çok zorlaştırıyor. Yazılan sözler kolayca havada kalabiliyor; dinleyicinin ciddiye alması zorlaşıp, hele de günümüzün sosyal medya baskın iletişim ortamında, müzisyenin dinleyici tarafından alay konusu olması gibi vahim durumlara yol açabiliyor.

Bununla birlikte, parçanın bestesi ve düzenlemesi bir rap müzisyeninin elinden çıkmış olsa dahi, yılların pop şarkıcısı olmakla birlikte rap tavrı ve yorumunda deneyimi olmayan Yonca Evcimik, rap seven dinleyiciyi tatmin etmekten çok uzak kalıyor. Yıllarca hiçbir deneyim ya da deney ürünü dahi ortaya koymadığı hâlde, Ayıp Şeyler’le birden tüm ağırlığıyla rap yapabilme iddiasını beraberinde getiren Yonca Evcimik, rap dinleyicisine bu müziği hafife aldığı izlenimi de vererek, sözler bir yana, müziğin kendisine verilen olumsuz tepkilerin de artmasına ve ağırlaşmasına yol açıyor.

Evcimik, parçayı rap gibi öfke ve sözünün arkasında durma üzerine kurulu bir türün üzerine inşâ etmeseydi, hatalarını görmesi ve geri adım atması daha kolay olabilirdi. Ne yazık ki, parçayla birlikte büründüğü kimliğin de ağırlığıyla, geldiği noktadan taviz vermemeyi seçerek, hatasını bir duruşa çeviriyor; böylece, sözcü konumuyla gelen iktidarı da iyice zayıflatarak, ataerkinin diliyle söz söyleyen herhangi bir erkek ya da kadından farksız hâle geliyor.

Nasıl Eleştirmeli?

Müziğiyle politik söz söylemek isteyen bir müzisyenin, Ayıp Şeyler vakâsından öğreneceği birçok şey var elbet; ancak, dinleyici kitlenin eleştirirken sarf ettiği birtakım sözleri de ayrıca değerlendirmek gerek. Sosyal medyada Evcimik’e yönelik “müzik yapmayı bırak” minvalinde birçok yorumla karşılaşmak mümkün. Yıllarca müziklerini dinlediği bir müzisyene, bir hatasını gördüğünde “müzik yapmayı bırak” diyen bir dinleyicinin, bunu söylemekteki tek motivasyonu, o beğenmediği parça mıdır? Yoksa, tıpkı müzisyenin elindeki söz söyleme gücü gibi, sözün popüler figüre doğrudan iletildiği sosyal medya baskın çağda, dinleyici tarafından ele geçirilen söz söyleme gücünün hor kullanımı mıdır?

Alanında elde ettiği başarıyla — burada bahsedilen başarı kıstası amaca uygunluktur; diğer kıstaslar ayrı tartışma konularıdır — popüler hâle gelen figürlere yönelik sosyal medya taşlama ve yıldırmaları, uzun zamandır tüm dünyada gündem teşkil ediyor. Taşlama ve yıldırma söylemlerine katılanların, bunu nasıl bir psikolojiyle yaptıklarına dair birçok araştırma bulmak mümkün. Etken konumdaki popüler figürün edimleri karşısında hissedilebilecek edilgenlik ve acziyet hissi, sosyal medyada anonim, yani risksiz bir güç ele geçirildiğinde, bu gücün hiçbir sınır ve hassasiyet tanımadan kullanıldığına da sıklıkla rastlanıyor. Kariyerini, maddî imkânlarını ve toplumdaki varlığını müziği üzerine kurmuş birine müziği bırakmasını söylemek, kendisini hayattan düşürmesini söylemekten çok farklı değil. Maalesef, eleştiren topluluğun bir parçası olarak söz söylemenin hazzına kendisini kaptıran çoğu kişi için, meselenin bu hayâtî yönlerini öncelemek bir yana, sezmek dahi pek kolay olmuyor. Sosyal medyayı ağırlıklı olarak kullanan bir toplumun, gördüğü baskı sebebiyle intihar eden anlık/dönemlik/yerleşik popüler figür sayısındaki artış da hesaba katılırsa, sosyal medyanın ilkel bir linç platformuna dönüşmesini engelleyecek refleksler geliştirmesinin önemi de ortaya çıkıyor.

Evet, Yonca Evcimik yaptı bir gaf. Kendisiyle benzer konumda olup da politik görüşlerini müziği yoluyla aktarmak isteyen birçok müzisyenin yaptığı ya da yapabileceği olası hataları yaptı. Yaptığı hatanın eleştirisini de fazlasıyla aldı; bir sonraki politik müzik çalışmasında kuramsal ve duysal altyapıyı çok daha akıllıca inşâ etmesi beklenecek kadar. Biz de 8:15 Vapuru’na maskesiz binip karşımızda onu göreceğimiz, ve bu yaşantımızı hiç de sığ olarak nitelendirmeden tadını çıkaracağımız zamanları özlemeye devam ediyoruz. Ve elbette, müzisyenler Bandıra Bandıra Ye Beni benzeri bir isim taşıyan parçalar yaptığında, müstehcen içerik bahanesiyle ne zaman yasaklanacağını yüreğimiz ağzımızda beklemeyeceğimiz zamanları.

Kaynakça:

Adorno, Theodor. 1962. Commitment. çev. Francis McDonagh. New Left Review. c. 1. s.1: 75–89.

Eco, Umberto. 1989. The Open Work. Cambridge: Harward University Press.

Sartre, Jean Paul. 1988. What is Literature? And Other Essays. Cambridge: Harward University Press.

--

--

Gülce Özen Gürkan
Polifonetik

Adalet ve özgürlük denince aklıma ilk gelen site: www.VeganOluyorum.com / A website to help you do the right thing for animal rights: www.HowDoIGoVegan.com