MISIR-TÜRKİYE GÜÇ MÜCADELESİ

Pusula TV
pusulatv
Published in
4 min readMay 27, 2015

Farkinda mısınız?

Ankara ile Kahire arasında şu sıralar ciddi bir güç mücadelesi yaşanıyor…

Aslında bu mücadele, Mısır’da, Müslüman Kardeşler’in adayı olan ve seçimlerden Cumhurbaşkanı olarak çıkan . Muhammed Mürsi’nin, Mısır ordusu tarafından desteklenen bir darbeyle devrildiği gün başlamıştı… Türkiye, seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi 3 Temmuz 2013'teki askeri müdahaleyle devirerek iktidarı ele geçiren Abdülfettah El Sisi yönetimini tecrit politikası izliyordu.

Türk hükümeti, Sisi’nin gerçekleştirdiği darbeye tepki gösterince Mısır, dönemin Kahire Büyükelçisi Hüseyin Avni Botsalı’yı “persona non grata”; yani, “istenmeyen adam” ilan etmiş, iki ülkenin diplomatik ilişkileri maslahatgüzar seviyesine inmişti.

O tarihten bu yana Sisi’yi sert dille eleştiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CNN International Televizyonuyla yaptığı bir söyleşide Sisi’yi “tiran” olarak nitelemiş, bu açıklama üzerine Mısır, Türkiye’nin Kahire Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Alper Bosuter’i bakanlığa çağırmıştı…

Ilişkiler hiç olmadığı kadar geriliyordu…

O sıralar, AKP Hükümeti ısrarla Türkiye’yi ve Recep Tayyip Erdoğan’ı, “Arap Ülkeleri’nin Sokak”larına “yeni, güçlü dengeleyici (Türkiye)” ve onun “lideri” olarak lanse etmeye çalışıyordu. Arap ülkeleri üzerinde yapılan bu propaganda yağmurundan en çok rahatsız olan da kuşkusuz Arap Ülkeleri’nin Lideri” konumunda olan ama, yaşadığı iç karışıklıklar yüzünden bu konumunu kaybettiği düşünülen Mısır’dı.

Öte yandan, Ortadoğu ve özellikle de Arap Dünyası’daki dengeleri iyi bilenler, böyle bir çabanın “beyhude” bir girişimden öteye gidemeyeceğini ve bunun Ortadoğu’daki Türkiye muhaliflerinin “ekmeğine yağ süreceğini”, daha ilk günden söylediler.

Gerçekten de Arap Dünyası’nın; ya da Arap Ülkeleri’nin “başkenti”; “merkezi” Kahire sayılırdı. Burası Arap coğrafyasının sosyo-ekonomik, siyasal, kültürel, edebi ve sanatsal başkentiydi. Arap Dünyası’nda popüler (ünlü) olmaya çalışan politikacı, devlet adamı, llider, tiyatrocu, aktör, aktrist, sarkıcı, müzisyen… Herkim varsa, önce Mısır’da kendini göstermeliydi. Ancak, meşruiyetini burada ispat ettikten sonra “Arap Sokakları”nda nam salabilirdi…

Oysa, Türkler, Arap değildi. O yüzden tüm çabaları geçersiz kaldı…

Ankara, özellikle İsrail-Filistin sorununda, Hamas bağlantısı nedeniyle, “arabulucu” olmaya çalıştı. Ama, Kahire’nin bu etkili ve tarihi konumunu alamadı. Bölgenin yeni “bölgesel gücü” olamadı ve “komşularla sıfır sorun” politikasının yerini “sıfır (hiç) komşu” gerçekliği aldı. Kısacası, Mısır’dan “rol çalma” çabaları, bölge dengeleri üzerinde etkili olan “bölge devleti Türkiye” imajını zedeledi…

Türkiye, son dönemde Suriye ve Irak’taki meselelere fazlaca entegre olup, dış politikasında “duygusal” bir mahiyeti içselleştirip, tepkisel bir boyuta geçince de Doğu Akdeniz ihmal edildi…Kıbrıs Sorunu’nun çözümlenememiş olması da Ankara için bir “dezavantaj” oluşturmaya başladı.

Vee geçen hafta belirttik bu da Mısır Yönetimi’nin bölgede Türkiye aleyhtarı ittifaklar arayışını hızlandırdı.

Akdeniz, KKTC’nin varlığından dolayı bir “ulusal güvenlik meselesi” olmasının yanı sıra, aynı zamanda doğu-batı yönlü ticari hareketliliğin merkezi ve keşfedilen doğalgaz rezervleri ile birlikte küresel/bölgesel güç mücadelesinin kavşağı olması beklenen bir coğrafyaya işaret ediyordu. Ne var ki, Türkiye’nin bu bölgeye yönelik uzun dönemli dış politika stratejileri oluşturduğunu söylemek çok güçtü. Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de yer alan ve Türkiye’nin ikili ilişkiler anlamında sorunlar yaşadığı Güney Kıbrıs Rum Kesimi (Kıbrıs Cumhuriyeti), Yunanistan ve Mısır devlet/hükümet başkanları, geçtiğimiz yıl, Kasım ayı başlarında, Kahire’de biraraya gelmişlerdi. Bu zirveyle Doğu Akdeniz’de, Levant Doğal Havzası’nda, enerji sondajı, üretimi ve pazarlanması konularında işbirliği yapılması başta olmak üzere, bölgesel güvenlik ve Mısır’ın karşı karşıya olduğu terör tehdidi gibi hususlarla birlikte mücadele etme hususlarında da anlaşmaya vardılar. Bunun yanı sıra, Yunanistan Başbakanı Andonis Samaras ile Güney Kıbrıs lideri Nikos Anastasiadis, Temmuz 2013’te gerçekleşen darbe sonrası iktidara gelen Abdülfettah El Sisi başkanlığındaki yönetimin siyasal meşruiyetini AB nezdinde de etkin kılabilmek amacıyla, Mısır’ın iyi niyet elçileri olarak Avrupa nezdinde çalışacaklarını ifade eden bir karar da aldılar.

Taraflar, öncelikli olarak Güney Kıbrıs ile Yunanistan arasında, daha sonrasında ise Yunanistan ve Mısır arasındaki münhasır ekonomik bölge paylaşımlarının gerçekleştirilmesini hedefliyorlardı.

Zira Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz rezervlerini kendi aralarında herhangi bir arızaya mahal vermeden çıkarabilmeleri için, ilgili ülkelerin anlaşma içinde olmarları gerekmekteydi. Dolayısıyla, Yunanistan-Güney Kıbrıs-Mısır üçlüsü, İsrail ve Ürdün’ü de kendi aralarına alarak geniş çaplı bir bölgesel müttefiklik ilişkisi yaratabilmeyi ve bölgenin enerji potansiyelini en üst perdeden, çatışmaya yol açmadan üretime ve kazanca dönüştürebilmeyi hedeflemektedir. Bugün, İsrail’in Tamar ve Leviathan Havzalarında çalışmalar sürdürülmektedir. Aynı şekilde Güney Kıbrıs da, İsrailli Delek ve ABD’li Noble Energy ile adanın güneyinde çalışmalar yürütmektedir. Fransız TOTAL, İtalyan ENI ve Güney Koreli Kogas gibi dev enerji şirketleri Kıbrıs gazı ve petrolü ile yakından ilgilidir.

Kahire’de ilan edilen ve İsrail ile Ürdün’ün de orta vadede katılabileceği belirtilen “üçlü işbirliği” mekanizmasının, esas itibarıyla hedef aldığı ülke Türkiye’dir. Nitekim Türkiye’nin her üç ülke ile, hatta daha sonra bu üçlüye katılabileceği ifade edilen İsrail ile çok ciddi sorunları bulunmaktadır. Türkiye’nin Güney Kıbrıs ile yaşadığı sorunun temelinde, Kıbrıs meselesinin çözümünde Rumların ileri adım atılabilmesi hususunda engel çıkarmaları yatmaktadır. Bunun yanı sıra, Güney Kıbrıs’ın, Kıbrıs meselesi çözülmeden adanın sahip olduğu enerji rezervlerini çıkarıp kazanç elde etme ve böylece Kıbrıslı Türklerin, yani KKTC’nin haklarını gasp etme veya daha sonra vermek üzere erteleme girişimine Türkiye’nin cevabı oldukça sert olmuş ve Kıbrıslı Rumların adanın güneyinde ilan ettikleri 9. parselde yürütülen sondaj çalışmalarına karşı, KKTC ile yapılan antlaşma gereğince bölgeye bir sondaj gemisi (Barbaros Hayrettin Paşa) ve ona refakat eden 2 adet savaş gemisi gönderilmiştir. Bu durum, Rumların Türkiye hakkında olumsuz bir propaganda faaliyetine girişmelerini beraberinde getirmiş ve Kıbrıs Meselesi’nin çözümüne yönelik BM nezdinde yürütülen müzakereler Rumlarca sonlandırılmıştır. Yunanistan da, gerek Kıbrıslı Rumlara verdiği desteği gösterebilmek, gerekse de bölgedeki enerji kaynaklarının Batı’ya aktarılması ve derhal paraya çevrilmesine duyduğu ihtiyacı anlatabilmek amacıyla, bu işbirliğinin önemli bir parçası olmuştur. Nitekim Yunan ekonomisinin Doğu Akdeniz’den çıkarılacak enerjiden elde edilecek paya, içerisine sürüklendiği ekonomik kriz nedeniyle çok ihtiyacı vardır. Mısır ise, Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e verdiği destek ve Sisi yönetimine olan olumsuz tutumundan dolayı, Türkiye’ye bir mesaj verebilmek amacıyla böyle bir hareketin içerisinde yer almaktadır. Enerjiden elde edilecek gelir de bunun tamamlayıcısı olacaktır.

Dolayısıyla, Ankara, yeni bir Doğu Akdeniz Stratejisi belirlemeli ve bunun için de gerekirse elindeki “Batı Bağlantısı (ABD ve Avrupa) Kartını” da akıllıca kullanmalıdır…

--

--