5NE1KİM ve 34DİPNOT

Koray Löker
RadioBrecht
Published in
5 min readJan 30, 2014

Ahmet Şık’ın gazetecilik üzerine önerdiği bir kitaba dikkat etmemek olmaz. Dahası, Mustafa Alp Dağıstanlı ismi zaten gazetecilik üzerine okumayı sevenler için yeterli bir isim. Kitabın kısa sürede ikinci baskıyı yapmış olması, hakkında çıkanlar, söyleşiler de bir “okumazsam olmaz” baskısı yaratıyor zaten…

5ne1kim arka kapak

5NE1KİM’in bağlamı, “Medyanın mutfağından sansür-otosansür hikâyeleri” alt başlığıyla eksiksiz tarif edilmiş. Dağıstanlı gayet akıcı bir dille, yer yer yazılı formu zorlayacak derecede sohbet ettiğimizi düşündürecek bir dille anlatmış gazeteciliğin başına gelenleri.

Çalışmayı bir açıdan çeşit kurumlar tarihi olarak görmek mümkün. En ön plandaki kurumlar, CNNTürk ve NTV. Büyük olasılıkla Dağıstanlı’nın Doğuş Yayın Grubu mesaisi, Gezi sırasında bu iki kanalın durumu ve alıntılarına bolca rastladığımız Ayşenur Arslan’ın anlatıları temel nedenler. Tabii ki böyle bir çalışmada ele alınmaması akla gelemeyecek olan TRT de sair örneklerden daha çok karşımıza çıkıyor. Buraya kadar hep böyle bir kitaptan beklediklerimiz diyebiliriz. Kitaba asıl özgün önemini sağlayan ise bence Anadolu Ajansı ve Meclis TV örnekleri.

Kitabın toplamda beşte biri kadar yer kaplamasına rağmen AA ve Meclis TV analizleri öyle isabetli ve ekonomik şekilde ele alınmış ki, sadece bu bölümler bile kitabı bu alanda temel kaynaklardan biri haline getirmeye yeter.

Bunların yanında hatta öncesinde kitabın en kritik ve okunması şart bölümüyse Direniş hattı olarak kelime.

Buradaki sorun sadece bir kelime değildir. Çünkü kelime, kelimeden daha fazla bir şeydir gazetecilikte. Kelimeler, deyimler, ifade kalıpları ve tanımlar, hükümetin, askerin, güç odaklarının cümlesini, hatta nutkunu iletir okura. (…) Gazetecinin cümlesi bir çırpıda hükümetin, askerin, polisin cümlesi oluverir; onların ağzıyla yazar gazeteci. “Ahmet, Ayşe’yi dövdü” sadeliğindeki bir cümleye artık neden rastlamıyoruz da “Ahmet, Ayşe’yi darp etti” diyerek polis ağzına düşüyoruz mesela? Nereden çıktıysa, hızla yayıldı ve eleştirel olmalarıyla temayüz eden kimi yazarların bile dilini kuşattı. Polisin davranışının karşısına dikilirken polisin dilini benimsedik yani! Dolayısıyla, kelime sorunu, baskı karşısındaki tutumdur. İlkesizliktir. Anlatım olanaklarından, açıklayıcılıktan vazgeçmektir. Klişelere sığınmaktır.

Yıllar önce Vikipedi’ye düzenli zaman ayırmaya çalıştığım dönemde, maddelerde terörist kelimesinin kullanımına dair ciddi bir tartışma dönüyordu. O dönem yöneticilik yapanlardan biri, tarafsız bir dil hayaline sahip Vikipedi’nin bu konuda evrensel ilkelerden beslenmesi gerektiğini vurguluyor, kolaycılığa yenilmeden maddelerin düzenlenmesini istiyordu. Reuters’in “kimin, kime göre terörist olduğu çetelesini tutamayız, dünyanın her yerinde, her kültüründe insanları takip ediyor, naklediyoruz, yargılamadan harekete geçerek çalışanlarımızın can, okurlarımızın bilgi alma güvenliklerinden sorumluyuz,” minvalinde bir açıklamasını paylaşarak kendisine destek vermiştim.

Dağıstanlı, aynı tartışmayı başka bir örnekle yaşamış ve alıntıladığım metni yazma ihtiyacı hissetmiş. Örnek yine terörist kelimesini kullan(ma)mak. Temel tanımlara, ilkelere ne kadar ihtiyacımız olduğunu güzel özetlemiş.

Kitabı, iyi haberciliğe ihtiyaç duyduğunu düşünen herkese mutlaka öneriyorum, ama bunu yaparken uyarmam da gerekiyor. Kitabın temel bir sorunu, daha doğrusu eksiği var: Editörü yok. Gerçekten de künyede kitabın yayına hazırlığında görev almış bir editörün ismi yer almıyor. Zaten metni okurken böyle bir işlem gerçekleşmediğini anlamak mümkün. Şöyle ki:

Bu genellemeyi bütün iyi niyetimle, olumsuz bir anlam yüklemeden yapıyorum: Gazeteciler kitapları genelde günlük üretimlerini naklettikleri mecradan (gazete, tv, radyo, internet) daha kalıcı gördükleri için, bir arşivleme ve kalıcılaştırma alanı olarak ciddiye aldıkları için önemsiyorlar. Daha kısa söylemek gerekirse, gazeteciler için kitaplar çalışmalarının kolay saklanan arşivleri oluyor. Bu da isabetli, yararlı yanları çok bir tespit.

Öte yandan bu arşivlemenin bir de yumuşak karnı var: Gazeteciliğin sürat ihtiyacının yıllar içinde yarattığı dil ve kurgu alışkanlıkları, haberlerin güncel (hatta günlük) mecralarda sunulurken sahip oldukları referanslarla sunulmasının kitaplarda karşılığı yok. Yine kısaltayım: Gazete haberinde handiyse “dün gerçekleşen olayda…” cümlesi bile normalken, kitapta “___tarihinde gerçekleşen olayda…” demek zorundasınız. Üstelik basit bir bul/değiştir meselesi değil bu. “Dünden” bahsetmekle, bir zaman önceki bir günden bahsetmek, başka türlü cümleler kurmayı gerektirir aslında. Haberci dili bu kurguya yabancı. Gerçi bu kolay görünmüyor, çünkü kitaplar genellikle yayımlandıkları sırada çok konuşulup sonra hızlıca unutuluyor. Zaten kitapçılarda bulmak da çok mümkün olmuyor. Haliyle dilinin güncel olması, ancak bir iki yıl sonra tuhaf kaçacağı için, o kadar eskimiş kitaplara bakmayan kimse fark etmiyor.

Gazetecilerin yazdıklarını kitaplaştırırken editörlerin en büyük mücadelelerinden biri bu dili fark etmek ve düzeltmek. Bir editör olmadığında bu sorun iyice büyüyor elbette… Zira işin tek boyutu dil değil. Haberler doğal ortamlarında başka haberlerle içiçe olduklarından, bağlamları az tarif edilerek de sunulabilir. Oysa kitaplar yıllar sonra da okunabilir ve okurun o dönem var olan tüm bağlamı doğru anlaması gerekir. Hele ki konu sansürse!

Dağıstanlı’nın konu ettiği olaylar, iyi arşivlenmiş, kolay ulaşılabilir mecralarda sansürlendikleri için örnek seçilmiş olaylar. Beş yıl sonra dönüp baktığımızda genel geçer arşivlerde rastlamamız zor olacak. Dağıstanlı, kitapta bu eksiği peşinen kapatmak yerine, şu anda, sıcağı sıcağına (alternatif yollardan) edindiğimiz bilgiye güveniyor. O bilgileri aldığımız kanallar (vatandaş gazeteciliği girişimleri, internet siteleri vb.) yarın yayınlarını sürdüremezlerse (ki örnekleri çok) kitap zamana direnememiş olacak. Galiba AA ve Meclis TV gibi daha başarılı bulduğum bölümler, bu konuda en az eksik içeren bölümler.

Aslında yazar bu alandaki iyi örneklere aşina, sıkça referans veriyor. Gerçekten dışardan bir gözün, bir editörün bu eksikleri tespit edip gidermesi yeterli olacakmış diye düşündürüyor. Ragıp Duran’ın kitaba yazdığı önsöz de bu konuda başarılı örnekleri hatırlatıyor. Ben de iki eklemede bulunayım: Joseph Campbell — Getting It Wrong ve John Pilger — Tell Me No Lies kitaplarında on yıllar sonra bile takip edebildiğimiz kurgular içine yerleştirilen haber ve sansür hikâyeleri sunuyorlar.

Yine dille ilgili bir başka örnek de ara başlık kullanımı. Ara başlığın gazete sayfasındaki işlevi sayfa planında bloklar oluşturmak, okura tek parça dev bir metin yığını yerine, parça parça, adım adım ilerleyerek takip edebileceği bir hikâye sunmak. Tabii ki semantik bir görevi de var, ama görsel plandaki araçsallığı daha güçlü. Bu nedenle sıkça alıntılar ara başlık olarak kullanılıyor.

Oysa kitaplarda ara başlıklar, metnin anlam açısından gerçekten bölündüğü alanlar yaratmak için kullanılıyor. Okur başlığı, bölümün konusunu bir bakışta görebilmek, örneğin bildiği bir kitapta bir referansı ararken hızla tarayabilmek için kullanıyor. Bu kullanım farkının gazeteci başlıklarıyla imtihanı şu sonucu veriyor: “Akşam değil, karanlık”. Yazarı bu ayrımı bilmez mi, bilir elbette ama onlarca yıl bir başka davranış şekliyle gece gündüz çalışmışken fark edemeyebilir, çok doğal. Editör de tam olarak böyle zaafları ortadan kaldırır, yazarın üretimini kendi yeteneklerinin en üst seviyesine çeker.

Yazının başlığında kitabın başlığına yaptığım ek, kitapla ilgili son fikrim. Buraya kadar yazdıklarım içinde de en şahsi olan. Dipnot kullanımı gereksiz olduğunda mutlaka kaçınılması gereken eski bir usül. Teknik kısmını geçtim, iyi bir anlatı kurmak, bir dipnotla açıklanması gereken şeyleri otomatik olarak tasnif etmeye yeter. Belirli kurallara uyan bilgiler dipnotla verilir, her dipnot aşağı yukarı aynı görevi görür. Eğer bir anlatı kurmadan yayına hazırlık yaparsanız, ana metin içine sığmadığını, konuyu dağıtacağını düşündüğünüz her tür bilgiyi dipnot ile sunabilirsiniz. Günü kurtarır, ama karışık bir iş yapmış olursunuz…

Kitabın 96. sayfasında gazetecilerin işsizlikle nasıl terbiye edilmeye çalışıldığı anlatılırken bir dipnot şu bilgiyi aktarıyor: “Türkiye Gazeteciler Sendikası, Gezi Parkı direnişi sırasında 21 gazetecinin işten atıldığını, 37'sinin istifaya zorlandığını ve en az 14'ünün de zorunlu izne çıkarıldığını duyurdu.” Bu bilgi, o bölümdeki tartışmanın doğrudan parçası. Bir ek olarak sunmaya gerek kalmayacak kadar konunun içinde. Erişim adresi, kaynakça vb. içermediği için, referans bilgi olarak bakılması da gereksiz. O halde neden metnin içinde yer almadığını açıklayacak çok nesnel bir şey yok gibi geliyor bana. Yazar böyle rahat etmiş. 34 dipnot, bambaşka amaçlarla kullanılarak sunulmuş. Yine editör demek zorundayım, ortak bir dilde kullanılmaları daha doğru olurmuş.

Bu şahsi takıntılarım bir yana, okumak için harcanan vakte fazlasıyla değen, iyi bir çalışma. Anlatılanlarda içerik olarak eksikler, hatalar ya da yazarın ulaşamadığı başka örnekler, bilgiler varsa onlar da paylaşılacaktır. Bu tartışmanın büyümesi, evrensel gazetecilik ilkeleri belirlenme ve onlara uyma çabası hepimizin yararına… Devamı gelse ne güzel olur…

--

--