Radyolardan İnternet’e yasaklar, porno ve Memo Tembelçizer

Koray Löker
RadioBrecht
Published in
9 min readMar 21, 2014

Express’in 121. sayısında Memo Tembelçizer’le İnternet sansürünü konuşmuştuk. İktidarın Twitter’ı yasakladığını zannettiği günlerde hatırlamak güzel olur diye düşündüm. Aradan neredeyse üç yıl geçmişken hiçbir şeyin değişmediğini görmenin karamsarlığını bir kenara bırakarak…

Memo Tembelçizer İnternet Sansürü Yürüyüşünde

Pornoma Dokunma sloganı, pankartı, blogu İnternet yürüyüşünün önemli bir bileşeni oldu. İnternet sansürünü onaylayanlar için bir karalama aracı olduğu gibi, sansür karşıtları da “pornoculardan ibaret değiliz” diyen ve “porno özgürlüğü de ifade özgürlüğüdür” diye ayrıldı gibi görünüyor. Bunu bir ifade özgürlüğü alanı olarak tanımlamaya çalışanlara da en klişe argüman sunuluyor herhalde, “senin karına, kızına…”

Erotizme ya da cinsel ifadelerin özgürlüğüne ilk gelen tepki de odur zaten “sen ananı, bacını orada görsen iyi mi olur!” Bu bir argüman değil ki, bir tehdit! Bu zihniyetin ardında “sen ailendeki kadınlardan sorumlusun, bunu savunduğun zaman karını, kızını da bu işin içine sokuyorsun, biz de seni ona göre muamele ederiz” anlamına geliyor. Oysa ki ben ailemin mutluluğundan sorumluyum, onların tercihlerinden ve davranışlarından değil. Çocuğum benim hiç arzu etmediğim bir hayat sürebilir. Ben ancak altı yaşına kadar biraz, sonra daha da az yönlendirebilirim, sonrası da beni ilgilendirmez. Bu ahlâki dayatmalar sorumluluk bindirmek üzerine kurulu. Kadınlar senden sorulsun, sen de amcandan, babandan sorul. Bu zihniyet, herkesi ahlâk çıkışlı bir hiyerarşiye bağlıyor.

En klişe olandan girdik ama, kadın istismarı açısından pornoyu reddedenler de var…

Kadınlar ya da çocuklar hayatın her alanında istismar ediliyor. Burada şunu da sormalı, “siz insanların cinsel istismarına mı karşısınız, yoksa genel olarak her türlü istismara mı karşısınız?” Eğer genel olarak istismara karşı olduğunu söyleyerek pornoyu eleştirenler varsa başka hangi alanlara müdahil olduklarını merak ederim. Sadece cinsel istismara karşı çıkanların savunduğu dünya görüşü, genelde diğer istismarları destekler oluyor. Kim ki küçük yaşta çocukların çalıştırılmasını destekliyorsa, kim aile içi şiddeti görmezden gelmeye çalışıyora, aile içi cinsel istismara göz yummaya çalışıyorsa, kadın ve eşcinsel cinayetlerini namus gereği görüyorsa aynı insanlar cinselliği yasaklamaya çalışıyor.

İnsanlık tarihinden biliyoruz; ki son zamanlarda çıkan kasetler de gösteriyor, bu kadar ön planda ahlâkçılık savunanlar kendi hakim oldukları alanlarda bu kurallara hiç uymadıkları bir yaşam sürebiliyorlar.

İnternet ve cinsellik ilişkisinde endüstriyel pornografinin ötesinde bir şeyler de yok mu? Self-erotizm denebilecek bir alan da yaratmıyor mu İnternet?

Ahlâk keyfi cinselliği engellemeyi hedefler. Evde tek başınayken İnternet’e girip, cinselliği kendi konuştuğu gibi konuşanları görebilmek, kendisinin de konuşabileceğini görmek, tercihi neyse o tercihe ait bir içeriğin olduğunu görmek cinsellik üzerinde hakim algıyı kırmak demek.

Hakim algıya basın da dahil mi? Ana akım gazetelerin web siteleri de cinsellik açısından hiç fakir değiller…

İkiyüzlülük orada zaten. Sunulmasına izin verilen bir cinsellik de var. Gazetelerin web sitelerinde “bakın nasıl plajda denize giriliyor” diyerek sunulan da cinsellik. Bir kadını üstsüz gösterince yasak ama bikinili olursa izin veriliyor. Keyfi cinselliği ve bunun ifadesini yasaklayıp cinselliği plajda yüzen kadını röntgenlemeye indirgeyen hakim algı bu şekilde oluşturuluyor. Ayrıca, planlı bir şey demiyorum ama üstsüz kadın gösteren bütün siteler kapanınca bikinili kadınları gösteren bu konuda var olan talebin maddi karşılığına da erişiyor.

Son dönemin baskın muhafazakar karakterinde tartışma konusu bile olmayan bir konu da genelevler. Bu hükümet belki son dönemlerdeki en muhafazakar kimliğe sahip, ama bu konu gündeme girmiyor.

Dünyanın her yanında uyuşturucuyu yasaklayan devlet, bu sayede mafya aracılığıyla kara para ediniyor. İçki yasağı oluşturduğunda kaçak içkiden para kazanabiliyor. Cinselliği yasaklayan devletler de ihtiyaç sahiplerine bir şeyler sunmak zorunda ve bundan çıkan ekonomiden payını alıyor. Hem parasını kazanıyor, hem muhafazakar dünya görüşünü görünüşte yürürlükte tutuyor, hem de bu görüşü onaylayanlara yasakları çiğnemenin olanaklarını sunuyor.

İnternet yürüyüşündeki coşku, gençlerin sahiplenişi nasıl bu kadar ortaya çıktı? Pornoma dokunma blogu yürüyüşte nasıl algılandı? Mizah dergileri üzerinden tanışıklık var mıydı?

Makul Koca Memoşko’dan bir kesit

Okurlar da oluyor, ama yürüyüşe katılanlar elli bin kişi civarındaydı, hepsi okur olamaz. Zaten Türkiye çapında mizah dergileri yetmiş-seksen bin satıyor. Yine de söyleme, çizimlere aşinalık var elbette. Özelde Pornoma Dokunma zaten blog olarak başladı ama sansür karşıtı harekette çok yayıldı. İnci Sözlük ekibi de sahiplendi. O büyük pankarttan haberim yoktu mesela, yürüyüşte gördüm ve çok mutlu oldum. Ben de dövizimi alıp yürümeye başladım ama çekingenlik de vardı. Arada yandan geçerken çok kötü bakan tipler oluyordu, ben de daha ortalarda yürüyeyim derken büyük pankartı gördüm. Kitlenin bunu sahiplendiğini görünce sevindim. Zaten yürüyüşe katılanlar sansüre karşı oldukları için, porno konusunun bir bahane olduğunun da farkındalar. Belki bu konuda hiç akıl yürütmemiş biri bu bağlantıyı kuramayabilir, ama yürüyüşe katılanlar gayet farkında durumun. Bir de cinsellikten rahatsız olmama durumu var. Yürüyüşteki insanların sevgilileri var, ayıp mayıp zannetmiyorlar bunu.

Karşı tarafta tam da böyle bir eksikliğin dışavurumu mu yaşanıyor acaba? Yoksunluk hali böyle mi tezahür ediyor?

Yoksun bırakılmışlığın denebilir belki. Ahlâk böyle bir şey. Gerekçesi yine ahlâk olan bir döngü. Ahlâk bozulmasın, yoksa ahlâk bozulur. Cinsel içeriğe gösterilen tepkinin gerçek bir nedeni yok aslında.

İnternet özgürlüğü eylemleri şimdiye dek gelen en apolitik kuşağın sahiplendiği bir alan yarattı. Madem bu kadar apolitikti bu nesil, nasıl oldu da bu kadar büyük bir yürüyüş örgütlendi? Onların çağına ait bir şeye saldırılınca mı böyle oldu?

Ben de apolitik seksen kuşağının prototip örneği olduğumu düşünüyorum. Büyüme çağım darbe dönemi. Üniversiteye girince orada bir şeyler olacak diye bir iki arkadaş kendi aramızda konuşurduk ama hak aramak için sokağa çıkmak gibi fikirlerimiz yoktu. Ama hak arama ve ifade etme isteği doğal, hatta içgüdüsel bir şey. Biz bunun ortaya çıkmasına izin verilmeden büyümüşüz. Son on — on beş sene içinde bu ihtiyaç kendini İnternet’te buldu. İşimde siyasi ya da dinsel konulara girmezken İnternet’te “aa ne güzel” diye yazmaya başladım. Bu kuşağın kendi, bastırılmış tarafını ifade eden kanalı oldu İnternet. Bu nedenle kontrol altına alınmak isteniyor ve tepkiyle karşılanıyor. Bunu bir eleştiri olarak dile getirenler de var. İnsanlar ancak kendi kuyruğuna basıldığında ses çıkartıyor diye eleştiriliyor. HES’lere karşı çıkmak da güzel bir şey tabii, ama tepki kendinden başlar zaten. Kendi kuyruğuna basıldığında bile ses çıkarılmamasını öğütleyen bir kültür ortamı oluşturulduğu için kendi kuyruğuna basıldığında ses çıkarmayı teşvik etmek gerekiyor. Benim kuşağımın kuyruğu son on senede oluşmuştu ve şimdi de ona basıldı.

Geçen sene de bir yürüyüş düzenlenmişti ama katılım çok daha düşüktü. Bu sene düzenlenen yürüyüşü çok daha geniş katılımlı yapan şey nedir?

Bugüne kadar tezgah altından, çaktırmadan yapılan bir sansür vardı. İnsanlar da o yasaklıysa buna girerim, öyle giremezsem KTunnel ile bağlanırım gibi yöntemleri tercih etti. DNS ayarı var, o var, bu var diyenler daha çoktu.

Sansür karşıtları arasında en baştan beri işin büyüyeceğini söyleyenler de vardı ama sesleri çok çıkmamıştı. Şimdi filtre falan düzenlemeleriyle arka kapılardan dolanılamayacağı, çıkış yolu kalmayacağı ortaya çıktı. Ekşi Sözlük, İnci Sözlük gibi organizasyonların çabaları da sonuç verdi.

İnternet iki tane siteden ibaret, iki chat yapılıyor, gerçek anlamda sosyallik de denemez gibi küçümseme çabaları var. Bu kadar kişinin sokağa dökülmesi meselenin o kadar da basit olmadığının işareti mi?

anti politik

Ekşi sözlük ya da sosyal medyada insanlar istedikleri gibi eleştiri yapabiliyorlar ve herkes diğerinin ne dediğini görüyor. Ben bunu bazı açılardan tedirgin edici buluyorum. Bir köy meydanı gibi. Köyde yolun kenarına işeseniz bütün köy duyar. Bunun gibi bir şey. Herkesin her dediğini herkes duyuyor. Bu bir ortak konuşma arenası oluşturuyor. Kamuoyu denen soyut şeyin somutlaşmış hali. Devlet de bunu kontrol altına almak için elinden geleni yapıyor. Devletin telaşı biraz bu. Benzer bir telaşı ilk sanatçılarda, ünlülerde görmüştük, her önüne gelen onlar hakkında atıp tutabiliyor. Şimdi de başbakan üst üste bir yerlerde çıkıp “Twitter, Facebook, bunlar çirkin şeyler” diyor. Ben bir başbakanın kişisel duygularıyla konuşacağını tahmin etmiyorum. Birkaç kere de söylediyse bir şey demek istiyor, bir politik stratejiden bahsediyor demektir.

Hem kamuoyu oluşuyor hem de daha önce kulaktan kulağa olan şey somutlaşıp yazıya dökülüyor. Daha önce belirli örgütlerin yapabildiği gösteri gibi şeylerin daha kendiliğinden olabilmesini sağlıyor. Bu tabii ki otorite sahiplerini tedirgin edecek bir şey. Amaç bunu yok etmek değil tabii, ama kontrol altına alıp kendi amaçları doğrutulsunda yönlendirmek istiyorlar.

93'te radyolar yasaklandığında da kitlesel bir tepki doğmuştu. Benzer argümanlar da vardı. Radyo yayınları kontrol altına alınmazsa uçakların telsizlerinde sorun yaşanıyor bile dendi. Şimdi de İnternet kötü değil, ama kontrol edilmesi gerekiyor diye çıkılıyor. Radyolarda dersimizi alsak, daha çabuk örgütlenemez miydik?

İnternet için altı yedi sene önce milyonlarca site var, kimse bunu kontrol edemez diye düşünülüyordu. O gün İnternet’e giren gençlerin en büyük sevinci kendilerini özgür hissetmeleriydi. Bugün komik geliyor, ama özgürlük tehdit altında kalana kadar bir savunma oluşması beklenemezdi.

Daha temel bir fark da galiba bu kez üretenlerin sokağa dökülmesi. İnternet bize kendimizi ifade şansı verdi ve yürüyenlerin büyük çoğunluğu blog sahipleri, bu ifade şansını kullananlar gibi görünüyor. Radyoda pasif birer dinleyiciydik ama buna rağmen sokaklara dökülmüştük.

Radyoda da baskılanmış, tek tipleştirilmiş bir devlet radyosu vardı. Ya klasik müzik ya Türk Sanat Müziği Koroları ya da papyonla saz çalan türkücüler dinleniyordu. Özel radyolarla insanlar kendine benzeyen seslerin varlığını gördüler. Kendisi gibi birinin radyoda program yapması da bir tür kendini ifade etme biçimi.

Radyolar düzenlendi, bireysel insiyatifin yerini şirketler aldı. Bugün filtre tartışmalarında da, bunu servis sağlayıcı firmalar seçenek olarak sunsa, devlet hiç karışmasa deniyor. Zaten iki — üç tane firma var, pratikte ise biri herkesin bağlı olduğu dev şirket. Devlet arayı bulmak için bu işi o tekel firmaya bıraksa, kullanıcılar firmaya da aynı şekilde tepki göstermeyi, ifade özgürlüklerini savunmayı başarır mı?

Devlete karşı gösteri yapmakla bir özel şirketi protesto etmenin duygusu farklı. Şirket denilen şey devletle ortaklığı olan bir şey, çok da farklı bir alan tanımlamayacağı ortada. Devlet en büyük otorite olduğu için insan ona karşı olmakta kendini daha haklı görebiliyor, ama özel şirketin alternatifi varmış gibi olduğu için ya da “adam para kazanmak için yapıyor bunu” denebildiği için durum değişiyor.

Mesela Apple, iPhone uygulamalarındaki erotik içeriği kaldırdığında ben tepki gösterdim, arkadaş çevremse “özel şirket, istediğini yapar, tek amacı para kazanmak” dedi. Ama yayıncılığın bir etiği var. Bunu yapamazsınız. Bir ifade alanı sağladığınızda yalan söylememeniz, o alanı çarpıtmamanız beklenir. Ticaret aynı zamanda bir hizmettir. Şirketler de etik açıdan aynı tepkiyi hak ediyor ama bu aldatmacanın tutması çok kolay. Bir şirket bunu yapmayı vaat ettiğinde işe yarayacaktır. Fırsatlar Ülkesi Amerika denir ya, git bakalım bir başına ne fırsat buluyorsun.

Amerika’da ifade özgürlüğü konusunda şirketler de artık hesap verebilir kurumlar olmaya zorlanmaya başladı.

Amerika’da model özel şirketler üzerine kurulu zaten. Çizgi roman ya da sinemada devlet regülasyonu yok. Devletten bağımsız rating oluşturan özel şirketler var. Amerikan sinemasında herhangi bir cinsel içerik olması kanunen yasak değil, ama bu şirketten rating almadığınızda oynatacak sinema bulamıyorsunuz. Devleti aradan çek, “bakın devlet hiç müdahale etmiyor, çok özgürlükçü ortam var” iddiasını at ortaya, öbür yandan şirketler her türlü kısıtlama yetkisini kullansın.

Üzerine bu kadar konuştuğumuz İnternet bir sanatçı için nasıl bir ortam sağlıyor peki? Memo Tembelçizer için blog dünyası ne veriyor?

Dergicilik profesyonel, satma derdi olan, mesleki formatlara uyulması gereken bir yapı. Mesela cinsel içerikli eskizler koyduğum Seksapel isimli bir blogum var. Oradaki işleri hem cinsellikleri nedeniyle hem de eskiz oldukları için basılı dünyada yayınlayamam. İnternet’te bu halleriyle yayınlayabiliyorum ve meraklısına ulaşıyor. Fakat profesyonel açıdan o mecranın da belirli bir yayıncılık anlayışı var. Düzenli olarak güncelleyip içerik koyduğumda daha çok kişiye ulaşabiliyorum ama o sürekliliği sağlamak da ayrı bir profesyonel deneyim. Ben İnternet’te profesyonel değilim, bizim derginin arka sayfasında çizen amatör arkadaşlar gibiyim. En çok okunan blogum Pornoma Dokunma oldu. Sansür karşıtı hareketteki arkadaşlar da sağolsunlar ciddiye alıp linkler verdiler. Aşık Memo blogu da belli bir okuyucu kitlesine sahip ama diğerleri daha da amatör kalıyor.

Aşık Memo Lemanyak içinde kült haline gelmiş işlerden biriydi. Şimdi yaşı yeni gelip de Uykusuz’la, Penguen’le tanışan yeni okurlar geriye dönüp bu işleri de keşfediyor mu?

Mizah dergileri biraz uçucu şeyler. Bir kuşağın bildiğini sonraki kuşak genellikle bilmiyor. Penguen dergisi Tayyipler Alemi kapağıyla politik bir kimlik edindi, bugün 15–20 yaşlarındaki okurlar için bir efsane. Ben liseyi bitirdiğim sıralarda Gırgır efsanesi vardı. Bu okurun o efsaneden haberi bile yok. Bir şikayet değil bu. İnsan bazen üzülüyor ama doğası böyle. Gırgır’dan önce bir Akbaba var ki, Türkiye’nin en uzun süre yayınlanmış mizah dergisi. Bugün artık tarih. Mizah dergisi sorulduğunda ismi bile akla gelmiyor. Oğuz Aral çok seviliyor diye biliriz hep. Levent Cantek’in kitabında okudum, Cemal Nadir öldüğünde binlerce kişilik cenazesi olmuş. Sadece karikatürist olarak değil tabii, gazeteci olarak da önemli biri. Bugün karikatür seven ortalama bir okur ismini bile bilmeyebilir. Eski çalışmalara ulaşanlar, meraklılar oluyor mutlaka ama sayıları azdır.

Aşık Memo da blogda eski okurlarıyla buluşuyor o zaman…

Yeni şiirlerle güncelliyemediğim için devam eden kitlesi yoktur. Yeni okuyucu da üç beş bakıp bırakıyordur. Yayınladığım dönemde İnternet yaygın değildi, ama mektupla okuyucu görüşlerine ulaşabiliyorduk. Hiç negatif tepki almadığım bir seriydi. Sempatik bir karakterdi her şeyden önce. Adam en çekingesiz şekilde cinsellikten bahsediyor ama yapamıyor sonuçta. Bugün yazdığımda tepki alabiliyorum benzer şeyleri. Bu İnternet’te herkesin kolay söz söyleyebilmesinden mi kaynaklanıyor yoksa okur mu muhafazakarlaşmaya başladı bilemiyorum.

Okuyucular yorum yazabilince bir iletişim mi kuruldu, bir iletişim olanağı olduğu için bir dil mi doğdu diye birçok alanda tartışılan çok meşakatli bir konu zaten bu…

İnsan kitap okurken de kafasında bir karşı düşünce oluşturur. İnternet bunu anında iletebilme olanağı verebiliyor ve bu kafadan geçen şey küfür bile olsa yansıtıyor. Ekşi Sözlük ilk çıktığında bir fikir ortamıydı. İnsanların bazı konularda fikir belirttiği bir ortamdı. Twitter, Facebook, Sözlük bunlar artık ilginç fikir bulunabilecek yerler değil, kitlenin genel duygusuna ulaşılabilecek yerlere dönüştü. Kamuoyundan kastım da o. Eskiden mesela Serdar Ortaç bilmem nerede ingilizce bir şarkı söylemişse bu konuda bir müzisyen fikri bulmak mümkün oluyordu. Şimdi ancak genelin gürültüsünü duyabiliyoruz. Bu gürültü kimi zaman homurdanma, kimi zaman tezahürat kimi zamansa linç şeklinde oluyor.

--

--