Sansür hikayesinin hızlı bir özeti ve sezon finali
Sansür sözcüğü uzun zamandır 5651 sayılı kanuna dayalı olarak kimi internet sitelerine erişimin engellenmesini kapsayan uygulamanın adı oldu. Bu kanuna ve planlanan uygulamaya göre, kanunda yer alan katalog suçların işlendiği tespit edilen internet sitelerine mahkeme kararıyla erişim engelleniyor. Oysa pratikte durum her geçen gün daha da vahim hale geliyor. Uygulamanın teknik sorunlarını hızlıca hatırlayalım:
- Kanun açıkça mahkemenin kararı olmasını emrederken, kerhen ve tedbiren diye TİB, çeşitli ISP’ler kafalarına göre kimi siteleri erişime engelleyebiliyorlar. Bu tamamen kanuna aykırı!
- 5651'in katalog suçları dışında siteler de engelleniyor. Bölücülük başta olmak üzere kimi konular kanunda yer almadığı halde bu kanun kullanılarak erişim engellemekte kullanılıyor.
- Sitelerin genişliği nedeniyle “kanuna aykırı içerik” ya da “suç unsuru” denebilecek içeriğin erişime engellenmesi yeterliyken ve kanun sadece bunu işaret ederken, bütün site erişime engelleniyor. Yani Atatürk’e hakaret edildiği gerekçesiyle bir videonun izlenmesi engellenmek yerine bütün Youtube kapatılıyor. Bu cezanın ölçüsüzlüğü, şahsiliği gibi bir sürü çok temel hukuk paradigmasının yok edilmesi, en temel hakların ihlal edilmesi anlamına geliyor.
Bu üç maddede özetlene sorunlar aşılsın diye yıllardır uğraşılıyor. Yapılan toplantılara (Kartepe Çalıştayı yeni bir örneğidir) hakimler, savcılar, bürokratlar da katılıyor, görüş alışverişi yapılıyor… Yani hükümet iyi niyetle kanun uygulamak, yeri geldiğinde o kanunu günün ihtiyaçlarına göre yenilemek görevini yerine getiriyor olsa, bu konuda kamuoyu desteği hatta teknik destek bile ortada.
Fakat bir tuhaflık da var. Eğer bir şekilde kanuna ters içerik yayını yapıldığında, bu konuyla ilgili işlem yapılacaksa, doğru olan o içeriğin yayınlanmamasını sağlamak değil midir? Devlet şu anda Atatürk’e hakaret eden bir video tespit edildiğinde bu videoya erişimi engelliyor. Halbuki Youtube’da bir grup kullanıcı bir videonun rencide edici, hakaret içeren, nefret söylemi içeren söylemler barındırdığını söylediğinde o video siliniyor. Hiç kimse göremiyor artık o videoyu. Propaganda ile mücadelenin doğru yöntemi bu değil mi? Türkiye’den erişim engellendiğinde, o video dünya kamuoyunun geri kalanını yönlendirmeye devam ediyor. Üstelik de yanına “Türkler sansürcü oldukları için bunu göremiyor” lafını da ekleyerek… Kendi sözümüzü, bu sözün karşısına koyma hakkımız, kendi devletimiz tarafından alınıyor.
Kanunların özünde ölçülü olmak vardır. Yani bir suç işlendiğinde verilen ceza, o suça oranla kabul edilebilir ağırlıkta/sertlikte olmalıdır. Bu durum, bir video için tüm Youtube’un kapanması sonucu ortadan kalkıyor. Ölçüsüz ve hukuksuz bir ceza veriliyor. Üstelik kanunda uygulama bu şekilde tarif edilmediği için bunun tüm sorumlusu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı adlı kurum. Bu kurum gerekli teknik süreci yapılandırıp, sadece karara konu olan videonun izlenememesini sağlayabilecekken, tüm siteyi kapatıyor. Sonra yetinmiyor, site -günün teknik zorunlulukları nedeniyle tesadüfen- başka IP adreslerinden erişildiğinde, mahkeme ona böyle bir görev vermediği halde o IP adreslerini de erişime engelliyor. Bu açık seçik görevi kötüye kullanmak olduğu halde bunu yapıyor. Bazı siteleri, mahkeme kararı olmadan kapatıyor.
Bunları hesaba katınca artık kötü niyet var demek mümkün. Son Google hikayesinde yaşananlar da zaten dezenformasyon ve çarpıtma ile bu kötü niyeti gözler önüne serdi. TİB bütün yetkisini aşarak hukukdışı eylemler sergiledi, sorumlu olan bakansa bunu düzeltmek yerine konuyu bambaşka bir yere çekip, gerçek sorunu tartışmak yerine vatandaşını kandırdı… Bu ülkenin ulaştırma bakanı, kalkıp “Google vergi vermiyor, benim vatandaşımı kandırıyor” dedi. Asıl kandıran kendisiydi, konunun vergiyle uzaktan yakından ilgisi yoktu. Mali/cari hesaplar maliye bakanlığı ile ilgili konulardır, düzenleme ve cezalandırma yetkileri de, yöntemleri de orada tanımlıdır. 5651'de “vergi borcu olan sitelere erişimin engellenmesi” diye bir madde yok. Bunu bahane etmek olayı çarpıtmak, hukuk dışı davranmaktır! Bu da oldu…
Bunlar meselenin tarihçesine dair yakın tarihli örnekler. Durum daha da kötüye gidiyor. Önce Emniyet Müdürlüğüne sonra da Diyanet İşleri Başkanlığına içerik denetleme yetkisi verildi. Böylece bu kurumların sakıncalı bulduğu internet siteleri de erişime engellenebilecek. Bununla ilgili hiç bir kanuni dayanak yok. Bu kurumların, hele ki uluslararası arenada, yayınlanan içerikleri denetleyebilmekle ilgili ne görevleri var (kendi görevlerini belirleyen kanun ve düzenlemelerde) ne de uzmanlıkları. Polis ve imamlar, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmekle görevli değildir! bu kadar basit… Hukuk devleti böyle işlemez.
Tüm bu uygulamaların apayrı etkileri de var. Bu yanlış uygulamanın etrafından dolanarak, istediği içeriğe ulaşmaya çalışan insanların, özgür birer internet kullanıcısı olmak yerine, özel bilgilerle donanmış (DNS nedir, hosts dosyası ne işe yarar gibi soruların cevapları artık ev hanımlarımızda) olmasının yaratacağı sorunlar var. İlki bu bilginin herkese ulaşımı sağlanamadığında imtiyazlar yaratıyor olması. İkincisi de bu amaçla kullanılmaya çalışılan yardımcı programcıklar ve bilgilerin kötü niyetli olması halinde bilgi güvenliği faciaları yaşanması…
Katalog suçlara ve diyanet-emniyet ikilisine bir başka ek de Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, yani telif kanunu üzerinden yapılan engellemeler… Her biri dönüp dolaşıp aynı yere geliyor. Sokakta de-facto olarak yaşanan şeyi suç olarak fakat sonradan tanımlayarak toplulukları, insanları kriminalize ediyor, toplum dışına itiyor. Böylece bir noktadan sonra hangi suçun işlendiğinin önemi kalmıyor. Küçük suçları işlemek, büyükleriyle ilişki kurmayı kolaylaştırır. Bu mantıkla, toplum yeraltına itiliyor. Buradan kimse kazançlı çıkmaz.
Tüm bu fikirler ışığında, yarın, umuyorum binlerce özgür internet talep eden netdaşla birlikte 17.00'de İstanbul Taksim Meydanı tramvay durağının önünde olacağım. Galatasaray meydanına kadar, Devekuşu Kabare’nin sansüre karşı yıllar önce yazdığı sevimli şarkı “minik kelebek”i söyleyeyerek yürüyecek ve herkese göstereceğim ki, özgür internet mühimdir, istiyorum. Bir başka ortamda “beni seven arkamdan gelsin” demiştim, burada da tekrar etmiş olayım. Yarın 17.00'de bugün internet, yarın tüm özgürlüklerimiz için: “yürüyelim arkadaşlar…” (lay lara lay lay lay)