Yolun yarısına yeni varmış bir insanı öldürebilirsiniz… ama bir gökkuşağını batıramazsınız…

Koray Löker
RadioBrecht
Published in
5 min readJul 11, 2010

25 yıl önce bugün, gece yarısı olmak üzereyken Yeni Zelanda Auckland limanında bulunan Gökkuşağı Savaşçısı (Rainbow Warrior) patlayan iki bomba sonucu batmıştı. Aslında duymayan yoktur herhalde ama, kısaca hatırlatmak gerekir yine de, Gökkuşağı Savaşçısı Greenpeace adlı uluslararası çevre örgütünün sancak gemisi.

Metis yayınları tarafından yayınlanan Yeşilbarış’ın Öyküsü kitabından bir detay hatırlıyorum. Onu kerhen nakletmeden önce kabaca Greenpeace’in nasıl çalıştığından bahsetmek iyi olabilir.

[Birinci parantez:] Greenpeace tüm dünyada örgütlenmeye uğraşan, her ülke ve bölgedeki yerel örgütleri, birbirinin paraleli şeklinde çalışan ve tek bir mesaj ve hedef çevresinde örgütlenen bir yapıya sahip. Dünya çapında yürüyen kampanyalar, her ülkede, o coğrafyanın diliyle, algısıyla yeniden üretilerek yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Böylece becerilebildiği ölçüde tüm dünyadan tek ses halinde yükselen bir kamuoyu baskısı yaratılarak sonuç alınmaya çalışılıyor. Yani örgütlü oldukları ülkelerden hangisindeki ofise uğrasanız, uluslararası web sitelerinde gördüğünüz kampanyalardan sorumlu olarak çalışan bir avuç insanla karşılaşırsınız. Seksenli yıllarda Fransa hükümeti geliştirmekte olduğu nükleer silahların etkilerini okyanusta yaptığı denemelerle gözlemeye çalışıyordu. Tüm örgütün çıkış noktası A.B.D.’nin aynı biçimde Alaska civarlarında yapılan nükleer denemeleri engellemek olduğu için bu konuda hassas eylemcilerden oluşuyordu zaten. Örgütü dünyaya tanıtan fok ve balina kampanyalarının yanında nükleer silahlara ve santrallere karşı koydukları tavır demek yanlış olmayacaktır. [Kapat çok gereksiz birinci parantezi.]

On yıldan biraz uzun bir süredir tabanı genişleyen Greenpeace, 1985 yılında sancak gemisi olarak İngiltere Tarım, Balıkçılık ve Gıda Bakanlığı tarafından troll teknesi olarak kullanılan Sir William Hardy isimli gemiyi almıştı. Gökkuşağı Savaşçısı konulan ismiyle gemi, Amerikalıların yaptığı nükleer denemeler nedeniyle radyoaktif kirliliğe maruz kalan 300 yerliyi Rongelap Mercanlarından tahliye ederek eylem hayatına başlamış, bir süredir Fransızların yaptığı denemeleri engellemek için Mururoa Mercanlarında eylem yapıyordu.

[İkinci parantez: Burada biraz da eylem modellerinden bahsetmek gerekir herhalde… Greenpeace eylemcileri 1971'de Alaska civarındaki nükleer silah denemelerini engelleyebilmek için yola çıkarken doğrudan eylem modelini benimsemiş oldular. Model de basitçe şu: “hep birlikte nükleer bombanın atılacağı yere elimizde fotoğraf makinalarımız, kameralarımızla gidip, orada olduğumuzu dünyaya duyuralım, sıkıyorsa tepemize atsınlar bakalım!”. Aslında ilham kaynakları sanırım Mormonların şiddetten arınmış dünyalarını kurmak için geliştirdiği “tanık olarak suç engelleme” fikrine dayalı… O fikri pek tanımıyorum, fakat Greenpeace’in fikri evrilttiği şey, ortada yeterince tanık varken suç işlenemeyeceği iyi niyeti. [kapat çok gereksiz ikinci parantezi]

Michael Brown ve John May’in kitaplarına dönecek olursak, Yeni Zelanda’da nükleer denemelere karşı kampanyanın liderliğini üstlenmiş eylemci günler boyunca Gökkuşağı Savaşçısı gelişiyle hareketlenmiş olan şehirdeki gazetecilerle konuşuyor, insanlara bilgi veriyor olmanın yorgunluğuyla 10 Temmuz gününü tamamlayıp yatıyor. Saat sabahın 3'ünü gösterirken telefon çalıyor ve hafif sinirli ve gergin bir ses “Üzgünüm, Gökkuşağı Savaşçısı için aradım, neler düşündüğünüzü aktarmak isterim.” tadında bir şeyler diyor. Eh tabii çoook resmi bir İngilizce kullanıp da “lütfen taziyelerimi kabul edin” diye ayrıca belirtmezseniz bir baş sağlığı dileği, geçmiş olsun falan Türkçe kadar renkli olamıyor, kısaca “sori” rutinine dahil kabul ediliyor. Eh gecenin üçü olunca kampanyacı bunun üzgün olunabilecek, özür dilenebilecek bir durum yarattığını sanarak, yine de kibarlığını bozmamayı deneyerek (bir mesajı kamuoyu oluşturmak için yaymaya çalışmanın böyle kötü yanları var işte… Sendika mı örgütlüyorsunuz, nükleer deneme mi durduruyorsunuz, bir işgal kuvvetine karşı hukuk zaferi peşinde misiniz, herkese güleryüz göstermelisiniz, yoksa niyetinizi unutur, üslubunuza takarlar, kaybedersiniz) “biraz tuhaf bir saat değil mi?” diyor. Böylece arayan gazeteci, Greenpeace’in kampanya sorumlusuna geminin battığını haber veren kişi olmak zorunda kalıyor.

Aslında devletlerin, çıkarları söz konusu olduğunda nasıl işler çevirdiğine ufak tefek bir ek bu hikaye. İlginç olan ayrıntılardan bir kısmı gönüllü mahalle bekçiliği gibi bir kuruma sahip Yeni Zelanda emniyetinin, gemiyi batıranları bu sayede yakalamayı başarması. Olaya uzaktan yakından tanık olan herkes bir olup iki dalgıcı yakalıyor. İlerleyen günlerde İsviçre pasaportlarına kanmayan polisin yaptığı araştırma sonucu kendilerinin Fransız gizli servisi (DGSE) ajanları olduğu ortaya çıkıyor. Şeytani Operasyon kod adıyla, bizzat Mitterand tarafından onaylanan bir resmi operasyon kapsamında geminin motorunun bulunduğu bölüme ufak bir bomba, güverteye hatrı sayılır bir delik açacak ikincisinden önce patlayacak biçimde yerleştiriliyor. Gerçekten de şeytani bir plan bu. Önce küçük bomba patlayarak makina dairesine zarar verecek, böylece geminin gövdesinde açılacak delik tamir edildiğinde motorlar da paramparça olsun, yenisini almak, bunu yaptırmaktan ucuza gelsin, gemisiz kalacak çevreciler…

Gece yarısına on dakika kala, kıç tarafındaki patlama gemiyi sarstığında mürettebat hızlıca gemiyi terk edebiliyor. Fakat patlamaya rağmen geminin kıç tarafından çok hafif su aldığını fark eden fotoğrafçı son anda iskeleye atlamaktan vazgeçip “bir kaç dakikam daha var, fotoğraflarımı da alabilirim, almalıyım” diyor… İki çocuk babası ve Cahit Sıtkı’ya göre yolu henüz yarılamış olan, 35 yaşındaki Fernando Pereira’nın böyle düşünmesi tahminen fotoğrafçı/eylemcilik refleksi… O an hayatı ve çocuklar değil gözünün önünden geçenler. Günlerdir insanların nükleer denemeler sonucu nasıl yaşamlarının değiştiğine tanıklık etmiş onlarca fotoğraf karesi, tüm dünya kamuoyuna Fransız nükleer politikalarının ne kadar korkunç olduğunu gösterecek biricik deliller… Zaten gemi de o kadar hızlı batmıyor ya… Tekrar kamarasına doğru koşuyor Pereira ve o sırada patlıyor ikinci büyük bomba. Gemi korkunç bir hızla su alırken de, geri dönemeyerek boğuluyor.

Devamında Greenpeace tüm dünyada “Bir gökkuşağını asla batıramazsınız” diye kampanya başlatıyor. Korkunç bir ilgi görüyor örgüt. Fernando’nun ölümü, geminin dramatik batışı ve nükleer denemelerin vahşeti gündeme oturuyor. Fransa rezil oluyor, bir bakan istifa ederek hükümetin kalanı kurtarılıyor. Yeni bir gemi alınabilecek para takdim ediliyor Lö Hazine de la Versay tarafından Greenpeace’e… Mücadele devam ediyor.

Geçtiğimiz günlerde, selefinin yerini alan ve resmi anlamda Rainbow Warrior II de olsa, bir gökkuşağının asla batmadığının ispatı olarak sadece Rainbow Warrior ismi ve yelkenleriyle süzülen gemi Türkiye’ye de uğramıştı. Gemideki arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla son yolculuğu olmuş. Limana çekilerek müze görevi görmeye başlayacakmış. Bu sırada tarihinde ilk kez otuz yaşında bir gemiyi yenilemek yerine sıfır bir gemi yaptırabilen Greenpeace, Rainbow Warrior III’ü 2011'de suya indiriyormuş…

Bir başka gereksiz parantezle -fiilen parantez değil çünkü konuya ara vermiyoruz bu kez ama- takıntıyla kullanılan ismi de anmamış olmasak bari… Gökkuşağı Savaşçısı ismi kuzey amerika yerlilerinin mitolojisinde yer alan bir hikayeden geliyor. Dünyanın kaynakları sona erdiğinde, gezegeni kurtarmak için gökkuşağındaki tüm renkler gibi, tüm uluslardan ve renklerden insanlar bir araya gelerek doğayı kurtarmak için savaşacaklar. Dünya onları gökkuşağı savaşçıları olarak hatırlayacak…

Buna benzer söylentiler içeren cinsten bir tarihi 2001 yılında Focus dergisi yapmış, bir forumda denk geldim, örgütün tarihçesini merak edenler Metis’teki kitap ilgilerini çeker mi diye bakabilir, ek olarak Facebook’ta Greenpeace Akdeniz tarafından paylaşılan albümü görebilir, FB üzerinden etkinlik takip edebilirler falan…

--

--