Şehrin Işıkları

ecem hanay
sade
Published in
3 min readMay 5, 2018

Elindeki bilete sımsıkı sarılmıştı Nazan. Pencere kenarından almıştı koltuğunu. Manzarayı seyretmek için değil, başını camın buğusuna yaslamak için. Belki de omzuna yaslanacak kimsesi olmadığı için. “Ah, haylaz rüzgar, bakalım atabilecek miyiz yüreğimizdeki yükü” diyerek vagona ilk adımını attı.

Biliyordu, yollar ona yardımcı olacaktı. İçinde birikenleri fark ediyordu ama olmuyordu işte, dökemiyordu bir yere. Yollara anlatmak geldi aklına.

Ah bu şehir!

Güneş batmıştı. Yola çıkalı 3 saat olmuştu. Nazan’ın seyir defteri tüm gölgelerden arınmıştı.

Her sayfaya başka bir duyguyla yazmaya başlıyordu. Yol kaç saat sürecekti?

Sadece içinden geçenleri yazmak için bu yolculuğa çıktığına kaç kişi inanırdı? Ama öyleydi işte. Bir şey vardı içinde, sürekli zihnini meşgul eden bugününü yaşamasına ket vuran. Bu yolculuk aslında Nazan’ın kendine hatırlatmak istedikleriydi. İhtiyacı başkasıyla bir diyalog değildi, sadece bir monolog. Başladı yazmaya, en çok inandığı umuduna sarılarak…

En çok kalbe güvenmeli. O hep şunu fısıldar:

“Umut var hala.”

“Sen yine de umut etmekten hiç vazgeçme olur mu? Korkularını sil. Gözlerini açıp sabaha kavuşmak, kollarını açıp baharı kucaklamak… Kulağa ne hoş geliyor. Hayat kimi zaman fazlasıyla karmaşık gelebilir, soru işaretleri aklının dört bir yanındaki sarmaşık olabilir. Aradığın her cevabın da bir nedeni var aslında. Endişe etme. İnsan, en çok ne zaman, kendi olabilir? Aklı ve kalbi arasında savaş vermedikçe…

En çok kalbe güvenmeli. O hep şunu fısıldar: “Umut var hala.”

“Yirmili yaşlarında bunu, otuzlu yaşlarında onu, kırklı yaşlarında şunu keşfediyor insan” gibi pek çok şey okumuştu zamanında. Daha bilmiyordu oysa, herkesin yolculuğu kendine. Yıllar önce çok sevdiği birine, hummalı bir sohbetin içindeyken “21 yaşındayım ama hissettiklerim, fark ettiklerim, anlatmak istediklerim…” diye devam eden bir cümle kurmuştu. Karşısında sonsuz bir gülümseme ile dolan yüz, gözlerinin içine bakıp “Sayılara takılma” deyivermişti. Kalakalmıştı. Sayıların hiçbir öneminin olmadığını, yaş almanın ve olgunlaşmanın farklı şeyler olduğunu öyle naif anlatmıştı ki o zaman anlamıştı: İnsan sayılardan fazlasıdır.”

Bir şehrin ışıkları, bir gece vakti size sayısız dilek hakkı verebilir.

“Sezgi denilen şey bir nevi tecrübeden süzülmüş akıl. Sandığımız kadar boş bir şey değil yani. Yaz akşamları kokusu diye bir şey var, derin derin nefes aldıran. Yaşamak için, yaşamaya dair kulağa türlü şeyler fısıldayan, ciğerlere dolan. Bir defterin sayfalarını sokak lambasından gelen cılız ışıkla doldurmak da iyi hissettiriyormuş. Kendini karanlıkta bırakıp kelimeleri ışık yapmak, onların gücüne inanmak.

Resim: Fikret Mualla

Hayır, bir deniz kokusu da değilmiş ihtiyaç olan yeniden yazmak için. Yıldızlar yeterliymiş. Umut olmaktan vazgeçmeyen parıltılı zerrecikler. Ben ayak seslerini değil, kanat seslerini duyuyorum artık.”

“Bir şehir bir gece vakti size sayısız dilek hakkı verebilir. Tabii, karanlığı yeryüzünde bırakıp, gökyüzünü mesken edinirseniz. Bu gece yıldızlar şahane! Nereden mi biliyorum? Şehrim bu gece bana sayısız dilek hakkı verdi, kapkaranlık. O yıldızdan öbür yıldıza atladığım bir gece.”

“Bedeninden dökülen kırıkları olanca gücüyle ayırdı. Özenle, birbirinden uzak parsellere gömdü hepsini teker teker.”

“Ruhunu esen rüzgara kaptırmak istediği anlarda bir dal bile kımıldamıyordu o yıllarda.

Gün batmak üzereyken o en doğuya saklanıyordu. Yarın güzel bir gün olacaktı.”

Bu satırları da tren istasyonundan evine dönerken karalayıvermişti her zaman yanında taşıdığı o küçük mavi kapaklı defterine. Tüm yolculuklarda cam kenarına oturmak isterdi. Yolda olmak hayat demekti sanki.

Ecem Hanay

--

--