Bilinçli Yaşamak ve Stoacılık
Yaptığımız işlerde, isteklerimizde, kısacası yaşamımızın her alanında ister istemez içerisinde bulunduğumuz çevrenin etkisinde kalırız. Özellikle dünyanın küresel bir köy olduğu günümüz küreselleşme çağında, devasa trendlere kapılmamak neredeyse imkansız. Böylesi bir vakitte, bilinçli yaşamak, yaşamımızdan maksimum faydayı alabilmek adına en uygunu olacaktır.
Taklitçi Arzular
Taklitçi Arzular, başkalarının isteklerini istemsizce ve bilinçaltı düzeyinde tekrar etmek olarak ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde arkadaşlıklar ve rekabet de bu taklitçi arzuların etkisiyle şekillenebilmekte ve ortaya çıkabilmekte.
Örneğin, sizin ilham aldığınız ve gerçekten alanında yetkin gördüğünüz bir kimse (Ahmet diyelim), aynı zamanda alanında uzman başka birinden yola çıkarak (O da Ayşe olsun) kendi yaşamını şekillendiriyor olabilir. Dolayısıyla bir noktada, siz de Ayşe’den dolaylı yoldan etkilenmiş olursunuz ve zaman içerisinde odak noktanıza Ayşe’yi koyabilirsiniz.
Böyle bir durumda, Ahmet, onu örnek alıyor olmanızdan ötürü iki farklı davranışa yönelebilir;
- Bunlardan ilki, sizin ona olan yaklaşımınızı olumlu değerlendirerek sizi takdir edebilir ve kendisi gibi olmak istemeniz hoşuna gidebilir.
- İkincisi ise, sizi kendisinin Ayşe ile olan ilişkilerinde bir rakip olarak görebilir ve dolaylı yoldan Ayşe’ye benzeme çabanızdan rahatsızlık duyarak sizinle rekabet içerisine girebilir.
Dolayısıyla her ne kadar sizin için Ahmet takdir edilesi ve örnek alınası birisi olsa da, ona yaklaşımınız bir rekabeti meydana getirebilir.
René Girard, bu bahsettiğimiz dönüşümü, rekabetin ortaya çıkışını, “Taklitçi Rekabet” olarak adlandırıyor.
Bu dönüşüm, istekler paylaşılamayan bir konuda çakıştığı zaman ya da rekabet içerisinde olan unsurlar belirli konulardaki kazançları paylaşmak istemediklerinde ortaya çıkmaktadır. Örneğin Ayşe’yi örnek almak, bu bağlamda paylaşılamayan bir kazanç olarak görülebilir.
Bu durumda, Ahmet ve siz birbiriniz için artık rakip modeli oluşturduğunuzdan ve ortak hedefi paylaşamadığınızdan ötürü birbirinizi taklit etme eğilimine sahip olursunuz. Ahmet, sizin için bir “model-engel” haline gelmiştir.
Ancak empati ile baktığımız taktirde;
- Siz, Ahmet’e iyi niyetle yaklaştığınızı ancak onun bunu olumsuz algılamasından ötürü aranızda sorunlar olduğunu söylerken,
- Ahmet ise sizin, onun hedefini elinden almaya çalıştığınızı ve ortada bir sebep yokken onunla rekabete girdiğinizi söyleyecektir.
Elbette iki taraf da hiçbir şekilde diğerinin iddialarını veya diğerini taklit etme eğiliminde olduğunu da kabul etmeyerek tüm istek ve çabalarının tamamen otonom bir şekilde ortaya çıktığını ileri sürecektir.
Hibrit Bir Bakış: Güvenlik İkilemi
Durumu insanlardan alıp insanların oluşturduğu ve günümüzde yapacaklarımıza ilişkin en üst otoriteyi teşkil eden devletler bazında değerlendirdiğimizde, yani uluslararası ilişkiler disiplininden yararlanarak bir bakış attığımızda ne gibi farklılıklar gözlemleyebiliriz?
Devletler, tıpkı bireylerin düzensiz ortamlarda yaptığı gibi, kendi güvenliğini sağlamak dolayısıyla da vatandaşlarını gereken ihtiyaçlarını tesis edip güvende tutmak için çabalarlar.
Elbette güvenlik dediğimiz vakit aklımıza doğrudan, sınırlar, terör, silahlar vb. gelse de aslında ekonomik güvenlik, gıda güvenliği, enerji güvenliği ve bilgi güvenliği gibi konular da aslında askeri güvenlik kadar mühim hale gelmiş durumda.
Soğuk Savaş olarak adlandırdığımız dönem de aslında tam olarak bu güvenliği sağlama çabalarının sonucu olarak yaşanan gelişmelerle ortaya çıktı desek yanılmış olmayız. ABD ile SSCB arasında yaşanan ve ikisinin de “kendi güvenliğini sağlama” dolayısıyla birbirinden algıladığı tehdidi sona erdirme çabalarıyla sürdürülen yarış, oldukça mühim bir gelişme ile aslında yumuşama noktasına dönmüştü.
Bu gelişme ise: Küba Füze Krizi ile ortaya çıkan Nükleer Savaş Tehdidi
Taklitçi Arzular, ABD’yi SSCB’nin yöneldiği alanlarda, aynı şekilde de SSCB’yi ABD’nin hareketlerinde birbirini taklit etmeye yöneltmiş. Böylelikle Türkiye’ye yerleştirilen Jupiter Füzelerine karşılık Küba’ya Ekim Füzeleri yerleştirilmesi SSCB tarafından kararlaştırılmıştır.
Ancak olayların tırmanması, tüm dünyada devasa bir yok oluşu tetikleyebileceğinden ötürü, iki devlet lideri de makul davranarak krizi sonlandırma ve işbirliği ile yok olma riskini ortadan kaldırmayı tercih etmişlerdir.
Taklitçi Arzular ve Toplum
Şimdi tekrar gelelim ikili ve çoklu ilişkilerimiz ile toplum içerisindeki konumumuza ve taklitçi arzuların toplum üzerindeki etkisine.
Özellikle tüketim kültürünün giderek kontrol dışı kaldığı ve her şeyin ihtiyaç duyulanından çok daha fazla üretilerek farklı seçeneklerin birbiriyle yarıştırıldığı çağımız itibariyle aslında birçok davranışımız ve isteğimiz temeli itibariyle bizim isteklerimizi yansıtmaktan ziyade toplumu ve “kanaat önderlerini” taklitten ileri gidememekte.
Çoğu zaman, ortak hedeflere yöneldiğimiz ve aslında birbirimizi taklit ettiğimiz insanlarla doğrudan iletişimimizin olmaması ve aramızdaki mesafenin belirli bir uzaklıkta olması ya da arzulanan hedefin paylaşılabiliyor olması, toplum içerisinde ortaya bir rekabetin çıkmasını önlemekte.
Yakınlarımız arasında “bizim gibi davranan” veya ortak hedeflere sahip, benzer çabalar sergileyen birini gördüğümüz vakit ise (elbette karakter yapımıza da bağlı olarak) doğrudan bir rekabet hissi içerisine düşebilmekteyiz.
Stoacılık ve Taklitçi Arzular
Influencerlar, yayıncılar, fenomenler gibi birçok “otorite” günümüzde, gelişen teknolojik imkanlarla da doğru orantılı olarak bizleri etkileyebilmekte ve aslında yaşamımızı şekillendirmemize doğrudan müdahalede bulunabilmekte.
Elbette, başka birilerinin bulup beğendiği ve gerçekten hoşumuza gidebilecek bazı ürünler, bazı seyahat noktaları vd. öneriler olabilir. Ancak, sosyal medyanın doğası gereği, bu yönlendirmeler çoğu zaman günümüzün çok büyük bir kısmını sosyal medyada geçirmemize ve kalan vaktimizde ise kendi isteklerimizden ziyade “trendleri” yakalamaya çalışmamıza bizleri itmekte.
Sıklıkla referans aldığımız ve birçok noktada bilinçli yaşama dair bizlere binlerce yıllık bilgelik sunan Stoacılık felsefesi, bu konuda da yardımımıza koşmakta.
Akıl sahibi bir ruhun kendine has özellikleri şunlardır: Kendini görür, kendini inceler, kendine dilediği şekli verir. — Marcus Aurelius
Hareketlerimizde, isteklerimizde, içinde bulunduğumuz durum ve ortamlarda kendimize sıklıkla bunların gerçekten şahsi isetk ve hedeflerimiz doğrultusunda mı olduğunu sormamız gerekir.
Bilinçli bir birey olabilmek adına, öncelikle kendimizi besleyen kanalları, gündelik yaşam içerisinde sıklıkla vakit ayırdığımız uğraşları ve birlikte olduğumuz kişileri gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Örneğin, sürekli olarak sizi suçlayan, hayatındaki her olumsuzluktan ötürü sizi sorumlu tutmaya yer arayan ve yalnızca size yönelik de olması zorunda değil, diğer ilişki içerisinde olduğu insanlara da bu şekile “toxic” davranan arkadaşlarınız varsa, bu arkadaşlığın gerçekten ne kadar mühim olduğunu gözden geçirmeniz gerekebilir.
Bununla birlikte, gün içerisinde 6 saatiniz telefon başında 8 saatiniz bilgisayar başında geçiyorsa, işiniz bilgisayarda olmasına rağmen aynı şekilde hobilerinizi de bilgisayardan ve telefondan gerçekleştiriyorsanız, gündelik rutinlerinize de göz atmanızda fayda var demektir.
İnsan, zihin ve beden olarak iki yapıdan meydana gelmektedir. Dolayısıyla elbette zihnimizi bilgisayar, telefon, kitap, dergi gibi kaynaklarla besleyebilirken, aynı şekilde bedenimizin de beslendiği ve noksankaldığı noktaları iyi değerlendirmek oldukça önemlidir.
“Her an kendine sor, ‘Bu gerçekten gerekli mi?’ “— Marcus Aurelius
Yediklerimiz, yaptığımız aktiviteler, ne kadar hareket ettiğimiz ve ne kadar sabit kaldığımız, kgjfiçinde bulunduğumuz ortamlar ve hatta günlük çıkıp biraz hava almak için yürümek bile hem davranışlarımızı hem de düşüncelerimizi derinden etkilemektedir.
Dolayısıyla yaptıklarımızın ne kadar fazlasını farkında olarak gerçekleştirirsek ve gerçekten istediğimizi veya bilinçsizce sürüklendiğimizi ayırt edebilirsek, taklitçi arzularımızın ve onların bir getirisi olarak anlamsızca ortaya çıkan rekabetin de önüne çıkmamız o kadar mümkün olabilir.
Düşündüklerimizi, yaşantımızı ve ilişkilerimizi gözden geçirmek, yaptıklarımızı ve aynı zamanda yapmadıklarımızı sorgulamak bu bağlamda bilinçli hareket edebilmenin en önemli gereklerindendir.
Sonuç
Bazı davranışlarımız isemsizce ve farkında olmadan gerçekleşmektedir. Bu da kaçınılmaz olarak bazı insanlarla ilişkilerimizde sorunlar ortaya çıkarırken aynı şekilde çok kıymetli vaktimizin de boşa gitmesine ve yaşantımızın isteklerimiz dışında şekillenmesine neden olmaktadır.
“Güvenlik İkilemi” kavramıyla da açıklamaya çalıştığımız taklitçi rekabet ve buna neden olan taklitçi arzuların ancak bilinçli bir yaşam ile önüne geçmemiz mümkün olmaktadır. Bilinçli yaşam konusunda ise, daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz Stoacılık felsefesi oldukça kıymetli bir kaynak olarak karşımıza çıkmakta.
Düşündüklerimizi sorgulamak, yaptıklarımızı değerlendirmek ve “gerçekten gerekli mi” sorusunu yaşamımıza entegre etmek, bilinçli olma yolunda hem yeni alışkanlıklar geliştirmemizi hem de önemli bir düşünsel çerçeve oluşturmamızı sağlayacaktır.
Umarım farklı bir bakış açısı yaratabilecek ve yaşamlarımızı daha bilinçli olarak yönetebilmemizi sağlayacak bir yazı olmuştur.
Hem bu ve benzeri nitelikteki felsefe temelli kişisel gelişim yazılarıma, hem Stoacılık Felsefesini ele aldığım yazılarımıza hem de diğer kitap önerilerim ile podcast serime aşağıdaki liste bağlantılarınden ulaşabilirsiniz;