İLETİŞİMDE KENDİNİ TANIMANIN ÖNEMİ: KENDİNİ SEVSENE!

Arzu Aleyna Dursun
SAYGEL
Published in
6 min readJan 1, 2022
Fotoğraf: https://yucelbinici.com/ayna-terapisi/

İnsanoğlu doğar, büyür, yaşar ve ölür. İstisnasız herkes aynı döngüden geçer. Kimilerimiz deliler gibi dünyaya geliş amacını ararken, kimilerimiz de bunu pek sorgulamayız. Bu hayata bir kez geliyor olmamız bazılarımız için daha anlamlıdır. İz bırakmak isterler. Çocuklarına, torunlarına; belki hiç tanımadığı insanlara bir yarar sağlayabilmek adına çırpınan insanlar görürüz, tarihe isimlerini kazıyan… Bazılarımızın da daha küçük hedefleri vardır. Bu dünyada kendimi mutlu edeyim, bir göz oda, birkaç dost ile yaşayıp gideyim diye düşünürler.

İnsanlar arasında büyük bir çeşitlilik vardır; dinlerimiz, dillerimiz, ırklarımız, yaşadığımız coğrafi bölge, yaşlarımız, boylarımız, kilolarımız, sevdiğimiz şeyler, yediğimiz yemekler, içtiğimiz içecekler, kültürel farklılıklarımız, eğitimlerimiz, yaşayış tarzımız…

Saymakla bitmeyecek kadar fark vardır. Peki bu kadar farklı insanı bir arada tutabilen güç veya güçler nelerdir? Ben bir tanesinin hiç şüphesiz sevgi olduğuna inanıyorum. İçimizdeki o canlıya ve cansıza karşı olan her türlü sevgi, bizleri ayakta ve bir arada tutan temel etkendir. Bir diğeri de hiç şüphesiz anlama ve anlaşılma isteğidir.

Evet! Anlama ve anlaşılma güdüsü. Bu anlama ve anlaşılma çok farklı tarzlarda olabilir. Bazen dünyaya geliş amacımızı sorgular, anlamak isteriz. Bazen ailemiz bizi anlasın, düşüncelerimize değer versin ister, bazen de arkadaşlarımızı anlamakta zorlanır yine de sırf sevdiğimiz için anlamaya çalışırız. Bazen derdimizi bir kediye anlatabiliriz bu bir sokak kedisi olabilir. Canımızın çok sıkkın olduğu bir anda kucağımıza sanki bir şeyleri hissediyormuşçasına oturan bir kediye anlatır ve anlaşılmak isteriz. Belki anlattıktan sonra yalvaran gözlerle ona bakarız ve sadece anladığına dair bir ses, bir işaret bekleriz. Ya bir kez miyavlasa? Anlaşıldığımızı düşünüp dünyalar bizim olmaz mı? Kabul edelim “Koca adama anlattım da anlamadı. Sen ne güzel anlayan gözlerle bana bakıyorsun.” bile diyebiliriz…

Düşünüyorum da bazen bir kediyle bile konuşma ihtiyacı duyan insanın, ne kadar da çok iletişim ihtiyacı var. Anlamak ve anlaşılmak için sürekli konuşuyoruz. Sürekli etrafımızdakilere bir şeyler anlatıyoruz. Bir sınavdan düşük not alma sebebimizi ailemize açıklıyoruz. En yakın arkadaşımıza “Neden o kızı/çocuğu seçtin?” sorusunu sorup bakış açısını öğrenmeye çalışıyoruz. Beslediğimiz balığın karnı şişse “Ne oldu böyle? Hasta mısın ki acaba?” diye soru soruyoruz. Evet bazen cevap alamayacağımızı bilsek de soruyoruz.

Peki iletişim sadece konuşmak mıdır?

İnsanlar konuşa konuşa demişler. E haklılar da bir yerde! Ben geçmişten gelen sözlere çok inanırım. Eskilerin bir bildikleri varmış ki böyle demişler diye düşünürüm. Evet düşünürüm ve hepimiz düşünürüz. Ağzımızdan çıkan her kelime, her cümle aslında düşüncelerimizi oluşturur. Demek ki iletişim yalnızca konuşmak değil, düşünmektir de. Hatta düşünce denen kavram o kadar önemlidir ki ağzımızdan çıkacak kelimenin karşımızdakini ne denli etkileyeceğini belirler. Düşünmeden söylediğimiz her kelimenin zararını mutlaka görmüşüzdür. Bir suyun yanında fark etmeden edilen kötü sözlerden sonra o suyu içmenin bile insanın kendi sağlığına olumsuz etkilerin olabileceğini düşünüyorum. O yüzden yine eskilerimizin söylediği gibi: “Önce düşün, sonra söyle!”

Az önce suyun bile etkileyebileceğini söyledim çünkü ben suyun canlılığına inanan biriyim. Bu konu yıllardır süregelen tartışmaların konusu aslında. Su canlı mıdır değil midir? “Derdini insana değil, suya anlat. Çünkü su alır götürür, insan alır dağıtır.” derler. Suyla bile iletişim kurabildiğimiz bu hayatta iletişim için aslında ne çok faktör var değil mi?

Anneannem bana her zaman şunu söyler:

“Kızım, çiçeklerle konuş. Onlara dokun, onları sev. Onlar seni anlarlar. Sakın onlara kötü söz etme, üzülür de solarlar.”

Sahi ne çok şeye dokunuyoruz gün içinde. Arkadaşlarımızla kahkaha atarken samimiyet göstergesi oluyor bu bazen. Bazen ise bir iş toplantısında el sıkışarak resmiyet göstergesi oluyor. Kimi zaman ellerin birleşmesi sevginin ifadesi oluyor. Bir insanın ellerine tutmak konuşmadan “Sana güveniyorum” demenin farklı bir ifade ediş biçimi haline geliyor. Ve tabii bazen de bir anneannenin sözündeki çiçeğe canlılık katan bir dokunuş olabiliyor.

Konuşmadan da anlattığımız çok şey var aslında; susarak anlatmak. Bana kalırsa susmak öyle bir şey ki yeri geldiğinde karşındakine en güzel cevap oluverir. Bazen sustuğumuz zaman da iletişim devam eder. Bir soruya ses çıkarmamak bazı yerde onu kabul/reddettiğimiz anlamına gelebilir veya yalnızca susarak karşımızdakinin gözlerinin içine bakmamız bile o anki duygularımızı ifade edebilir.

Demek ki bakış da bir iletişim aracı. Gözler bazen anlatmak istediklerimizden fazlasını anlatır. Bazen güler, bazen ağlar; bazen yalvarır, bazen kaçar; sinirlendirebilir ve pekâlâ mutlu da edebilir.

Gözlerle gülerken aynı zamanda yüzümüzde kocaman bir tebessümde barındırabiliriz. Aslında yüz ifadelerimiz, duygu durumumuzu yansıtan en önemli unsurlardan biridir. Küçükken annelerimizin bir şeye kızıp kızmadığını anlamak için hep yüzlerini inceleyerek derin analizler yapmaz mıydık? Hele ki kızdığını anlamışsak haydi bakalım, Sokrates’ten daha iyi bir savunma yapma vaktiydi! Hoş, 21 yaşıma geldim, ben hala yapıyorum da…

Neyse ki annem ben savunmamı yaparken beni çok iyi dinliyor… Ya bir de dinlemese? O zaman yandık!

Dinlendikten sonra anlaşılmak ayrı bir güzel. Karşındaki seni dinliyor ve verdiği tepkiden seni anlayıp anlamadığını çözebiliyorsun. Eee bir konuş iki dinle diye boşuna söylememişler. Doğru bir iletişim kurmak istiyorsak bunun birçoğu da dinlemektir. Karşımızdakini anlamadan dinlemeden verdiğimiz kararlar mutsuzlukla sonuçlanabilir.

İletişim, bana kalırsa bu dünyada bizi biz yapan en önemli şeylerden biri. Yeri geliyor insana anlatamadığını kuşa, çiçeğe, böceğe anlatıyorsun; yeri geliyor karşındakiyle yalnızca susarak anlaşıyorsun. Bir esnafa yalnızca gülümseyerek teşekkür edebiliyorken, arkadaşına kızgınlığını bir bakışınla tarif edebiliyorsun. Sözün özü; bana kalırsa iletişimin sayamayacağımız kadar çok yönü var. Önemli olan şey ise şu: Sen karşındakini anlamak, kendin anlaşılmak istiyor musun?

Fotoğraf: https://www.rehberlikservisi.net/dogru-anlasilmak-icin-dogru-iletisim/

Buraya kadar iletişim dedik. Şimdi biraz da iletişimde etkisinin yadsınamayacağı “kendimizi tanımak” ile ilgili konuşalım. Mesela insan kendini tam anlamıyla tanıyabilir mi? Kendimizi tanımamız iletişimimize nasıl bir seviye katar? Bize olumlu yönde mi olumsuz yönde mi etkisi olur?

Kendimizi tanıyabilmemiz bizlere ve çevremizdekilerle kurduğumuz bağlantılara tabii ki olumlu bir yön verir. Kendini iyi tanıyan insan sözlerine, davranışlarına, bakışlarına, ses tonuna kadar her şeyini kontrol edebilir. Bu sayede çevresindeki iletişimi yönetebilme becerisine sahip olur. Peki kendimizi nasıl tanırız?

Kendimizi tam anlamıyla tanımamız mümkün olmasa da buna yaklaşmak adına gerçekleştirebileceğimiz 4 temel boyut vardır. Söz konusu boyutları biraz inceleyelim (1).

Psikolojik Boyut

Aslında adı üstünde tüm psikolojimizi, duygu ve düşünce yapımızı, bizi olumlu ve olumsuz etkileyen faktörleri, arzularımızı, hedeflerimizi bilmek ve bunun gibi pek çok şey psikolojik anlamda kendimizi tanımakta önemli bir adımdır. Örneğin ne yazık ki tüm dünya olarak kötü bir süreçten geçiyoruz. Tabii neredeyse 100 yılda bir olabilecek bir şeye denk gelmemiz hepimizi psikolojik açıdan olumsuz yönde etkiledi. Bugüne kadar hiçbirimiz bir salgın esnasında psikolojimizi nasıl yönetiriz veya neler yaparız diye düşünmüş müyüzdür? Şahsen ben düşünmedim. Bu yüzden de psikolojim salgının özellikle ilk zamanlarında oldukça etkilendi ve insanlarla iletişimimi zedeleyici şeyler yaptım. Bazen insan kontrol edemiyor…

Fiziksel Boyut

Fiziki olarak insanın kendini tanımasıdır. Gücünü veya güçsüzlüğünü farkında olması demektir. Örneğin benim bedenim pek çok etkene alerjik reaksiyon gösterir. Toz, sinek/böcek ısırığı, güneş, aşırı çikolata tüketimi vb. bunları bilmem olası bir soruna hızlı yanıt verebilmemi sağlıyor.

Çevresel Boyut

Bu boyut çevremizi tanımaktan geçiyor. Nasıl bir çevre içerisindeyiz? Etrafımızdaki insanlar hangi olaylara nasıl tepkiler verebilir? Yaşadığımız muhit neler için uygun veya uygun değil? Bunları bilmek insanın çok daha iyi iletişim kurmasını, çok daha kolay yaşam sürdürmesini ve iletişimini yönetebilmesini sağlıyor. Örneğin çevremizin olası bir doğal afette nasıl tepkiler verebileceğini bilmek, durumu yönetmemizi sağlayabilir. Benim soğukkanlı olmam o anki durumu kolaylaştırabiliyor fakat ailem ve arkadaşlarımın bu tarz olaylara karşı verdiği tepkileri de bilmem, durumu daha iyi yönetebilmemi sağlıyor.

Felsefi Boyut

Bu boyutta da aslında biraz dünyaya bakışımız, insana kattığımız değer, canlı cansız her varlığa olan yaklaşımımızla alakalı. Herkesin kendine has bir felsefesi, dünyaya bakış açısı vardır. Mesela ben koşullar her ne olursa olsun sevginin her şeyi tamir edebileceği kanaatindeyim. Sevgi bir insanı, solmuş bir çiçeği, üzgün bir çocuğu, harabeye dönmüş evi tamir edebilir. Etrafımızdaki canlı cansız her şeyi sevmek, daha doğrusu sevebilmek (çünkü artık bu herkeste var olabilen bir yetenek değil) yaşantımızı güzelleştiriyor.

“Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü.” -Yunus Emre

Özetle…

Kendimizi tanımamız psikolojik, felsefi, çevresel, fiziksel boyutta tam bir bilinçtir.

Kendimizi tanımamız en başında da bahsettiğim gibi iletişim için oldukça önemlidir. Kendimizi tanıdıkça kurduğumuz ilişkilerdeki iletişimler kolaylaşır. İnsan kendini ifade edebildiği ölçüde mutlu hisseder. Kendimizi doğru ifade edebilmenin bir yolu da yine kendimizi tanımaktan geçer.

İlkokul öğretmenim bize senelerce zorla günlük tuttururdu. Hiç de sevmezdim o zamanlar. Şimdi nedenini o kadar iyi anlıyorum ki! Duygu ve düşüncelerimizi bilmek, onları yazıya dökebilmek, kendimizi açıkça ifade edebilmek bize pek çok şey öğretmiş aslında. Şimdi ise kendim severek yaptığım bir alışkanlık haline geldi günlük tutmak. Duygu ve düşüncelerinizi yazıya dökmek iyi hissettirirken bazen kabullenemediğiniz duygu ve düşüncelere kapıldığınızı görebilirsiniz. “Aman Allah’ım gerçekten bunu yazdım mı?” dediğiniz pek çok yazıyla karşılaşırsınız. İnsanlara düşündüğünüz şeyleri, hislerinizi dürüst bir şekilde söyleyebilir, bu sayede yalandan uzak durursunuz ve ilişkileriniz olumlu yönde etkilenir.

Kendimizi tanımak istediğimizde yapabileceğimiz en güzel şey zaten kendimize karşı dürüst olmak. Beğenmediğimiz hatta kabul edemediğimiz yönlerimiz olacak. İnsanların hemen her zaman kabul edemeyecekleri duyguları olabiliyor. Önemli olan bunlarla yüzleşmek ve etkisini kaybettiremesek de en azından kabul edebilmek.

Kendimizi tanımak bize hayatımızın hemen her alanında; işimizde, eğitim hayatımızda, arkadaşlık ilişkilerimizde, aşk hayatımızda, ailemizde çok büyük kolaylık sağlar. Ne güzel söylemiş Neşet Ertaş:

“Kendini bilen, bilmeyenin kusuruna bakmaz. Kendi kendisinden utanmayan, yeryüzünde hiç kimseden utanmaz!”

Kendimizle barışabildiğimiz güzel günlere…

KAYNAKÇA

1- Karaca, S. (2010). Hemşireler İçin Vazgeçilmez Bir Kavram: Kendini Tanıma. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanat Dergisi, 3(1), 2–4.

--

--