Sahi Nedir Bu Aşı?
Pandemi etkisi ile kritik öneme sahip ve uzun bir süre gündemden düşmeyeceğinin kolaylıkla öngörülebileceği bir konudan bahsetmek istiyorum: AŞI ve AŞILAMA
Birçok farklı mecrada COVID-19 için geliştirilen çeşitli aşılar ve onlara dair haberler duymaktayız: Sputnik-V, Moderna, CoronaVac, AstraZeneca, Pfizer-Biontech vb.
Sahi bu kadar sık duyduğumuz aşı kavramının tanımı ya da amacının ne olduğuna dair genel bir bilgimiz var mı?
Biz insanlar aslında öyle narin organizmalarız ki minicik bir virüs hayatımıza altüst edebilme potansiyeline sahip ve nihayetinde de öyle oldu…
İnsanoğlu geçmişten bu yana ciddi hastalıkların kaynağı olan virüs ve mikrop gibi patojenlerle karşı karşıya kalmış ve bu patojenlerle mücadele etmenin türlü yollarını aramış. Çünkü bu hastalık etkenlerinin sonuçları düşünüldüğünde hem birey hem toplum bazında ortaya çıkardığı riskleri ve tehlikeyi açıkça görmüşler. Sonucunda, bu hastalık etkenleriyle baş etmenin en başarılı ve maliyet etkili yöntemi olan ‘’aşı’’ isimli esas kahramanımız ortaya çıkmış.
Patojen nedir derseniz; bir canlının vücuduna yerleşen, o canlının fizyolojisini bozan ve hastalıkların doğmasına sebep olan mikroorganizmalar olarak açıklayabilirim. Bunlar virüs, bakteri, mantar vb. olabilir.
Antijen ise vücuda yabancı, bağışıklık sistemini uyararak savunma maddelerini harekete geçiren organizmalardır. Virüsle savaşmak adına ortaya çıkan savunma maddelerinin adı antikordur.
Bizler de halihazırda birebir bunu deneyimlemekteyiz. İşte SARS-CoV-2 virüsü COVID-19 hastalığına neden olması bakımından bir patojen; vücudunuza girdiğinde antikor üretimini tetiklemesi bakımından antijendir. SARS-CoV-2 patojenin yani virüsün adı iken COVID-19 ortaya çıkardığı hastalığın adıdır.
Peki aşı isimli kahramanımızı patojenlerle savaşırken nasıl kullanıyoruz?
Öncelikle bağışıklık ve bağışıklama kavramlarından söz etmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Çünkü aşı bir bağışıklama yöntemidir.
BAĞIŞIKLIK? BAĞIŞIKLAMA?
Pandemi sürecinde haberlerde sık sık ‘’Bağışıklığınızı yüksek tutun, bağışıklığı güçlü kişiler hastalığı daha kolay atlatıyor.’’ şeklinde başlıklar gördük. Burada bahsedilen bağışıklık, vücudunuzun bir patojene ‘’Hop, dur!’’ diyebilme direnci, sizi hastalıktan koruyabilme gücüdür. Vücudunuza ne kadar iyi bakarsanız sizleri hastalığa karşı koruma direnci de o kadar artacaktır. İşte bu yüzden beslenmenize dair öneriler sıralıyorlar, sizleri yönlendiriyorlar. Tamamen bedeninizle, ona ne kadar iyi baktığınızla ilgili…
Bağışıklama ise vücudunuzun bağışıklık sisteminin çeşitli vasıtalarla uyarılması ve hastalıklardan korunmanızın sağlanmasıdır.
Yani bağışıklık tamamen bedeninizin direnci iken, bağışıklama hastalıklardan korunmanız adına sisteminizin dışarıdan, yapay yollarla tetiklenmesidir.
İşte aşı, patojenler ve çeşitli hastalıklarla savaşmaya yönelik bir dış tetikleyici olduğu için bağışıklama türlerinden biridir. Sadece aşı konusunu ele aldığım için tüm bağışıklama türlerinden değil; yalnızca bizi ilgilendiren aşı yönteminin hangi bağışıklama türüne dahil olduğundan söz etmekle yetineceğim: Aktif bağışıklık
Yeni tip koronavirüsü ele alalım. Bir metrodasınız ve sosyal mesafeyi korumuyorsunuz. Ağız yoluyla bu virüsün vücudunuza yerleştiğini hayal edin. Bedeniniz için tamamen yabancı, hücreleriniz bu virüsü daha önce hiç görmedi ve oldukça şaşkın…
Tanımadığı bu yabancıya hazırlıksız yakalandı. Şimdi ne olacak? Virüsümüz bu süreçte sizleri COVID-19 hastası haline getirmek için gerekli adımları atarken vücudunuz da antikor üretimini başlatarak bu yabancıya savaş açacak. Ancak bu savaş çok tehlikeli. Bedeniniz için oldukça yıkıcı hatta öldürücü olabilir. Çünkü vücudunuzun kendi hücrelerini de yabancıyı da çok iyi tanıması gerekiyor. Aksi halde yabancıya saldırma gayesiyle kendi hücrelerine de zarar verebilir…
Vücudunuz, bedeninize hırsız gibi giren bu antijenle karşılaştığı an önce onu tanımaya başladı. Tanıma faslından sonra kendiliğinden bir cevap geliştirdi: ‘’Bağışıklık sistemini devreye sok ve bu yabancıya karşı kendini savunmak adına antikor üretimine başla!’’. Bu yabancıya verdiği efektör cevaptı.
Eğer virüsümüz tanınıyor olsaydı, bu tanıdık virüs için zamanında geliştirilen antikorlar devreye girecekti. Çünkü bağışıklık sisteminizin hafızası oldukça güçlüydü. Antikorlar kendilerine ait antijenleri kolaylıkla tanıyabilir ve yok edebilirdi.
Ancak bu bir yabancı. İşte bu bir doğal aktif bağışıklık örneğidir. Doğal aktif bağışıklıkta, yabancı size saldırdığı zaman bedeniniz sadece bu yabancıya karşı spesifik bir bağışıklık geliştirir. Tekrar aynı virüs vücudunuza girerse unutmadıkları için aynı cevabı hatta daha kuvvetli bir cevabı sunarlar. Bu verilen yanıt ise bellek yanıttır.
Bir de yapay aktif bağışıklığımız var: Aşı
İşte şimdi esas kahramanımıza sıra geldi. Aşı, bir patojenin ya da ona ait hücrelerin zayıflatılmış ya da etkisizleştirilmiş halinin vücuda kas, damar ya da ağız yoluyla aktarılmasıdır. Çoğunlukla enjeksiyon yöntemi kullanılır. Burada hedeflenen, hastalık etkeninin hücrelerinize tanıtılması; savunma mekanizmanızın tetiklenmesi ve direnç oluşturulması.
Peki virüsün vücudunuza kendiliğinden girmesi ile önceden aşı ile tanıtılması arasındaki fark nedir? Sizlere nasıl bir yarar sunuyor olabilir?
HEY AŞI! AMACIN NE?
Aşıda patojenin zayıflatıldığına ya da etkisizleştirildiğine dikkat çekmek istiyorum. Virüsümüz bu sayede hastalık oluşturma potansiyelini kaybediyor. Çünkü güçsüz ya da ölü. Böylelikle size zarar vermesinin önüne geçiliyor…
Aynı hikâyeyi öncesinde aşı olduğunuzu düşünerek tekrar hayal edin. Sizce bu virüs vücudunuza girdiğinde hala bir yabancı mı? HAYIR. Çünkü aşı olarak siz bu patojeni vücudunuza zaten tanıttınız. Artık o tanıdık bir virüs. Bu sayede etkenle böylesi muhtemel bir karşılaşmada vücudunuz onu tanıdığı ve antikorlarını rahatça devreye sokabildiği için hastalığı ya hiç geçirmezsiniz ya da daha hafif atlatırsınız. Eğer aşı olmasaydınız bedeninize yabancı ve hastalık oluşturma kapasitesi tam bir virüsü vücudunuza almış olacaktınız. Sonuçları oldukça vahim olan bu ihtimali böylelikle ortadan kaldırmış oldunuz.
! Aşının dışsallık etkisi de ayrıca değerlendirilmesi gereken bir boyut. Sizlerin aşılanması aracılığıyla,
· Pozitif dışsallık yaratılarak aşılanmayan kişilerin hastalık etkeni ile temasının azalması,
· Hem bireysel hem toplumsal bağışıklamanın desteklenmesi,
· Bulaşıcı hastalıkların doğurduğu özellikle sakatlık gibi ciddi sağlık problemlerinin önüne geçilmesi
gibi birçok olumlu sonuç ortaya çıkıyor. Bu yüzden çeşitli ülkeler hastalık türleri ve epidemiyolojisine göre özel aşılama programları yürütüyor. Hatta bunlardan en önemlisi de maliyeti düşük etkinliği oldukça yüksek olan çocukluk dönemi aşıları…
Aşılama programlarının kapsayıcılığının azalması ise,
· Negatif dışsallık yaratma
· Aşılama hızını düşürme
· Eradike edilmiş ya da kontrol altına alınmış enfeksiyon hastalıkları tekrar gün yüzüne çıkarma
gibi olumsuz sonuçlar doğurabilir. Nihayetinde hem bireye hem devlete ciddi bir maddi-manevi yük olarak geri döner.
Özünde aşılamanın temelde aşılanan kişileri hastalıktan korumak ve belli bir bağışıklama düzeyine ulaşarak o hastalığı toplumda kontrol altına almak olmak üzere iki hedefi var.
Ayrıca toplumda farklı sebeplerle aşılanmayan ya da aşılanamayan çocuklar, bağışıklık yetmezliği olan ya da kemoterapi gibi kanser tedavileri dolayısıyla bağışıklığı zayıf bireyler de korunmak zorunda öyle değil mi?
İşte aşı, patojenin toplumda az bulunur hale gelmesiyle bu kategoriye giren kişileri, önlenebilir hastalıklara karşı güvenle koruma aracı ve bu durum okların toplumsal bağışıklığa işaret ettiğini gösteriyor.
Toplumsal bağışıklık patojenle temasın azaltılması aracılılığıyla toplumda hastalığın görülme ihtimalinin ya da sıklığının azaltılmasını sağlıyor. Ülkenizde ne kadar kapsamlı ve yeterli düzeyde aşılama gerçekleşir ise toplumsal bağışıklık o kadar devreye giriyor ve sağlık sistemleriniz de o kadar korunuyor.
Yeni tip koronavirüs gibi r0 yani bulaşma katsayı bu denli yüksek olan ve tüm dünyayı etkisi altına alan bir virüsü kontrol altına almak ne kadar kritik fark ettiniz mi?
BU AŞILAR NASIL GELİŞTİRİLİYOR BİLİYOR MUSUNUZ?
FAZ I, II, III NEDİR MESELA?
Aşı geliştirme aşamalarından da kısaca söz edersek, öncelikle nasıl geliştireceğim ve hangi teknolojiyi kullanacağım olmak üzere kritik iki sorumuza cevap aranıyor.
Sonrasında hayvan deneyleri ya da hücre kültürü gibi deneylerle yöntemin işlevi kontrol ediliyor. Ancak bu deneylerin uygun şekilde geliştirilmesi çok önemli. Çünkü bir virüsün, insanda hastalık oluşturma potansiyeli olsa da başka bir canlıda hastalık oluşturmama ihtimali var. Bu yüzden uygun deneylerin ve tasarımların gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Daha sonra insana en yakın memeli türüne doğru ilerleyen bir test aşamasına geçiliyor ve muhtemel yan etkilere karşı canlıların ne kadar dayanıklılık gösterebileceği ölçülüyor. Hayvan deneyleri kullanılacak doz miktarını belirleme noktasında da önemli bir role sahip.
Bu kısmı ‘’preklinik dönem’’ ya da Faz 0 olarak aklımıza kazıyabiliriz.
Tüm bu preklinik süreçlerden sonra Faz I Faz II ve Faz III olmak üzere 3 evreden oluşan ve gönüllülerin sağlığının temel öncelik olduğu faz kısmı devreye giriyor. Eminim duymuşsunuzdur. Artık sıra insanlarda…
Her aşama birbirinden bağımsız ilerliyor, değerlendirilen sonuçlarla beraber ilerleme kararı veriliyor ve ilerledikçe daha büyük gönüllü grubu ile çalışılıyor. Sonucunda ne kadar güvenli olduğunu görmek adına daha fazla risk göze alınıyor. Bir fazdan bile olumsuz sonuç alınması aşı geliştirme sürecinin sonlandırılması anlamına geliyor. Faz çalışmalarında aşının çeşitli yaş gruplarında verdiği yanıt ve gereken doz miktarı da belirleniyor. Faz III’de nadir görülen yan etkilerin belirlenmesi amacıyla yüksek sayıda insanda deneme yapılıyor ve oldukça maliyetli. Bir de faz III çalışmasının başarısız olma olasılığını düşünürsek inanılmaz bir külfet.
Faz çalışmalarında ‘’çift kör plasebo kontrollü randomize’’ tasarımı kullanılması nesnel verilerin elde edilmesi açısından çok önemli.
Peki nedir bu?
Bir aşının faz çalışmasına gönüllü olarak katıldığınızı düşünün. Sizleri hastaneye davete ediyorlar ve rastgele seçilen bir kodu isminize gönderiyorlar. Sağlık personeli geliyor, isminize göre verilen kod ile aşıyı dolaptan çıkarıyor ve sizlere enjekte ediyor. İşte bu kod bizim için kritik. Çünkü dolaptaki aşılardan bazısı gerçek aşı iken bazısı plasebo aşı yani içinde etkin madde olmayan bir aşı. Rastgele gelen kodunuza göre tamamen şans… Ayrıca bunu ne size aşı yapan sağlık personeli ne de siz biliyorsunuz. İşte hem personelin hem aşı olacak gönüllünün bilmemesi ‘’çift kör’’; rastgele kodunuza göre etkin madde içeren ya da içermeyen bir aşının size denk gelmesi ise ‘’placebo kontrollü randomize’’ olarak açıklanabilir. ‘’Çift kör placebo randomize’’ tasarımı işte buna isabet ediyor.
Gelelim aşının etkinliği ve aşının etkililiği kavramlarına. Sık sık ‘’… aşısının etkinliği %90’ı üzerinde çıktı.’’ gibi haberler duymuşsunuzdur. İşte buradaki aşının etkinliği, ideal şartlar altında aşılanan kişilerde aşılanmayan kişilere göre ilgili hastalık insidansındaki yani belirli bir nüfusta belirli bir zaman dilimi içinde ilgili hastalıktaki yeni vaka sayısındaki azalmaya isabet ediyor.
Aşının etkililiği ise yeterli etkinliği gösterilen aşının bir toplumda uygulanmasının ilgili hastalıktan ne ölçüde koruduğunu gösteriyor ve ‘’saha etkinliği’’ olarak da biliniyor. Esasen aşının gerçek hayatta ilgili hastalıktan ne kadar koruduğunu ortaya koyuyor.
Halihazırda Çin’in Wuhan kenti Hubey eyaletinden tüm dünyaya yayılan ve bulaşıcılık özelliği oldukça yüksek olan SARS-CoV-2 koronavirüsünün sonuçları insanlar ve ülkeler açısından son derece ağır oldu ve olmaya da devam etmekte...
Bu virüsün etkisini en aza indirmek için çeşitli önlem paketleri hazırlandı, kısıtlamalar gerçekleştirildi, birçok ülke zorunlu maske kullanımına başladı. Normal hayat yerine bambaşka bir yeni normalin insan hayatına girmesi, sosyal hayatın sınırlandırılması, çeşitli faaliyetlerin askıya alınması gibi önlemler bireyleri psikolojik anlamda olumsuz etkilediği kadar hastalık korkusu da bu durumu tetikleyici bir unsur oldu elbette.
Ek olarak çalışma hayatına olan yansıması doğrultusunda kişiler, aileler ve devletler ekonomik açıdan da oldukça zor durumda kaldı. Hastalığın semptomları ve doğrudan bireye fiziksel etkilerinin önemi ise zaten yadsınamayacaktı…
Bu noktada ülkeler salgını kontrol altına almak ve ortadan kaldırmak için bu tür önlemlerin yetersizliğini fark etti. Virüse karşı en etkili yöntemlerden biri sayılan aşı geliştirme çalışmalarına yoğunlaştı ve birçok sosyoekonomik düzeyi yüksek olan ülkeler doğrudan aşıya yatırım yapmaya başladı. Bu süreçte birçok aşı çalışmaları başlatıldı, Moderna, Pfizer-Biontech gibi Faz-III çalışmaları tamamlanan aşılar acil kullanım izni alarak uygulamaya geçirildi.
Dikkatinizi çekmek isterim. Yasal kullanım izni değil; acil kullanım izni alındı.
Pandemi ve getirdiği negatif etkilerden kurtulmak canı gönülden istenmekte olsa da kısa sürede yasal kullanım izni yerine acil kullanım izni dahilinde piyasaya sürülen bu aşılar için bireyler,
· Aşının güvenilir olup olmaması,
· İşe yarayıp yaramayacağı,
· Özellikle uzun vadede yan etki doğurup doğurmayacağı,
· Güvenilirliğinin kanıtlanıp kanıtlanmadığı,
gibi şüpheleri sebebiyle aşıya karşı bir tutum sergiledi. Korkanlar bile oldu…
Bazı bireyler çeşitli ülkelerden piyasaya sürülen aşılar içerisinden belirli kıstaslar, güven oluşturulması ya da olumlu imaj yaratılması sebebi ile spesifik bir aşı tercih ederek onu yaptırmak istedi.
Yani kimi bireyler çeşitli gerekçelerle aşıya karşı direnç gösterdi. Kimisi piyasaya sürülen aşılar arasında güven duyduğu aşıya karşı bir tercih yaptı. Özellikle Pfizer-Biontech gibi mRNA aşılarının daha yoğun talep edildiğini görüldü. Çünkü etkinliği oldukça yüksekti.
Aşıya karşı gösterilen direnç sebeplerinden biri, kişilerin henüz aşının güvenilirliğinin kanıtlandığına inanmamaları ve ileride sağlıkları üzerinde ortaya çıkaracağı olumsuz durumlardan korkmaları. Çünkü kişiler aşının Faz-III çalışmaları tamamlansa dahi uzun vadeli etkilerinin görülemeyeceğini düşünebilirler. Bir noktada haklılık payları olsa da teknolojide gerçekleşen kayda değer ilerleme ve mRNA aşılarının daha az riskli olması aslında umut verici olmakta.
Ayrıca hastalığın kendi başına vermiş olduğu yük, hepsinden her şeyden çok daha ağır…
Devletler, hastalık etkeninin toplum ve birey bazında ekonomik, sosyal, fiziksel ve psikolojik olarak doğurduğu negatif sonuçları ortadan kaldırmak için aşılama programı düzenlemeli ve bu aşılama programının kapsayıcılığının artmasını sağlamalıdır. Aksi halde aşının etkinliği oldukça düşük olacak ve hastalık etkeninin toplumdan tamamen eradike edilmesi mümkün olmayacaktır.
Bu noktada ise hem aşı olmak istemeyen kesime hem aşı olamayan kesime yönelik çeşitli faaliyetler yürütülmelidir. Ancak belirtmek gerekir ki devletin önce halka güvenilirliği kanıtlanmış aşıyı sunması ve bireylerin aşıya güvenmesini sağlamak için çaba harcaması gerekmektedir.
Örneğin Türkiye’nin aldığı CoronaVac aşısı başlangıçta Faz-III çalışmalarını sürdürmekte idi. Etkilerinin henüz kestirilemediği bir aşının topluma sunulması elbette toplumda güvensizlik yaratması ve bireylerin aşıya karşı olmaları sonucunu doğurması olağan. Bu yüzden güvenilirliği kanıtlanmış bir aşının topluma nasıl pazarlanacağına dair fikirleri sunmakta yarar var.
Aksi halde güvenilirliği ve yan etkileri adına henüz net bir bilgi olmayan aşıları topluma pazarlamak etik ilkelerle bağdaşmayacağı gibi sonuçlarıyla itibariyle daha vahim olabilir.
Böyle bir durumda,
· Hastalığın ortadan kalkmaması,
· Bireylerin yan etkileri sebebiyle ciddi bir riske atılması
· Devletin böyle bir aşıya gereksiz finansal yük aktarması
söz konusu olabilir.
Güvenilirliği ve etkinliği bilimsel olarak kanıtlanmış aşıları topluma yaptırmak için öncelikle bireylere aşının üretildiği şirket tanıtılmalı, geçmiş başarılarından söz edilmeli ve bu sayede olumlu imaj ve güven ortamı yaratılmalıdır.
Çünkü bir birey sırf hastalıktan kurtulmak adına –hastalıkta kendi içinde risk barındırsa dahi- kendini bilmediği bir tehlike içine atma eğilimi göstermeyebilir.
Ancak böylesi olumlu etkileri doğuran aşıya karşı bilinç geliştirmek zorunlu öyle değil mi? Bilinçli olmalı ve hem kendimiz hem tüm toplum için aşıya karşı olmamalıyız. Herkesi düşünmeliyiz. Bilgilenmeliyiz. Bilgili insanlar bu noktada doğruyu yanlışı daha iyi ayırt edebilir ve aşının önemini daha iyi idrak edebilir.
AŞI İÇİN NASIL BİR SOSYAL PAZARLAMA KULLANILACAK?
- Topluma, bu şirkete ve aşıya dair tüm bilgiler toplumun anlayacağı şekilde, dürüstlük ve iyi niyet çerçevesinde aktarılmalıdır.
Örneğin,
Aşı nasıl etki ediyor?
Nasıl denemeler ve araştırmalar yapıldı?
Kimlerde ne tür sonuçlar doğurdu?
Bu soruların cevapları özellikle toplumun bilmesi gereken konular. Elbette bu soruların cevabı toplumun algılayacağı dilde paylaşılmalı.
Bunlara ek aşının geliştirildiği şirketin geçmişte herhangi bir hastalığa karşı geliştirdiği ilaç, tıbbi teknoloji ya da tedavi yöntemi hastalık üzerinde ciddi başarı kaydetmişse, bunlar da toplumun o şirketin ürettiği ya da geliştirdiği yöntemlere güven duymasını sağlayabilir. Ancak bu bilgilerin güven veren kişiler tarafından açıklanması önemli.
Örneğin Türkiye’de Sinovac şirketinin geliştirdiği CoronaVac aşısı uygulanmakta. Cumhurbaşkanı ve Sinovac şirket CEO’su, çalışanları ve CoronaVac aşısı olan gönüllülerin doğrudan yani bizzat topluma bilgi vermesi bu güven ve iyi niyet ortamının oluşmasına destek olabilir.
Ek olarak toplumda aşılamanın yapılmaması ya da kapsamlı yapılamamasının sonuçları doğrudan topluma görseller ve videolar aracılığıyla gösterilmeli.
Covid-19 sebebi ile yoğun bakım hastalarının videoları, ölen hasta yakınlarının durumun ciddiyetini anlatan röportaj konuşmaları bunlara örnek gösterilebilir.
Bağışıklamanın bir türü olan aşılamanın farklı hastalıkları nasıl ortadan kaldırdığı da özellikle eğitim düzeyi düşük kesimin görmesi adına kamu spotlarına konu olmalı.
Bunun için geçmişte yaşanan kızamık ya da su çiçeği hastalığının aşı ile nasıl kontrol altına alındığı, bu hastalıkları geçmişte yaşayan insanların görsellerle ne vaziyette olduğu, şimdi ise kimsede olmamasının aşı sayesinde olduğunun vurgulanması gerekmekte.
Çünkü kimi bireyler bu hastalıkların kendiliğinden değil; aşı sayesinde eradike edildiğini ne yazık ki bilmiyor. Bunu bilmeleri aşıya güven duygularını tetikleyecektir. Aslında bu sayede toplum aşı etkilerini birebir deneyimlediğini ve halihazırdaki durumlarının aşı sayesinde olduğunu fark edecektir. Çünkü bu sefer söz, yazı, fotoğraf değil en azından 18 yaş ve üzerinin, aşı etkinliğinin aslında bizzat deneyimlediğini fark etmesi sağlanacaktır.
Daha sonra aşılamanın ünlü ve büyük devlet adamlarına yapılması, bunun haberlerde son dakika, gazetelerde manşet olarak geçmesi, aşılama ve aşının bir süre gündemde kalması sağlanmalı.
Toplumun ilgisini çeken ve güven duyulan sosyal medya fenomenlerinin desteği, onların aşı yaptırdığı fotoğraf ya da videoların halka yansıtılması en azından kendi fan kitlesini aşı yaptırma fikrine ılımlı hale getirebilir.
Televizyonda bilimsel zirveler yapılmalı, toplumun güvendiği bilim insanlarının görüşlerinin halka yansıtılması gibi yöntemler de denenebilir.
Metro, otobüs gibi toplu taşıma araçlarına aşıya dair ilgi çekici posterler hazırlanmalı, kamu spotları, broşürler, haber ve gazeteler, sosyal medya, tanıtım reklamları ya da haberlerde zorunlu aralar verilerek bu faaliyetler gerçekleştirilebilir.
Belirtmek gerekir ki, aşılama somut bir sonucu doğrudan görülemeyen, bilgi asimetrisi sebebi ile genel toplum açısından bilimsel anlamda algılanması zor bir durum. Uzun vadede bile kimi zaman etkisi anlaşılamayabilir. Bunun üzerine bireylerin fiziksel ve biyolojik durumları da eklendiğinde tamamen vücudun tepkisine bağlı birçok farklı sonuçlara gebedir.
Somut bir malı pazarlamak kişilere doğrudan gösterilebildiği için oldukça kolay olabilse de aşı gibi etkileri belirsiz ancak gerekliliği oldukça mühim olan bir şeyi pazarlamak son derece zordur.
Bu ise tamamen iyi niyet, güven, olumlu imaj, kanıtlar vb. yararlanılarak bu sağlanabilecektir. Bir de toplumda bilinç oluşturarak.
Ya da son ihtimal devletlerin yaptırım karşılığında aşılamayı zorunlu hale getirmesi…
Ancak buna rağmen halen bireylerin fikirleri, bilgi eksikliği, yetiştirilme tarzı vb. etkenler aşılamaya bakış açılarını şekillendiriyor.
Ve her tür aşılamaya karşı olan ve aşı yaptırmayan bireyler varlığı sürdürüyor.
Aslında bunun tamamen ortadan kaldırılması oldukça zor hatta imkansıza yakın bir süreç. Bu pazarlama faaliyetleri, toplumun %100’ünün aşı yaptırmasını sağlamasa da aşılamanın kapsayıcılığını artırması bu sayede toplumdaki aşılanmayan bireylerin hastalık etkeni ile karşılaşmasının azaltılmasını sağlayabilir.
Kaynakça
HASAR, Muhammet. Adana’da Aşı Reddi Nedenleri ve Aşılarla İlgili Görüşler,
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Adana, 2020.
KOÇYİĞİT, Behiye. Kayseri Şehir Hastanesi Sağlık Personelinin Aşı Bilgisi ve Aşı Reddi Hakkında Tutum ve Davranışlarının Değerlendirilmesi, Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Kayseri, 2020.
HEKİMOĞLU, Can Hüseyin. ‘’Aşı epidemiyolojisi: Aşı ve aşılamanın etkileri için epidemiyolojik ölçütler’’, Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi, 2016, C.73, S.1, s.55–70 4. ÖRER, Hakan. İlaç/Aşı Geliştirme Aşamaları ve Covid-19 Aşısı, 2020. (Bkz. https://sarkac.org/2020/12/ilac-asi-gelistirme-asamalari/)
PELİT ARAYICI, Pelin. Koruyucu Yeni Nesil Peptid Aşı Modelleri: Viral Kuduz Hastalığı Peptidlerinin Çeşitli Adjuvantlarla Biyokonjugatlarının Geliştirilmesi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 2015.
ÖRER, Hakan. İlaç/Aşı Geliştirme Aşamaları ve Covid-19 Aşısı, 2020. (Bkz.
https://sarkac.org/2020/12/ilac-asi-gelistirme-asamalari/ )
Bozkurt, H . (2018). Aşı Reddine Genel Bir Bakış ve Literatürün Gözden Geçirilmesi . Kafkas Journal of Medical Sciences , 8 (1) , 71–76 .
Özata, F , Kapusuz, S . (2019). AŞI KARARSIZLIĞI VE AŞI REDDİ KONUSUNA SOSYAL PAZARLAMA BAKIŞ AÇISINDAN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ . Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi , 20 (1) , 65–83 . https://dergipark.org.tr/en/pub/anadoluibfd/issue/47503/600039
Gür, E. (2019). Aşı kararsızlığı-aşı reddi. Türk Pediatri Arşivi, 54(1), 1–2.