Utandım; Umutlandım

*HLS* HLS
sec402
Published in
9 min readApr 25, 2017

Din ögesi, insanların dünya üzerindeki yol haritasıdır; insan profilinin, ahlâklı olanı, ideal olanı yakalaması için oluşturulmuş değerler sistemidir. Tabii genelgeçer olmayan bu kavramlar her dinde farklı anlamlara sahiptir. " Din adamı " ise mensup olduğu dinin yol haritasını izleyecilerine açıklama, öğretme görevi verilmiş kişidir. Pekiâlâ; konum itabiriyle azınlıkta olan bir din ve " din adamı " kendi yol haritasını açıklama hususunda neler yaşayabilir ?
Bu sorunun cevabı için Trabzon’da Santa Maria Katolik Kilisesi’nin kapısını çaldım. Kilise aşılması zor duvarlarla örülmüştü. Ortaçağ kalelerini andırıyordu. Kapının zili, sert bir cisim ile ezilmiş ve kırıktı. Kilise kapısı; tekme izleri, çeşitli anlamsız çizikler, silinmeye yüz tutmuş dini yazı ve simgelerle kaplıydı. Kurşun izini andıran birkaç ezilme de gözüme çarptı. Kapı henüz açılmadan, sorumun cevabını çoktan bulduğum hissine kapıldım. Kapıyı, bedeni oldukça zayıf kalmış, uzun boyuyla dikkat çeken, renkli gözlü ve şaşkın bakışlı Peder Patrice açtı. İlk bakışta Peder olduğu anlaşılmayacak kadar sıradandı ama bozuk Türkçe lisanıyla, " hoş geldiniz..." demesi kendisini ele vermişti. Kendimi tanıtıp amacımı belirttim ve o da beni kırmayarak röportaj isteğimi kabul etti. Kapısı her zaman çalınmadığından ya da farklı bir yüz görmüş olmanın şaşkınlığı, yüzündeki gizli sevinç mimiklerine yansıyordu. Bu şaşkın samimiyet, ben kiliseden ayrılana kadar devam etti. Uzun süren sohbet faslından sonra beni kilisenin yanındaki lojmanına, oldukça küçük, sobalı odasına davet etti. Çay ikram etmeyi de ihmal etmedi. Kendisine merak ettiğim bütün soruları yönelttim bu sıcak ortamda.

Peder Patrice

İlk sorum merak ettiklerimden değildi; araştırıp kısaca bilgi edinmeyi başardıklarımdan birisiydi. Muziplik olsun; bakalım biliyor mu diye söze girdim: Kilise’nin tarihi hakkinda bilgi verir misiniz; ne zaman kuruldu burası ?

1845’ten başlayan bir hikayesi var: Ocak 1845 yılında Rus Çar’ı I. Nikolas’ın emri üzerine Rusya’daki Gürcistan’dan 8 kişilik bir Kapüsen ( Ortaçağda üzerinden İtalya’da oluşan bir rahip topluluğu - papazlar grubu ) kovuldu. Trabzon’a 21 Ocak günü vardılar. Bir toprak parçası satın alarak ilk evi inşa ettiler. Rusya’nın Tiflis şehrinden getirmiş oldukları "Çocuğun sakin uykusuna bakan Meryem’in Tablosun’u " oraya koydular. Rusya konsolosu da Moskova haddehanesinde ( atölye ) dökümü yapılan bir çan bağışında bulundu 1846’da. 1852’den 1854’e kadar ana binayı ve yeni manastırı inşa ettiler. 28 Subat 1856 yılında da Kırım Savaşı’nın süre geldiği zamanda Sultan Abdülmecit, Trabzon’a hristiyanların kullanabilecekleri bir kilisenin inşa edilmesi için gerekli izni verdi ve yardımda bulundu. İtalya doğumlu Baş Rahip Filippo Mozzani kilisenin ilk taşının konulması törenini hazırladı ve 4 Ekim 1869 tarihinde gerçekleştirdi. 2 şubat 1874 tarihinde açıldı fakat 19 Mart Günü kutsandı ve günümüze kadar bu böyle devam etti. Hâlâ burada...
 
Kendi kazdığım kuyuya düşmüştüm; bu kadar ayrıntılı bilgi benim bilgi haznemde yoktu. Bozuk türkçesi ile eksiksiz bilgiler verdi. Hemen toparlanıp ikinci soruma geçtim. Bütün samimiyetim ile hakkında bilgi istedim. Çünkü: Peder merakımı uyandırmıştı.

Acı Tesadüf :

Size nasıl hitap etmemi istersiniz ? Adınız neydi ?

Benim adım Patrice, soyadım Jullien de Pommerol.
Samimi bir gülüş ile benim yüzümdeki sahte, anlamış gözüken tavrımı sezerek ekliyor: Bunu telaffuz etmek sizin için biraz zor olsa gerek. Peder diyebilirsiniz. Lütfen çekinmeyin, istediğinizi soruyu sorabilirsiniz.

Pekiâlâ nerelisiniz ? Kaç yaşındasınız ?

Fransa'nın Lyon şehrinde doğdum. Doğum tarihim konusunda ilginç bir şey var. 7 Eylül 1945 yılında doğdum. Benden önce burada
görev yapan Rahip Andrea Santoro ile aynı tarih, aynı ay doğmuşuz. Ben de buraya göreve geldiğim zaman öğrendim. Tesadüf... ya tesadüf.

Andrea Santoro (7 Eylül 1945 Priverno-5 Şubat 2006 Trabzon)

Rahip Santoro’nun 2006 yılında görevi sırasında cinayete kurban gitmesini hatırlayarak yüzüm düştü. Öğrendiğim bilgiye şaşırma fırsatı bile bulamadım.
Peder’in yüzündeki sevinç şaşkınlığı, zaman zaman üzüntüsünü gizlemeye çalışan sahte gülümsemelere bürünüyordu. Bunlardan bir tanesini gördüm o anda. Oysaki bu sorunun cevabından sonra benim yüzümde beliren şey: Sessiz bir utançtı.

Türkiye'ye ne zaman geldiniz ? Türkiye'de başka bir şehirde görev yaptınız mı ?

Yanlış hatırlamıyorsam 1999 yılında geldim Türkiye’ye. Hiç Türkçe bilmiyordum. Ankara’da Azize Terasa Katolik Kilisesi’nde göreve başladım. Çünkü oradaki papazlar çok yaşlı idi ve artık ülkelerine dönmesi gerekiyordu. Yaklaşık on iki yıl kaldım orada. Ankara’dan sonra buraya geldim. Türkiye’de başka bir şehirde görev yapmadım.

Santa Maria Kilisesi'nde ne zaman göreve başladınız ?

Aslında 2010'da gelmem gerekiyordu. Fakat sağlık sorunlarımdan dolayı 2011'de buraya geldim. 2011'in noelinde başladım görevime ve hâlâ buradayım. Benden önce Rahip Santoro vardı. O, öldürüldükten sonra burası boş kaldı. Beş sene boş kaldı burası.

Geçmiş olsun, neyiniz vardı ?
 
Bel fıtığı amaliyatı oldum.

Kendisini amaliyat eden Türk doktor ile anısını da gülerek anlatıyor. Doktoru; yaşlı, büyük gözlüklü ve tatlı birisi olarak betimeyerek anlatmaya başlıyor: Karşımda yaşlı, büyük gözlüklü birisini görünce koktum.
(Gülerek ) Eyvah dedim. Elleri titrer, göremez; yapamaz sandım. ( Kendisini jest ve mimikleriyle taklit ederek anlatıyor ) Amaliyatı siz mi yapacaksınız ? (Kendisini taklit etmeye devam ederek ) Bana gülümseyerek; korkma korkma ben sadece muayene edeceğim, diyerek geçiştirdi. Ama amaliyattan sonra ne kadar işinin ehli olduğunu da anladım. Şu an gayet sağlıklıyım.

Geçmiş olsun dileklerimi tekrarlayarak sorularımı sıklaştırdım.

Bu şehirler arasında tercih yapsanız; Ankara'yı mı yoksa Trabzon'u mu seçerdiniz ?

Benim bir “din adamı” olarak seçme şansım yok maalesef. Nerede görevlendirilirsem oraya giderim.

Sorumun cevabını alamamıştım; ayrıntılandırarak art arda sormaya başladım: Ankara’dan buraya gelirken hissettiğiniz duygular nelerdi ? Çünkü cinayete kurban giden bir “din adamının” yerine göreve geldiniz, bu, sizde tedirginlik veya korkuya neden oldu mu ?

Ben Trabzon’u hiç bilmiyordum. Hakkında bir bilgim yoktu. Korkmadım. Hayır, korkmadım.
Moritanya’da 2 sene kaldım. Askerliğimi burada yaptım. 20 sene Çad’da kaldım. Afrika’nın ortasında müslüman bir aile ile birlikte yaşadım. Bu çok güzel bir duyguydu. Hastalandığımda onların büyük yardımı dokundu bana. Lübnan’a gittim arapça öğrenmek için. Cezayir’de Gazzâlî tefsiri ( Fransızca çeviri yaptım ) yapmak için kaldım. Harika bir teolog. ( Benim el-Gazali’yi tanıyıp tanımadığı mı da keskin bakışlı bir soruyla test ederek...) Korkmadım; Çad’da savaş gördüm; bombanın, tüfeğin arasında yaşadım. Bu yüzden korkmadım.

Trabzon'a ilk geldiğinizde yaşadığınız sorunlar neydi ?

Burası uzun süre boş kaldığı için insanlar burayı çöp dağına çevirmişti. Her gün poşet poşet çöp topladım. En kötüsü de sigara izmaritleri. Sonra ben komşularla tanıştım. Atmayın, dedim. Çöp atmayı bıraktılar. Çok sıcak kanlı insanlar. Şu an temizlik konusunda bir sıkıntımız yok. Buraya geldiğimde, kilisenin tadilat isleri vardı. Ne yapacağım, kime gideceğim bilemiyordum. Cemaatimizle tanıştım ve onlarla birlikte sorunları çözmeye çalıştık.

Komşularınızla aranız iyi mi ?

Evet evet çok iyi. Buranın yerleşikleri; eski insanları çok saygılı. Geçen yıl onlarla birlikte iftar yaptık burada. Kilise cemaatimiz 25 - 30 kişi. Onlar servisi yaptı. Gelen misafirler dualarını etti burada. Namaz görevlerini yerine getirdiler. Daha sonra Kilisenin bahçesinde hep birlikte yemegimizi yedik. Burada yalnızım ama görüyorum ki bu yalnızlık, komşularla aramda daha derin bağ kurmamı sağlıyor. Kilise’nin arkasında bahçem var. Komşularımın getirdiği kiraz ve portakal fidanlarını diktim oraya. İlk kez lahana yemeği yedim burada. Çok beğendim. Komşularımın verdiği lahana tohumlarını da ektim bahçeye. ( Bahçesine musallat olan kunduzu uzun uzudayı anlatmayı ihmal etmedi. ) Bana sabahları sepet ile omlet ikram eden de var kuymak getirende. Sürekli misafirliğe çağıranlar ve telefonla şakalaştığımız insanlar da var. Komşularım ile bir sorunum yok.

Pederin bahçesi ve komşuların verdiği ürünler

Buraya ilk geldiğinizde sizi ziyaret eden, üst düzey görevli oldu mu ? Müftülükten, valilikten, Belediye’den...

Hiçbir zaman gelmediler. Hayır, gelmediler... Ben gidiyorum her sene. Çünkü çalışma izni almam gerekiyor.

Kahkahalar ile devam ediyor: Maaş yok ama çalışma izni var. İşin komik yanı burası ama tabii gerekli bir şey izin…

Papazlar, Rahipler maaş almıyor bildiğim kadarıyla. Maddi ihtiyaçlarınızı nasıl karşılıyorsunuz ?

Kahkayı basıyor: Bu problem (Gülerek). Evet, çok doğru. İş var ama maaş yok. Katolik Hristiyanlarda Rahipler yani ruhbanlar kiliseye verdiği hizmet karşılığında maaş almazlar. Çünkü Rahiplerin yeminlerinden bir tanesi de fakirlik yemini. Bir rahip maddi olarak bir şeye sahip olamaz; bu benim diyemez. Maaş yok; doğru olan da bu. İhtiyaçlarıma gelince: Haftada bir sepet geliyor; kilise cemati tarafından. Yemek ihtiyacım için gerekli malzemeler buradan karşılıyorum. İnanılmaz bir şey bu yeterli oluyor; yemek ihtiyacı için. Bunun dışında buraya gelen turistler yardım ediyorlar. Bu şekilde yaşamımı devam ettiriyorum. Günlük 20 lira yeterli oluyor; yol masrafı için ve diğer sosyal hayatım için. Benim için bunlar yeterli gerçekten; yaşlı olduğum için fazla masrafım yok. Episkoposlukta kilisenin ihtiyaçlarını karşılıyor zaten. Bu arada; kiliseye ziyaret eden bir müslüman, kilisenin ihtiyacı olan bazı malzemeleri karşılıksız ve beklentisiz karşıladı. Bu benim için mutluluk verici gerçekten.

Bu bilgi beni de mutlu etmişti. Anadolu, tarih boyunca farklı kimliklere kucak açmıştı: Bu tür bilgileri duyduğumuz da şaşırmamız artık bunun tarih olduğunu kanıtlar mı ?

Sohbetimiz Peder’in bana sağladığı bilgi akışıyla devam etti. Hristiyanlığın gerekliliklerini, ritüellerini, bayramlarını, kutsalarını ve hristiyan din adamlarinin eğitimini öğrenmeye çalışarak devam ettim sohbete.

Merak ettiğim bir diger konu: Mezarlık alanı idi. Ölümü hatırlattığı için benim için sorulması zor bir soruydu bu.

Trabzon'da mezarlık alanınız var mı ?

Maalesef yok. Bu bana çok büyük acıya sebebiyet veren bir problem. Zor; çok zor bir şey. Buraya geldiğimde öğrendim. Bu bana derin bir üzüntü verdi. Nasıl yani diyeceksiniz. Ben bu konu için belediyeye gittim. Bir buçuk sene önce. Konuyu anlattım ve bu problemin çözülmesini nasıl sağlayacağımızı sordum. Bana, ben müslümanlara yer bulamıyorum, hristiyanlara nasıl bulayım, cevabını verdi. Ben de belediye başkanına; eğer ben ölürsem veya öldürülürsem ( Gülerek ) Trabzon’da gömülmek istiyorum. Beni sakın İtalya’ya, Fransa’ya veya başka bir yere göndermeyin. Bedenimin burda kalmasını istiyorum, dedim. O da bana gülümseyerek, size bir şey olmayacak merak etmeyin, dedi. Hukuki süreç davam etmekte. Tapulu bir arazimiz var ama defin işlemi gerçekleştirilmiyor. O arazi yabani otlarla kaplı ve bu beni çok çok üzüyor...Gerçekten üzücü.

Ölüm aklıma düşmüştü. Ben kendi adıma korktum. Röportajdan sonra da hâlâ bu korku silinmedi bende.

Bu sorudan sonra fırsat bularak: Trabzon’da sizin güvenliğiniz için emniyet ve valilik tarafından ne gibi önlemler alınıyor diyerek, sordum.
 
Kapıda bir polis yok. Ben aradığım zaman geliyorlar. Olay olursa gerekli incelemeleri yapıyorlar. Ciddi olarak işlerini yapıyorlar. İçten ve samimi olarak. Bana kamera sistemi kurmam hakkında tavsiye verdiler. Fakat; kameralarımız kırılıyor, şişelerle bahçeye tehdit notu atılıyor, posta kutusuna izmarit atılıyor, kapıya idrarlar yapılıyor, camlarımız kırılıyor, alkollü insanlar duvarlara tırmanıyor... Bunun gibi olaylarla karşılaşıyorum...Darbe sonrası bir grup buraya saldırdı. Kapıya büyük bir taş atıldı.. Polisler, faillerini bulamıyor maalesef. Bu beni üzüyor.

Son sorulara verilen cevaplar beni de üzmekteydi. Gerçeklerden kaçmamak adına devam ettim. Üzüntüme bir de korku eklenmişti. Çünkü benim gördüğüm kadar peder yalnız yaşıyordu.

Burada yalnız mı yaşıyorsunuz ? Bir yardımcınız var mı ?

Yardımcım yok. Bunun için talepte bulundum (Episkoposluk'tan) Ama simdiye kadar gönderilmedi. Boş yer var burada. Rahibe veya bir aile olması gerekiyor. Bazen kadın ziyaretcilerimiz oluyor. Ben onlarla sohbete baslayabilirim fakat devam ettiremem. Rahibe veya bir aile olsa hem gelen ziyaretcilerin hem de benim lehime olur. Ziyaretçiler daha rahat olabilir. Burada yalnız yaşamak zor ama demin dediğim gibi bu komşularımla aramdaki bağı güçlendiriyor.

Bir cemaat üyesinden edindiğim bilgi ise şöyle: “ Kilise cemaati düzenli olmayan bir sırayla Peder’i burada beklemekte her gün. Dışarıdan yardımcı bulabiliriz ama sürekli yaşanan taciz ve kışkırtma olayları bunu engellemekte. Korkuyorlar, haklılar…”

Peder, bütün olumsuzluklara rağmen bu şehirde yaşamaktan memnun gözüküyordu. Sohbetimizin sonuna yakın şehirle ilgili hatıralarında ne var diye öğrenmek için sordum:

Trabzon’da yaşadığınız en mutlu ve en mutsuz olay nedir ?

En mutsuz olaydan başlayacağım. Samimiyetten uzak, ikiyüzlü insanlar geliyor zaman zaman. Konuşabilir miyiz; dininiz hakkında bilgi edinebilir miyiz diye soruyorlar. Tamam diyorum. Ama sonra anliyorum ki bir samimiyetsizlik, cahillik var. Hemen hissediyorum bunu. Dinimiz hakkında provakosyon yaratacak, çatışma çıkartacak seviyede sorular soruyorlar. Bu sorular: gusül abdesti almıyor musunuz, 3 Tanrıya mı inanıyorsunuz, tanrınız İsa Mesih mi, kilise şarap dağıtıyor mu, kilise para veriyor mu...Bu beni üzüyor. Gerçekten üzüyor. En mutlu olduğum şey ise tam tersi: Kiliseye gelen samimi alçak gönüllü insanlar. Benim dinime inanmasalarda bütün içtenlikleriyle sorular soruyorlar. Öğrenmeye çalışıyorlar. O zaman ben mutlu oluyorum. Çünkü onlar bana inanıyor, saygı duyuyor, güveniyor ve yardım istiyor diye. Bizim ihtiyacımız olan şey: barışa götüren sorular...

Bütün olmusuzluklara rağmen kendisine mutluluk veren anıları olması onun açısından olduğu kadar bizim açımızdan da önemli. Çünkü hâlâ barışı ve mutluluğu arayan samimi ve içten insanlar var bu şehirde. Bu beni biraz olsun umutlandırıyor.

Peder’i çok yorduğumu düşünerek son sorularımı sordum: Bir Katolik Hristiyan “ din adamının ” sosyal hayatta ve kişisel yaşamında izlemesi gerek çizgi nedir ?

Bizim için en önemli şey: Dua. Dua demek; İsa Mesih ile yaşamak ve Allah ile bağ kurmaktır. Nasıl yaşamak gerekiyor ? Her zaman sevgi ve barış ile. Her eylemimi bu kıstaslar ölçütünde değerlendirip yapıyorum. Eylemim, beni; sevgiye, barışa ve mutluluğa götürüyorsa doğrudur; savaşa, çatışmaya, dedikoduya götürüyorsa o yanlıştır. O zaman anlıyorum ki bu eylemi bir daha tekrarlamamam gerekiyor. Çünkü bizim temel amacımız İsa Mesih’i örnek alarak yaşamak. Barışa, sevgiye, mutluluğa ihtiyacımız var ve bunu doğru eylemlerle sağlayabiliriz...

Pederi daha fazla rahatsız etmeden ve güzel bir haber alırım umuduyla da son sorumu sordum: Trabzon’da cemaatinizden evlilik töreni düzenlediğiniz çift oldu mu ?

Olmadı şu ana kadar. Yakında olacağını düşünüyorum. Gülümseyerek devam ediyor: Evet evet yakında nikah var.

Nikaha davet almadım maalesef... Herhalde kesin tarih olmadığından diyerek avutmakla yetiniyorum kendimi şimdilik. Kendisini ziyaret edeceğimi belirterek söz verdim ve teşekkür ederek yanından ayrıldım… Sorularıma cevap buldum elbette ama ne yalan söyleyeyim hayat bir kez daha paradoksunu gösterdi bana: Umutlandım ama utandımda…

Editör: Ertuğrul Topaloğlu

--

--