Hakikat Hakkı

Yalan ve Zararın Telafisi

Ömer Melih Aksoy
Şifahane
9 min readJul 24, 2017

--

Günahların ve suçların çoğu Tanrıya karşı değil insanlara karşı işlenir. İnsanın günahından ve suçundan Tanrı sorumlu tutulamaz. Tanrı gözetir ve vazifeli görevli varlıklar aracılığı ile cezalandırır, ancak herkes kendi hür iradesiyle yaptığından sorumludur. Günah aslında topluma zararı olan ve insanlığa yakışmayan davranışlardır.

Tövbenin tamamlanması ve Tanrının affı için zararın telafi edilmesi gerekir. İnsan insandan razı olmadığı yerde Tanrı’nın affı tam olmaz, bireyler vicdanen kendilerini cezalandırabilirler. Cezalandıran Tanrı değildir, olumsuz koşulların oluşmasına sebep olarak veya göz yumarak biz kendi kendimizi cezalandırırız.

Mümkünse zarar telafi edildikten sonra işlenmiş zarar kadar hayır yapılması yaşam ve özgürlük hakkı, yaşam kalitesi, toplumsal refah, sağlık, basiret, adalet, hakikat ve değerler (temel, esas ve yüksek) için gerekir. Muradımızca ilerlediğimiz sürece hatalarımız telafi olduğu kadar borçlarımız da kapanır.

Yani Estağfirullah diyerek gerçekleşen bir tövbe yoktur. Hatayı tekrarlamamak, hatayı telafi etmek ile tövbe tamamlanır ancak zarar (-1) telafi edildikten sonra (0) zarar kadar fayda (+1) işlendiği zaman bir tövbe olgunlaşır. Zararlı bir alışkanlık ve davranışın dönüşmesi tövbenin hayırlı usülüdür ve affın da garantisidir. Telafi edilemeyen zararların oluştuğu durumlarda ise ruhen, manen, vicdanen ve aklen kişi kendini borçlu hissedebilir. Bu borçtan dolayı da kişi eğer borcuna sadık kalmıyorsa kendini sabote edebilir veya cezalandırabilir.

Benim varsayımıma göre Tanrı gördüğünde yargılasa bile zarar veren türden cezalandırmak gibi bir alışkanlığı yoktur, ancak kısıtlayıcı cezalar olabilir. Çünkü zarar veren türden cezalandırmalar özellikle olgunlaşmamış veya olgunluğunu yaşamayan varlıklarda zararın bitmesini engellemez, temel yaşamsal haklarını elinden alabilir ve düşmanlığı devam ettirebilir. Adaletin sağlanması ve korunması suçun bitirilmesi ve önlenmesi ile mümkündür, bu da Şifa, Terbiye ve Eğitim ile daha uygun bir şekilde yapılır.

Dini yasalar ne olursa olsun arkasındaki Ruhsal Hakikat ve Öz İrfana dayanmalıdır. Din olmayan bir şeyi önermez. İman hakikat ile değer kazanır ve hakikate sabitlendiği zaman tamamlanır. Ruhsal konularda her zaman bilinmeyen faktörü olduğu için hakikat de insan gözünde daimi olarak insanların hem bireysel hem de toplumsal akıl ve anlayışının gelişmesiyle daha öteye taşınır.

Bugünün İlahiyatının gerekliliği zaten Tanrı’yı Seküler ve Bilimsel anlayışlar ile anlamaktır, her kültürün kendine özgü koşulları bile bütün Dünya’yı kapsayan zamansız ve kültürler-ötesi doğrular ile tekrar yorumlanarak, sağduyu ve bütünün hayrı gözetilerek anlaşılmalıdır.

  • Her birey yaptığı her şeyden sorumludur.
  • Her birey öğrenmesi gerekip öğrenmediğinden sorumludur.
  • Bireylerin doğru ve gerçeklerden öğrenemediğinden öğretemeyenler, saklayanlar ve paylaşmayanlar sorumludur.
  • Bilgiyi saklayarak veya yalan söyleyerek insanları doğrulardan ayırmak hakikat hakkını gasp etmek olarak yorumlanır.
  • Birey sahip olduğu imkan, para, yetenek, güç, bilgi ve enerjiyi nasıl kullandığından sorumludur.
  • Daha yüksek imkan, para, zeka, farkındalık, güç, bilgi ve enerji sahibi olan insanlar toplumda daha az sahip olanların kalkınmasından ve muhtemel-mevcut acizliğinden sorumludur. İmkanı olan imkan yaratıp yol açmalıdır.
  • İnsi-Melekler nurani görevliler oldukları için paylaşımda bulunmak sorumluluk ve yükümlülüktür.
  • Toplumdaki cehaletten aydınlar da politikacılar da medya da sorumludur. Toplumun herhangi bir kesimini eğitimsiz oldukları için aşağıladığı yerde aydınlanması için çaba göstermeyen birisinin aydınlığının yetkinliği ve yeterliliği ölçülmelidir. Böyle bir aşağılama toplum içinde fitne, kavram karmaşası ve karanlığa sebep olur. Aydın ile halkın arasını açar ve halkın birbirini tanımadan anlamadan aşağılamasına sebep olur. Böyle bir durumda bu hem cehalete sebep olma hem sorumluluk almamama hem de vurdumduymazlık olarak değerlendirilir. Aydın olarak atfedilen kişiler toplumu aşağıladığı yerde aydınlanma yolunda yeterince ilerlememiş bireyler aydınlar ile iletişim kurabilir ve onlardan istifade edebilirler mi?
  • Köy enstitülerini köylülerin elinden alırsanız haliyle ve yaşam alanlarının şartlarından ötürü bilgiden ve işleyecek bilgi yoksunluğundan ötürü bilgelikten mahrum kalırlar. Temellere geri dönmek; uygun seviyeden uygun üslüpla eğitmek ve aktarmak gerekir.
  • Kimse kapasitesinin üstünde bir bilgiyi tam olarak idrak edemez, ancak ihtiyacı olan bilgiyi de kapasitesi genişleye genişleye alabilir. Kapasitesinin gelişmesi için de bilgileri içinde işlemesi ve uygulamaya koyması gerekir.

Telafi doğrulamadan sonra zarar kadar hayır yapıldığı zaman gelir ve bir o kadar daha hayır işlendiğinde istikrar sağlanır.

Bu telafi ve hayırlı istikrar bireyler tarafından sağlanmadığı zaman Tanrı ile iletişim kurmak, Ruhsal ve İlahi doğrulukla yargılayabilmek ve anlayabilmek pek mümkün değildir. Tanrı ile irtibat telafi ve istikrar sağlama yönünde mümkündür ancak karışıklık içinde doğrulama yapılan bir süreçten geçilerek sağlık sağlandıkça netleşir. Tanrı ile irtibatınız da benötesi bağlamdan gerçekleştiği için yüksek inisiye bile olsanız çevrenizde, dahil olduğunuz gruplarda yalan veya zihinsel hasar varsa bu bağlantıda netlik az olabilir ve bildiğiniz doğruların gerekliliğini yapmadığınız zaman yeni bilgilere açılamayabilirsiniz.

Bir yalanın doğrusunu bildiğiniz yerde susarsanız, işin doğrusunu kimse bilemez. Bir delile sahipseniz bilginizi çoğaltmanız gerekir. Kanıtlanamayan durumlarda spekülasyon ile şaibeye vurgu yapılması ve soruşturmaya zorlama yapılması gerekir. Soruşturulmayan süre zarfında delil yok etme ve önemli konuların gündemden düşmesi riski vardır.

Milletvekili dokunulmazlığı konusu halk tarafından milletvekillerinin de şaibe ve şüphe uyandırmama konusunda güveni üzerinden verilir. Bu yüzden şaibe oluşturacak hareketlerin varlığında dokunulmazlıklar kalkmalı soruşturma zorunlu olmalıdır. Toplum sağlığı ve huzuru için konu kendi menfaati olunca kendini denetleyemeyen politikacıların denetlenmesi, yalan ve gerçeklerin ifşa edilmesi terör veya bölücülük değil, İlahi Düzenin sağlanması için bir gerekliliktir.

Herkesin kusuru insanlar kadar kendi yaşamını da etkiler. Bu yüzden herkes kendi kusurlarına karşı dikkatli olmalı ve göremediği kusurlara karşı eleştiriye açık olmalıdır.

Zarar veren bireye ceza verilmesi telafiye yetmez, ancak telafi etme ve zararı tekrarlamama yönünde doğrulama yapabilir. Kimse telafisi mümkün olmayan zararlar vermemeli. Telafisi mümkün olmayan zararların da bilerek veya bilmeden, doğrudan veya dolaylı olarak oluşmasına sebep olmamalı ve göz yummamalıdır. Zarar ve yalan kesinlikle alışkanlık haline gelmemeli ve normal karşılanmamalıdır.

Bireylere verilen zarar, bireyin kendisine telafi edilmelidir. Masum birini öldürmenin telafisi yoktur, kederi vardır. Masum birini yaralamanın telafisi yoktur, acısı vardır. Tekrarlamak kesinlikle bırakılmalı ve önüne geçilmelidir. Savaş, kitle imha, organize suçlar, cinayet, tecavüz gibi yollarla masum insanların ölümüne ve maddi-manevi yaralanmasına sebep olan birisinin özgürlük hakkı yoktur. Bu kişilerin genel-geçer hukuki yargıların yöntemlerinin yetmediği durumlarda da kısıtlanması, buna sebep olan psikolojik hastalıkların giderilmesi ve cezalandırılması gerekir.

Topluma verilen zarar, topluma telafi edilmelidir. Pozisyon, yetki ve statüsünü bireysel veya grup çıkarları için kullanırken toplumu kandırmanın telafisi ifşa ve infaz ile bitmez. Doğrular bilindikten sonra doğrulama mümkün olur. Böyle kişilerin idealde statü, güç, yetki ve makamlarının elinden alınması, yaptıklarının itiraf ettirilmesi ve başkaları tarafından zararın temizlenip telafi edilmesi gerekir. Ancak böyle bir cezalandırmanın haliyle kişide topluma ve otoritelere karşı düşmanlık oluşturmasının da önüne geçilecek şekilde psikolojik ve sosyolojik önlemler alınmalıdır.

Yalan doğruyu sakladığı ve çarpıttığı süre boyunca negatif ihtimallerin gerçekleşmesine sebep olur. Yalan doğru bilgi yerine yanlışı önerdiği için cehalete sebep olur. Yalan ile muradından koparılmış bir toplumun özgür iradesinin dayanakları elinden alınmıştır.

Toplumu manipüle etmek için oluşturulan kasti kargaşaların doğrudan telafisi yoktur. Olayların tek taraflı yorumlanması bütüncül gerçeği saklar. Bu durumda sadece güç sahibi bireyler değil, tarafsız bilirkişiler de dinlenmelidir ve medyada (hem ana-akım hem de alternatif) yer sahibi olmalıdır. Bilirkişilerin yorumları taraf tutan siyasetçilerden daha değerlidir ve medyada daha fazla yer tutmaları gerekir.

Söylenen yalanların doğrularının açıklanması gerekir. Doğrusu açığa çıktığı zaman kişi söylediği yalanın sorumluluğunu alarak, statü-yetki-itibar kaybı ve küçük düşme gibi durumları üstlenmelidir. Böyle kişilerin intihar etmesi çözüm değildir. Kişi kendini nasıl tanıtmışsa tanıtsın herkesin o kişinin doğrularını bilmesi gerekir.

Bütün yaşamını ve geçimini yalanlar üzerine kuran birisinin toplum ve bireylerin yaşam hakkına kastı vardır. Böyle kişilerin yaşam hakkı sıfırlanır; toplumsal yasalar infazı yasaklasa veya imkan vermese bile Azrail ve Tanrı nezdinde infaz icazeti vardır ve toplumun muradını açtığı yerde birini infaz etmek, öldürmek-yaralamak-kısıtlamak, günah değildir. Doğru söylediği zaman hapse düşecek veya linç edilecek birisinin yalan söylemesi bozulmuş bir kendi kendini koruma güdüsünden kaynaklıdır, bu kişiler yetki ve güçlerini kendi menfaatleri için kullanarak toplumu oyalarken, yalanların delillerini de ortadan kaldırabilirler. Kendi doğrusunun açığa çıkmasını göze alamayanların yaşamının ne kadar değeri kaldığını düşünmek gerekir. Böyle durumlarda kendini koruma güdüsü verilen zararın ve oluşan karışıklığın büyüyerek devam etmesine sebep olur, öldürme icazetinin temelinde bu vardır. Böyle durumlarda bulunan kişiler şuurlarını yitirmişlerdir ve kronik yalan hastalığından müzdariptirler. Kronik yalancılara güç, makam, mevki, statü, yetki verilmemeli varsa ellerinden alınmalıdır ve zararları ölçüsünde ceza yaptırımı uygulanmalıdır.

Kimsenin yaşamını kendi şahsına uygun bir şekilde idame ettirebilmesi için yalan söylemesine gerek yoktur. Yalancılık hastalık yaratır, yalanın üzeri yalanlarla kapatılırsa sonuçları telafi edilemeyebilir.

Her yalancı yalanını devam ettirebilmek için yalanların içine doğru katması gerektiğini bilir. Ancak bu doğruluk değil doğruluğa ihanettir. Her yalancı kendini korumak için delilleri saklayabilir veya yok edebilir. Böyle kişilerin etrafında olup delilleri gören kişilerin delilleri çoğaltması ve kendilerini koruyarak ifşa etmesi toplum sağlığı ve refahı için gereklidir.

Kendi menfaati için yalan-manipülasyona ve şiddete başvuran art niyetli kişilerin topluma-bireylere zarar teşkil edecek niyetlerini bozmak için yalan söylemek ve yanlış yönlendirmek zararı önlediği için geçici olarak izinlidir. Hayat hakkı başkasına zarar vermediği ve muradını kapatmadığı sürece yalandan daha önemlidir.

Kendi doğrularını açık bir şekilde insanlara aktaramayan birisinin karın çakra ve üzerinde bütün gelişimi durur. Böyle bir kişi toplumsal mevki, statü, yetki sahibi olmak için yeterli olgunluğa sahip değildir. Anlayış ve aklını sınırlandıran psikolojik ve fiziksel hastalıklara sahip kişilere demokratik toplumlarda yetki ve güç verilmemelidir, ancak hizmet ederek kendilerini vicdanen sağaltabilirler.

Toplumsal boyutu etkileyen yalanların telafisi zor ve bazen imkansızdır. Politikacıların dokunulmazlık ardından yalan söylemesi hem insanlık suçu hem de toplumsal suçtur. İnsanların temel haklarının ihlalidir ve infaz gerektirir. Özellikle politik ve ekonomik şaibelerin bulunduğu durumlarda ve olağanüstü hallerde bütün politikacılar için dokunulmazlıklar kalkmalıdır. Genel olarak yaptırım ve denetim eksikliği bir sağduyu açığı oluşturur.

Medyanın yalan haber yayınlaması hem insanlık suçu hem de toplumsal suçtur. Geçen günler boyunca gündemde söylenen yalanların doğrusunu bildirmek yerine çarpıtmak veya asılsız haber yapmak insanları oyalamak olduğu için zararlı kasıt vardır. Doğruluktan uzak kalmak toplumun değerini düşürür. Böyle bir durumda toplumun kısıtlanmış doğrular üzerinden özgür iradesiyle yaptığı seçim ve hareketleri temelsiz hale gelir. Telafi edilmesi imkansız hale gelebilir.

Politikacıların medya üzerine baskı uygulayarak kendi aleyhlerinde yorumlanabilecek yayınları yasaklaması veya mevcut olayların yayınlanmasını örtbas etmeleri ‘medya’ kelimesinde vurgulanan tarafsızlığın ihlalidir ve böyle bir durum medya çalışanlarının muradını kapattığı kadar yayından bilgi alan herkesin muradını kapatır. Aynı şekilde rakip, muhalif, tarafsız seslere ana-akımda yer verilmemesi ve bu bireylere karalayıcı haber yapılması, hizmet ettikleri yerde düşman olarak gösterilmesi büyük bir yanlıştır ve yanlışlıklara gebedir.

İktidar partileri toplum hayrına hizmet eden tek güç değillerdir ve toplumun tamamını temsil etmezler. Kendi seçmenlerinin de tamamının toplumsal iradesini yansıtmazlar. Muhalif, iktidar-karşıtı ve bağımsız sesler de bütünün hayrını gözetebilir. İktidar partilerinin kendi parti tabanı ve seçmeninin hayrına olması bütünün hayrı demek değildir. Bütünün içindeki diğer unsurların hayrı için iktidar dışı seslere de yer vermek gerekir.

Medya her zaman gündemde gerçekten mevcut olan olayları yayınlamalı ve yayın içeriğinde tarafsız ve yoruma açık bir şekilde yansıtmalıdır. Kişi ve grup çıkarları için yapay gündem oluşturmak veya geçmişi tekrar etmek, mevcut gündemin üstünü kapatmak içindir. Bunda toplum sağlığı, dirliği, refahı ve hür iradesi üzerinde art niyet ve kasıt vardır. Medya büyük bir prodüksiyon zinciri ile insanlığa açılan bir yayındır ve bu prodüksiyonun kendini kendi içinden ve dışından denetleyen tarafsız organlar olmalıdır. Medya denetimi sadece RTÜK gibi bir denetleme değil, toplum tarafından oluşturulan serbest ve özel tarafsız denetimlerden de geçmelidir. Sosyal ve Alternatif Medya’da gösterilen haberler ile Ana Akım medya paralellik göstermelidir.

Başkasına iftira atmanın ve arkasından insanlara yanlış tanıtmanın telafisi zordur. İftira durumunda kişinin yalanını açıklaması, bunu yapmaya kendisini iten sebepleri de doğrulukla saklamadan açıklaması gerekir. Başkası hakkında biri yalan söylediği zaman, tövbenin tamamlanması için yalan söylediği herkese doğrusunu aktarması ve zannı ortadan kaldırması gerekir. Özellikle topluma hayrı olabilecek birisinin yanlış tanıtılması cezalandırılması gereken kusur olarak algılanır. Bunda gecikmekte toplum zararına kasıt görülür ve telafi fırsatları değerlendirilmediğinde ceza şiddeti arttırılır.

Yalan toplumsal bir suçtur ve her zaman başkalarını etkiler. Hakikat herkesin hakkıdır ve yalan hakikat hususunda cehalet ve belirsizlik durumlarına sebep olur. Yalan otomatik ve olağan bir şey haline geldiği zaman riyadır. Riyakar birisinin karakterinin bozukluğu söz ve konuşma bozuklukları olarak gözükür.

Yalan sezgi ve zihinde hastalık ve kırılma yapar. Yalan grup şuurunun ortak düşüncelerini tıkar ve grup zihnini bozar. Yalan hakikatin üstünü başka bir şeyle kapattığı için Tanrı’dan kopma sebebidir.

Kimse kimseyi yalan söylemeye zorlayacak kadar psikolojik, toplumsal veya ekonomik baskı uygulamamalıdır. Bu durum kişilerin kendi menfaatleri üzerince hakikat hakkını kaybetmelerine sebep olur. Ancak toplumsal menfaat için hakikat yine açık olmalıdır.

Aile, iş ve arkadaşlar arasında söylenen çok önemsiz yalanlar aradan çıkabilir, ancak bunların da doğrularının belirtilmesi en azından bir günlükte tutulması gerekir.

Psikolojik baskı veya tehdit altında söylenen yalanların da doğruları açıklanarak telafi edilmesi çok gerekli değildir ve hayati tehlike teşkil ediyorsa sır saklama olarak görülebilir, ancak böyle koşullar altında sessiz kalmak daha tercih edilir.

Psikolojik ve toplumsal baskı altında söylenen yalanların telafisi toplumsal dönüşümle gereksiz tabu, inanç, dogma ve kısıtlamaların kaldırılmasıyla mümkün olabilir.

Doğrusu söylendiği zaman aşırı tepki/hassasiyet gösteren bireylerin cidden yalanla yaşamak gibi bir kararları olsa bile doğrular en azından ulaşabilecekleri bir günlüğe yazılmalıdır.

--

--