Sohbet — Savaştan Barışa Doğru Bir Yol

Ömer Melih Aksoy
Şifahane
Published in
16 min readMar 4, 2020

Soru

Hocam savaş sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz, ne olucak sonuç, bizler müdahale etmeli miyiz?

Genel olarak politik konularda çokça şey yüzeyde görüldüğü gibi değildir. Devletler bir ülkenin ülke genelinde yaptırım yürütme yasama yargı yetkilerine sahip iradi ve idari yapılardır.

Çağlar boyunca süregelen bazı gizli ve görünür ekonomik ve politik alışkanlıklar var.

Savaşlar da iki toplum birbirine kızıp lanetleyip nefret ettiği için çıkmaz. Bir çıkar uğruna çıkarlar. Toplumlar halklar savaşa karar vermez, idarecilerden sebeplidir bu durum.

Toplum kendi dinamiğinde zaten savaşmak istemez.

Savaşlar bu yüzden özellikle ekonomik sebeplerden çıkar.

Bu ekonomik sebeplerden en yaygınlarından ikisi bir ülkenin kendi içinde ekonomisinin iyi gelişmemesi ve kaynak-tesis eksikliğidir.

Orta Asya Türkleri neden Hindistan’a değil de Anadolu’ya akın ediyorlar?

Sebep aslında ekonomik

  1. Şehir kurma alışkanlıkları yok
  2. Orta Asya toprakları göçebe yaşama uygun ama tarla sürmek çok riskli, her sene beklenen hasat alınmayabilir.
  3. Nüfus yoğunlaşıyor
  4. Hindistan Çin ile Orta Asya Türkleri arasındaki mücadaleyi izleyerek kendilerine olabilecek akınları önlemek için uzun süredir sınırlarını sağlamlaştırmıştı ve nüfusları yoğundu.
  5. Anadolu’da ise Roma İmparatorluğunun bölünmesi, iç karışıklıklar, şehirlerin organize olamaması, din-mezhep-ırk savaşları ile Bizans’ın ve bölgenin siyasi, ekonomik ve askeri gücü zayıflamıştı.

Savaşların sebeplerinin ekonomik olma sebebi ekonominin hayati önem teşkil etmesidir ve bu durumda barışçıl alışkanlıklar yoksa “öl ya da öldür” bilinci tetiklenir.

Orta Asya Türkleri de akınlarına devam etmeden önce bir tercih yapıyor, hesaba kattıkları ise;

  1. Akın etmez ve ganimet toplamazsa kıtlıktan ölebilir.
  2. Hindistan veya Çin’e akın etseler yolu yarılayamadan ölürler.
  3. Anadolu’da ise tarih öncesi çağlardan beridir hazır şehirler, tesisler, tarlalar, yollar, madenler var. Ayrıca bunlara yerleşerek göçebe olmayı bırakabilirler. Bunların hepsi aynı zamanda ganimet ve vergi avantajı oluşturuyor.

Ama hesaba katmadıkları çoğu durum da bugün içinde yaşadığımız gerçekliğin örüntülerinde belli belirsiz varlığını sürdürüyor.

Orta Asya’da hazır bir şehirleşme yok ve tarım riskli iken bu şehirleşmeye yeterli sebep olmuyor. Anadoluda hazır halde bir sürü şehir, bir sürü ticaret hattı ve bir sürü maden/atölye gibi tesisler var. Bu yüzden Türkler akın ettikten sonra Anadolu’ya çözündükleri yerde yönetimlere hakim olsalar dahi kültüre hakim olamıyorlar ve şu anda konuşulan Türkçe’nin yarısından fazlası Ural-Altay’dan farklı dil ailelerindeki (Hint-Avrupa, Sami) diğer dillerden alınan kelimelerle dolu oluyor.

Anadolu’da yaşayan insanlar Dil, Kültür, Gen olarak Türk değil, sadece eklektik bir Türkçe konuştuğu için bir Türklükten söz ediliyor. Zamanında yapılan akınlarla Türkler şehirlere yerleşirken Türk erkekleri Anadolu’da mevcut soyların/ırkların kadınları ile birleştiği için Anadolu bölgesinde bulunan insanların genlerinde istisnalar dışında en fazla %30-%40 oranları arasında Türklük mevcuttur diye hesaplıyorum. Burada Türklere ait genlerin bulunmasından ziyade ata bireylerin yüzde kaçının Türk olduğuna bakmalıyız.

Anadolu’ya yapılan akınların sonucu bir şehrin Türk hakimiyetine girmesi o şehrin nüfus yoğunluğunun da büsbütün Türkler tarafından oluşuyor olması anlamına gelmiyor. Buradan sonrasında Türkçe devlet yapılarıyla ilişki kurulabilmesi için zorunlu konuşma dili ve İslam da devlet yapılarının kabul ettiği tek din haline getirilerek kültürel ve dini bir asimilasyon işliyor. Ancak Orta Asya’dan gelen Türk aileleri Anadolu nüfusunun yarısını dahi doldurmamış ve bekar Türk erkekleri Anadoludaki kadınlarla aile kurdukları için baba Orta Asya Türk’ü iken anne ise Anadolu’daki köklü ailelerden olmuştur. (Bu Osmanlı Sarayında da ilk babaların Türk olsa dahi sonrasında devşirme cariyelerin anne olmasından ötürü hanedan soyunu da Türklükten büsbütün uzaklaştırmasıyla görülür, çünkü sadece bir nesilde dahi erkek veya kadın bireyin Türklüğü yarı yarıya düşüyor)

Anadolu’da İslam benimsenirken de Arap Kültürüne (Örf, Töre ve Gelenekler vs.) ait unsurlar da Din ile alakalı olmamasına rağmen İslam’a dahilmiş gibi aktarılıyor, çünkü Arapça İslam ile özdeşleştiriliyor ve Araplar dini bilgileri aktarırken kendi kültür ve geleneklerine ait bilgileri de bu esnada aktarıyor.

Yani genetik olarak da kültürel olarak da Anadolu coğrafyasında tam / safkan veya yarım bir Türklükten söz edilemez, bir parçada Türklük vardır geride kalan daha büyük parçada ise Kürt, Zaza, Helen-Dor-İon, Azeri, Çerkez, Çeçen, Rum-Latin, Trakya-Bulgar-Balkan-Arnavut-Makedon, Pers, Arap, Laz, Gürcü, Ermeni, İskit, Hitit, Asur, Babil, Sümer, Frigya, Lidya, Fenike, Kelt ve Anadolu-Mezopotamya-Trakya-Doğu Avrupa-Batı Asya-Kırım-Hazar-Kuzey Afrika coğrafyalarında yaşamış bilinen ya da bilinmeyen diğer ırk/uygarlık ve soylardan gelen parçalardan oluşuyor. Bu coğrafyada ırksal olarak Türklük üzerinden bir siyasi ideolojiyi genele benimsetmek ise burada yaşayan nüfusun kendi içinde çatışma yaşamasına ve huzurunu kaybetmesine sebep olur. Bütün bu toplumların kültürleri Anadolu’da harmanlanırken Türk kültürüne ait en baskın kültürel öğe de haliyle yabancı kelimeler olmadan kullanılamaz hale geliyor.

Bu yönüyle Orta Asya Türklerinin medeni kültürünün daha önce kalıcı şehirlerinin olmaması, yazılı eserlerin kısıtlı olması, Türk İslam olarak adlandırılan kültürün aslında Anadolu ve çevredeki Bölgelerin Medeniyetlerinin Kültürel karışımından oluşuyor.

Ekonomik sebeplerin arka planında çoğalma ve ırksal devamlılığa dayanabiliyor. Ancak bu savaşma sebebi olarak görülüp aslında ters etkiler, sızıntılar ve karışımlar olmaya başlıyor. Çünkü Savaşlar Kul/İnsan Haklarının ihlalidir. İhlal edilen haklardan bazıları şunlardır;

  • Aile Birliği ve Bütünlüğü
  • Huzur
  • Ekonomik Özgürlük
  • Dil ve Kültür Özgürlüğü
  • Gelenek Özgürlüğü
  • Vicdani Özgürlük
  • Eğitim ve Bilimsel Özgürlük
  • Müzik ve Sanat
  • Zanaat ve Endüstri

Türklerin Anadolu’ya yerleştiği dönemin sosyolojik ve psikolojik gerçekliğine geri dönsek ve bir Anadolulu olarak duruma baksak Türklere karşı işgal, baskı, yenilmişlik ve zulümden ötürü içe atılan ve biriken bir öfkenin bugün genlerimizde de olduğunu ve bu bölgedeki gelişimleri ve güzellikleri bugünlere gelirken karışmış olan ırklar/soylar arası eski düşmanlıklardan dolayı kendimizden esirgediğimizi görebiliriz.

Kendi içimizde de soyumuzu oluşturan bireylerin hem kendi gruplarındaki bireyler hem de dahil olmadığı gruplar ve içlerindeki bireyler arasındaki olumsuzlukları dönüştürmeli ve böylece iç huzurumuzu sağlayarak önemli konularımıza odaklanmalıyız.

Bunun için soy ağacımızı doğru görmeli, atalarımızı doğru tanımalı, atalarımız arasında Din, Dil, Renk, İdeoloji, Uygarlık, Kırsallık/Şehirlilik, Meslek, Safkanlık, Kültür, Cinsiyet, Şöhret, Mevki, Toplumsal Kabül gibi ayrımlar yapmadan hepsini Doğa’nın, Dünya ve Evren’in bütünlüğüne dahil varlıklar olarak görüp kabul etmeli ve saygıyla onurlandırmalıyız. Soyumuzun içinde ve çevresinde kırılan veya dışlanan birey ve soylardan özür dilemeli ve tekrar toplumsal bütünlüğümüzü sağlamalıyız. Tanrı ile Muhabbet ederek soyumuzdaki tarihsel süreçlerle birlikte gündelik yaşantıda oluşan olumsuzlukların şifalanmasını, dönüşmesini ve özgürleşmemizi talep edebiliriz; böylelikle zaman-tarih sürecindeki hayat akışımız kendi bedenimizde genlerimizden başlayarak rahat bir akış sağlar ve çokça Şifa hikmetinin gerçekleştiğini gözlemleyebiliriz.

O ona bunu demiş yok bir Prens suikaste uğramış bunlar savaş çıkarmaya yeterli sebep değildir. Bir birikim oluşturur elbette ama savaşları tetikleyen olaylar savaşların asıl sebebi değildir.

Eski çağlarda devletler hakim oldukları alanı büyüterek 1- Toprak 2- Tesis 3- Vergi avantajı sağlarlar

Birinci ve İkinci Dünya Savaşının temel sebepleri Emperyalizm ve Sömürgeciliğe dayanır.

Haklı bir sebep yoktur aslında savaş çıkarmak için. Ekonomi daima daha doğru yaklaşımlar ve daha dikkatli olarak daha iyi idare edilebilir.

Kore ve Vietnam savaşında problem sosyalist-komünist ülke sayısını azaltmaktır. SSCB ve Komünist Çin güçlenirse komünizm yaygınlaşır ve kapitalist düzenler çöker. Çünkü böyle bir güçlenme mevcutken sömürülen ülkelerin hepsi sosyalist/komünist birliklere katılabilir.

O yüzden sistematik bir soğuk savaş ve sıcak savaş politikası yürütüldü. Bu savaşlar ekonomik sebepler olmasaydı gerçekleşmezdi.

Çin ve Rusya’yı kapitalizme geçirmeye zorlamak için ambargolar yapıldı.

Türkiye’nin mesela son yüzyılda SSCB’ye katılsaydı şu anda Türkmenler çok mutlu olurlardı. SSCB dağılmazdı ve Türkiye’nin yeraltı kaynakları daha uygun bir şekilde kullanıma sunulurdu ve endüstrileşme bütün boyutlarıyla gerçekleşebilirdi. Orta Doğu da bu kadar karışmazdı. Türkiye liberal olmaya çalıştığı yerde özgürlüğünü kaybetti o yüzden.

İdeolojik sebepler savaş için yeterli sebepler değildir. Provokasyonlar, propagandalar ve ajitasyonlar da ekonomik çıkarlardan dolayı oluşur. Farklı ideolojileri benimseyen kişileri kendi haline bıraktığınızda oturup konuşmayı ve birbirlerinin fikirlerini değerlendirmeyi, birbirlerine saldırmaya tercih ederler.

Kapitalistler Komünistlere ideolojik sebeplerden dolayı savaş açmazlar ya da Komünistler ideolojik sebeplerden dolayı devrim yapmazlar Sebep yine ekonomiktir.

Emperyalizmin ardındaki ve emperyalizmin beslediği yapılar bazı durumların farkında olduğu için devletlerin ekonomik ve kültürel olarak birleşmelerini ve yerel yönetimlerin özerkleşmesini engellemeye çalışır.

Örneğin ABD gücünü federal yapıdan alır. Bu merkezi yönetim üzerinden sorumluluğu çok yüksek oranda alır ve hata payını azaltı çünkü her yerel yönetim kendi içinde derinleşerek kendi yerel bölgesinin kaynaklarını ve insanını tanıyarak en iyi şekilde istifade edebilir ve birleşik/federal yapı sayesinde her eyalet/devlet birbiri ile güçlerini ve imkanlarını birleştirebilir.

Koca bir kıta parçasının yönetimini tek bir merkezi idare sisteminde toplamak ise büyük hatalara sebep olur.

Hiçbir kısıtlı merkezi yönetim o kadar insan ve o kadar alanın yönetimini dikkat hatası yapmadan yapamaz.

O yüzden yerel yönetimler işleyişin detaylı bir şekilde akışkan olmasını sağlar.

Bunlar da bir çatı altında birleşerek birliğin gücünden istifade eder. O yüzden Amerika Birleşik Devleti değil Amerika Birleşik Devletleri deriz.

Bunun için dil ve para birimini birleştirmekle başlanır ve geri kalan sistem de bunun üzerine kurulabilir.

SSCB’de böyle bir yapıya sahipti ve Rusça üzerinden önemli bir Dil Birliği oluşuyordu. O yüzden büyük rekabet oluşturdu ve Latin Amerika’da başlayan Komünist/Sosyalist devrimler de 2. Dünya Savaşı sonrası bir çok savaş / isyan / devrim / darbe / çatışma başlattı. Bu esnada SSCB’yi tamamen dağıtmak için de soğuk savaş başladı tansiyon sürekli gergin tutuldu ve kopana kadar da gerildi.

Türkiye’deki darbelerin önemli sebeplerinden biri anti-komünizm ve kontgerilladır, bu ideolojik değil Türkiye’nin jeopolitik konumundan kaynaklı ekonomik sebeplerdendir.

Amerika’nın avantajı burada farklı bir kıta boyunca iki yüzyıldır birlik yapabilmiş olmaları ve Sovyetlerin dezavantajı bulundukları yarım asırlık birlik sınırları dışında kuşatılmasıdır.

Amerika’ya ambargo yapılması onları çok vurmaz ama SSCB’yi vurur.

Özellikle diktatörlük eğiliminde idareciler varsa, halklar emperyal kültürün renkli ve liberal yaşamını gördükçe çatırdar. Komünist ekonomik idare içinde özellikle ambargolar mevcutken hata yapılırsa bireyler zenginliği paylaşmak yerine biriktirmeyi yine tercih edebilir.

Şöyle bir durum da dikkatimi çekiyor aslında 2020'ye geldik Türkiye halen AB’ye giremedi ama SSCB’ye yakınlaşsaydı 1930 yılında da dahil olurdu. NATO’ya hemen alınma sebebi Rusya’ya gözdağı vermekti, Füze krizi yaşandı zaten soğuk savaşta.

Bu esnada sistematik bir anti-komünizm başlatıldı 20. yyda ve yerleştirildi. Şimdi bu bölgedeki herkes kayıpta.

Orta Doğu hemen yakınında bir NATO üyesinin bulunması çok büyük tehdit oluşturuyor Orta Doğu ülkelerinin ve ekonomik kapitülasyonlara razı olmak zorunda kalıyorlar. İran direnmeye çalıştı ama ekonomik avantajlarını kullanamayıp içine doğru şişiyor.

Suriye’deki problem nedir peki?

Suriye konusu bence Arap Baharı ile alakalıdır. Özgürleşme isteğinden gelir.

Şimdi Gezi Parkı zamanında halk barışçıl protestoyu bırakıp onun yerine organize silahlı mücadeleye geçiş yapsaydı Türkiye’nin şu anki durumu Suriye’den farklı olmazdı. Bence Erdoğan öyle bir durumda Esed ile aynı davranışları gösterirdi.

Şimdi sınırlar açıldığı gibi Yunan polisi mültecilere gaz sıktı diye anında bütün ana akım TV kanallarından yayın yapıldı ancak Gezi Parkında haftalarca direnişçilerin üzerine gaz sıkıldı ve yayın yapılmadı, söz hakkı verilmedi.

Berkin Elvan için terörist denildi 9 yaşında bir çocuk olduğu unutularak. Kendilerine protesto ve eleştiri hakkı verilmeyen silahsız insanlar öldürüldü. Ali İsmail Korkmaz kimseye saldırmadığı halde darp yoluyla öldürüldü.

Türkiye sınırlarını Yunanistan ve diğer Avrupa birilği ülkeleri daha kabul etmeden açtığı yerde aslında mültecilerin geçiş yapmaya teşvik etmesi onların üzerine gaz sıkılacağını bilmesinden dolayı ülke içinde komşu ülkeyi düşman olarak göstermek için bir algı yönetimi kokusu da alınabilir.

Suriye konusuna dönersek.

Türkiye’deki şu an en büyük ekonomik problemlerden biri doğalgaz fiyatıdır. Her sene zam geldi ve indirim olmadı. Olsa bile göstermelik oldu ve seneler içinde ucuzlamadı aksine her sene daha da pahalılaşıyor ve Türk Lirası da değer kaybediyor.

Suriye’de de doğal gaz kaynağı mevcuttur.

Türkiye’de halkın gerçekten çatırdama noktasına gelmesine sebep olabilecek en önemli ekonomik faktördür daha fazla zammı ülke ekonomisi kaldıramaz. Zaten ne kadar kaldırabiliyoruz şu anki halimizle.

Orta Doğu ve çevresinde savaş oluşmaması için “yorgan gitti kavga bitti” demek istiyorsak doğalgaz ve petrol konularına çözüm gelmesi gerekiyor.

Türkiye’de ekonomik idare son dönemlerde çok büyük hatalar yaptı ancak ekonomik büyüme göstererek insanların sinirlerinin patlaması engellenmeye çalışılıyor bu esnada sürekli gündemler oluşturuluyor

1.4 TL idi bir aralar 1 USD hatırlarsanız.

Türkiye yoksulluk Osmanlı döneminden alışmış bir ülke olduğu için ekonomik krizlere direnci vardır. Kriz eşiğinde konfor alanı oluşturmaya çalışılır ki kriz gerçekleştiğinde buna da şükür denilebilsin.

Serbest piyasa batağı biraz da bu, serbest piyasa diyerek ekonomik ve kültürel olarak bağımlı hale gelme zorunluluğu biraz da Osmanlı döneminden kalma manevi borçtan gelir, akınlar/seferler/fetihler-savaşlar ile Osmanlı aslında çokça toplumun kul hakkına girmiştir, ganimet aslında gasptır bu yüzden borçtur ve bu kapütilasyonlar olarak Osmanlı’ya dönmüştür. Keza bir kıta dolusu ülkeyi kızdırdıktan sonra diplomatik ilişkilerin topyekün savaş ve işgalle sonuçlanmaması için sürekli imtiyaz tanımaya dönüşür.

Anadolu’da yapılması gereken gerek Osmanlı Devleti gerek Türkiye Cumhuriyeti için şehirleri özerkleştirmek ve kendi ekonomik derinliğini oluşturmaktır.

Halka yetki verilmediği için ekonomik alanlar değerlendirilememiş üretim tesisleri kurulamamış hammadde çıkarılmış ama işlenememiş burada da işlenmiş maddenin montajı yapılmıştır

Ara adımlar eksik bu yüzden… başı var sonu var ortası yok… giriş ve sonuç var ama gelişme yok… bir yandan da geçmişi var geleceği var ama şimdisi yok… O yüzden belirsizlik var.

Eğer bütün Dünya’nın savaş problemini çözmek istiyorsak ekonomik problemi çözmek gerekir.

Ekonomik sorunlar insanda hayatta kalma dürtüsünü uyandırır bu da kişiyi ya doğru yoldan kaçıp adaletsiz kazançla yaşamaya ya da savaşarak başkasının imkanlarını/kaynaklarını/zenginliklerini gasp etmeye götürür

Böyle bir durumda idarecilerin ortalığı biraz kızıştıran dikkatsiz hareketler yapması halihazırda ekonomik kırılmadan dolayı stresli ve kızgın olan toplumu günah keçileri aramaya götürür

Türkiye eğer hammadde çıkarma, hammadde işleme, prototip oluşturma, ürün tasarım geliştirme ve seri üretim ve lojistik ile son kullanıcıya ürün ulaştırma yönünde yeterli gelişim sağlarsa savaşmak için hiçbir sebebi kalmz

Bu bütün ülkeler için geçerlidir.

Zenginlik paylaşılırsa, ortak kullanıma açık ürün ve hizmetler artarsa fakirlik kimseyi kırmaz. Her eve bir çamaşır makinesi almak şart mıdır yoksa kibir midir?

Suriye neden kızıştı ilk etapta ona da bakmak lazım.

Türkiye’nin sanayi kısıtlamaları dışa bağımlıdır. Suriye’de farklı değil sömürgecilik konusunda Avrupa ülkelerinin yarışmaları sonuç olarak onlara ekonomik ve teknolojik avantaj getirdi ve bu avantaj diğer ülkelerin dezavantajı üzerine kuruldu

Kendi zenginliğinin sömürülmesine izin vermeyen ülkeelerde de karışıklık yaratmanın binbir yolu bulunabiliyor

İngilizlerin karşısına vakti zamanında IRA konulduğu gibi Türkiye karşısına PKK ve Afganistan/Pakistan için El Kaide ile Taliban ile Orta Doğu geneli için İŞİD… Suriye’de de muhalif odak oluşması için çok uygun bir zemin vardı

Silahlandırılmaları ve desteklenmeleri savaşmalarına da önayak oldu

Şimdi Esed rejimi de muhalifler için terörist veya benzeri bir yakıştırma yapıyordur.

Halkına yeterince güç ve özerklik vermeyen her ülke kızışır kırılır ve harici veya dahili olarak savaşmaya meyledebilir.

Emperyalizmin otorite ile ilgili bir kavram olduğunu söylemiştim. Bu otorite insanlara savaş önerileri ile ölüm tehditi üzerinden de kurulabiliyor.

KİT ve Kooperatifler Oluşması ile Şehirlerin Özerkleşmesi bu açıdan çaredir.

Demokrasi diye bir terim bugün varsa bunun için uygun zemin Yunanistan ve Anadoluda olduğu içindir. Bu kendi içlerinde özerk ama dışa doğru federal bir yapıda birleşen şehir devletlerinden kaynaklıdır.

Şehir devletleri ile şehirler özerk olduğu zaman kendi içsel meselelerinin hepsine halk oylaması ile karar verebiliyorlar.

Merkezi yönetimler demokratik değildir bu yüzden.

Bu durumda savaş nasıl önlenebilir…

Bir savaşın tezahürü nasıl engellenip kalıcı bir barışın tezahürü nasıl sağlanabilir

Başlangıç noktası ve ara aşamaları nedir?

Bütün bunlar üzerine etkili bir çalışma yapabiliriz bence

Bugün bu dönemde geldiğimiz teknoloji ve bilimsel seviyede kesin ve kesin olarak Doğal Gaz veya Petrole muhtaç değiliz. Verimi %100'den daha fazla sonsuz elektrik jeneratörleri konuşuluyor… Mıknatıslarla da yapabiliyoruz

İlk hareketi elimizle hafifçe ittirerek veriyoruz ve durmadan dönüyor dönüyor dönüyor dinamodaki sürtünmeden elektrik üretilebiliyor. Yani yakıt yakmıyor. Aşındığında yenilemek yetiyor.

Ama güneş, rüzgar gibi sürdürlebilir doğal enerji kaynakları varken de istifade edelim… Sahra çölünün yüz ölçümünün %12 kadar bir alanına yeni nesil güneş panelleri yerleştirmemiz önümüzdeki yarım yüzyıl için gereken kapasitede elektrik üretmemiz için yeterli…

Bir noktadan sonrası bunun bedava. Yani enerji veya enerji kaynakları üzerinden oluşabilecek bütün sorunlar bu iki çözümle önlenebilir. Enerji üzerinden kar amacı güdülmemesi gereken bir çağa giriyoruz dengeli ve sağlıklı toplumlarımızın olabilmesi için. Bu kadar büyük bir ihtiyaç artık gereken teknolojilerin geliştirilmesi ve tesislerin inşa edilmesiyle bedava karşılanabilmeli.

Bedava enerji demek de ekonomide büyük yükün kalkması demek.

Hem güneş hem rüzgar hem de elektromanyetizma birlikte günlük elektrik tüketiminin ötesinde, ısınma ve ulaşım sorunlarımızın da çözülmesini sağlar.

O noktada işte enerji şirketlerine ve devletlere savaş bahanesi vermeyiz.

Artık bu çağda uygunluğunu yitirmiş bir yatırım yapmışlar, başka bir alana yönelsinler, yeterince kazanamadılar mı? Başka bir yatırım yapmaları burada kar etmeye inat ederek vebal almalarından daha iyidir

Soru

Bu gerçek neden görülemiyor Ömer?

Çokça sebebi vardır, hepsini ele alamayabilirim. Ama başlangıcı atalettir. Merak etmektense sunulana tamah etmek de bir atalettir. Her gün bulmaca çözen ya da bir şekilde aklının sınırlarını zorlayan var mı?

Aklının sınırlarını zorlamayanlar mevcut durumları daha iyiye doğru nasıl evriltebilir/değiştirebilir? İhtimalleri görebilir mi?

Her yeni bilgi bir meydan okuma. Hepsi yanlış anlaşılmaya müsait. Ama her öğrenilen gerçekler yeni öğrenilen bilgilerin de daha iyi anlaşılmasını ve yorumlanmasını sağlar. Bunun bir eşiği var.

O eşiğe azmetmek gerekir bu da alışkanlık ister. Sabır ve Sebat alışkanlık haline gelince Azim oluyor. Ancak sabır ve sebat olmadan adil olmayan yollarla kazanmak ise hırs oluyor.

Başarıdan yenilikten güçten korkan çokça insan var. Ya da başarıyı kıskanan yeniliğe anlamadan kuşku duyan güçlü insanları düşman olarak gören. Biz bu olguları hayatımıza en olumlu yoldan nasıl yerleştirebiliriz.

Bu durumda savaşları önlemek için olumlu motivasyon, dönüşüm, sakinleştirme, dengeleme, doğrulama, bolluk ve bereket çalışmaları yapabileceğimizi görüyoruz.

İyiliklerimizi paylaşırsak. Kıskançlık da öfke de açgözlülük de oluşmaz.

Bu da düşmanlığı önler…

Eğer herkese yeteri kadarını tahsis edebiliyorsak kim kime niye saldırsın kim kimi niye manipüle etsin?

Burada yetenle yetinme, yetmeyenle de yetinmeme ölçüsünü tutturmak önemli bir Bereket formülüdür.

Bolluk ve bereket çalışmaları bu yüzden hırsı silerek savaşları önleyebiliyor.

Ama savaşların yüzeyindeki gurur ve öfke duygusu üzerine de çalışmak lazım. Gurur ve öfke yeterince biriktiği zaman bir zarar ve ziyanın başlaması için bir tetikleyici sebep yetebiliyor.

Bugün bir seçim yapalım;

Aynı acıları tekrar tekrar yaşamayı reddedelim ve daha güzel bir gelecek için gereken neyse onu yapmayı seçelim.

  • Acıları yaşadığımız yerde psikolojimiz ders almak için ne kadar uygun? Hatalar daha fazla hataları da doğurabiliyor aklımız stres altındayken.

Daha iyi bir bilimsel eğitim daha iyi bir teknoloji anlamına geliyor. Daha iyi bir teknoloji ise ekonomik işleyişi kolaylaştırıyor. Teknolojiye ve sanayiye ahlaklı bir yaklaşım sonucunda savaş sebepleri de azalır.

Vergilere defalarca zam yapıldı yetmedi. Demek ki paranın yönetiminde bir sorun var.

Daha akıllı özenli bir yönetim oluşması, yetenle yetinip israf etmeyip yetmeyene de yetmez demek hesabı da buna göre yapmak, ileriye dönük yatırımları öngörü ile yapmak.

Kendimizden daha büyük bir Dünya Dünya’dan daha büyük bir evrende yaşadığımızın bilinciyle hareket etmek; bugün önemli, her zaman da önemliydi ve önemli olacak.

  • Neye para yatırıyorsak onu önemsiyoruz.
  • Neye zaman ayırıyor ve yapıyorsak onu önemsiyoruz.

İnşaata yatırım yapıldı ve kriz yaşandı.

Nüfus patlaması hedefleniyordu çünkü.

Ama 5 senede bir bebek ergenliğe dahi gelmiyor ki

Türkiye’deki yeni eve çıkacak gençlerin nüfusu bu kadar inşaata izin verilmeden önce hesaplanmış mıydı?

Mesken yapacaklarına fabrika, atölye, depo, devlet dairesi ve tesis inşa etmelilerdi.

Mesken yapma sebebi kar marjının yüksek olmasıdır.

Bence biz Anadolu’da yaşayanlar olarak biraz olsun vicdanımızı avundurmak ve Tanrı’ya yaranmak için fakirliği erdem ve parayı elin kiri olarak görüyor ve gerçek ihtiyaçlarımızı gözden çıkarıyoruz, bu yüzden bu yüzyılda ahlaki bir kırılma oldu.

Paraya da yeteri kadar önem vermemiz lazım, çünkü savaş çıkarabiliyor.

Birikimler yerine işleyişe dayanan bir değer sistemi ile ekonomiyi iyileştirebiliriz.

Çünkü biri biriktirip saklarken öbürü muhtaç kalırsa hırsızlık, biriktiren daha fazla biriktirme hırsına kapılıp önündeki kişinin insan haklarını yoksayarsa da savaş çıkabilir.

Bunlar kitlesel ileriye dönük öneriler. Ama mevcut durumda ne yapabiliriz. O konuya da şimdi girebiliriz ama önceden belirtmem gereken bir şey daha var.

Yorum

Evet olay mevcut durumda ne yapılacağı?

Dramaturji / Tiyatro alanında bir kural vardır. Sahnede bir eşya mevcutsa o eşya kullanılır.

Yani sahnede silah varsa osilahla bir şey yapılır,

Silah endüstrisinin kar amacı güden bir yaklaşımla varlığı terör ve savaş üzerinden kan ekonomisi oluşturabilir. Bu yüzden muhakkak devletlerin elinde olması, kar ve rekabet amacıyla değil savunma amacıyla yürütülmesi gerekir.

Eğer devletler silah alımını durdurursa silah sanayi bu sefer kara borsaya düşer

Silah kar amacıyla üretilirse arzın karşılanması için her sektörde olduğu gibi talep oluşturma stratejileri yürütülebiliyor. Ancak silah endüstrisi böyle bir kar amacı güttüğünde menfaat insanların ölümü üzerinden sağlanıyor.

Bence ekonomik olumsuzluklar ortadan kalkarsa silahsızlanmaya herkes evet der. Çünkü evine hırsız girme ihtimali de bir silah alma sebebidir. İş bulamadığı için hırsızlık veya torbacılık yapmak da bir silah alma sebebidir.

Silah alma sebebi olduğu sürece silahlanma silah üretimiyle birlikte devam eder. Asayiş sağlamada kolluk kuvvetleri tarafından çoğunlukla caydırıcı olarak kullanılır yaralama/öldürme amacıyla kullanılmaz.

Şu anda bedavaya yaşayamıyoruz. Ama yaşamın devamlılığını parasal olarak daha da basitleştirebiliriz

Yorum

Benim acikcasi en buyuk hayal ve planim.Ekolojik bir ev kurmak.Organik tarima yonelinebilir atalik tohumlar çoğaltilip meyve agaclari ve kucuk baș hayvanlar ile tamamen kendi kendine dönebilen bir yașam biçimi! Harika değil mi? Hem de direk kapitalist sistemden çekiliyorsun.Tabii ilk bașta belirli bir birikim șart.Toplumsal değilde biraz bireysel bir orneklem oldu.Toplumsal olarak ise yine aynı atalik tohuma yonelmemiz lazim ilk secenek tarim.Bir de gozlemlediğim kadari ile ulkemiz olarak elimizdeki parayi dogru bir bicimde kullanamadik.Insaat sektorune yatirim yapildi,insanlar cogaldi uretim artmadi,iș olanaklari azaldi.Yasam kalitesi dustu. Sanayiye yatirim demek nufusun bir bicimde artmasi demek.Ulke olarak evleri yurtdisindan gelip buraya yerlesmek isteyenler aldi.Surdurulebilirlik yine yok.Anlik bir durum.Bu kișiler de zaten zengindi.Parası var ve uretime katkisi yok.Nufus artti.Bana kalirsa ilk bașta tarima ve bilime onem verilmeliydi elde edilen urunler ihrac edilip ulkeye para giriși oldukça daha bilim,sanat vb. Alanalara yatirim artardi,aynı orada sanayide katlanirdi.Insana ihtiyac duyuldukça konutlar arttirilip üreme teșfikleri o zaman verilebilirdi.Zaten refah seviyemiz gayet Rahat olacakti temiz besinler,guzel egitim ve mutlu insanlar.

Şehirleri daha fazla yoğunlaştırmaktansa kırsal bölgeleri doğayı koruyarak kalkındırmak bence çok daha mantıklı bir ekonomik ve sosyal tercih torunlarımız için.

Şehrin sunduğu imkanlar şehrin stresine değer mi gerçekten?

Torunlarımıza gelişmemiş köyler bırakmayı gerçekten istemiyorum.

Torunlarımıza harap edilmiş bir doğa bırakmayı da gerçekten istemiyorum.

Türkiye ekonomisinin ihtiyaçlarından biri köylerin ve kasabaların geliştirilmesi, ekolojik olarak tesisleşmesi. İstanbul’un her yerine metro yapılıyor, çok bekledik nihayet gerçekleşti, ama trafik sorunu çözülmedi. İstanbul’un trafik sorunu diğer illerin gelişimi ile çözülebilecek bir şey.

Aynı imkanları başka yerde sağlamak mümkün. Ama aynı kültürü oluşturamıyoruz. Kültürel doku yüzyıllar süresince oluşuyor. Ama bu kültürel doku da tahribata uğrayabiliyor.

Konuya dönersek…

Öncelikli olarak biz Şifa, Simya ve Ruhsallık yoluyla savaşları nasıl önleyebilir ve barışı nasıl sağlayabiliriz onu konuşalım.

Az önce anlattığım tarihsel, politik, ekonomik bütün bilgiler aslında biz bir enerji çalışması yaparsak bilinçaltımızda hesaba katmamız gereken konuları içeriyordu.

Yani şu anda sadece niyetlenip bu bilgiyle pozitif enerji yayını yapmaya başlasak o enerji nereye gidip neyi işleyebileceğini bilir.

Hangi komplekslerin savaş sonucu hangi komplekslerin barış sonucu oluşturduğunu bence tahmin edebiliyor veya sezebiliyorsunuzdur.

Bu makalede suç ve zarara sebep olan kompleksleri bileşenlerini belirtmiştim.

Manevi gözlem yaparak öncelikle savaşa sebep olan kompleksleri bileşenleri ile birlikte görüp Dönüştürücü, Şifalandırıcı, Sakinleştirici, Özgürleştiri yönleri ile Tanrı ile Muhabbet ve Dua halinde toplumsal bir şifa çalışması yapabiliriz.

Bunun için uygun çalışmalardan biri İkiz Kalp çalışmasıdır

Soldaki fiziksel kalbinizin yanında bir de sağda ruhsal bir kalp imgeleyip Tanrı’yı çağırıyor ve Işığını talep ediyoruz, Bu iki kalp arasında aşk oluşuyor ve Nur hem taçtan hem gönülden hem de kökten girmesine, sonrasında bu Nur ile dolup taşınca kök çakramızdan Dünya merkezine, auramızdan taşırarak ihtiyaç duyan kişilere, mekanlara, konulara ve varlıklara akmasına şahit olabiiliriz.

Bunu Mikrokozmik Yörünge, Ujjayi ve/veya Omurga Nefesi gibi nefes teknikleriyle daha da güçlendirip, manevi gözlem ile İlahi Nurun neyi nasıl işlediğini takip edebiliriz. Tanrı’dan gelen ilhamlara açık olun tabi bu esnada.

Daha önceden anlattığım Budistlerin Sevgi ve Nezaket Meditasyonu da bu amaç için uygulanabilir. İnternette Metta Bhavana — Loving Kindness Meditation diye aratılabilir, Türkçe kaynaklara da rastlamak mümkündür.

Özellikle işlenmesi gereken Hayvansal Bölgeye dair yükler var. Siz eğer bir konuda ebedi yaşamınızda daha önce hayvansal ve mikroorganizma seviyelerine dair işgalci, saldırgan, şiddetli, hırs içeren kompleksleri işlediyseniz ve bugün zararsızlaştıysanız aynı yollar yöntemler diğerleri için de geçerliyse edilen Barış dualarının verdiği izinle Şifaya katılabilirsiniz. Barıştan herkes razı olacaktır.

  • Sizce savaşın önlenmesi için hangi duyguların işlenmesi gerekiyor?
  • Barışın oluşması için hangi duyguların mevcut olması lazım?

Ayrıca bu panoda sağda bulunan Mantra / Zikirlerin de tesbihi yapılarak açığa çıkan Nur Dünya’da Barış için yayılabilir.

Ehliyet, Bereket, Saadet, Kifayet, Emanet ve özellikle Selamet tesbihlerini barış amacıyla zikredebilirsiniz.

Yaratımı vurgulamak için dilerseniz tesbihleri bu kelimeleri Tanrı’ya hitaben zikrettikten sonra “…Olsun” diye ekleyebilirsiniz.

Örneğin — Selamet Olsun

Sonra Olsun mu? diye sorup Olsun cevabı alırsanız, Tanrı’nın bizzat eylemi ile de olmasını izleyebilirsiniz.

Yeterince ve muradımızca huzur ve şifa olsun.

--

--