Küreselleşme Serüveni (1776–1913)

tversky
signumX
Published in
6 min readFeb 3, 2019

“Serbest ticaret ve iyi politikalar her zaman bir arada yürümez.”

-Küreselleşme başlangıç noktası itibariyle ekonomik, kültürel ve siyasal anlamda dünyaya açılma ve dünyayla bütünleşme olarak tanımlanabilir. Kültürel ekonomik ve siyasal “mal” arzı, Dünya’nın geri kalanının standart talep kalıplarına sahip olduğu savı üzerinden şekillenir haliyle buradan da anlaşılacağı gibi içerisinde sosyolojik yorumları da bulundurur.

Küresel manada ticaretin filizlenmesi ve yaygınlaşması meselesine değinmeden önce küreselleşmenin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan “Merkantilist” ekonomi yönetim modelinin yüzeysel tanımını bilmekte yarar vardır. Merkantilizm, ham madde ihracatını sınırlayan ve mal ithalatını siyasi erk tarafından yetkilendirilmiş belirli özel sektör üzerinde imtiyazlar halinde vererek tekelleşmelerin olağan kabul edildiği bir sistemdir. Yapı itibariyle Merkantilist dönem için zenginlik, Kral hazinesinin doluluk oranıyla paraleldir. Bu anlamda gerek Sanayi Devrimi’nin yolunu hazırlayan gerekse bu vesileyle Küreselleşme savunucusu Klasik İktisat yaklaşımının ortaya çıkmasını sağlayan mihenk taşlarından biridir. Çünkü yapısı itibariyle ham madde ithalatının serbestleştirilmesi ve ihracatının kısıtlanması; mal ihracatının belirli imtiyazlar dahilinde verilmesi ve ithalatının sınırlandırılması, ülke içerisinde büyük bir birikim oluşumuna sebep olmuştu. Ki bu birikimlerin yine yatırımlar yoluyla bir nevi piyasada teşvik mahiyeti taşıması, ilerleme içerisinde de büyük bir yer tutar. Bu vesileyle sağlanan meta birikiminin Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkış noktası üzerindeki etkisini tahmin etmek zor değildir.

-Bu anlamda teorilerin dışında küreselleşmeyi mümkün kılan fiziki şartları ise ulaşım ve haberleşmede meydana gelen maliyet azalmaları olduğu söylenir. Burada sanayileşmiş ülkelerin ticaretini destekleyen en önemli unsur ulaşım ağı olmakla beraber aynı zamanda sahip oldukları askeri kuvvetle beraber gelişmemiş ülkelerin pazarını ve iş gücünü ele geçirme noktasında sahip oldukları avantajlarıdır. İş gücü hareketliliğinin yüksek imkanlara sahip olması durumu, emek talebi olan ülkelerde ve sektörlerde emek talebini karşılamakla kalmamış aynı zamanda maliyetleri de düşürerek yatırımları arttırmıştır. Bu hareketlilik 1. Dünya savaşına değin iletişim ve ulaşım teknolojisiyle yakınlık içerisinde ilerlemiştir. Bu noktada Ekonomi profesörü Dani Rodrik küreselleşmenin temel iki muhafaza edici ve süreklilik kazandırıcı dinamiğinin ekonomik liberalizm-altın standardı ve emperyalizm olduğunu düşünür.

Dani Rodrik

- Coğrafi keşifler küreselleşme içerisinde epey önemli bir yer kaplıyor. 1. Sanayi devrimi öncesi elde bulunan coğrafi bölgelerdeki bürokratik ve askeri kudret, beraberinde merkantilizm sayesinde kasayı zenginleştiriyordu. Gerisini yorumlamak zor değil. Sanayi devrimi buralardan beslendi ve oluşturulan artı değerden para kazanılması noktasında serbest piyasa sistemi kıta Avrupası başta olmak üzere teşvik edildi.

-1800’lü yıllarda uluslararası ticaret seviyesinin toplam GDP içerisindeki oran %2 seviyelerinde iken bu durum 1870 yılında %15 ve 1900’lü yılların başında %18 seviyelerini bulmuştur.

- 17.ve 18. yüzyılda, dünya ticareti her yıl yüzde bir civarında düzenli bir artış göstererek büyüdü ve çok olmasa da dünya gelirindeki artışı geride bıraktı. On dokuzuncu yüzyılın ilk başlarından itibaren dünya ticareti çok süratli bir şekilde büyümeye başladı; yüzyıl genelinde neredeyse yıllık %4 oranında daha önce hiç görülmemiş bir artış kaydetti. Ulaşım ve haberleşme zorlukları, hükümet kısıtlamaları veya can ve mal riskleri nedeniyle uzak mesafeli ticareti aksatan işlem maliyetleri çok hızlı bir şekilde düşmeye başladı. Sermaye akışı canlandı ve dünya ekonomilerinin pek çoğu sonunda hiç olmadıkları kadar mali açıdan bütünleştiler. Bu çağ aynı zamanda Avrupalı işçi sınıfının kitleler halinde Amerika’ya ve son zamanların yerleşim alanlarına göç etmesiyle kıtalar arasında çok geniş bir insan akışına tanıklık etti. Bu nedenlerden ötürü, pek çok ekonomi tarihçisi 1914’ten önceki uzun yüzyılı küreselleşmenin ilk yılı olarak kabul eder. Aslında, pek çok önlemle birlikte dünya ekonomisi ancak son zamanlarda ticaret ve finans alanında 1913 yılında gelinen seviyeyi geçmeyi başarabilmiştir. İş gücü hareketliliği bakımından hala bu seviyenin gerisindedir. (Rodrik,2011)

-Bu noktada Avrupa, kendi içerisinde belirli bir dönem için bütünleşmeyi sağlamış oldu. Aynı zamanda sömürgeleri ile de “uzmanlaşma” dolayısıyla bir denklik yakalayabilmişti. Bu noktada Batı Avrupa dışı ülkeler kredilendirilirken borçlanma yoluyla çeşitli bağımlılıklar yaratma yoluna da gidilmişti. Özellikle Merkantilizm’in ticari zenginliğini yaşayamamış ve sonrasında Küreselleşme serüvenini de fırsata çevirememiş yarı sömürge ülkeleri içinde toplumsal hareketlilikler ve ideolojik kaygılar barındıran mücadeleler artmaya başlamıştı. Her ne kadar burada daha güçsüz ülkeler ekseriyetinde bakıyor olsak dahi; 1.Dünya Savaşı’nın büyüklüğünü ve ilk küreselleşme döneminin çöküntüsüne dair temel dinamiklerden bir kısmının burada yattığı kanaatindeyim.

-Gelişmiş ülkeler, sömürge veya yarı sömürge statüsünde görülebilecek ülkeleri ticarete açılmaları için anlaşmalara zorlayarak yeni pazarlar elde edebiliyorlardı. Bu ve benzeri anlaşmalar, ithalat vergilerindeki üst sınırı etkileyecek (tabi ki tek taraflı), daha güçsüz ülkelerin ticaret politikalarını bağımsız yürütme kabiliyetlerini sınırlayacak, yabancı tüccarlara yasal öncelikler tanıyacak ve yabancıların limanlardan geçişini sağlayacaktı. Bu bağlamda “serbest piyasa” temek motivasyonlarından olan “hür birey” tarzı yaklaşımlar 19. Yüzyıl küreselleşme serüveni için gerçeği yansıtmıyordu. Bu tür politikalar emperyal bir tutum taşıması itibariyle her ne kadar ekonomik gelişme sağlasalar dahi tam anlamıyla “serbest ticaret” söylemi beraberinde anılmaları pek doğruluk barındırmaz. Tüm bu durumlar beraberinde 1. Dünya Savaşı öncesinde pek çok gelişmiş devlet serbest ticareti reddederek korumacı politikaları benimsemeye başladı.

-Burada ilginç olan noktalardan birisi de her ne kadar serbest ticaret söylemlerinin yakaladığı ekonomik büyüme başarısına alışkın olsak dahi; serbest ticareti reddederek korumacı ekonomi politikalarına geçen ülkelerinde ekonomik büyüme serüvenleriyle karşılaşmamızdır. 1890 sonrası ticari engel uygulayan ülkelerin ekonomik büyüme yaşadıkları görülmüştür. (Biscmark Almanyasında deneyimlenmiştir.) Haliyle bu durum bazı ülkelerin Kameralist bir güdümle hareket etmelerine de sebebiyet vermiştir. Aynı durumun Bretton Woods sonrası kapalı ekonomiler dönemi için geçerliliği olabileceğini de üstün körü söyleyebiliriz. Küreselleşme filizlenme aşamasında değerlendirildiğinde gelişmiş ülkeler arasında hassas ve ortak ideolojiler üzerine kurulmuş eşit şartlar üzerinden kurulmuşsa bile aynı durum gelişmemiş ülkeleri için pek aynı değildir. Bu durumla ilgili olarak Hindistan’ın, İngiliz sömürgesi altındaki dönemini yüzeysel olarak hatırlamak yeterli cevabı verecektir. Bu durum sağlam kurumların üzerine kurulmamış olması sebebiyle sorunluydu. İngiltere’nin tek merkezli bir süreç yürütmesi meselesi Alman Prensliklerinin gümrük birliği sağlaması (Zollverein) sonrası çeşitli eleştiri oklarına hedef olmaya başladı. F. List gibi düşünürler, İngiliz bireyci felsefesi ve Ricardo’nun serbest dış ticaretçi kuramına karşı dengeli büyümeyi, sanayi için korumacılığı, organik toplum anlayışını savunan bir kuramı ortaya attılar.

Frederich List

-Sonuç olarak toparlamak gerekirse eğer; temel olarak düşünülmesi gerekli ilk konu küreselleşmenin olumlanması dolayısıyla karşılıklı dinamik bir ilişki teşkil eden ekonomi politikalarının uygulanması meselesidir. Küreselleşme temel ekonomik dayanaklarını Adam Smith’in Mutlak Üstünlükler Teorisi ve sonrasında David Ricardo’nun Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi bağlamında elde etmiştir. Mutlak Üstünlükler Teorisine göre her ülke mutlak anlamda baskın olduğu malı üretime koymalıyken; Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisinde bu durum ülkelerin malları üretme sürecindeki işgücü verimliliğini gözeterek hareket etmeleri söz konusudur.

Adam Smith ve David Ricardo

Bu açıdan bakıldığında her ne kadar çağı içerisinde radikal bir bakış açısı olsa dahi toplumsal etkileri ilk etap için sanıldığı gibi olmamıştır. Sömürgecilik gibi emperyal faaliyetler, gerek ucuz işgücü gerekse yeni pazarlar oluşturabilmek amacıyla yaygınlaşmıştır. Aynı zamanda kapitülasyonlar paralelinde henüz küreselleşme ekseriyetinde değerlendirilemeyecek ülkeler yarı sömürge haline gelmiştir. Bu durumla ilgili olarak siyaset bilimci Robert Keohane, Amerikan İç Savaşı paralelinde bir yorum yaparak küreselleşme girişimlerinin yol açtığı ekonomik hareketlerin kültürel dezenformasyonu ile ilgili şunları söyler;
Piyasa mantığını takip etmenin uzun vadede trajik sonuçları vardı. Çeşitlendirme ve endüstrileşme olmaksızın büyümenin Güney üzerindeki ekonomik etkisi yeterince zararlıydı. Pamuğu kral yapmanın sosyal ve siyasi sonuçları çok daha ciddi oldu: Kölelik iyice yerleşti ve sivil savaş gittikçe olası bir hale geldi.

-Ayrıca ilk oluşum dönemleriyle ilgili olarak piyasanın talep yönünü dikkate almayarak arz yönüyle paralel hareket edilmesi ve bunun beraberinde tüketim kalıplarını standart kabul ederek; talep algısını şekillendiren sosyoekonomik ve estetik modelleri dışarıya atmaları uzun yıllar “rasyonalite” kavramının dayanağı olarak gerek modernite’yi gerekse postmodernite’yi beslemiştir.

Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere bir ülkenin dünya ekonomisinde nerede durduğuna ve ticari politikaların sosyal ve siyasi bölünmeyle nasıl uyumlu hale geldiğine bağlı olarak, serbest ticaret ilerici veya gerici bir güç olabilir.

--

--