Kapitalizmin Çöküşüne İlişkin Kehanetler

tversky
signumX
Published in
8 min readJun 28, 2020

“Başka bir yaşam mümkün mü?”

“Bu çalışmada Kapitalist düzen içerisinde yaşanan dalgalanmalara karşı gerçekleşen çatışmacı eleştiriler, İktisat literatürü bağlamında açıklanacak ve değerlendirilecektir.”

İktisat bilimi, sosyal bilim olması itibariyle yalnızca ekonomik gelişmeleri değil; “insanlar arası ekonomik gelişmeleri” konusu olarak ele alır. Dolayısıyla tarihin genelinde de farkına varıldığı üzere, içerisinde tercih edilebilecek birkaç şıkkı barındırmasına rağmen, bu şıkların yalnızca bir tanesinin doğru olacağı varsayımına katılmaz. Birbirinden farklı olan bu politika önerileri, dönemsel anlamda gerçekleşen birbirinden farklı senaryolar içerisinde bizi doğru sonuca ulaştırabilir veya ulaştıramaz. Bu tanımlama yalnızca rölativite eksenli olmamakla beraber gündelik yaşamın değişkenliğinden ve içinde barındırdığı değişkenlerden de etkilenir. Dolayısıyla kapitalizme dair kehanetlerin çözümsüzlüğü ve bu anlamda değerlendirmeyi kolaylaştıracak bakışlar tanımlanacak, tartışılacaktır.

Yaklaşımlar kendi içerisinde denge yaklaşımları ve çatışma yaklaşımları olarak ayrılır. Denge yaklaşımları uzlaşma, çıkar birliği ve dayanışma odaklıdır. Çatışma yaklaşımları ise olayları güç mücadelesi ve süreçler boyu meydana gelen çatışma hali olarak ele alır. Bu noktada denge merkezli yaklaşımlar “kazan-kazan” odaklı ve uluslararası ticareti teşvik edici formüller üreterek modernleşme mümkünatını tartışırken; çatışmacı yaklaşımlar sıfır toplamlı oyun veya kârın belirli elitler elinde toplandığını öngören perspektiften bir yaklaşım sergilerler.

Her iki yaklaşımın da sonuç için arzuladığı temel iddia insanlara refah katmak olmakla beraber, uygulanan reçete ve bu reçetenin ortaya çıkmasına sebebiyet veren durum tahlilleri birbirinden farklıdır. Öyle ki pre-kapitalist dönem ve kapitalist dönem arası geçişi temsil eden Merkantilizm öğretisi, çizmiş olduğu anlayış ile sıfır toplamlı oyun izahatına uyan çatışma eksenli yaklaşımlardan ilkidir. Değerli madenlerin ülke içerisinde kalması fikrini zenginlikle özdeşleştiren bu yaklaşıma göre ticaret, tek taraflı bir kazanç yaratır. Üretim esası bulunmakla beraber, öncelikli zenginlik kaynağı mübadele yönetimine ilişkindir. Korumacı, müdahaleci bir yaklaşımı barındırır ve ithalat kısıtlamaları mevcuttur. Gerçekleşen kısıtlı ithalat ise hükümdar izniyle ve namına gerçekleşir. Herhangi bir sosyal devlet tezahürü bulunmaz. Ulus merkezci bakış ve değerli maden hassasiyeti, sömürgecilik faaliyetinin ortaya çıkmasına yol açar. Bu anlamda Küreselleşme kavramı ile de sorunlu olduğu anlaşılabilir. Keza özellikle 2008 Krizi sonrası finansal ve endüstriyel küreselleşmeye yönelik sorgulamalar, özellikle endüstriyel küreselleşme için korumacı tedbirleri tartışmaya açtı. Bu durum ağırlıklı olacak tarife dışı engeller vasıtasıyla ulusal ekonomileri diğer ekonomilere karşı korumayı amaçlayan “Neo-Merkantilizm” şeklinde tanımlanır. Tarife dışı engeller yanında ağır tarifeli engellerle caydırıcılık yaratma amacı da bulunur. Bu durum yurt içi verimsiz üreticilerin ilgili sektöre girmesi ve aynı şekilde de ilgili ürünün uygulanan tarife dolayısıyla fiyatının attırması sonucu tüketici refah kaybına yol açar. Bu durum kısa vadede tüketici için kabul edilebilir sebepler barındırsa dahi, uzun vadede “tüketicinin menfaati, üreticinin menfaatine kurban edilir.” (Smith, 1776)

Adam Smith’e göre ticareti engelleyen düzenlemelerin ticarete taraf her iki ülkenin de üretim kabiliyetine zarar verdiğini ve lağvedilmeleri gerekliliği mevcuttur. (Skousen, 2019) Yine aynı şekilde günümüz Neo-Merkantilizm arayışı da Merkantilist düşünce tarzı siyasi karar mercilerine önemli avantajlar sağlıyor. “Özel ekonomik faaliyetlerin yüz yüze kaldığı kısıtlamalar ve fırsatlar konusunda daha iyi geri besleme ve ekonomik hedefler etrafında bir ulusal amaç hissiyatı yaratma hissi.” (Rodrik, 20/07/2009) Elbette bu durum herhangi bir rejimin despotlaşması anlamında değerlendirilebilecek bir noktadır. Ortak kader paradigması için bir başlangıç olarak kabul edilebilir.

Çatışmacı eksenli yaklaşımlardan ikincisi Marksist görüştür. Bu anlamda kapitalist sistemin genel işlerliğine dair eleştirel bakışı ve olası kriz anlarında meydana gelen çöküş beklentisi, farklı bir tarih okumasından kaynaklanmaktadır. Ekonomik liberalleşme ve üretime dayalı ticari kârın, ticarete taraf kimselere kâr katacağı yönündeki dengeli yaklaşımın tersine Marksist yaklaşım, bölüşüm problemi ekseriyetinde bir bakışla tarihi ezen ve ezilen ayrımına tabi tutar. Bu ayrım beraberinde liberal iktisat anlayışı ve kabul ettiği okuma reddedilmekle beraber çeşitli eleştiriler sunulur. Ortaya konan eleştiriler dönem içerisinde bazı noktalar itibariyle bir senteze ulaşabilmiştir. Bu durumun neticesi olarak sosyal devlet ve sosyal politikalar örnek olarak verilebilir Aynı şekilde Marksizm’in özünü oluşturan Maddeci Ontoloji ve Diyalektik Epistemoloji kavramlarının yarattığı kazanımlar da olmuştur. Tarihsel Materyalizm açısından, ekonomi ve sosyoloji, Tarihsel Materyalizmin sahipleneceği uygunlukta bir alansal pay bırakmamaktadırlar. Tarihsel Materyalizm iki sosyal bilim disiplininin “öz çıkar” ve “toplumsal değerler” şeklinde ifade edilen ortak sorunsalının dışında oluşturulmuştur. Ekonomistler kapitalizm, sosyologlar sınıflar ve sınıf çatışmaları üzerine konuşabilirler. Fakat ekonomistler sermayeyi, üretim ilişkisi olarak görmez, sosyologlar da sınıfları ve sınıf çatışmalarını üretim ilişkileri ve üretim güçlerinin belirli tarihsel bileşimi ile bağıntılamazlar. Halbuki tarihsel materyalizmde hem pazar hem de ideolojik topluluk göz ardı edilemeyecek toplumsal belirleyiciler olarak yer alırlar. Kapitalist üretim, ilişkilerin pazar mekanizması içinde işler.” (Therborn, 2001)

Diyalektik Materyalizm noktasındaysa Marx’ın ve Engels’in görüşlerinden etkilenen Popper’in yorumları, sınırlı rasyonalite noktasında gelişen bakışın içini doldurmuştur. Bu noktada Popper’ın görüşleri ve bilim yapma anlayışı özellikle Avusturya İktisat Ekolü çevresinde kabul görmüştür. Popper’ın benimsemiş olduğu diyalektik anlayış insanoğlunun genel “deneme-yanılma” yöntemi olarak karikatürize edilebilir.

Marx için var olan diyalektik materyalizm yaklaşımı ise tarihteki diyalektiği temelde üretici güçler ve üretim ilişkileri üzerinden tanımlar. Bu noktada üretici güçleri ve üretim ilişkileri arasında çelişki öngörülür. Bu çelişkinin ortadan kalkması “tarihin sonu” olarak yorumlanır. Mutlak son hali “Komünizm” olarak tanımlanmakla beraber, bu evrede üretim ilişkileri ve üretici güçlerim ortadan kalkacağı savunulur çünkü özel mülkiyet ortadan kalkacaktır. Özel mülkiyetin kalkması ve kolektif sahipliğin ortaya çıkmasının da ezeli rekabet güdüsünü ortadan kaldıracağı düşünülür. Buradan hareketle de anlaşılabileceği gibi insanlar tek tek bireyler olarak değil, sınıflar halinde ele alınır.

Birey kültünün ortadan kalkmasının despotik yapısı bir kenara, yaratılan “yeni”, farklılıkları var kılacak bir mekanizmayı varlığında barındıramaz. Devlet özgürlüğümüzü korumamız için gereklidir, sayesinde özgürlüğümüzü kullanabileceğimiz bir araçtır ama aynı zamanda gücün siyasi ellerde yoğunlaşmasıyla devlet, özgürlüğe karşı bir tehdit niteliğine bürünebilir.” (Friedman, 1962) Bu anlamda değerlendiğinde yönetim anlayışının tek bir merkezi otorite elinde toplanılması ve genel planlama halinin herkes için buradan gerçekleşmesi koşulları altında herhangi bir özgürlükten ve dolayısıyla “birey” anlamında kimseden bahsedebilmek kolay olmayacaktır.

“Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor. Komünizm’in hayaleti” sözleriyle başlayan Komünist Manifesto’nun bitiş cümleleri Marx tarafından şu şekilde ele alınmıştır: “ Demek ki modern sanayinin gelişmesi burjuvazinin ürünlerini ürettiği ve ürünleri mutlak olarak edindiği temeli, burjuvazinin ayaklarının altından çeker, alır. Burjuvazi her şeyden önce kendi mezar kazıcılarını üretiyor. Onun yıkılması da, proletaryanın zaferi de aynı ölçüde kaçınılmazdır.” sözleriyle kapitalizme ilişkin kehanette bulunan Marx henüz haklı çıkmadı. Fakat yanıldığı da söylenemez. Kapitalist sistem, Marx’ın ortaya attığı pek çok eleştiriyi içselleştirip, kullanmaya çalıştı. Bu hareket ve uyum sağlama mekanizması haklı çıkmak veya yanılma hallerinin biraz daha zaman alacağını gösteriyor.

Son kısım çatışma eksenli yaklaşımlardan olan “bağımlılık teorisi” yaklaşımı küresel eşitsizliğin, kapitalist büyümenin doğasından kaynaklandığını, kapitalist ülkelerin ancak diğerlerinin kaynaklarını sömürerek geliştiklerini, geri kalan birileri olmadan gelişmenin olmayacağını ileri sürer. Bu anlamda Siger-Prebish tezi uzun dönemde dış ticaret hadlerindeki artışın az gelişmiş ülkelerin aleyhine bir durum çıkaracağına işaret etmiştir. Keza aynı şekilde Amartya Sen’in “Yoksullaşarak Büyüme” kavramı da bu soruna örnek verilebilir. Bu durumun üstesinden gelmek ise tedarik zinciri, üretim zinciri, mal çeşitlendirilmesi, mal farklılaştırılması ve teknoloji yatırımları vesilesiyle günümüzde gerçekleştirilebilir. Aynı şekilde Rybczynski Teoremi ile de açıklanabilen bu durum, sürekli ve yalnızca aleyhte gerçekleşmez. Arzı artan faktör, yalnızca ülkenin ithal ikamesi endüstrisinden kullanılan ve arzı göreceli biçimde kıt olan faktör ise (sermaye), o takdirde malın üretimi mutlak olarak düşer. Bu da aşırı dış ticarete karşıt yönlü üretim etkisidir ve yine tüketim etkisi bu aşırı üretim etkisini giderecek biçimde ithal malına aşırı yönelimli değilse, dış ticaret hadleri ülkenin lehine değişir.” (Seyidoğlu, 2017)

Kapitalizme karşı ortaya konan çatışmacı yaklaşımlar, farklı bakışlar ve muhalif anlayışların paylaşılması sonrası genel bir değerlendirme ve açıklama şu şekilde ortaya konur:

İktisadi sistemler çoğunlukla bu sistemlerin dayandığı üretim tarzına göre tanımlanmaktadır. Ortaya çıkan üretim tarzı coğrafi, sosyokültürel ve son olarak da ekonomi-politik yapı ile etkileşim halindedir. Dolayısıyla sürekliliğini sağlaması için ihtiyaç duyduğu sosyal ve fiziki maliyetleri bünyesinde bulundurur. Asgari gerekliliklerini sağladığı müddetçe bu sistemler varlığını sürdürmüştür. Maliyet aşımları ise bu sistemlerin ortadan kalkmasıyla sonuçlanmıştır. Keza aynı şekilde maliyet minimizasyonları hali de toplumsal artık ortaya çıkarmıştır.

Kapitalizmi tanımlayan dört kuramsal ve davranışsal düzenlemeler kümesi bulunmaktadır: piyasaya yönelik meta üretimi; üretim araçlarının özel mülkiyeti; piyasada emek gücünü satmadıkça toplumsal varlığını sürdürmesi mümkün olmayan bir toplumsal kesim; iktisadi sistem içindeki çoğu bireyin sahip olduğu bireyselci ve maksimizasyoncu yaklaşım. (Hunt, İktisadi Düşünce Tarihi Eleştirel Bir Perspektif, 2011)

Kapitalizmin ortaya çıkışı ve ilk gelişme dönemleri Batı Avrupa kapitalizmini önceleyen sosyoekonomik sistem olan Feodalizmin çözülüşüyle beraber ortaya çıkar. Feodalizmin çözülüşü ve kapitalizmin ilk gelişme dönemleri kasabaların gelişimiyle ilgilidir. Marx 12. Yüzyılda devrimci karakterde belediyelerin oluşumunun ve bunun sonucunda kentli toplulukların fiilen büyük ölçüde idari özerklik elde etmelerinin önemini vurgular. Kentsel merkezlerin gelişimine tüccar ve sermayenin oluşumu ve yanı sıra onların işlemlerini yürüttükleri tarımsal üretime dayalı sistemi zayıflatan bir güç olarak işleyen para sistemi eşlik eder.” (Giddens, Kapitalizm Ve Modern Sosyal Teori, 1971)

Beraberinde kapitalizme geçiş süreci içinse birbirinden farklı yaklaşımlar olmakla beraber bu değişimin gerçekleşmesindeki temel motivasyonun “sermaye birikimi” olması durumunun kabulüne çoğunlukla rastlanılır. Dolayısıyla etkileşim halindeki sosyal ve ekonomik yapı bir değişimi meydana getirmiştir. İlerleyen bölümlerde de gerek olaylar gerek olgular üzerinden “Kapitalizmin hayatta kalması” meselesine dair gerçekleşecek olan yorumlar, ilgili cevabı, henüz daha en başında değişim mütekabiliyetini sergileyerek göstermiştir. Bu mütekabiliyet, gerçekleşecek olan evrimsel süreç için bir ön gösterimdir. Bu kudret ise kendiliğinden ortaya çıkmış bir şey olmamakla beraber, kökenini insan ilişkilerinin doğasında bulabilir. Öyle ki insan ilişkilerini gereklilik olarak addeden İbn-i Haldun’a göre sosyal olaylara gerçekçi yaklaşım iktidar ve hükmetme arzusunun insanların devlete karşı olan duygularındaki temel itici güç olduğunu izlemesine imkan vermiştir.” (Hassan, 2010) Aynı şekilde bu sosyal gerçeklik ve koşulların iyileştirilmesine yönelik bakışlar bir itici güç ortaya çıkarmıştır. Bu itici güç, değişimi makul ve anlaşılabilir bir zemine oturmakla beraber, kapitalizmin tanımını çevreleyen dört kurumsal ve davranışsal düzenleme kümesiyle genel tanımını yapabileceğimiz, kapitalizmin değişen koşullara, değişerek uyum sağlama meşruiyetini ortaya çıkarmaktadır. Burada bahsi geçen meşruiyet kavramı ile genel kabul halinden bahsedilmektedir. Bu durum Emile Durkheim’ın “mekanik dayanışma” kavramı ile açıklanabilir. Mekanik dayanışmada, toplum, tüm üyeleri tarafından paylaşılan güçlü inançlar ve duyguların hakimiyetinde olduğundan bireyler arasındaki farklılaşmaya çok az yer olduğu söylenebilir her birey bütünün küçük bir evrenidir. (Giddens, Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori, 1971) Sonuç olarak ortak bir bilinç ve kader birliği kabulü altında meydana gelen verimlilik artışları bir itici güç sağlamıştır. Öyle ki kapitalizmin doğuşunda dahi bu durum görülebilir. Örneğin yüzyıllar içerisinde Ortaçağ feodalizminin çözülmesi ve kapitalizmin başlangıcı ile sonuçlanan bir dizi temel değişikliğin kökenindeki itici gücü ironik biçimde tarımsal verimlilikteki artış oluşturuyordu.” (Hunt, İktisadi Düşünce Tarihi Eleştirel Bir Perspektif, 2011) Bu anlamda ele alındığında, teknolojik gelişmeler yani meydana gelen verimlilik artışları ile yaşanmış olan ekonomik krizler veya belirli bir dönemi kapsayan refah kayıpları, kapitalist sistemin doğasına ilişkin sorgulamalara yok açtı. Sorgulamalar yer yer eklektik bir yapının ortaya çıkmasını sağlayabilecek bulgulara ulaşmakla beraber, bazı durumlarda da mevcut sistemin sürekli olamayacağına dair kehanetler barındı. Bu kehanetlerin haklılığı günümüz için tartışılır olmakla beraber, geçmiş dönemler için yapılmış olan çöküş senaryoları ise tarih önünde haklı çıkmamıştır. Haklı çıkmama hali, mevcut yöntemin geçerliliğini devam ettirmemekle beraber, farklı yöntemin haklılığını tartışmıştır.

1929 Krizi karşısında çaresiz kalan Neoklasik anlayışın tersine çözüm üreten Keynesyen bakış ve yine aynı şekilde 1970 Nixon Krizi ve 1973 Stagflasyon Krizleri sonrası ürettiği çözümler tartışılan Keynesyen bakış karşısında kabul edilen Monetarist yaklaşıma gerçekleşen geçiş, kapitalizmin hareketli ve çözüm odaklı yapısına yakın tarihten bir örnektir. Anlaşıldığı üzere bağlı kalınan genel tabuları olmamakla beraber, Protagoras’ın deyimiyle “insanın her şeyin ölçüsü olduğu” ve aynı şekilde bireyin, değişen koşullar karşısında kendinden daha yüksek standart tanımama halidir. Bir diğer noktada ise, krizlerin ortaya çıkarmış oldukları paradigma değişimleri bu noktada önemlidir. Her ne kadar kehanet senaryoları için kullanışlı bir ortam oluşturulabiliyor olsa dahi, bir paradigmadan başka bir paradigmaya geçmek birikimsel olmayan bir süreçtir.” (Kuhn, 1962) Haliyle meydana gelen patlamalar, sistemin çöküşüne dair senaryoları haklı çıkarmamakta, sistemin sonunun geldiğini göstermemekle beraber, “var” kaldığını gösterir.

Kaynakça

Friedman, M. (1962). Kapitalizm ve Özgürlük (s. 13). içinde

Giddens, A. (1971). Kapitalizm Ve Modern Sosyal Teori (s. 69). içinde

Giddens, A. (1971). Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori (s. 139). içinde

Hassan, Ü. (2010). İbn-i Haldun Metodu Ve Siyaset Teorisi (s. 50). içinde Doğu Batı Yayınları.

Hunt, E. K. (2011). İktisadi Düşünce Tarihi Eleştirel Bir Perspektif. Ankara: Phoenix.

Hunt, E. K. (2011). İktisadi Düşünce Tarihi Eleştirel Bir Perspektif. Ankara: Phoenix Yayınları.

Kuhn, T. (1962). Bilimsel Devrimlerin Yapısı . içinde

Rodrik, D. (20/07/2009). Merkantilizm tekrar düşünülüyor. Radikal.

Seyidoğlu, H. (2017). Uluslararası İktisat Teorisi Ve Politikası (s. 133). içinde İstanbul.

Skousen, M. (2019). İktisadî Düşünce Tarihi: Modern İktisadın İnşası (s. 18–19). içinde

Smith, A. (1776). Milletlerin Zenginliği (s. 625–627). içinde

Therborn, G. (2001). Sonuçlar ve Ötesi: Tarihsel Materyalizm ve Sosyolojinin Eleştirisi. Sosyoloji Dergisi , 195–208.

--

--