Galyalılar Roma’yı Yağmalıyor

Machinavs
Roma Halkı ve Senatosu
9 min readMay 26, 2020
Podcast Yayınımızı da Dinleyebilir, Abone Olabilirsiniz

Veii’in ilhakından sonra Romalıların keyfi fazlasıyla yerindeydi. Neden olmasındı ki? Her fırsatta Roma’ya saldıran, Tiber Nehri tuz ticaretinde Roma’nın rakibi olan, Roma’nın düşmanlarını finanse eden Veii artık yoktu. Üstüne üstlük Veii’nin düşürülmesi ile Romalılar görece geniş verimli topraklara kavuşmuş, bu topraklara da derhal yerleşmeye başlamışlardı. Birkaç on yıldır devam eden kıtlık nedenli tahıl azlığı sorunu da bu yeni topraklar vasıtasıyla çözülecekti, Veii’nin kontrol ettiği Etrüsk-Yunan ticareti de artık Romalıların eline geçebilirdi. Veii’den elde edilen köleler ise işin kaymağıydı. Veii’nin düşüşü sayesinde Roma hem içteki hem de dıştaki başlıca sorunlarını çözebilmek için devasa bir adım atmıştı. Romalılar güzel günler görüp motorları maviliklere süreceklerine inanırlarken Galyalılar Roma kapılarında belirdiler. Roma’yı çıktığı zirveden alıp yerin dibine çaldılar.

M.Ö. 6 -3 Yüzyıllar arası Kelt Yayılışı

Roma’yı yağmalayan Galyalılardan bahsediyoruz fakat Galyalılar esasen bir çatı terimdir. Romalılar o zamanlarda Alplerin çevresinde yaşayan herkese Galyalı derdi, buna bazı Germen Kabileleri de dahildi. Galyalılar birçok Kelt kabilesinden oluşan bir topluluktu. Keltler, en geniş yayılımlarına ulaştıklarında, Ankara’dan İskoçya’ya kadar politik bir birliktelik arz etmeksizin kabileler halinde yaşayan bir insan topluluğu idi. Roma’ya saldıran ve onu yağmalayan Galyalı kabile ise Senonlardı.

M.Ö. 400 Yılında İtalya’da Egemenlik Alanları Not: Roma hatalı olarak güneye doğru yayılmış halde gösterilmiş.

Senonlar, Romalılar Veii’yi işgal etmeye karar verdikleri M.Ö. 400 yılında Alpleri aşarak bugün Kuzey İtalya olarak bildiğimiz bölgeye Etrüskleri de bölgeden sürmek suretiyle yerleşen Galya kabilelerinden biriydi. Senonlar Kuzey İtalya’nın Adriyatik kıyısına Etrüklerin yanında Umbrialıları da sürerek yerleşmişlerdi. Senonların lideri Brennus adında bir savaşçıydı ve onun önderliğinde güneye doğru bir akın gerçekleştirerek Etrüsk şehri Clusium’u M.Ö. 391 senesinde kuşattılar.

Clusium kuşatma nedeniyle kapıldığı dehşetle Roma’dan dahi yardım istemişti. Roma ve Clusium dost değildi. Hatta Clusium’un Roma’yı Cumhuriyet kurulduğunda, Lars Porsena önderliğinde işgal ettiğinden de bahsetmiştik. Galyalılar o denli şok ediciydiler ki Clusiumlular eski düşmanlıkları bir kenara bırakıvermişlerdi.

Romalılar esasen Galyalılara karşı savaşacak güçte olsalardı doğrudan savaşırlardı fakat Veii Kuşatmasının yaraları yeni yeni sarılıyordu ve ordu bir yandan da Veii topraklarının Romalılara güven içinde dağıtılmasını sağlamakla meşguldü. Romalılar hem bu nedenle hem de Galyalıların Roma için de tehlike arz edip etmediğini öğrenmek üzere Galyalılara, Pontifex Maksimus Marcus Fabius Ambustus’un 3 oğlundan oluşan bir elçi heyeti gönderdiler. Elçiler Galyalıları Clusiumla savaşmak yerine bölgeye barış içinde yerleşmeye ikna etmeye çalıştılar. Bu ikna çalışması sırasında Galyalılara Etrüsk topraklarında ne işleri olduğunu sormaları amaçlarına çok yardımcı olmamış olsa gerek ki Galyalılar elçilerin tutumunu bir meydan okuma olarak algıladılar ve karşılıklı kılıçlar çekildi. Mecazi değil görüşme esnasında gerçekten elçiler ve Galyalılar birbirlerine kılıç çektiler. Bu görüşmenin başarısız olması nedeniyle elçiler Clusium’a gittiler. Senatonun onlara verdiği görev sınırını hiddetlerinin de tesiri ile olsa gerek fersah fersah aşarak Galyalılara karşı hazırlanan Clusium ordusunun da komuta kademesine girdiler. Hatta ve hatta bu elçilerden Quintus Fabius atını ön saflara sürerek bir Galyalı kumandanı mızrağıyla öldürdü. Galyalılar kumandanlarını öldüren elçiyi teşhis ettiler ve öfkeyle Roma’dan öç almaya karar verdiler. Liderleri Brennus derhal Roma’ya elçiler gönderdi ve kendilerine saldıran Roma elçilerinin cezalandırılmak üzere teslim edilmesini istedi. Senato durumdan memnun değildi fakat elçiler de Roma’nın en önde gelen ailelerinden beki de o dönemde en nüfuzlu aile olan Fabii Ailesinin mensubu idiler. Dolayısı ile elçiler teslim edilmedi. Gerçi Romalıların elçiler nüfuzlu bir aileden olmasa da onları teslim edeceğini şahsen hiç sanmıyorum. Roma defalarca aktardığım ve podcastte devam edersek aktarmaya devam edeceğim gibi kolay kolay pes eden diz çöken insanlar değillerdi. Galyalıların talebini de saygısızlık olarak algılamışlardı. Romalılar Galyalıların bu saygısızlığına bu üç elçiyi Konsüllük Yetkileri ile Donatılmış Askeri Tribün olarak seçerek cevap verdiler ve derhal savunma hazırlıklarına giriştiler. Brennus da Romalıların bu hakaretine Clusium kuşatmasını kaldırıp ordularını güneye, Roma’ya sürerek karşılık verdi. Savaş gelip çatmıştı.

Adanın Güney Doğu Ucunda Siraküza, Kuzey Batı Ucunda Messina

Burada bir parantez açmam gerekiyor. Modern tarihçiler Brennus’un Roma’ya saldırma sebebinin farklı olabileceği kanaatindeler. Bazı araştırmalar sonucunda Sicilya’daki Siraküza şehri ile Galyalıların anlaştığını, böylece Roma’nın Galyalılarla meşgulken Siraküza’nın Roma müttefiki olan ve adanın kuzeyinde bulunan Messina’yı da işgal ederek Sicilya’yı kontrol etmek istediğini aktarıyorlar. Böyle midir kesin olarak bilme imkânımız yok. Belki iki ihtimal de doğrudur, belki üçüncü bir sebep söz konusudur. Bunun yerine şimdilik Titus Livius’un anlatısına sadık kalmayı tercih ediyorum. Parantezi kapayıp konuya dönelim.

Romalılar, tehditin büyüklüğünün farkındalardı ve o güne kadar toplayabildikleri en büyük orduyu topladılar. Tahminler ordunun 12.000 ile 25.000 kişi arasında mevcudu olabileceği yönündedir. Senonların sayısının ise 30.000 ile 70.000 arasında olduğu bilgisi dönem tarihçilerince aktarılmakla beraber, bu sayının Senonların olası toplam nüfusuna oranla abartılı olduğunu ve Senonların savaşçı sayısının da Roma Ordusundan sadece bir miktar daha fazla olduğunu aktaran modern tarihçiler de bulunmaktadır. Roma Ordusu da büyük ihtimalle 12.000 civarında idi. Biraz önce bahsettiğim 25.000 üst sınırı dört leyjon olarak aktarılan anlatımlara dayanmaktadır fakat Romalıların Samnit Savaşlarından önce ikiden fazla lejyona sahip olmadıkları biliniyor. Dolayısı ile Galyalıların çok daha kalabalık olduğu yönündeki anlatıları da hesaba katarak benim tahminim savaş gücü olarak Galyalıların Roma’dan bir miktar daha kalabalık olduğu yönündedir.

Galyalılar savaş çığlıkları, garip kıyafetleri, sakalları, uzun saçları ve uzun boyları ile Romalıların daha önce görmedikleri bir topluluktu. Bu durum Romalılar arasında ciddi bir korkuya neden oldu. İki ordu Tiber ve Allia Nehirlerinin arasında karşı karşıya geldi. Allia Nehri dedim fakat esasen Allia Tiber Nehrine dökülen bir çay ya da dereydi. Savaş Galyalıların Roma Ordusunun ön saflarına saldırması ile başladı. Zaten rakiplerini görünce şok olan Romalıların saldıracak durumu kalmamıştı. Alt sınıflaran oluşan kanatlardaki hafif piyade hemen dağıldı ve Roma’ya doğru kaçmaya başladı. Merkezdeki falanks düzenindeki ağır piyade ise kaçarken ya Tiber Nehrinde zırhları yüzünden boğuldu ya da Galyalılar tarafından kılıçtan geçirildi. Ağır piyadenin küçük bir kısmı kurtulup terk edilmiş bulunan Veii Şehrine sığınabildi. Roma’ya dönebilen askerlerin sayısı o kadar azdı ki şehrin savunulmasına olanak yoktu. Ordudan arda kalanlar, onların kaçtığını görüp takip edebilen sivil Romalılarla birlikte Capitolium Tepesine sığındılar.

Capitolium Tepesi ve Duvarları

Capitolum Tepesi kendi duvarları ve içinde bir de küçük kalesi bulunan savunma için oldukça avantajlı bir mevkii idi. Kentin geri kalanı ise savunmasızdı. Roma o ana kadar aldığı en ağır yenilgiyi almıştı. Galyalılar şehrin kapılarındaydı ve Roma savunmasız bir şekilde tüm zenginliği ile Galyalıların önünde duruyordu. Galyalılar bunun bir tuzak olduğunu düşünüp bir gün boyunca şehre girmediler. Tuzak olmadığını anladıklarında ise şehre üşüşerek Capitolium’a kaçanlardan arkada kalanları yakalayıp öldürdüler ve önlerine çıkan her evi yıktılar. Romalılar aşağıda sürüler halinde koşuşturan barbar düşmanlarının zafer nidalarını, kadınların ve çocuklarının çığlıklarını, yıkılan evlerini izliyorlardı. Sevdikleri her şey düşman elinde yok oluyordu. Capitolium Tepesine sıkışmışlardı ve savaşma kabiliyetleri kalmamıştı. Diğer yandan aşağıdaki Galyalı savaşçılar da kendilerine ulaşamıyorlardı. Herhalde Romalıları bir kuşatma ile açlık teslim almayı bekliyorlardı fakat Galyalılar Capitolium’da ne kadar yiyecek ve su olduğunu bilemiyorlardı. Capitolium içindeki şartlar gün geçtikte kötüleşiyordu fakat aşağıda Roma’daki şartlar da pek iyiye gitmiyordu. Galyalıların yiyeceği kısıtlıydı ve kamplarını da alçak bir arazide hava akımının bulunmadığı bir noktada kurmuşlardı. Yaktıkları ve yıktıkları binalardan çıkan duman, toz ve kül bulutları kampın tepesine çökmüştü. Zehirlenen hava hastalıklara neden olmaya başlamıştı. Alışık oldukları serin havalar yerine de sıcak Roma yazı da zorlamaya başlamıştı. Sonunda Galyalılar arasında bir salgın baş gösterdi. Her gün önce onlarcası sonra da yüzlercesi ölmeye başladı. Sonunda gömemeyecekleri kadar fazla ceset birikmeye başlayınca ölülerini topluca yakmaya başladılar.

Kutsal Kazlar Galyalıların Geldiğini Haber Veriyor

İki taraf da diğerinden uzun süre ayakta kalmaya çalışırken, bir noktada Capitolium Tepesi neredeyse düşecek, belki de Roma tarih sahnesinden çekilecekti. Geçtiğimiz bölümde Veii Kuşatması kahramanı ve sürgün Marcus Furius Camillus’tan bahsetmiştim. Sürgüne giderken tanrılara dua ederek eğer masum ise Romalıların onun şehirden ayrılışına pişman olacak, onu arayacak duruma düşmelerini dilediğini söylemiştik. Romalılar Capitolium Tepesinde kuşatma altında iken eski kahramanlarına bir güç toplaması ve şehri kurtarması için yardım talebiyle bir ulak gönderdiler. Ulak Galyalılar tarafından keşfedilmemiş uçurumlu bir patikayı kullanarak Ardea Şehrindeki Camillus’a Romalıların talebini iletmeye giderken Galyalılar ulağı ve patikayı fark ettiler. Baskın etkisini yok etmemek için ulağa dokunmadılar fakat gece çöktüğünde gizlice patikadan tırmanmaya başladılar. Romalılar uyuyordu ve Galyalılar Capitolium Tepesine nöbetçiler fark etmeden iyice yaklaşmışlardı. Tam bu sırada Romalıların şehirden kaçarken yanlarında getirdikleri kutsal kazlar ötmeye başladı. Eski bir konsül Marcus Manlius Capitolinus durumu fark edip çevresindekilerle Galyalılara saldırdı ve Galyalıları patikadan aşağı sürmeyi başardı.

M.Ö. 400 Roma ve Massilia

Hem saldırının başarısız olması hem de salgın hastalık nedeniyle kuşatma ile geçen 7 ayın sonunda Galyalılar Romalıların anlaşma önerilerini dinleyecek duruma gelmişlerdi. Galyalıların şehri tek etmeleri karşılığında Romalılar altın ile ödeme yapacaklardı. Romalılar bu teklifi yaparken beklenmedik bir kaynaktan gelen bir öneriden cesaret ve kaynak bulmuşlardı. Bugünkü Marsilya o zamanlar Massilia adında bir Yunan kolonisi idi. Onların da kentlerini kuşatan bir Galya kabilesi ile deneyimleri olmuştu. Massilialılar onlara altın ödemiş, Galyalılar da çekip gitmişti. Massilialılar kurtuluşlarından ötürü Apollon’a şükretmek için anavatan Delphi’deki tapınağa elçiler göndermişlerdi ve bu elçiler şehirlerine geri dönerken Capitolium’daki kuşatmayı duymuşlardı. Haberi şehirlerine ulaştırdılar, kent yöneticileri de Roma ile gelecekte iyi ilişkiler sürdürmenin faydalı olabileceği kanaati ile kendi hazineleri ve varlıklı yurttaşları vasıtası ile Roma’ya maddi yardım önerisinde bulundular. Romalılar bu bilgi ve kaynak sayesinde Galyalılara bir teklifte bulundular. Bu teklif sonucunda Romalılar ve Galyalılar 1000 Roma Poundu altın yani yaklaşık 327 kilogram altın karşılığında anlaştılar. Altını tartmak için teraziler kuruldu fakat Romalılar terazilerin hileli olduğunu fark ettiler. Bu duruma itiraz ettiklerinde Galyalıların lideri Brennus elindeki kılıcı dengeyi daha da bozmak için teraziye fırlatıp ünlü “Vae Victis” yani kısaca “Yazık mağlup olana” ve mealen “Savaşı kaybedenler muzafferlerin mutlak iradesi altındadırlar ve merhamet bekleyemezler” sözünü söyledi. Romalılar yapacak bir şeyleri olmadığından razı oldular. Galyalılar altını aldılar ve şehri terk ettiler.

Roma’nın Galyalılar tarafından yağmalanmasının hikayesi esasen büyük ihtimalle burada son bulur; fakat sonradan Roma gururu hikâyeye bir ekleme yapma ihtiyacı hissettirdi, aynı Lars Porsena’ya yenildikleri hikâyeye olduğu gibi. Hikâyenin Roma versiyonuna göre Camillus Veii’deki Romalıları ve zayıflayan Galya ordusunun elindekileri yağmalamak isteyen Latinleri toplayarak bir kuvvet oluşturdu ve kuzeye çekilme yolundaki yorgun Galyalıları baskın ile yenerek ellerindeki altını geri aldı. Hikâyenin gerçek olma ihtimali düşük olmakla birlikte hiç de yok değildir. Zira Camillus bundan sonra da karşımıza birçok kez çıkacak.

Camillus, Roma’yı ve Altınlarını Galyalılardan Kurtarıyor Bartolomeo Pinelli (Roma 1781–1835)

Eklenen hikâyenin gerçek olup olmaması bir yana bir gerçek vardı ki o da Roma’nın Capitolium Tepesi haricinde neredeyse tamamen yok olduğuydu. Romalılar harabeye dönmüş şehirlerini tamamen terk edip, yağmadıkları fakat yıkmadıkları Veii’ye topluca göç ihtimalini konuşmaya başladılar. Camillus bu fikre tüm gücüyle karşı çıkıyordu. Tutkulu bir konuşma ile Roma’yı baştan inşa etmeleri gerektiğini belirterek, tanrıların Capitolium Tepesini terk etmeleri için mi koruduğunu, kendisinin Roma’yı terk edebilmeleri için mi kurtardığını Romalılara sordu. Plebler pek ikna olmuşa benzemiyordu konuşmaya rağmen, matematik ortadaydı, korunaklı ve sapasağlam bir şehre yerleşme ihtimali, yıkılmış bir şehri yeniden kurma ihtimaline ağır basıyordu. Senato nihai kararı vermek üzere toplanmıştı. Senatoda tartışmalar sürerken senatonun toplandığı Curia Hostilia’nın önünden geçen bir cohortun komutanının askerlerine “Sancak taşıyıcılar sancaklarınızı yere saplayın; burada durabiliriz” şeklindeki seslenişi senatoda işitildi. Bunu tanrıların işareti sayan senatörler dışarı çıktılar ve işareti aldıklarını haykırdılar. Senatörlerin etrafına toplanan plebler de Roma’da kalmak için mutabık olunca Veii’ye toplu göç fikri rafa kalktı. Roma Roma’da kalacaktı. Marcus Furius Camillus böylece Roma’nın Romulus’tan sonra ikinci kurucusu olarak tarihe geçti.

Romalılar şehirlerini yıkıntılardan buldukları her şeyle düzensiz bir biçimde tekrar inşa etmeye koyuldular. Boş buldukları yerlere evlerini yaptılar. Sokaklar dar mı, birbirlerine düzgünce bağlanıyor mu diye bakmadılar. Bu nedenle Roma’nın kurduğu bütün şehirler, bütün askeri kamplar aynı planın bir parçası iken, planlamaya azami önem veren Romalıların başkenti belki de imparatorluğun en karmaşık en plansız en derme çatma şehri oluverdi.

Roma Galyalıların yağmasından sağ çıkmayı başarmıştı fakat hiç yara almadığı söylenemezdi, yine de öldürmeyen darbe güçlendirmişti. Roma bu yağmadan sonra giderek daha sert, daha inatçı ve zamanla daha kuvvetli oldular. Orta İtalya’daki herhangi bir şehirden Akdeniz’in hakimi olmalarına kadar devam eden yükseliş bu yağmanın sonunda başladı. Yine de Romalılar, Galya travmasını ancak şehirlerinin yağmalanmasından 350 yıl sonra Gaius Julius Caesar’ın Galya’yı işgal etmesi ile atlatabileceklerdi. Senonların İtalya’dan sürülmesi için ise o kadar beklenmeyecekti. Yağmadan sonra yaklaşık yüz yıl boyunca Senonlar Roma için bir tehlike olarak kalmaya devam ettiler, ta ki M.Ö. 283 yılınca Kuzey İtalya’da yerleştikleri Adriyatik kıyısından Romalılar tarafınan sürülünceye kadar.

İlk yazılardan birinde bahsetmiştim, Roma’nın Galyalılar tarafından yağmalanması sırasında neredeyse şehrin tüm kayıtları da yok oldu. Bu nedenle yağmanın gerçekleştiği tarihi dahi kesin olarak bilemiyoruz. M.Ö. 394, 390, 387 ya da 386 olabilir. Dolayısı ile yağmadan önceki Roma tarihi yarı efsane yarı gerçektir. Yağmadan sonraki Roma tarihi ise belgelere dayalıdır, nettir. Gelecek bölüm itibarı ile Roma Efsanelerinden Roma Tarihine geçiş yapıyoruz.

--

--

Machinavs
Roma Halkı ve Senatosu

It’s all so pointless. We kill them, and they kill us, so we kill more of them, so they kill more of us. What’s the point anymore?