Aidiyet ve Muvaffakiyet

Kasar Yaza
STANDART
Published in
3 min readJan 9, 2018

Başarı bir insanı çok farklı şekillerde bulabilir. Kimi şansının yardımıyla başarılı olur, kimi parasıyla başarıyı satın alır, kimi ise yüksek bir azim ve çalışmayla başarıya ulaşır. Başarıya giden yollar dolambaçlı ve karmaşık olsa da bu yollara çıkmak için gereken ilk adım sabittir : aidiyet.

İster hayatta kalma işi olsun, ister bilimsel bir araştırma olsun; başarı için ihtiyacınız olan ilk adım yaptığınız işe ve bulunduğunuz yere ait olmaktan geçer. Bu açıdan “aidiyet” ve “muvaffakiyet” kavramları bir tünelin iki ucu gibidir. Sondaki aydınlığı görebilmek için baştaki karanlığa girmeyi göze almalısınız.

Futbol bazıları için basit bir eğlence olsa da, özellikle futbol tarihi olan ülkelerde toplumsal bir olgudur. İnsanları bütünleştiren, birlikte emek vermeye dayanan, kan bağı olmayan kimseleri kardeş gibi birbirine bağlayan bir olgudur üstelik. İnsanlar birbirleriyle bütünleştiklerinde daha güçlü hissederler. Aidiyet, bu birleşimin çimentosudur olsa olsa.

Bir futbol kulübüne hissedilen aidiyet, kişiye sadece başarı getirmez. Aynı zamanda o kişiyi bir efsane yapar. Bir taraftar da, bir yönetici de, bir teknik direktör de, bir futbolcu da hissedip-hissettirdikleri aidiyetleri ölçüsünde efsanedirler. İlhan Mansız’ı Beşiktaş’a attığı golden sonra ağlatan da, Optik Başkan’ı bitmeyen deplasmanlar yollarına düşüren de, Süleyman Seba’ya “üzüldüğümüz çok şey oldu, sustuk oturduk” dedirten de, Ahmet Şerafettin Bey’i hasta yatağından kaldıran da bu dev çınara duydukları aidiyettir. Bu açıdan Beşiktaş, bir futbol kulübüne duyulan aidiyeti anlatmak için bulunmaz bir örnektir.

Beşiktaş ne zaman sportif açıdan başarısız olsa, taraftar arasında bir muhabbet başlar : “Şu tribünden bir kişiyi seçip sahaya koysak daha iyi oynar”. Çünkü taraftarlık, futbolda aidiyet duygusunun en derin yaşandığı kısımdır. Karşılıksız bir bağlılık, tam olarak bir kendini adama söz konusudur. Bu öyle bir aidiyettir ki doğuştan gelen yetenek olmasa bile, o topu doksana takacak gücü kendinde hissettirir. Futbolculardan bu aidiyetin en azından bir katresini beklemek taraftarın hakkıdır.

Bir oyuncu Beşiktaş gibi bir kulübe aidiyet hissedemiyorsa bu karakteriyle ilgili bir durumdur. Çünkü Beşiktaş’ta o bağı oluşturmak için oyuncuya gereken her şey sunulur. Sizi fark edip talep eden bir yönetim, size değer verip forma veren bir hoca, her maç başında sizi tribüne çağırıp sevgisini sunan ve mutluluğu sizin kramponlarınıza bağlı bir taraftar yığını size gereken duygusal altyapıyı sağlar. Artık iş size kalıyor. Devasa, milyonlarca üyesi olan bir topluluk sizi arasına katmak için çaba gösteriyor. Katılmak istemiyorsanız, başarısızlık ne yazık ki sizin tercihiniz oluyor. Ne kontrata, ne de kulübe suç bulabilirsiniz.

Adriano gibi, Pepe gibi, Guti gibi zirveyi görmüş oyuncuları, Beşiktaş’ın Türkiye Kupası’da attığı basit bir golde bile çılgınlar gibi sevindiren işte bu aidiyettir. Kendi kariyerlerinde çıkabilecekleri bir üst basamak olmamasına rağmen Beşiktaş’ı üst basamaklara taşımaya kendilerini adamışlardır.

Çocukluğunda Beşiktaş diye bir kulübün var olduğunu bilmeyen Pascal Nouma’ya “beni İnönü’ye gömün” dedirten, Kanadalı Atiba Hutchinson’ı 34 yaşında 10 kilometre koşturan, Şenol Güneş’i ailesi evde onu beklerken kampta sabahlatan, 41903 taraftarı her türlü işi gücü boşverip Dolmabahçe’ye toplayan güç eğer Talisca’yı motive edemiyorsa sorun bireyseldir.

Ne taktik düzeni Şenol Hoca’dan, ne ekonomik durumu Fikret Orman’dan iyi bilirim. Ama bildiğim tek bir şey var ki, bu kulübe aidiyet hissetmeyen hiçbir futbolcudan bugüne kadar yarar sağlayamadık. Bize kavga ettiği Quaresma bir gol atınca çılgınca sevinen Negredo, Avrupa’dan hakem katliamı sebebiyle elendiğimizde göz yaşı döken Fabri, röportajda BJK TV mikrofonunu en üste koyan Pepe aidiyeti lazım. Talisca isterse sol ayağıyla şiir yazsın, Beşiktaş’ın omurgasına sıkı sıkıya tutunmadığı sürece bu şiirin hiçbir kalıcılığı olmayacak.

--

--