Alman Futbolunda İşgal Günlerine,Batı Almanya Doğu Almanya Durumuna ve Almanya Avusturya İlişkilerine Şöyle Bir Geri Dönelim

Leipzig galibiyetimiz sonrası dedik ki şu hikayede kaldığımız yerden devam edelim kimmiş bu Almanlar :)

1- Alman Futbolu: Kültürel Tarih

22 kişinin 90 dakika topu kovaladığı sonunda her zaman Almanların kazandığı bir oyundur.” Gary Lineker’in meşhur sözü Alman futbolunu tam anlamıyla tanımlamakta. Almanya’da spor etkinlikleri çok çeşitli ama futbol her Alman şehrinde kültür haline gelmiş bulunmakta.

2006 yılında Almanya’da düzenlenen Dünya Şampiyonası sırasında, Alman bayrakları ilk defa her yerde dalgalanmaya başlamış ve pek çok tartışmayı da beraberinde getirmişti. Almanya’da milliyetçilik konusu sorgulanmaya başlanmıştı. 2010 Dünya Şampiyonası sırasında da ülkede benzer görüntüler yaşandı. Evlerin balkonları, pencereler, otomobiller, bayrak asılabilecek hemen hemen her yerde siyah-kırmızı-sarı renkler göze çarptı. Üstelik bu kez daha fazla sayıda bayrak vardı ancak tutumlar farklıydı. Artık insanlar bu manzaralara eski kadar şüpheyle yaklaşmıyordu. Berlin Hür Üniversitesi’nde yurtseverlik ve milliyetçilik konularında araştırma yapan sosyolog Jürgen Gerhards, “2006 yılındakine benzer şekilde, Alman Milli Takımı’nın başarısına duyulan sevincin büyük olduğu söylenebilir. Sadece başarılı olduğu için değil, tıpkı 2006 yılında olduğu gibi iyi bir futbol sergiledikleri için de. Futbolla bu özdeşleşmenin daha geniş bir şeyi, sosyal bilimcilerin adlandırdıkları gibi yurtseverliği etkileyip etkilemediği konusunda bir soru işareti koyuyorum. Aslında böyle olmadığını tespit ettik” görüşlerini dile getiriyor.

2- Almanya’ya karşı Avusturya: futbol, şehircilik ve ulusal kimlik

Hayatı her yönüyle etkileyen savaş, pek tabii ki futbolda da ilginç anekdotları çıkarıyor. Hitler Avusturya’yı işgal edince futbolunu da ele geçirmişti. Rapid Wien ise Avusturyalılara bu zor günlerde teselli vermekle kalmıyor, kazandığı şampiyonlukla Alman futbol tarihinin de sayfalarında yer almayı başarıyordu.

Avusturya, II. Dünya Savaşı döneminde, kıta futbolunun en güçlü ülkelerinden biriydi. 12 Mart 1938’de Hitler’in Almanya’yı genişletme çabalarının ilk adımı olarak, Avusturya’yı hiçbir direnişle karşılaşmadan ilhak etmesi, ülke futbolunu da ele geçirmesi anlamını taşıyordu. 1933/34 sezonundan itibaren Almanya’nın hakimiyeti altındaki alanlar 16 bölgeye ayrılıp, bölge birincilerinin ulusal finallere katıldıkları Gauliga kuruldu. İlk yıllarda sadece Almanya’daki takımları kapsayan bu oluşum, Avusturya’nın ilhakının ardından Avusturya takımlarını da kapsadı. Bu genişleme, kıtanın önemli futbol ülkelerinden olan Avusturya’nın Alman futbolu üzerinde izler bırakmasını da sağladı.
Nazi Almanyası’nda tüm spor dalları partinin etkisi altındaydı. Alman Kupası 1935’de Reich Spor Lideri ve aynı zamanda Nazi Partisinin önemli isimlerinden, Hans von Tschammer und Osten’un adıyla, Tschammer-Pokal olarak düzenlenmeye başlandı.

YAHUDİ KULÜPLER İHRAÇ EDİLDİ

1933’den itibaren Yahudi spor kulüpleri tüm ulusal kupalardan ihraç edildi ve sadece kendi liglerinde oynamalarına izin verildi. 1938’de ise tüm Yahudi kulüpleri kapatıldı. Yahudilerle güçlü bağlantıları olan Alman kulüpleri de gözden düşürülüyordu. Başkanı (Kurt Landauer) ve teknik direktörü (Richard Dombi) Yahudi olan Bayern Münih, bu kulüplerden sadece biriydi Avusturya’nın Almanya’ya eklenmesinden sonra benzer sıkıntılar yaşayan kulüplerden biri de Austria Wien’di.Naziler aynı dönemde, sol eğilimli futbol takımlarını da, ya yasakladılar ya da Nazi ideolojisine yakın takımlarla birleşmeye zorladılar.
İngiltere gibi birçok Avrupa ülkesinde futbola savaş nedeniyle ara verilirken, Almanya’da çeşitli düzenlemelerle II. Dünya Savaşının son yıllarına kadar hep futbol oynandı.

NAZİLERE KARŞI BAŞARI

Avusturya takımlarının Alman futbol sistemine ilk kez dahil oldukları 1938/39 sezonunda Rapid Wien, Gauliga Ostmark’da (Gauliga Avusturya Bölgesi) şampiyonluğu Admira Wien’e kaptırıp üçüncülükle yetinse de, 8 Ocak 1939’da Berlin’de oynanan Tschammer-Pokal (Alman Kupası) finalinde FSV Frankfurt’u 3–1 yenerek hem Avusturya futbolunu ön plana taşıyor, hem de Nazi Almanyası’na karşı önemli bir başarıya imzasını atıyordu.
Yeşil-beyazlılar, bir sonraki sezon Gauliga Ostmark’ı ilk kez kucaklayarak, Almanya Futbol Şampiyonası finallerine katılma hakkını elde ettiler. Viyanalılar, Vorwärts — Rasensport Gleiwitz ve NSTG Graslitz’in bulunduğu 1-B grubunu lider olarak tamamladıktan sonra Union Oberschöneweide’yi 3–2 ve 3–1’lik sonuçlarla eleyerek son 4 takım arasına kalmayı başardılar. Ama efsane için bir yıl daha beklemeleri gerekiyordu. Yarı finalde Dresdner SC’ye 2–1 yenilerek kupaya veda ettiler.
1940/41 sezonunda Wacker Wien ve First Vienna’nın 4 puan önünde ikinci kez Avusturya Bölgesi şampiyonu olan Rapid, bir kere daha finallerde Avusturya’yı temsil etme hakkı elde etti.
Yeşil-beyazlılar, 4. grupta TSV 1860 München, Stuttgarter Kickers ve VfL Neckarau’a karşı oynadıkları maçlarda 4 galibiyet, 1 beraberlik ve 1 mağlubiyet alarak yarı finale adlarını yazdırıyorlardı. Yarı finalde rakip bir önceki sezon aynı turda elendikleri Dresdner SC idi. Rakiplerini 2–1 yenen Rapid, Alman Futbol Şampiyonası’nda final oynamaya hak kazanan ikinci Avusturya takımı oldu.
1938/39 sezonunda Admira Wien finale kadar yükselmiş ama Schalke’ye 9-0 gibi oldukça ağır bir skorla yenilmişti.

SCHALKE VE NAZİLER

Bu sefer rakip Avusturyalılar için yine Schalke 04’dü. Schalke, kulübün “işçi kulübü” imajından yararlanmak isteyen Nazi rejiminin gözde takımıydı. (Birebir özdeşleşmeden söz etmek abartılı olsa da) Schalke yöneticileri de onları imtiyazlı kılan bu bakıştan dolayı oldukça memnun görünüyorlardı.
Madenciler, 22 Haziran 1941, pazar günü, tribünlerinde 95 bin kişi bulunan Berlin Olimpiyat stadına, Nazi döneminde düzenlenen 9. Almanya Futbol Şampiyonası finallerinde 8. kez ve 6. şampiyonluk için sahne alıyorlardı. Almanlar, finale gelene kadar oynadıkları 10 maçın hepsini kazanmış, 24 gol atmış ve filelerinde sadece 3 gol görmüştü.

Adolf Reinhardt’in başlama düdüğünden 5 dakika sonra Heinz Hinz Madencileri öne geçiren golü atıyordu. Avusturyalılar golün şokunu atlatamadan, 3 dakika sonra bu sefer de Hermann Eppenhoff farkı ikiye çıkartıyor ve herkesin aklına 2 yıl önce aynı stadyumda Mavilerin, Admira’ya attığı 9 gol geliyordu. İkinci yarının 13. dakikasında Otto Faist’in öğrencileri Hinz’in maçtaki ikinci golüyle, tüm tribünlere artık bu işin bittiğini ilan ediyorlardı: 3–0.
Georg Schors’un 2 dakika sonra attığı golü Almanlar pek önemsenmese de, 30 yaşındaki Forvet Oyuncu Franz Binder, biri penaltıdan olmak üzere 9 dakikada hat-trick yaparak tribünleri susturuyordu. Tüm kariyeri boyunca 756 maçta 1006 gol atarak efsane golcüler arasında girecek olan Binder, Avusturyalılar adına inanılmaz bir geri dönüşe imzasını atıyordu.
10 maçta kalelerinde sadece 3 gol gören Madenciler, Rapid’den 11 dakikada 4 gol yiyip adeta yıkılıyorlardı.

TESELLİ ANLAMINDA…

Nazilere karşı küçük bir teselli anlamı taşıyan bu önemli başarı, aynı zamanda Rapid Wien’in Almanya’da şampiyon olan ilk ve tek ‘yabancı’ takım olmasını sağlıyordu.
Bir sonraki sezon finalde bir başka Avusturya takımı First Vienna vardı ve yine rakip Schalke’ydi. Ama Almanlar karşılaşmayı 2–0 kazanarak, Nazi döneminde Avusturyalılara karşı oynadığı 3 finalden ikisini (hem de gol yemeden) kazanmayı başardılar.

1939'da Almanlar’ın Avusturya’yı işgal etmesi nedeniyle Naziler’e meydan okuyup Almanya Milli Takımı’nda oynamayı kabul etmeyen Matthias Sindelar, Viyana’daki apartman dairesinde ölü bulundu. Ölüm nedeni olarak karbonmonoksit zehirlenmesi gösterilirken, Naziler tarafından katledildiği iddia edildi.

Matthias Sindelar

3- İki Almanya’nın bir masalı: futbol kültürü ve Ulusal Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde kimlik

Almanya, 2. Dünya Savaşı’nın sona erdikten sonra; ikiye ayrılmış bir ülke haline gelmişti. Zaten, Doğu ve Batı da o sene Birleşmiş Milletler tarafından iki ayrı ülke olarak tanındı. Berlin bir duvar tarafından bölünmüş bir şehir halindeydi. 1961’de tuğla ve çimentoyla hazırlanan bir duvar dünyayı bir yanda komünist diğer yandaysa emperyalist ülkeler olmak üzere ikiye ayırmıştı.

Tam da bu sırada güçlü Bayern Münih’in yolu Şampiyon Kulüpler Kupası çeyrek finalinde Doğu’nun dişli ekibi Dinamo Dresden’le politik sembollerle dolu bir maçta kesişti.

1970’lerin Bayern’i şüphesiz Almanya’nın o zamana kadar gördüğü açık ara en iyi kadroya sahipti. Kalede gole geçit vermeyen Sepp Maier, defansta yorulmak nedir bilmeyen “Kaiser” Franz Beckenbauer, hücumda da doğuştan avcı Gerd Müller ve soğukkanlı Uli Hoeness takımın sadece Bundesliga’ya damgasını vurmasında değil, aynı zamanda Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nı üç kez art arda (1974, 1975, 1976) kazanmasında da büyük rol oynamışlardı.

Aralarında bir tür telepatik iletişim varmışçasına oynayan bu kadronun başına 1973 senesinde teknik bir deha, Udo Lattek geçti. Hans-Georg Schwarzenbeck ve Franz “Boğa” Roth gibi isimlerin de takıma dâhil olmalarıyla Bayern, zamanın en muhteşem takımlarından biri haline gelmişti. Bu kadroyu Dresden teknik direktörü Walter Fritzsch “olağanüstü” olarak nitelendiriyordu ve doğrusu haksız da değildi.

O sene Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası çeyrek finalleri için kura çekimi yapılırken Doğu ve Batı Almanya’dan iki ekibin ilk karşılaşması duyurulduğunda bütün nefesler tutulmuştu. Maçın politik boyutlara taşınacağı kesindi ama her iki taraftan medyanın yoğun ilgisi ve ateşe karşılıklı olarak körükle gitmeleri sonrası sadece oynanacak futboldan ibaret olan bu karşılaşmaya kısa zamanda gölge düştü.

“Bu, Doğu ve Batı Almanya kulüpleri arasındaki ilk maç olacaktı ve sürekli olarak abartıldı, bu yüzden de olay amacından sapmaya başlamıştı” diyor Uli Hoeness. “Bana göre maçın fazla önemi yoktu. Olayın sportif boyutu her şeyin üzerindeydi: Bayern’in Avrupa şampiyonu olması gerekiyordu ve karşısına çıkan rakibin kim olduğu önemli değildi.”

İlk yarı bittiğinde Bayern başkanı Wilhelm Neudecker soyunma odasına inip 3–2 geride olan takımına Doğu Almanları yenmeleri durumunda 10.000 mark ödeyeceğini söyledi. Bu söz Bayern’i ciddi anlamda ateşledi ve önce Franz Roth’un beraberliği getirdiği maçta Gerd Müller’in 83. dakikada gelen golüyle Doğu Almanlar evlerine boyunları bükük döndü. Canlarını en çok sıkan şeyse “kapitalishen profifusball”ın (kapitalist profesyonel futbol) kazandığı zaferdi.

9 Kasım 1989’da, 20 yıl önce, maçın olduğu geceden 16 sene sonra Berlin Duvarı nihayet yıkıldı. Doğu Almanya’yı bekleyen, Müeller’in çekindiği karanlık gelecek ve Stasi’nin gaddar rejimi yerini barış dolu günlere bıraktı. Zamanında Stasi’nin akıllarda yaratmaya çalıştığı “Keine unkontrollierte Verbruederung zwischen Ost und West” (Doğu ve Batı arasında kontrol altında olmayan herhangi bir dostluk kurulamaz) ana fikriyse duvarla birlikte yıkıldı, tarihin en derin çukuruna, bir daha gün yüzüne çıkmaması umuduyla gömüldü.

Magdeburg

Bir zamanların şampiyon takımı artık Almanya 4. Ligi’ne tekamül eden Bölgesel Kuzey Ligi’nde top koşturuyor. Magdeburg şehri II. Dünya Savaşı öncesi futbolda iyi dönemler geçirmiş bir şehir. Buna karşın kentin gururu SV Victoria Magdeburg, Sovyet işgalinden sonra bölünmüş.

Avrupa Kupası kazanmış tek Doğu Alman takımı oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Buna karşın Doğu Almanya’nın Batı ile birleşmesi sonucunda onlar da çok feci bir şekilde ortalardan kaybolup asimile oldular…

Almanya İkiydi Duvar Bir

22 Haziran 1974’ün önemi, Batı ve Doğu Almanya millî takımlarının tarihteki ilk ve tek maçlarını oynamasından ileri gelir. Aslında daha önce, iki takımı karşı karşıya getirme çabaları, Batı Almanya tarafından gösterilmişti; fakat Doğu Alman yönetimi, maç tekliflerine her defasında sırt çevirmişti. Almanya, 2. Dünya Savaşı’nın ardından, siyasi ve fiili anlamda ikiye bölünmüş bile olsa; iki toplum arasında, birbirleriyle görüşmelerine engel teşkil eden duvara rağmen, keskin bir ayrılıktan söz etmek, pek mümkün değildi. Yani Doğu Almanya’da yaşayan Uwe’ler, Hans’lar ya da Wolfgang’lar ve Franz’lar; Bayern Münih, Hertha Berlin, Borussia Dortmund’un galibiyetlerine önem veriyor ve hatta sınıra yakın stadyumlardaki sesleri duyabilmek için, iki saatlerini, yakalanma korkusuna rağmen ellerinde radyoyla duvar dibinde geçiriyordu.

İki Almanya arasındaki uzlaşmaz tutum, Doğu’nun Başbakanı Willi Stoph ile Batı’nın Başbakanı sosyal demokrat Willy Brandt arasında başlayan görüşmelerle biraz yumuşamaya başlamıştı. Bu görüşmelere en büyük darbeyi, Brandt’ın özel danışmanı olan ama aynı zamanda Demokratik Almanya ajanı olduğu anlaşılan Gunther Guillaumme’un yakalanması vurdu. Brandt, bu skandal üzerine, kupa başlamadan birkaç hafta önce görevinden istifa etmek zorunda kaldı.

Bir diğer engelse; Doğu Alman gizli polis teşkilatı Stasi’nin başında bulunan ve Şili’de Salvador Allande’yi deviren Pinochet Darbesi sırasında, İnsanların Birliği örgütüne üye yüzlerce sosyalisti bizzat kendi yönettiği bir operasyonla kurtararak Doğu Almanya’ya getiren Markus Wolf ’un, bu maçlara çok sıcak bakmamasıydı. Ama kader ağlarını örmeye başladığında, ne Stasi ne de hükümet dinliyor; zira 1974 Dünya Kupası gelip çattığında, çekilen kuralar, inanılmaz derecede sürprizliydi. İki Almanya aynı grupta yer alıyordu ve en az bir kere karşılaşmak zorundaydılar.

Kupa başladığında, Batı Almanya, Avusturya ve Şili’yi yendi. Doğu takımı ise, Avusturya maçını 2–0’la geçerken; Şili’yle berabere kaldı. Grubun son maçı için gözler, liderlik mücadelesi verecek iki takımdaydı. Doğu’dan maçı tribünde seyretme talepleri gelince; Stasi, iltica konusunda uyardığı 3.000 kişilik bir grubu, maçtan bir gün önce Berlin’deki Brandenburg kapısından geçirdi ve Hamburg’a giden otobüslere bindirdi.

Doğu takımının iskeletini, 1972 Münih Olimpiyatları’nda bronz madalya kazanan ve kupanın başlangıcından yaklaşık bir ay önce Rotterdam’da AC Milan’ı 2–0 yenerek Kupa Galipleri Kupası’nı kazanan FC Magdeburg’un oluşturduğu göz önüne alınınca, “top yuvarlaktır” mottosu daha da anlamlı hâle geliyordu.

22 Haziran 1974’te, Hamburg Volkspark Stadı’nda saat 19.30’u gösterdiğinde, tam 60 bin 350 biletli seyirci, Uruguaylı hakem Barreto’nun yöneteceği maç için tribünlerdeki yerini aldı. Tarihî maçın kadroları, bir futbol resitali için gereken her ismi barındırır nitelikteydi.

Tribünlerdeki hava, genel olarak, “Doğu Almanya; jimnastik, atletizm ya da güreşte iyi olabilir ama futbol bizim oyunumuz ve doğuluları çok rahat yeneriz” şeklindeydi. Ancak, sahada bulunan Batı takımının yıldızlarından Maocu Paul Breitner ile tribünde oturan Baader-Meinhoff (Kızıl Ordu Fraksiyonu.) davalarını izleyen öğrencilerin, doğudaki akrabalarına duydukları samimi duygular da inkâr edilemezdi.

Batılı solcu öğrencilerin nefret ettiği Bild gazetesinin, rakiplerini aşağılamaya yönelik attığı “Almanya, DDR (Demokratik Almanya Cumhuriyeti)’ye karşı” ve “10 Honecker (Doğu Almanya Devlet Başkanı) 1 Beckenbauer’e karşı” manşetleri de, galibiyet beklentisini üst seviyeye çıkarmıştı.

Maç öncesi, Batı Alman spikerin, “Batıdakiler renkli, doğudakiler ise siyah-beyaz ekranın başında yerlerini aldı.” diyerek aşağılamasına; Doğu Alman televizyonu, yayımın sesini kesip, Batı Almanya marşı yerine Sovyet Millî Marşı’nı çalarak karşılık verdi. Kapitalistlerle komünistlerin maçı başladığında, nefesler tutulmuş; gözler, arenada kapışan gladyatörlere benzeyen futbolculara kilitlenmişti. Ancak, stres katsayısı yüksek maçtan, ağız tadıyla izlenecek bir kapışma çıkmıyordu. Doğu’nun etkisiz birkaç atağıyla birlikte, Batı’nın özelikle; Müller, Overath ve Hoeness’le sık sık rakip kaleyi yoklaması da bir sonuç vermedi.

78. dakikaya girilirken sonlanan bir Batı atağında, Doğu’nun kalecisi Croy, sağ tarafta hareketlenen Eric Hamann’ı gördü. Eliyle Hamann’a attığı topu alan Yüzbaşı Eric, rakip yarı sahanın ortasına geldiğinde, gözleriyle tek bir adamı arıyordu. Evet; Jürgen Sparwasser bunu sezmiş ve ceza sahasına doğru hareketlenmişti. Hamann’ın sağdan 18’in içine attığı muhteşem pası kafasıyla önüne düşüren, seken topu göğüs darbesiyle üç defans oyuncusunun arasından çıkaran Sparwasser, sağındaki Berti Vogts’a harika bir çalım atarak rakibini geçti. Saat 21.03’ü gösterirken, Sparwasser sağ ayağının önündeki topu çok düzgün bir vuruşla, yerde kayan Vogts ve Hötgess’in çaresiz bakışları ve efsanevi kaleci Sepp Maier’in umutsuz hamlesine nazire yaparcasına kaleye yolladı. Tribünlerdeki 57 bin Batı Almanya taraftarı susmuş, sadece 3.000 Doğulunun “Tor!” naraları ve Batı tarafındaki bazı solcu öğrencilerin cılız alkışları duyuluyordu. Protokolde yer alan ve maç boyunca takımlarını desteklediklerini göstermek için abuk subuk yerlerde alkışlayan komünist Doğu Alman yöneticiler bile, ilk defa doğru zamanda seviniyordu. Sparwasser’in golü, belki de Dünya Kupası tarihinin en politik golü olmuştu. Maç bittiğinde, Doğu cephesinde bir sarhoşluk yaşanıyor; futbolcular, ellerinde Doğu Almanya bayrağıyla tur atıyordu. Maç sonrası iki takım arasındaki tek ilişki, Sparwasser’le Batılı Maocu Breitner arasındaki forma değişiminden ibaretti.

Doğu ve Batı Almanya, bir daha hiç karşılaşmadı. Batı sık sık rövanş istese de, Doğu, hiç bir teklifi kabul etmedi. 1989 yılında duvar yıkıldığındaysa, tek maçlık bu rekabet, tarihin tozlu raflarındaki arşivlere kaydedildi. Peki, o maçtan bugüne; resimler, kupürler ve videolar dışında ne kaldı derseniz? Verilecek tek cevap; Jürgen Sparwasser’in maçta giydiği, Bonn’daki Alman Tarihi Müzesi’nde sergilenen, 14 numaralı, önünde “DDR” yazan ve küçük bir Doğu Almanya arması bulunan mavi-beyaz forma olur…

Maçın kahramanı olan golcü Jürgen Sparwasser, 14 yıl sonra, bir anda kitlelerin tepki gösterdiği bir isme; hatta haine dönüştü. Doğu’da beklediği rahat günlere kavuşamayan Sparwasser, 1988 yılında, veteranlar turnuvası için gittiği Hessen’den geri dönmedi ve Batı Almanya’ya iltica etti. Kader yine oyununu oynadığında; yani bir yıl sonra, Berlin’deki utanç duvarının yıkılmasıyla, iki ülkenin birleşmesinin sembolü oldu

--

--

Kadir Arslan
STANDART

Sahadaki Futbol Beşiktaş & Rapid Wien Bir Roman Horak(Yazar) Hayranı Almanya Bundesliga Avusturya Bundesliga İsviçre Süper Ligi Türkiye Süper Ligi