Benden Bir 700 Euro Daha Çalmanız Mümkün Mü?
Hepiniz gibi; daha önce gitmediğim bir ülkeye gideceğim zaman, seyahat bloglarından, o ülke hakkında ön bilgiler edinmeye çalışırım. Ancak bu ön bilgi edinmelerin her zaman işe yaramadığını, 2 sene önce 3 aylık geçici Makedonya görevi çıktığında tecrübe etmiş oldum. Evet; anlaşılacağı üzere, bu sefer ki konumuz Makedonya.
3 milyon nüfuslu, halkının hatırı sayılır kısmı Arnavut olan bir ülke Makedonya. Başkentinin Üsküp olduğunu sağır sultan biliyordur zaten. Para birimi Makedon Denarı ve 1 Euro yaklaşık 62 Makedon Denarı ediyor. Uluslararası kaynaklarda ismi F.Y.R.O.M. olarak geçiyor.
Ne demek F.Y.R.O.M. diyecekler için “Former Yugoslavian Republic of Macedonia” isminin kısaltması olduğunu belirteyim. Yalnız bir Makedon vatandaşına “burası F.Y.R.O.M.” derseniz, en iyi ihtimalle sağlam bir azar işitirsiniz, çünkü bu konuda oldukça hassaslar.
“Makedonya” ismini kullanamamalarının sebebi, Yunanistan’ın Makedonya sınırında “Makedonya” isminde bir bölgesi olması. Bu sebeple Yunanistan’ın uluslararası alandaki baskıları sebebiyle bu isimle anılmıyor ve “Makedonya ismi tanınırsa, bizim toprağımızda hak iddia ederler” şeklindeki saçma savunması işe yaramış görünüyor.
Büyük İskender milli kahramanları fakat yine Yunanistan’la bu konuda da anlaşamadıkları için, havaalanı hariç hiç bir yerde “Büyük İskender” ismi göremezsiniz. Mesela Üsküp Meydanı’nda devasa bir Büyük İskender heykeli var. Fakat bu anlaşmazlık sebebiyle, Büyük Savaşçı heykeli olarak adlandırılmış. Gerçi üsküpte metrekareye düşen heykel sayısı, metrekareye düşen insan sayısıyla ölümüne kapışır o ayrı konu. Ben Devlet Başkanı’nın heykel fetişizmi olduğunu düşünüyorum.
Her iki günde bir hükümet karşıtı eylemler olur Üsküp’te. Eylem deyince tabii ki kavgalı, gürültülü, biber gazlı falan şeyler aklınıza geliyor, lakin durum öyle değil. Yürüyüş yaparak vuvuzela çalıyorlar. Evet yanlış duymadınız, hayatımıza Güney Afrika’nın ev sahipliği yaptığı 2010 Dünya Kupası’nda giren o iğrenç sesli çalgı aleti. Gerçi bir ara kendilerini aşıp, heykelleri kırmızı renklere boyamak gibi anarşist hareketleri de oldu ama en taşkın hali de buydu eylemlerin. Gezi olayları görmüş insanlarız; “Yer miyiz lan biz bu vuvuzela-sprey boya eylemini.” Bizim gibi hayatının bir döneminde biber gazı müptelası olmuş çocuklar için, lunapark kalır bunların eylemleri.
Vardar Nehri ve Mimar Sinan tarafından yapılan Taş Köprü şehri ikiye bölüyor. Eski ve Yeni Çarşı diyorlar kendi aralarında. Eski Çarşı; Arnavut ve Türk esnafların dükkanlarının bulunduğu taraf. Taş Köprü’den Eski Çarşı tarafına geçtiğinizde zaten esnafların iyi derece Türkçe bildiğini görürsünüz. Ayrıca bol bol da 50–70 yaş arası Türk teyzeler ve amcalar görürsünüz. Türkler’den vize istemediği için, hayatının sonbaharında başka ülke görmek isteyenlerin uğrak noktası Üsküp. Yolda “Naciye’nin gelini şunu yapmış, Neriman’ın kızı kocaya kaçmış” gibi diyaloglara şahit olabilirsiniz.
Eski Çarşı kısmında söylemek istediğim çok önemli bir husus daha var. Seyahat Blogerları’nın önerisinin aksine asla “Köfteci Destan” isimli lokantaya gitmeyin. Tur operatörleri herkesi oraya götürdüğü için haksız bir marka yaratmış. Ne köftelerinin, ne hizmetin diğer yerlerden bir artısı yok. Ayrıca fiyat olarak neredeyse 2 kat daha fazla. İki dükkan yan tarafta porsiyona daha fazla köfte girecek şekilde, aynı lezzetteki köfteyi yiyebilir ve neredeyse yarı fiyat ödersiniz. Yeni Çarşı’daki şubesinin sinek avlamasından da zaten bu overrated durumu farkedebilirsiniz çünkü tur operatörleri genelde insanlara Eski Çarşıyı gezdirirler. Ben tur operatörleri ve Destan arasında ciddi bir ekonomik bağ olduğunu düşünüyorum.
Yeni Çarşı daha modern bir yer. Daha çok Barok yapılar yükseliyor ve bir çoğu hala inşaat halinde. Türkçe bilen bulma ihtimaliniz yok denecek kadar az. Yolda hoşunuza gitmeyen şeylere, rahatça küfredebilirsiniz diye verdim bu ayrıntıyı :)
Vardar Nehri’nin kıyısındaki cafe/barlarda alkollü içecekler dahil her şeyi içebilir, yemek yiyebilirsiniz. Peynirli patates kızartmasını efsane yapıyorlar bu bölgede. “Etno Cafe Bar” isimli mekanda Anastasia’ya selamımı söyleyin, benden bira için. Ya da aynı sıranın sonundaki “Irish Pub”a gidin, Valeria’ya selamımı söyleyin, biranızı için :) Dileyen şehre 40 km uzaktaki Matka Kanyonu’na da gidebilir. Bildiğiniz kanyon gerçi bir numarası yok.
Ohrid, Makedonya deyince akla gelen diğer önemli şehir. Gölü sayesinde oldukça meşhurdur ve dünya kültür mirasları listesindedir. Görsel açıdan da harika sayılır. Her yıl dünyadan yüzbinlerce turist, bu gölü görmek için geliyor. Daha önceki yazıda da belirttiğim gibi; dağ taş toprak, tarihi eser falan gezmek ilgi alanıma girmiyor ve göl deniz vb. gibi yerlerin bende bira içme isteği uyandırması dışında, pek bir etkisi yok. Göl kardeşim nihayetinde, su birikintisi işte. Bu kadar abartacak bir şey olduğunu sanmıyorum. Yine de ilgilileri için Ohrid konusuna da değinmiş olalım.
Ve Makedonya denilince aklıma gelen ilk şehir Koçani. 3 ay görev yaptığım 40 bin nüfuslu bu şehrin bir çok sebepten bende iz bıraktığını söylemeliyim. Bu yüzden objektif olamazsam mazur görün. Sonra; “dur, burası neresi ya” deyip, gidip, arkamdan sövmeyin.
Şehri şöyle tanıtayım; 4 casino, 4 cafe, 3 pizzacı, 1 hamburgerci ve sadece cumartesi günleri açılan bir gece kulübü. Bir kaç tane de giyim mağazası. Bu şehirde Türk’üm derseniz, otomatik olarak “Roman” şeklinde algılanıyorsunuz. Çünkü şehirdeki Roman nüfusu azımsanmayacak derecede ve kendilerini Türk olarak tanıtıyorlar. Hepsi Türkçe biliyor. Şehirdeki otopark mafyalığı, hırsızlık, torbacılık vb. işler de Romanların tekelinde.
Romanlarla tanışmam 300 Euro paramın gece evimden çalınması sonucu oldu. Öncelikle her normal vatandaş gibi polise gittim. Hani gelirler, parmak izi alırlar; ne bileyim ellerinde zaten potansiyel bu işi yapabilecek kişiler vardır ve bir şekilde bulurlar diye düşünüyorum. Tabii ben İsveç vatandaşı olarak normal düşünüyorum da, şehir anormal.
Polisin cümlesini aynen aktarıyorum; “1000 Euro paranın altında çalınan para için ekip göndermiyoruz, zaten Roman’lar yapmıştır, sen de Türkçe biliyorsun, onlara sor daha hızlı bulursun.”
Önce kamera şakası falan sanıyorum tabii; “lan sen polissin ne demek potansiyel hırsızlar Roman’lar ve onlarla konuşursan daha hızlı çözersin? Ne demek 1000 Euro altındaki meblağ için ekip çıkartmam?”
Sonra şehirde gezerken ilk otoparkçıyı çevirdim, ismi Emrah. Durumu anlattım ve tepkisi “Abi 300 euro çalınmış sayılmaz. Çocuklar gece yolsuz kalmışlardır, bunda büyütülecek bir şey yok” şeklinde.
Artık şehrin birleşip bana kamera şakası yaptığını düşünmeye başlıyorum. Böyle bir rahatlık yok. Utanmasalar çalındı dediğim için özür diletecekler. Sonra bu Emrah vasıtasıyla şehirdeki tüm Roman nüfusla tanıştım. Seçtikleri meslekler dışında gayet saygılı çocuklar :) Hala ara ara Koçani’ye giderim ve yolda gören herkes “abi nasılsın” der.
Koçani’nin bir diğer özelliği beni ideal damat adayı yapması. Nasıl mı? Hemen anlatayım. Ben Koçani’ye gidene kadar alkol ve sigara dışında, halk arasında “kötü” diye tabir edilen, hiç bir alışkanlığa sahip değildim. Ara sıra sırf adrenalin olsun diye iddia oynuyorum bir de.
Koçani’ye gittikten sonra bulaşmadığım sadece horoz dövüşü kaldı. “Alkol, sigara ve kumar” üçlüsünü tamamlayarak ideal damat adayı oldum böylece. Şehirde yapılacak bir şey olmadığı için Casinolar’a gitmeye başladım. Önceleri ufak ufak makinalarda oynamaya başladım ve en fazla zaten içtiğim biraya dışarıda vereceğim hesap kadar kaybım oluyordu. Sonra rulete merak saldım. Bak; dünya üzerinde bu kadar eğlenceli ama seni bu kadar sinir hastası yapabilecek başka bir şey bulamazsın.
Kişisel olarak bir şeye başlamışsam, mutlaka b.kunu çıkarırım. Asla dengeli olamam keyif aldığım şeylerde. Mesela birine aşık olayım, Romeo halt etmiş. Mecnun falan hava gazı. Bir şarkı keşfedeyim, replay tuşu bozulana kadar dinlerim. Çevremdekileri kusturana kadar da dinlemeye devam ederim.
Rulette böyle oldu. Oynamaya başladığım ilk gün “Jack Pot” kazandım, tamamen acemi şansı. Sonra bu kazanç, bende oyuna karşı bir sempati yarattı ve bir süre sonra günde 15 saat rulet masasında oturmaya başladım. Ekipte hep aynı. Masa 6 kişilik. 2 Makedon, 3 Roman ve benden oluşan ekip aralıksız ruletteyiz. Sadece uyumak için eve gidiyorum oda artık masaya yığılıp uyumamak için. Biri gelmezse diğerleri onun masadaki yerini tutuyor masaya çok ufak paralar yatırarak. Öyle müptelasıyız ve öyle sağlam bir “rulet arkadaşlığımız” var :) Krupiyeler, güvenlikler falan zaten canımız ciğerimiz. -Yolunuz düşerse Lidya ve Katerina’ya selamımı söyleyin gereken yardımı yaparlar :)-
Şehirde bir diğer önemli şey Gradche Göl’ü. Şehre 12 km uzakta ve şehirde kalabileceğiniz tek otel bu gölün kıyısında. Gündüz gölde kayıklarla balık tutabilir, otelin bahçesinde ceylan sevebilirsiniz. Hepsi otelin kendi hizmeti ve ücretsiz. Üstelik odanızın manzarasının da harika olacağını bizzat garanti ediyorum.
“Koçani Orkestrası” şehrin müzikal anlamda en meşhur topluluğu. Zaten dünyaca ünlüler ve dünyanın bir çok yerinde konser veriyorlar. Grup üyelerinin de tamamı Roman.
Gece kulübü zaten bildiğiniz gece kulübü ve sadece cumartesileri açık. Giriş 50 Makedon Denarı. Kapıda “Lazze” isminde bir güvenlik duruyor. Selamımı söylerseniz ücretsiz girebilirsiniz. Dam kapı baca falan zorunluluğu da yok. Gece saat 00:30 civarlarında açılıyor ve 04:00 sularında kapanıyor. Eğlenmek için oldukça güzel bir yer diyebilirim.
Görev yaptığım 3 ay boyunca Makedonya’nın neredeyse tüm şehirlerini gezdim. Zaten şehirlerde birbirine çok uzak değil ve hepsinin içinden bir şekilde akarsu geçiyor mutlaka. Yine de yoğun hatıralarım olması ve çok yoğun absürd olaylar yaşanması nedeniyle Koçani hep bir adım önde benim için. Yazıyı okuyanlar unuttuğumu sanabilir ama bir de Manastır var. Ancak Manastır’ın manevi açından önemi olması, üstünkörü geçilemeyeceği ve anlatılacak çok şey olması nedeniyle başlı başına bir yazı konusu. O yüzden Manastır’ı da başka bir yazı da anlatacağım. Gitmeyi düşünenler ya da sadece bilmeyi isteyenler için Makedonya izlenimlerim bunlar. Umarım hoşunuza gider. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle.