İlk Olmak

Avfattas
STANDART
Published in
3 min readDec 15, 2017

Türkiye’nin ilk kulübü hangisi denildiğinde cevap çok kolay; “Elbette Beşiktaş”.

Tabii buna karşı bir itiraz gelir hemen “Ama ilk futbol şubesi sizin değil…”.

Oysa mesele hangi şubeni ne zaman açtığın değildir. Çünkü sen ilk sevilen olmuşsundur, ilk peşinden koşulan. Değil 3–5 yıl, 10 yıl sonra bile açsan futbol şubeni, sana ilk gönül verenler peşinden koşmaya devam edecektir.

Peki ilk olmak her zaman böyle avantajlı mıdır? Cevap basit, hayır.

Çünkü sen aynı zamanda ilk taklit edilen olursun. Senin kurduğun yapıyı taklit ederler, üstelik senin yaptığın hataları yapmadan. Çünkü sen bir tecrübesindir onlar için. Sonra ilk sana karşı birleşirler. İlk sen hedefi olursun arkandan gelenlerin. Üstelik sen yalnızsındır ama onların ortak bir amacı vardır; seni yakalamak.

Yazıya böyle başlayınca bir an için 1903 yılında kurulmanın, Standart Dergi için hazırladığım bu ilk yazının ana teması olduğunu düşündüğünüze eminim. Ancak öyle değil.

Çünkü her dönemin şartları farklı ilkler çıkarır ortaya. Bir milat vardır. İşte ülkemiz futbol düzeninin son miladı da, FFP olarak dillerden düşmeyen Financial Fair Play kurallarının ortaya çıkmasıdır.

Ülke insanımız, FFP ile ciddi anlamda bundan 5 yıl önce tanıştı. Kim sayesinde? Tabi ki ilklerin takımı, Beşiktaş.

Sebepleri hakkında çok şey yazılabilir ama benim için önemli olan asıl husus bu tanışmanın zamanlaması. Beşiktaş FFP ile tanıştığında zaten tam anlamıyla “batık” durumdaydı. İşte bu dönemde içine düştüğü FFP kıskacı, ona belki de dünya futbol tarihinin en başarılı projelerinden birine imza atma fırsatı tanıdı; “FEDA”.

Maddi olgular bir yana, “Feda” ile, 1903 yılına dayanan “kökler” devreye girdi. Yani Taraftar. Elbette taraftarın “Feda”ya katkısı farklı olacaktı. Taraftar, “Şampiyonluk” beklentisini ikinci plana atarak baskıyı kaldırdı. Beşiktaş’a yeniden yapılanması için nefes alma fırsatı verdi. Böylelikle Beşiktaş, “zaten zor durumda olmanın vermiş olduğu bir mecburiyetle” Uefa tarafından kendisine gösterilen şartlara sorgulamadan adapte olabildi. Sonuçlar ise, 2015–2016 sezonundan itibaren kendini inkar edilemez şekilde göstermeye başladı.

Beşiktaş böyle bir ortamda gelişirken, FFP ile henüz tanışmamış olan rakipleri ise, eski düzende yarışmaya devam etti. Bir yapılanma değil, anlık başarıların peşinde koştu ve nihayet FFP onları da kıskacına almaya başladı. Ancak zamanlama aynı değildi. Önlerinde “alıp başını gidecek” korkusu salan bir Beşiktaş vardı. Önce Beşiktaş’ın “FEDA”sını taklit etmeye çalıştılar, olmadı. Sonra sponsorların peşinden koştular ama Beşiktaş daha güçlü sponsorlar bulmaya devam etti. Oyuncu transfer ettiler. Beşiktaş objektif spor kamuoyu nezdinde daha iyilerini, yine daha ucuza getirdi.

İşte bu noktada “ilk” olmanın dezavantajları kendini göstermeye başladı. Ne yaparsa yapsın Beşiktaş gibi yapamayan rakipler, gelişimden ziyade, Beşiktaş’ı yakalayamıyorsak onu bize yaklaştıralım projesini hayata geçirdi.

-Beşiktaş’ın sportif başarısını engellemek

-Artık gelişimin yanında -doğal olarak- başarıya odaklanmış olan taraftarı Beşiktaş’a karşı kışkırtmak

-Beşiktaş’ı kurduğu profesyonel sistemden uzaklaştırarak anlık başarılara odaklı hatalara sürüklemek

Beşiktaş’ın benim tabirimle uykuda olduğu yıllarda futbolumuzun idaresini eline alan rakipleri için bu projeyi hayata geçirmek çok da zor olmadı. MHK’nin hakem atamaları, PFDK-Tahkim kararları ve özellikle Beşiktaş’ın bana göre zayıf karnı olan basında yapılan yorumların Beşiktaş taraftarını Beşiktaş’a, Beşiktaş’ı başarıya götüren projenin uygulayıcılarına karşı kışkırtmaya çalıştığı artık gözle görülen bir gerçek olarak karşımızda.

İşte bu dönemde “ilk” olmanın getirdiği düşmanca yaklaşımlara maruz kalan Beşiktaş taraftarı, elbette artık şampiyonluk beklentisini yukarıda tutmalı, takımını bunun için zorlamalı ama asla ve asla takımına cephe almamalıdır. Bugün Beşiktaş “tercih edilen” konumundadır. Rakibinin en önemli oyuncularını daha az paralar vererek transfer edebilmekte, ülkemizden Avrupa’nın vasat takımlarına gitmek için çabalayan oyuncular, yerlerini, oralardan Beşiktaş’a gelmek için çabalayan oyunculara bırakmaktadır.

Asıl mesele kazanılan şampiyonluk sayısı değil, sürekliliktir. Çünkü doğru yapı korunduğunda üst üste 6 şampiyonluk gelmese bile, 10 yılda 7, hatta 8 şampiyonluk kazanmak pekala mümkündür.

Bu nedenle sadece bir laf olarak değil, mevcut şartlar dikkate alındığında gün; “Beşiktaş’a cephe alma değil, Beşiktaş’a daha sıkı sarılma” günüdür. Taraftarının Beşiktaş’a cephe almak yerine ona daha çok sahip çıktığını görenler, projelerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaklardır.

--

--