Kim Bu Şükrü Gülesin?

Aquilanera
STANDART
Published in
7 min readApr 10, 2018
Ayaktakiler: Antrenör Refik Osman Top, Şeref Görkey, Hakkı Yeten, Şükrü Gülesin, Sabri Gençsoy, Feyzi Uman, Hüsnü Savman, Mehmet Ali Tanman, Yavuz Üreten. Oturanlar: Halil Köksalan, Rıfat Atakanı

“İki senelik tarihiniz var, çok konuşmayın”, “2 sene şampiyon oldunuz diye hemen çeneniz açıldı”, “3. büyüksünüz” minvalinde boş laflar üreten birçok ahmak görüyoruz. Ahmaktırlar, çünkü “ahmak” aklını kullanamayan, okumayan, öğrenmeyen yahut okuduğunu idrak edemeyenlere denir.

Ancak akl-ı selim olanlar bilir; Beşiktaş, 89–90, 90–91 sezonlarını şampiyon olarak tamamladıktan sonra 91–92 sezonuna da iyi başlar ve parola yine şampiyonluktur. Ama ne şampiyonluk! Sezon sonu gülen taraf yine Beşiktaş olur. İki yıl üst üste şampiyonluğu “namağlup” bir başka şampiyonlukla taçlandırır.

Türkiye Ligi tarihinde ilk ve tek olan bu namağlup şampiyonluk, İnönü Stadyumu’nda oynanan Galatasaray’ı 4–3 yendiğimiz bir maçın ardından ilan edilmesi de bir başka keyif nedeni. Maçın hemen ardından, sıcağı sıcağına mikrofonlar Süleyman Seba’ya uzanıyor. Böylesine büyük ve tarihe geçen bir başarının ardından Seba’nın söyledikleri ise Beşiktaşlılık karakterinin en güzel örneklerinden birisidir:

“Beşiktaşın büyüklüğü bugünlere mahsus değildir. Beşiktaş 90 senelik mazisiyle, geçirmiş olduğu büyük reformlarla bugüne kadar gelmiştir, biz son halkalarıyız. 8–10 senelik istikrar olayı, Beşiktaş tarihinde, belki de Türk fitbol tarihinde ayrı bir yeri olacaktır”.

Süleyman Seba’nın dediği gibi, Beşiktaş’ın büyüklüğü sadece bugünlere mahsus değildir. Bugün itibariyle, 115 yıllık mazisinde mevcuttur. Müzesindeki kupaların fazlalığıyla değil, şerefli, onurlu ve her birimizin gurur duyduğu geçmişiyle övünür. Bu yüzden müzeye yapılan ziyaretin adı “Şeref Turu”dur.

Bu eşsiz maziyi öğrenmek, bilmek, dilimiz döndüğünce anlatmak ve geleceğin yeni Beşiktaşlılarına aktarmak ise her Beşiktaşlının boynunun borcudur. Kendi adıma, hem bir seriye devam etmek, hem de geçmişimizden efsane bir futbolcuyu bir kez daha hatırlatmak için başlıktaki soruyu sordum:

Kim bu Şükrü Gülesin?

Beşiktaşlı Şükrü

14 Eylül 1922’de doğar Şükrü Gülesin. Futbol hayatına, Kınalıada’da kaleci olarak başlasa da kısa süre sonra santrafor olur. İstanbul Erkek Lisesi’nde okumaya başlamasıyla birlikte Beyoğluspor’a geçer. Daha 18 yaşındayken, oynadığı topla Baba Hakkı’nın gözüne giren Şükrü, Kınalıada’ya gelen bir telgrafla İstanbul Ligi şampiyonu Beşiktaş’a çağrılır ve 1940–41 sezonunda takıma katılır.

1.85–1.90 boylarında, 90 kilo civarinda olan bu güçlü ve uzun delikanlı, askere gittiği dönem olan 1944–45 sezonunda Ankaragücü’nde oynadığı yıl hariç, 1950 yılına kadar Beşiktaş formasını giyer ve o dönemin fırtına gibi esen takımıyla birçok başarı yaşar: Beşiktaş ile 6 İstanbul Ligi Şampiyonluğu, 3 Milli Küme Şampiyonluğu, 2 Başbakanlık Kupası ve 2 İstanbul Kupası kazanır. Kimlerle oynamaz ki o on yıl zarfında: Hüsnü Savman (Baba), Hakkı Yeten (Baba), Şeref Görkey (Voleci), Sabri Gençsoy, Hüseyin Saygun (Çengel), Faruk Sağnak (Keçi), Bülent Esel (Kasatura), Süleyman Seba ve daha birçok değerli ve efsane olan Beşiktaşlı oyuncu…

Şükrü’nün ilk senesi olan 1940–41 sezonunda nasıl bir Beşiktaş’a geldiğinin daha iyi anlaşılabilmesi için şu bilgiler verilebilir: Beşiktaş, 84 gol atıp tüm maçları kazanarak İstanbul Ligi şampiyonu olur. Aynı sezon oynanan Dörtler Turnuvası’nda karşılaştığı Fenerbahçe’yi büyük bir hezimete uğratarak Şeref Görkey’in attığı bir gol, Sabri Gençsoy ve Baba Hakkı’nın hattrickleri ile 7–1 yener.

İtalya Yılları

İtalyanların en büyük efsanelerinden biri olan Giuseppe Meazza’nın 1949 yılında Beşiktaş’ın başına geçmesiyle, Şükrü’nün kaderi de değişecektir. Şükrü’nün oyun tarzını ve güçlü şutlarını beğenen Meazza, ülkesine döndüğü gibi Şükrü başta olmak üzere bazı Türk futbolcuları İtalya’da tanıtır. Bunun üzerine 1950–51 sezonunda Serie A’ya transfer olan ilk Türk futbolcu Beşiktaşlı Şükrü Gülesin olur, Galatasaraylı Bülent Eken ise Serie B takımlarından Salernitana’ya gider. Ardından, 51–52 sezonunda yine Beşiktaş’tan Bülent Esel SPAL’a, Lefter ise Fiorentina’ya transfer olur. Sonraki yıllarda onları Metin Oktay ve Can Bartu izleyecektir.

“Lazio’daki, Palermo’daki takım arkadaşlarım da beni öyle çağırırlardı: ‘Beşiktaşlı Şükrü Gülesin’… Sadece kendimi değil, Beşiktaş’ı da götürmüştüm İtalya’ya. Bu, artık benim için nüfus kağıdı gibi, lisans gibi geçerli bir şey olmuştu”.

Lazio ile anlaşan Şükrü, henüz maça çıkmadan teknik direktör Mario Sperone ile tartışınca, Palermo’ya kiralık olarak gönderilir. İlk maçı ise Serie A’nın 5. haftasında, 8 Ekim 1950 tarihinde Milan’a karşı oynar. Sonraki hafta Novara’ya karşı oynanan karşılaşmada 2 gol (doppietta) birden atarak Palermo’nun galibiyetinde önemli rol bir oynar. Şükrü, İtalya kariyeri boyunca bu “doppietta”ları dört kez daha tekrarlar ve tarihe adını yazdırır. Juventus’un ünlü Arjantinli oyuncusu Dybala’nın geçen sezon 5 maç üst üste gol atması İtalya’da oldukça yankı uyandırdı, oysa Şükrü Palermo’da forma giydiği o sene 7 maç üst üste gol atma başarısını gösterir. Bu seride gol attığı takımlar ise Juventus, Inter ve Lazio gibi zirveye oynayan takımlardı.

Şükrü Gülesin, dev gibi cüssesi, güçlü bitirici vuruşları ve kornerden attığı goller ile ün yapar. Öyle ki 20 Kasım 1950’de oynanan Palermo-Padova maçında penaltıyı kullanmak için topa doğru gittiğinde, kaleci Enzo Romano Şükrü’nün vuruşunu kurtararak fiziksel bir zarar görmektense kaleyi boş bırakmayı yeğler. Bu olay, bugün bile birçok İtalyan tarafından hatırlanır.

Yıllar geçmesine rağmen 2016'da düzenlenen bu organizasyonda Şükrü Gülesin Sicilyalılar tarafından hala hatırlanmaktadır. Videoda 3.32'den sonra kaleci Romano’nun Şükrü’nün şutundan nasıl kaçtığını dinleyebilirsiniz.

Palermo formasıyla o sene çıktığı 28 maçta 13 gol kaydeder. 38 maçta 15 gol atan Dante di Maso’nun ardından takımın en çok gol atan futbolcusu olur. Palermo’da gösterdiği performans, Lazio’yu pişman eder ve iki seneliğine kiraladığı Şükrü’yü tekrar geri alır.

Lazio’da geçirdiği sezon da Palermo’dakini aratmaz. 25 Mayıs 1952’de oynanan Bologna-Lazio maçında ilk hattrickini yapar ve deplasmanda oynadığı maçı Lazio 4–2 kazanır. 29 maçta 16 gol atarak, o sezon Lazio’nun en fazla gol atan oyuncusu olarak gol yükünü sırtlar ve Lazio’nun ligi dördüncü bitirmesinde büyük pay sahibi olur.

Lazio’daki geçirdiği başarılı sezona rağmen, nedendir bilinmez, İtalya’da oynadığı son sezon olan 1952–53’te tekrar Palermo’ya döner. Oynadığı 22 maçta 7 gol atar ve Palermo taraftarlarının gönlünde de “u turcu” olarak yer eder.

Böylelikle, İtalya Serie A’da Palermo ve Lazio ile geçirdiği üç sezonda 79 maça çıkar ve toplamda 36 kez topu ağlarla buluşturarak henüz hiçbir Türk oyuncunun yetişemediği bir rekoru kırar.

Şüphesiz, bugün bile birçok İtalyan futbolsever şu konuda hemfikirdir: Şükrü Gülesin, dünyanın en zor liglerinden biri olan Serie A’da oynayan en başarılı ve yararlı Türk oyuncudur.

İtalyanların gözünde Şükrü Gülesin’in değerini ve önemini anlamak için Bruno Roghi’nin 13 Mart 1952 tarihli “Il Calcio Illustrato”da yazdığı övgülerle dolu uzun yazıdan bazı bölümlere bir göz atalım:

Şükrü’nün karşısındaki rakibi, daha zayıf fiziğiyle güvensizliğe ve komplekse kapılıyordu, bu da kıskançlığa ve nefrete dönüşebiliyordu. Fakat o iyi kalpli bir devdi. Kendilerine güvenleri gittikçe artıyor ve onu itmeye, vurmaya başlıyorlardı, o ise hiç şikayet etmiyordu. İstese onları sahaya gömecek gücü vardı, fakat o gülerek tekrar ayağa kalkıyordu. Rakibi yaptığı müdahalede biraz abartıya kaçtığında yapılan haksız müdahaleye itiraz etmekten çok kendini onların yerine koyarak merhamet etmek için başına sallıyordu. Eğer Şükrü gücünü kullansaydı, rakipleri duvara hızla atılan bisküviler gibi un ufak olurdu ve sonuç olarak Şükrü’nün adı cezalı ve oyundan atılanlar bölümünden eksik olmazdı.

Ama öyle olmadı. Garip Türk, kaburgalarına ve karnına darbeleri bir boksör edasıyla aldı hep. Birden çok defa şunun gerçekleştiğini fark ettim: sahada Şükrü ile eşleşen rakipleri, maçtan sonra hemen onun elini sıkmaya gidiyorlardı. Çok güçlü olmasına rağmen gücünü asla rakiplerine karşı kullanmıyordu. Son günlerde bir fotoğrafta Antonniotti’nin Şükrü’nün yanağını sıkması bir arkadaşın şakasından çok cücelerin bacaklarına çıkmasına izin veren Gulliver’in hoşgörüsünün sembolü gibiydi.

Şükrü’nün golleri, özellikle penaltılardan atılanlar kulaklarda gök gürültüsü gibi yankılanıyor, topun üzerinde dumanlar tütüyordu. Ondan şık vuruşlar beklemeyin, onun kalecileri avlayan vuruşları düz ve ölümcüldü. Eğer içeri girmeden önce topu engelleme şansını ya da talihsizliğini yakalarsa, ellerinin soğuması için beş dakika beklemeleri gerekirdi: çünkü Şükrü’nün şutları elleri yakan türdendi.

Milli Takım Kariyeri

I. Dünya Savaşı’nın yorduğu ve tükettiği Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine emsalsiz bir bağımsızlık mücadelesi vererek yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılalı pek bir zaman olmamıştı henüz. Ülkenin içinde bulunduğu maddi imkansızlıkların yanı sıra Avrupa’yı yakıp yok eden başka bir Dünya Savaşı başlamıştı ve savaşa girmemiş olsa bile birçok ülkeyi dolaylı bir şekilde etkiliyordu.

Hayatın her alanında etkili olan bu olumsuz iklim, 40'lı yılların futbol yıldızlarından biri olan Şükrü Gülesin’in de talihsizliğidir. 1948 Londra Olimpiyatları’nda gol atma başarısı gösteren Gülesin, on kez Beşiktaş’ta, bir kez Lazio’da oynarken olmak üzere toplamda sadece 11 kez Milli formayı giyer ve 4 gol atar.

Beşiktaşlı Şükrü’nün oynadığı o dönem oynadığı Milli takım, Avrupa eleme gruplarına eklenen Suriye’yi Ankara’da 7–0 gibi farklı bir skorla yenerek, tarihinde ilk kez Brezilya’da düzenlenecek 1950 Dünya Kupası’na katılmaya hak kazanır. Kader bu ya, ekonomik nedenlerle Federasyon Brezilya’daki organizasyona katılmaktan vazgeçmek zorunda kalır. O sene 16 takımın katılması gereken turnuva, İskoçya’nın da gidememesi ve FIFA’nın Hintli oyunculara çıplak ayakla oynama izni vermemesi üzerine sadece 13 takımın katılımıyla düzenlenir.

4 yıl sonra, kariyerinde Beşiktaş’ın hemen ardından Barselona ve Juventus gibi büyük takımları çalıştırma başarısı gösteren Sandro Puppo yönetimindeki Milli takım tekrar dünya kupasına katılma hakkı kazanır. Roma’da İtalyan hakem Giovanni Bernardi’nin yönettiği, bir önceki dünya kupasında dördüncü olan İspanya ile oynanan ve berabere kalınan üçüncü maçın sonunda kura ile Türk Milli takımı İspanya’yı eleyerek 1954 İsviçre Dünya Kupası’na gider. Böylelikle tarihinde ilk kez bir Dünya Kupası’na katılır Milli takım. Fakat futbol kariyerinin son günlerine varan Şükrü için artık çok geçti.

Türkiye’ye Dönüş

İtalya’da oynadığı üç sezonun ardından İstanbul’a geri döner Gülesin. Bu kez, kendi deyimiyle yine Beşiktaş’ta oynamak istemesine rağmen bir talihsizlik sonucu Galatasaray forması giymeye başlar. Giymesine giyer ama “sarı kırmızılı formanın sırtına battığını” söylemekten de geri kalmaz. Çok az sayıda maça çıkar Galatasaray ile.

Her ne kadar o dönemin istatistiklerine kesin bir şekilde ulaşmak zorsa da, kariyerinde attığı 226 golün 32'sini kornerden attığı iddia edilmektedir. Birçok kaynak, bu alanda bir rekor kırarak adını Guinness Rekorlar Kitabı’na yazdırdığını belirtir.

O, 1965 yılında oynanan Beşiktaş-Lazio maçı ile jübilesini yapar ve futbola yine Beşiktaş forması ile veda eder.

Futbolu bıraktıktan sonra yöneticilik, spor yazarlığı ve ticaret ile uğraşarak hayatına devam eder. 10 Temmuz 1977 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşama erkenden veda eder.

Kimdir ya bu Şükrü Gülesin??

Elle attığı golü iptal ettirdiği için Burak Yılmaz tarafından “biraz saf” bulunan; Palermolu taraftarların “u turcu” diye sevdikleri; Bruno Roghi’ye göre “iyi kalpli bir dev” olan; kornerden gol attıktan sonra Baba Hakkı’nın tebrik etmek için kovaladığı; belki de kornerden dünyanın en fazla gol atan oyuncusu; benim içinse en önemlisi “Beşiktaşlı Şükrü” Gülesin’dir.

  • Şükrü Gülesin’i unutturmayan ve yazıları ile kaynak oluşturan Elif Çongur, Nilay Yılmaz, Kaan Kavuşan ve İlker Pırlant’a teşekkür ederim.

--

--