SÖZLÜK GÜNDEMİ-3

skenderbey
STANDART
Published in
8 min readOct 28, 2017

Sözlük gündeminden merhaba,

Gün geçmiyor ki sizleri yeni bir sözlük yazarıyla tanıştırmayalım. Bu hafta queenisdying ile takımın denge ihtiyacını konuşacağız. Ardından saladze ile “renkli” arkadaşların pek bir renksiz iç dünyalarına kısa bir bakış atacak, sonra da erebosss’la Beşiktaş’ın yakın tarihine bir yazı dizisi ile yolculuk yapacağız. İyi yolculuklar. Topkek alır mısınız?

DENGE (queenisdying)

Son iki sezonunu doğal rakiplerinin çok üzerinde bir oyun kalitesiyle şampiyon olarak bitiren her takım için, yeni gelen sezon beraberinde büyük beklentileri getirir. Üstüne bu takım zaten güçlü olan kadrosunu kendini uluslararası seviyede ispatlamış Pepe, Medel, Negredo ve yerel ligdeki rakiplerinden birinin önceki sezonda anahtar oyuncusu olmuş Lens ile güçlendirdiyse, beklentilerin artmaması olayın doğasına aykırı olur.

Taraftar bakış açısıyla en çok göz ardı ettiğimiz şey ise oyunun sahada oynandığı ve yeterli performans göstermeyen büyük kadroların başarılı olmasının imkânsız olmasa da çok zor olduğu. Aksi takdirde transfer dönemi sonrasında kâğıt üzerinde en güçlü kadroyu kuran her takım şampiyonluğu kesinlikle kazanırdı. Kitleler transfer dönemini bazen ligin kendisinden bile çok seviyor; ama kupayı ligi kazanan müzesine koyuyor. Önünüzde bu gerçeklik varsa ve işler istediğiniz gibi gitmiyorsa “bir şey yapmalı”.

Beşiktaş dokuzuncu haftası tamamlanan ligde şimdiden 12 puan kaybetmiş olsa da sayısal veriler üzerinden hala şampiyon olabileceğiyle alakalı çıkarımlarda bulunmak mümkün. “Bakkal hesabıyla” şampiyonluk bareminin 75 puan olduğunu düşünürsek kalan 25 maçta alınabilecek olası 20 galibiyet Beşiktaş’ı bu seviyeye taşıyacaktır. Özellikle Şampiyonlar Ligi seviyesinde oynanılan futbolun verdiği güvenle bu görevi zor ama yapılabilir olarak yorumlayabiliriz. Peki, sahanın içi bize ne söylüyor?

Beşiktaş saha içinde sorunlar yaşasa da Mustafa Reşit Akçay’ın da dediği gibi “saha içinde problem çözme konusunda analitik düşünebilen oyuncuları” olan bir takım. Ancak bir problemi çözebilmek için önce onu saptamak, sonra da çözüm için gerekli ortamı hazırlayabilmek lazım.

Öncelikle ihtiyaç duyulan şey “denge”. Beşiktaş geçtiğimiz yılın savunma kurgusunu değiştirdi ve burada esas sorun Marcelo’nun gidişi değil. Evet Marcelo-Tosic ikilisi klasik dörtlü savunma stoper tandeminin “denge-hamle prensibi” açısından iyi bir pratiğiydi. Ancak Pepe seviyesindeki bir oyuncuyla bu handikabın aşılamayacağını düşünmek yersiz olur. Beşiktaş’ın ligde başarılı olmak için topa efektif bir şekilde sahip olmaya, bunun için de dengeye ihtiyacı var. Adriano gibi topu oyuna yüksek yüzdeyle sokan bir oyuncudan sonra Caner’le oynamak elbette bir denge problemi yaratacaktır. Tosic-Vida olası değişikliği gelse dahi Caner’in sol bek oynadığı Beşiktaş geçen sezonki dengesini yakalayamayacaktır. Sezon başından beri Beşiktaş’ın akın sürekliliği yaratmakta zorlanmasının nedeni de aynı şekilde oyununda dengeyi bulamamış olması. Bunun için mutlaka savunma beklerinde geçen senenin tercihlerine dönmek gerekiyor.

Beşiktaş’ın hücum planında bir “Quaresma konforu” oluştu. Bu şablon geçtiğimiz yıl oldukça işe yaradı ve Quaresma kariyer sezonlarından birini yaşadı. Hatta Şampiyonlar Ligi’nde bu şablon işe yaramaya devam ediyor. Ancak Süper Lig’de oynayan her takım Quaresma’yı kilitlemenin Beşiktaş’ın hücum repertuarını fazlasıyla kısıtlayacağını biliyor. Bütün rakiplerin aldığı ilk önlem de bununla alakalı oluyor. Beşiktaş bu önlemleri de boşa çıkartabilecek bir takım. Ancak burada yine “denge” meselesine geliyoruz. Adriano’nun oyunu sol kanattan kurmasıyla sağdan kurması arasında Quaresma’nın topla etkili olabileceği yerde buluşması penceresinden bakınca görebileceğimiz ciddi farklar var. Hücumdaki genişlik prensibinin uygulamasında başarılı olmak için bu handikabı aşmanız lazım.

Beşiktaş denge sorununu çözerse analitik becerisi yüksek oyuncuları özellikle pozisyon finallerini oynamadaki ustalıklarıyla sonucu bir şekilde alacaktır. Başladığımız yere dönmek gerekirse önce problemi çözmek için uygun ortamı oluşturmak, yani dengeyi sağlamak lazım. Çözüm uzakta değil ve başarıyı tekrardan getirmesi fazlasıyla mümkün. Cebinde olanı sokakta aramanın ise hiçbir elle tutulur tarafı yok.

RENKLİLERİN PSİKOLOJİSİ (saladze)

Yas sürecinin psikolojide beş evresi olduğunu duymuşsunuzdur. Bunlar:

1. İnkâr

2. Kızgınlık/Öfke

3. Pazarlık

4. Depresyon

5. Kabullenme

Galatasaray ve Fenerbahçeliler’in de Beşiktaş’ın son iki yılda elde ettiği ve elde etmesi muhtemel başarılar karşısındaki davranışları sanki bu aşamalarla örtüşmekte. Yalnız burada şöyle bir fark var; yaşanılan ani bir kayıp değil bir süreç ve kabullenmeye varacak yol da epey uzun. O nedenle bu iki kulübün taraftarından yöneticisine, futbolcusundan yorumcusuna, “kabullenmeye” kadarki dört aşamayı yaşamasına uzunca bir süre şahit olacağız. Normal olmayan tuhaf davranışlar, yorumlar ve iddialar göreceğiz/görüyoruz.

Hala inkâr aşamasında olan büyük bir çoğunluk var. Bu ilk aşamada genellikle durum yok sayılır, başa gelmiş kabul edilmez, bir yanlışlık olduğu düşünülür. Bunlar sözlükte Beşiktaş’ın üçüncü büyük olması”, Beşiktaş’ın büyük takım olmaması,Beşiktaş’ın şampiyonluğunun sallanmaması”, “Beşiktaş’ın şampiyonluk sayısı”, “Beşiktaş’ın şampiyonlar ligine yakışmaması”, “Liverpool’un Beşiktaş’a kasten elenmesi” ve benzeri bir dolu başlık ile örnek teşkil ediyorlar.

Yavaştan öfke aşamasına geçenler var. Bu aşama da inkar aşamasında devreye sokulmayan sorgulamaların devreye girmesi ile başlıyor. Üst üste gelen sorgulamalar neticesinde öfke duyguları vücudu ele geçiriyor. Bunlar da “x kulübün Beşiktaş’a döşeyeceği boru” gibi başlıklarda pasif agresif küçümseme partileri düzenliyorlar.

Pazarlık aşamasında olanlar var. Bu aşama durumu kabul edilebilir seviyeye indirmek veya çıkarmak için girilen bir safha. Bu aşamada “olan olmuş ama bir çıkış yolu belki var” tarzı düşünceler ve eylemler insana eşlik ediyor. Bunların Fenerbahçeli olanları önümüzdeki iki yıl Fenerbahçe şampiyon olursa son 10 yıldaki şampiyonluk sayılarında Beşiktaş’ın önüne geçeceğini ve dolayısıyla Fenerbahçe’lik bir problem olmadığını söylüyorlar. Cimbomlu olanları Galatasaray’ın vakti zamanında şampiyonlar ligi grubunun son üç maçında 3 galibiyet almasını, “ilk 3'te 3 yapan siz değilsiniz” diyerek öne sürmek gibi çılgınca işlere girişiyorlar. Yani olan olmuş ama şöyle biraz geçmişi ve istatistikleri incelerlerse aslında durumun gönül verdikleri takım lehine gayet parlak olduğunu görüp mutlu olmaya çalışıyorlar. Geçen gün bir Fenerbahçeliyeson 10 yılda 3 değil, 2 şampiyonluğunuz var” dediğimde, “son 10 sezonda değil son 10 yılda, bu durumda henüz 2017'yi doldurmadığımıza göre 2007'deki şampiyonluk da son 10 yıldaki şampiyonluklar içerisinde değerlendirilebilir” şeklinde gayet hüzünlendiren bir yanıt aldım.

Bu pazarlık aşaması en uzun sürecek olanı. Şu anda Beşiktaş’ın iki yıl üst üste gelen şampiyonluğu sonrası Fenerbahçeli ve Galatasaraylılar’dan şuna benzer çok yorum duymuş ya da okumuşsunuzdur: “tamam hadi iki yıl bir şeyler yaptınız, şimdi kenara çekilin ve abiler oynasın”, “eski 10 yılda 1 şampiyon olan o karanlık döneminize dönebilirsiniz”, “üçüncü büyüktünüz ve hep öyle kalacaksınız”… İşte bu nedenle pazarlık aşaması uzun sürecek. Beşiktaş önümüzdeki 2 yıl daha şampiyon olup seriyi üst üste 4 yıl yapsa bile pazarlık aşamasından kurtulamayan büyük bir kitle olacak.

Bizlerin bu yas sürecindeki insanlarla bir arada yaşamaya alışmamız gerekiyor. Bunlar yaşananları Beşiktaş’ın kazanımları olarak değil de Beşiktaş’a sunulmuş hediyeler ya da kendi ellerinden zorla alınmış başarılar olarak gördükleri için, haddinden fazla terbiyesizleşip, gereğinden fazla öfkeye kapılabiliyorlar.

Galatasaray-Fenerbahçe derbisi öncesi Josef De Souza’nın açıklamalarının bir bölümüne bakalım:

“…Galatasaray — Fenerbahçe derbisi bence dünyanın en büyük derbisi. Beşiktaş maçından önce de arkadaşlarımızla konuştuk. O maçtan önce bile, bu karşılaşmanın Fenerbahçe — Galatasaray maçıyla kıyası olmaz dedim…”

Bir soru: Josef De Souza’nın bu açıklamayı iki yıl önce yapma ihtimali var mıydı?

Yoktu çünkü zaten Galatasaray — Fenerbahçe derbisi ülkenin o dönemin en başarılı iki takımının maçı ve dolayısıyla en büyük derbisiydi. Ama Beşiktaş’ın tozu dumana katması bu derbinin de yaldızını döktü.

Bu iki kulüp 1909 yılından Cumhuriyet’in ilanına kadar birbirleriyle rekabet etmişler. Beşiktaş’ın Galatasaray ya da Fenerbahçe’yle ilk mücadelesi ise 1924 yılında ve o zamana kadar şampiyonlukları kardeş kardeş paylaşan bu iki kulüp Beşiktaş’ın rekabete dalmasıyla tam bir vurgun yiyor. 1951'deki İstanbul Profesyonel Futbol Ligi’ne kadar Beşiktaş 11, Fenerbahçe 8, Galatasaray 6 şampiyonluk alıyor. Fenerbahçe ve Galatasaray bu bahsettiğim tarihten sonra birbirlerine bilenerek, birbirlerini düşman/dost belleyerek sırt sırta veriyorlar ve rekabetten beslenmeye başlıyorlar.

Bugün iki yıl üst üste gelen Beşiktaş şampiyonluğu sonrası gördüğümüz de bu. Biraz vaktinizi Twitter’da ya da Ekşisözlük’te geçirdiyseniz fark etmişsinizdir; söz konusu Galatasaray — Fenerbahçe derbisi öncesi tüm sosyal ağ yığınlar halinde rakip takıma ve taraftarlarına saygı duruşunda bulunan sevgi pıtırcığı Galatasaraylı ve Fenerbahçelilerle doluydu. Binlerce kişinin takip ettiği taraftar hesapları Beşiktaş göndermeli derbi mesajları yayınlarken Galatasaray taraftarı bir hafta öncesinden Beşiktaş’ın teknik direktörünü kullandıkları bir koreografiyi hazırlamaya başlamıştı bile. Maç sonrası Galatasaray yöneticisi Cengiz Özyalçın’ın konuşmasının hatrı sayılır bir bölümü de Beşiktaş’tan bahsediyordu. Kısacası iyisiyle kötüsüyle bir Galatasaray — Fenerbahçe derbisini daha Beşiktaş’ı konuşarak bitirdi rakiplerimiz.

Ligde 4 haftadır kazanamayan Beşiktaş’ın bir taraftarı olarak esas şimdi söylemem gerekiyor; bu kulüp doğru yolda ve emin ellerde. Dünyada hiçbir takım her yıl şampiyon olamaz. Ama doğru yönetildiği ve hatalardan ders almasını bildiği sürece her zaman başarılı olur. Sözlükte de her zaman söylemişimdir; Beşiktaş özünde ülkenin en büyük kulübü olma cevherini taşır. Bunu üç yıl önce söylerken dalga geçenler şimdi Beşiktaş’ı konuşmadan kendi maçını bile oynayamıyor. Fikret Orman ile beraber de bu cevher işletilmeye başlandı. Bu daha başlangıç. Ülkenin içinde bulunduğu ne zaman ne olacağı belli olmayan siyasi durumu yollara taşlar dizmezse manzara çok açık. Daha 8. hafta Gençlerbirliği mağlubiyetiyle lige havlu attığımızı düşünen, hocayı kovmamızı isteyen, başkanı yerden yere vuran Beşiktaşlılar gördüm. Herkese sakin olmasını ve takıma köstek değil destek olmasını tavsiye ederim. Zira yukarda bahsettiğim gibi iki rakibin yine seni taca çıkarmak için sırt sırta vermeye başladı. Senin şampiyonluktaki rakibin Fenerbahçe 42 milyon €’luk transfer yapmışken gittin şampiyon oldun. Şimdi de rakibin Galatasaray 40 milyon €’luk transfer yapmış. Sen ise sattığından 1 kuruş fazlasına adam alamıyorsun üç senedir. İki yıldır da şampiyonsun. El insaf. Bu kısıtlama bittiğinde Fikret Orman kulübü yine böyle yönetecek. Ama rakiplerin her yıl 40 milyon € harcayabilecek mi sence? Hadi siz düşüne durun.

BEŞİKTAŞ’ IN TAKTİK DEĞİŞİM VE GELİŞİMİ -1.BÖLÜM (erebosss)

Bir futbol takımını neredeyse tamamen sıfırdan kurup da nasıl beş sezon sonunda yerel ligini domine eden ve Avrupa kupalarında bütçesinin kat kat üzerinde takımlarla yarışır hale getirebilirsiniz?

Fikret Orman başkanlığında Beşiktaş, yukarıdaki sorunun ülkemizdeki en net cevaplarından biri olmayı başarabildi. Fikret Orman’ın futbol takımı kadrosu üzerindeki ilk hamlelerinden biri, o dönem önce espri konusu yapılan fakat sonraki yıllarda parmakla gösterilecek olan “Feda Sezonu” olmuştu. Bu projenin sadece bir sezonla sınırlı kalmayacağı, Beşiktaş Futbol Takımı’nın en temel prensiplerinden biri olacağını kimse tahmin etmemişti.

Feda Sezonu Projesi ile birlikte başlayan değişimde takıma Oğuzhan Özyakup, Olcay Şahan, Gökhan Töre gibi genç ve düşük maliyetli futbolcuların yanı sıra Julien Escude, Allan McGregor, Mamadou Niang gibi bonservis ücreti ödenmeyen tecrübeli yabancılar da ekleniyordu. Temel hedef Beşiktaş’ı yeniden yapılandırmaktı fakat bunu yapacak bütçenin olmayışı teknik direktörler için zor bir durum ortaya koyacaktı. Teknik direktörler, ancak ve ancak düşük maliyetlerle yapılabilen transferler ile oluşturulan kadro için uygun bir taktik anlayış geliştirmeliydiler. Beşiktaş’ın belirli bir taktik anlayış için hedeflenen nokta atışı transferler yapma lüksü yoktu.

Samet Aybaba yönetiminde 2012–2013 sezonuna başlayan Beşiktaş, 4–2–3–1 dizilişini benimseyecek ve sezon boyunca bu şablondan vazgeçmeyecekti. Takıma katılan veya takımda kalan futbolculardan bazı dönemlerde göze çok hoş gelen yüksek tempolu pas oyunları izleniyordu ve bir anda futbol kamuoyunda Beşiktaş, güzel futboluyla sempati toplamaya başlamıştı. Camia içerisindeyse oynanan bu futbolun her sezon geliştirilerek çok daha iyi yerlere gelinebileceğine dair bir beklenti oluşmuştu.

Manuel Fernandes, Oğuzhan Özyakup, Olcay Şahan üçlüsü üzerinde şekillenen ve arka arkaya çok seri paslaşmalarla işlenen hücum aksiyonları ne kadar göze hoş gelse ve inanılmaz bir pozisyon zenginliği kazandırsa da Beşiktaş’ın kadrosu henüz çok eksikti ve bu kadar yüksek tempolarda özellikle iyi rakiplere karşı bütün defoları ortaya çıkıyordu. Yüksek tempoda dikine paslarla gidilen üçüncü bölgede kaliteli bir bitirici olmayışı, takımın çoğu zaman atağı sonlandıramayışına sebep oluyor ve bir anda takım boyu 50 metre üzerine kadar çıkıyordu. Orta sahada geri dönüşlerde yaşanan doğal aksaklıklar, rakip takımların aniden Beşiktaş kalesine 6- 7 futbolcuyla rahatça atak geliştirmesine yol açıyordu. Orta sahada takımın temposunu ayarlayacak, defans ve orta saha bloğunu bir bütün halinde hareket ettirebilecek bir defansif karakterli lider eksikliği takımın istikrarlı bir form yakalamasını imkansız hale getirmişti.

2012- 2013 sezonu sonuçlandığında Beşiktaş, yeni oyun anlayışının ve büyük futbol iştahının sonucunda şampiyon Galatasaray’dan sonra ligin en çok gol atan takımı olmayı başarmıştı. Galatasaray 66 golle sezonu şampiyon bitirirken Beşiktaş 63 golle tam 13 puan geride kalmıştı. Yenilen gollerde ise Beşiktaş korkunç bir performansla ilk 14 takım arasında Antalyaspor’dan sonra en çok gol yiyen takım olmuştu. Şampiyonluğa ulaşan Galatasaray 35, ikinci Fenerbahçe 39 gole engel olamamışken Beşiktaş kalesinde tam 49 gol görmüştü.

Bir şeyler, acilen değişmek zorundaydı. Takımın defansif karakteri, oynanmak istenen hücum futbolunun temposu karşısında tekliyordu.

Devam edecek…

--

--