Sözlük Gündemi — 1

skenderbey
STANDART
Published in
7 min readOct 11, 2017

Bir süredir çeşitli sosyal medya platformlarında Beşiktaş hakkında neler konuşulduğuna dair bir çalışma yapılması gündemimizdeydi. Farklı platformlarda yazan, ortak gündemi ise Beşiktaş olan amatör yazarların seslerini Standart Dergi’ye taşıma amacıyla yayınlamayı düşündüğümüz bültenlerin ilk adımı olan “Sözlük Gündemi” huzurlarınızda.

BÜYÜK TAKIM REFLEKSİ (skender)

Ender görülen doğa olayları vardır. Mesela Merkür’ün Güneş’in önüne geçmesi ya da meteor yağmurları gibi. İşte ligde iki hafta 5 puan kaybı, son üç sezonki Beşiktaş’ta ender görülen doğa olaylarından birisi. Şenol Güneş’in ilk sezonunda hiç yaşanmayan bu durum, ikinci sezonunda yalnızca 29. ve 30. haftalarda yaşandı.

Yine bizim adımıza epey zorlu periyotlardan birine girmiştik. Trabzonspor deplasmanını 3–4’lük bir skor ile geçip beş gün sonra Uefa Avrupa Ligi çeyrek finalinde Lyon deplasmanına gitmiştik. Burada 83. dakikaya kadar önde götürdüğümüz maçı iki dakikada yediğimiz iki golle 1–2 kaybetmiştik. Bundan bir hafta sonra oynanan rövanş mücadelesini 120 dakikalık bir mücadele sonucunda 2–1 kazanmamıza rağmen seri penaltı atışları sonucunda turu kaybetmiştik. Akabindeki Adanaspor maçını zorlu bir mücadele sonucunda 3–2 kazansak da, sezonun en diri ekibi olan Başakşehir’e 1–3 mağlup olmuş, sonrasındaki Fenerbahçe maçında ise eze eze oynadığımız maçın son saniyesinde yediğimiz golle iki puanı bırakmıştık. Bunun dışında böyle bir kayıp hiç yaşamadık.

İki haftada 4 puan kaybettiğimiz periyot ise iki tane oldu. Bunlardan ilki yine şampiyonlar ligi maçları (Benfica ve D.Kiev) arasına giren 12. ve 13. haftalardaki Başakşehir ve Fenerbahçe maçlarıydı. İkincisi ise Avrupa Ligi 3.turunda oynadığımız Olimpiyakos maçları sonrasına gelen 24. haftadaki Kayserispor maçı ile 25. haftadaki Antalyaspor maçıydı. Yani ligdeki periyodik puan kayıplarımız, hep zorlu Avrupa maçlarına denk gelen haftalarda ortaya çıktı. Zaten hem Avrupa’da hem de ligde zorlu karşılaşmaları art arda oynamak mental ve fizik açısından oldukça zordur. Buna rağmen geçen senenin 29.haftasındaki Başakşehir karşılaşmasının ilk yarısı dışında, oyun hakimiyetini rakibe verdiğimiz hiç olmadı. Zaten son üç sezondur rakibimize teslim olduğumuz çok az karşılaşma var ki buna şampiyonlar ligi maçları da dahil.

Bence fikstür avantajını ele geçirmiş olmamızdan daha değerli bir şey bu “büyük takım refleksi”. Takım da camia da böyle zorlu virajları atlatarak büyüdü. Yine atlatıp daha da büyüyecek.

ÇOK DAHA YÜKSEĞE (winona soul)

2017/18 sezonu Beşiktaş’ın gelecek yılları için “oyun kurallarını değiştiren” nitelikte olabilecek dönemeçlerini içinde barındırıyor. Bunları üç ana başlıkta toplayıp benim penceremden anlatmaya ve bir sonuca bağlamaya çalışacağım.

1) Süper Lig Dominasyonu

60 yıllık profesyonel lig tarihinde gördüğümüz son büyük iki dominasyon, 97–98–99–2000 Galatasaray ve 1990–91–92 Beşiktaş şampiyonluk serileriydi. Sırasıyla dört ve üç lig kupasına ambargo koyulan bu dönemler iki takım açısından da aynı zamanda tarihlerinin en parlak yıllarıydı. Diğer iki büyükten Fenerbahçe üst üste kazanılan lig zaferi sayısını iki sezondan öteye hiç götüremezken, Trabzonspor’un son “üçlüğü” 1979–80–81 şampiyonluklarıydı.

Özellikle son 10 yılda hızlanan endüstriyel futbola entegrasyonumuzun belki de zirveye ulaştığı bir iklimde üç ve üzeri sezona yaygın “seri” şampiyonluk almak her zamankinden daha zor. Futbol ekonomisti Tuğrul Akşar’a göre 2000 yılında 150 milyon euro olan Türk futbolu pastası bugün neredeyse altıya katlanarak 800 milyon euro’lara ulaşmış durumda.

Eski ve bence daha güzel adıyla, Türkiye 1. Futbol Ligi’ne ekonomik çerçevede kafa yorup sınıflandırmak istesek, şüphesiz ki bir oligopol piyasadan bahsederdik (genelde iki ila dört oyuncunun yarıştığı, hakim olduğu pazar). Bu tür piyasaları okumaya da yarayan Oyun Teorisi “bir oyuncunun kazancının diğerinin kaybı anlamına geldiğini” söyler.

Dolayısı ile pazara su taşıyan dinamiklerin, bir oyuncu haricindekilerin uzun süre üst üste kaybetmesinden hoşnut olmayacakları bir yapıdan söz ediyor olabiliriz. Kazanmak önemli belki, ama sürekli kazanmak diğerleri için çok kırıcı, hatta pazarın dışına iten bir etkiye sahip.

Bu bağlamda Beşiktaş, Türk futbolunun vahşi kapitalist devrinin ilk “üçlemesini” gerçekleştirmeye sadece 27 maç mesafede. Artık başarının paraya, prestije, çok çeşitli yan faydalara evrilmeme şansı yok gibi.

Mayıs 2018’de Boğaz’da bir Beşiktaş donanması daha görürsek; bu, talihin bizim lehimize kırıldığının açık göstergesi olacaktır.

2) Şampiyonlar Ligi Geleneği

Katılım, bereket, alışkanlık… Ara başlıkta Şampiyonlar Ligi’ne eklenecek sözcüğü çok aradım, ancak az önce saydıklarımdansa “gelenek” demenin daha doğru olacağına inanıyorum. Zira bahsettiğim organizasyon, bir kez katılırsanız sizi geçici olarak besleyebilir; iki kez katılırsanız biraz daha zenginleştirse de yorabilir, hatta yerel yarışmada kırabilir; ancak arayı çok açmadan gelecek üçüncü katılım ve sonrası, şayet oyuncu grubunuz genel manada çok değişmiyor veya uyumlu, zaten bu seviyede belirli bir tecrübeye ulaşmış şekilde güncelleniyorsa sizi sportif manada bir sonraki seviyeye götürür.

Beşiktaş son sekiz Şampiyonlar Ligi maçında yalnızca bir kez yenildi. Porto gibi bir geleneği deplasmanda üç golle yenebilmek ancak sizin de bir geleneğe sahip olabilmeye başlamanızla mümkündür ki, resmen bu yola girmiş bulunuyoruz. Kulüp olarak, içinde bulunduğumuz sezon üst üste ikinci Şampiyonlar Ligi maceramız olsa da Pepe, Adriano, Babel, Quaresma, Talisca buralarda bulunmuş, tozunu yutmuş sistem dişlileri. İki sezonluk alışkanlığı bir büyüteç gibi üç-dört sezona ve dolayısı ile gelenekleşmeye iten önemli bir faktör de bu. Galatasaray UEFA Kupası’nı kazandığında henüz Şampiyonlar Ligi gruplarından hiç çıkamamıştı. Kafayı oralara takmanın faydası yok. Bulunmak ve yarışmak, alışkanlığı geleneğe döndürmek orta vadede sizi zaten ikinci turlara, çeyrek finallere atacak. Bu sezon yaşamakta olduğumuz olgunlaşmanın şifreleri bence burada gizli.

Önümüzdeki iki Monaco maçında ve sonrasında iki Dolmabahçe randevusunda yeni filizlenmekte olan geleneğin kırılmadan, hatta daha hızlı boy atarak sonraki yıllara umut saçmasını bekliyorum. Hatta bahsettiğim iki iç saha maçındaki 6 puan, sanırım Beşiktaş adına en çok istediğim şeyler biri son yıllarda. Bu, aynı zamanda bizi Devler Ligi’nde grupları lider bitiren ilk ve tek Türk takımı yapacak.

3) Finansal ve Sportif Yapılanma

Süper Lig derecelerimizin 1 ve 2’den aşağı düşmemesi ile şu an ilk 30’a yaklaştığımız UEFA kulüpler sıralaması sayesinde ligde ikinci olsak bile play-off’larına seri başı olarak katılacağımız Şampiyonlar Ligi grupları finansal ve sportif toparlanma ve kalkınma stratejimizin en az beş yıllık ana hedefleri olmalıdır. İkincisinin içinde bulunduğumuz Devler Ligi serüvenimizin beş sezona yayılması durumunda kazanacağımız yaklaşık para 1 milyar lira (borcumuzun tek başına yüzde %60’ına denk).

Bununla beraber gelecek sportif ve kurumsal kuvvet, hem Cenk Tosun, Emre Mor, Talisca, Aboubakar gibi genç ve potansiyelli oyuncuların; hem de Pepe, Robben hatta (birkaç sene sonrası için) Ronaldo gibi meslek ahlakı ve potansiyeli dünya klasmanında olan ancak yaş dolayısı ile elit kulüp kariyerleri bitmiş kurt isimlerin ilk tercihlerinden biri yapabilir bizi.

2017/18 sezonunda alacağımız bir şampiyonluk, bizi üçüncü kez üst üste Şampiyonlar Ligi gruplarına yazacak ve sadece bu bile bize 200 milyon liraya yakın nakit sağlayacak. Öte yandan, UEFA sıralamasında ilk 60’tan yukarı gelemeyecek Galatasaray, Fenerbahçe, Trabzonspor veya Başakşehir’in olası bir ikincilikleri ile Devler Ligi’ne girebilmeleri için bir tur geçip sonrasında da play-off’ta seri başlarından birini elemeleri gerekiyor. Yeni formatta bugüne dek bunu başarabilen bir Türk takımı olmadı. Maalesef, gelecek sezon da olması büyük bir sürpriz olur. Dolayısı ile Beşiktaş, oligopoldeki rakiplerini ringin kenarına bir adım daha atmaya yakın. Oysa ki durum, onlar açısından bu denli avantajlı değil. Zira Beşiktaş ikinci olsa bile seri başı olmayan bir takımla eşleşeceğinden Şampiyonlar Ligi havuzuna ortak olma konusunda avantaja sahip. Bu bile onların bize yaklaşmasını engelleyecek, en azından mesafeyi tutacak hiç konuşulmayan ancak çok büyük bir yapısal avantaj. Zira Süper Lig şampiyonu ile ikincisinin, bu turnuva neticesinde elde ettikleri gelirlerin farkı kesinlikle ciddi bir makas yaratacak kadar büyük değil. Kısacası Süper Lig’i kazanırsanız paranızı korursunuz, ama Şampiyonlar Ligi’ne giderseniz zenginleşirsiniz. Biz Şampiyonlar Ligi’ne katılmaya devam ettikçe ister istemez yarışmada avantajı sağlayacağız, hem de uzun vadeli yani kalıcı bir şekilde.

Tüm bunlar neticesinde; gelirleri iç piyasadaki rakiplerinden çok daha yüksek ve kıtasal olarak bile ciddi sayılacak seviyede, sportif olarak yıldızı parlayan, “Come to Beşiktaş” gibi pazarlama hamleleriyle sükse yapan, cazibesi artan, her sene 30 bin kombine satıp; Kartal Yuvası gelirlerini durmadan artıran bir Beşiktaş en kötü ihtimalle “yenilemez”, oyunun dışına atılamaz.

Öte yandan, içinde bulunduğumuz sezondan itibaren önümüzdeki üç yılda alınacak iki şampiyonluk ve üç Devler Ligi katılımı, Beşiktaş’ı tartışmasız şekilde tarihinin en başarılı günlerine kanatlandırır. Yani çok daha yükseğe, belki de bugüne dek kimsenin tahmin bile edemeyeceği bir yerlere…

DÖNÜŞÜMÜZ MUHTEŞEM OLACAK ! (kasar yaza)

Güzel bir sonbahar akşamındayız. Feda döneminin etkileri azalmış, cefakâr taraftara, “bu sene sportif başarı beklemeyin” denilen sezonlar sona ermiş… Lige dört maçta dört galibiyetle başlamışız. Atatürk Olimpiyat Stadı kapasitesinin de üstünde dolu. Rakip Galatasaray. Dev bir pankart açılıyor tribünde. Üzerinde “dönüşümüz muhteşem olacak” yazıyor.

Maç başlıyor ardından. Beşiktaş’ın şekil verdiği maç rakibin tahrikleriyle geriliyor. 1–2 geri düşüyoruz. Sahaya kim oldukları hâlâ muallak olan birileri giriyor bundan sonra. Saha olayları başlıyor ve maç tamamlanamıyor. Beşiktaş bu kirli oyun yüzünden 5 maçını seyircisiz oynuyor, böylece ligde hızı kesiliyor.

Her yerde Beşiktaş’ın maç öncesi açtığı pankart var. “Dönüşümüz muhteşem olacak” pankartını paylaşıp “olamadı” yazıyorlar. Çok mutlular, gülüyorlar. Bizse, bu dönüşün bir gün gerçekleşeceğinden son derece eminiz o gün bile. Bugün olmadığı kesindi artık; ama belki yarındı, belki yarından da yakındı. Stadın soğuk betonlarında bir yazı çekiyor dikkatimi: “gidelim buralardan İnönü Stadı’na, gidelim buralardan Dolmabahçe yoluna” yazıyor duvarda. Hasretin kör zamanına denk gelmiş olacak ki burnumun direğini sızlatıyor bu yazı.

Ve bu maçtan 1,5 sene sonrası, Dolmabahçe yolundayız. Ağaçlı yola kırmızı halı serilmiş bizim için, evimize dönüyoruz. Rüya gibi bir oyunla, Beşiktaş açılış maçını 3 golle süsleyip liderliğini perçinliyor. O gün statta olan herkes biliyordu ki; bu dönüş, o dönüştü.

O dönüşü hissettiğimiz günden beri yine 1,5 sene geçmiş. Beşiktaş 2 kez şampiyon olmuş. Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi’nde adından söz ettirmiş. Boğaz’daki şampiyonluk kutlamaları gezegenin en ücra köşelerinde bile haber olmuş. Dolmabahçe’nin keyfini alan taraftar “Come To Beşiktaş” diyerek herkesi bu keyfe davet etmeye başlamış ve bu yaptığıyla da haber olmuş. Dünyada futbolla ilgilenen herkes ismine aşina hale gelmiş.

Ve bir şarkı yapılıyor Almanya’da. Şarkının içinde bir cümle var, “Beşiktaş gibi geri döndüm” diyor Almanca. Bu cümlede Beşiktaş’ın 5 yılının özeti var. Neler çektiğimizi, nerelerden döndüğümüzü biz biliriz. Bu yüzden de güzel günlere asla doymayacağız. Muhteşemliğimiz artarak devam edecek, şüphe yok.

--

--