Sözlük Gündemi-6

skenderbey
STANDART
Published in
11 min readNov 27, 2017

Merhaba

Sözlük Gündemi’nin yeni sayısında gündemi sözlük yazarıyla birlikte sizin için yorumlamaya çalıştık. Bu sayıda kendime torpil yaptım ve bu aralar hepimizin yapmak istediği gibi içimi dökmeye çalıştım. Yine ilk defa karşınızda olacak arkadaşlardan bilemiyorum altan bilemiyorum hepimizin sevdiği bir halk türküsü olan LİGİ KOYALIM LİGİ ile karşınıza gelirken, sui fidelis Şenol Güneş’in ALAMET-İ FARİKA’sından bahsedecek. İyi haftalar.

HEDEF BÜTÜNLÜĞÜ (skender)

İlk şampiyonluğun x, ikinci şampiyonluğun 2x, üçüncü şampiyonluğun 4x zorlukta olduğu yerde oyuncuları şampiyonluğa nasıl motive edersiniz?

Takımın maç kazanma sorunu teknik-taktik ile açıklamaya çalışanlar haksız değil. Lakin “x formsuz”, “y gol atamıyor”, “orta saha geride, 10 numara ileride kalıyor”, “hücumda çoğalamıyoruz”, “savunmada boşluklar veriyoruz” ların altında yatan temel sebep oyuncu formsuzlukları ya da taktik yanlışlıklar mı? Peki neden Lens’i koyuyoruz dolmuyor, Negredo’yu koyuyoruz almıyor? Medel ofluyor, Oğuzhan pufluyor… Özetle 15/16 sezonunda, Bursaspor’a attığımız efsanevi 8 paslık golde ceza yayının üzerindeki Oğuzhan’la Atiba’yı kendi yarı sahasından kanatlara diyagonal paslar atmaya iten ne?

Takım

Başarı kazanan takımlarda çoğu zaman düşüşler başlar. Bu düşüşleri engellemenin iki yolu vardır;

Ya oyuncuların her başarının değerli olduğuna inanacak kadar mental olgunluğa sahip olacak, ya da takım ile oyuncunun hedef bütünlüğü olacak. Biz ilk şampiyonluktan sonra gelmesi muhtemel olan düşüşü, oyuncular ile takımın hedef bütünlüğü içerisinde olması sayesinde aştık. Takıma katılan Talisca ve Aboubakar kendi takımlarının “istenmeyen adamları” olduğundan kendilerini gösterme fırsatını kullanmak istediler. Babel düştüğü bataklıktan çıkma derdindeydi. Cenk yıllarca yedek bekledikten sonra kulübeden katkı veren “genç semih” olmaya isyan etti. Quaresma, Gomez ve Sosa’nın yokluğunda takımın liderliğini ve Avrupa kupasını kazanma derdindeydi. Gökhan ve Caner ise eski camialarını karşılarına aldığı için burada kabul görme derdindeydi. Yani bir nevi bir sene önceki kadar aç bir kadro kurulmuştu. Eğer oyuncular belli bir kaliteye sahipse ve gerçekten istiyorlarsa bir şekilde kazanırlar gibi gelir bana hep.

Peki bu sene oyuncular aç değil mi? Takımın ihtiyacı olduğu kadar değil. Çünkü bu sene sana karşı 11 kişi ile kapanan takımlar, penaltı pozisyonlarını özete bile koymayan yayıncı kuruluş, penaltını çalmayan hakemler, golüne ofsayt diyen yardımcı hakemler, hocanı sürekli kurcalayan federasyon, evini arabasını satıp oyuncu olan rakipler var. Bunları aşmak için gereken coşku, şu anda sahip olduğumuzun birkaç katı kadar olmalı. Yani özetle 4x kadar olmalı.

Hoca

Yukarıda bahsettiğim coşku problemi dahil takımdaki sorunları aşmak hocanın görevi. Bu tarz problemler transfer döneminde, oyuncuların yetenekleri kadar karakterleri de değerlendirilerek aşılabilir. Örneğin Adriano, Pepe, Atiba gibi isimler her maçta kendi standartları doğrultusunda performans gösterirken, Talisca, Cenk ve Quaresma gibi isimlerin önemli maçları daha çok önemseyecekleri ön görülebilir. İşte belki bu noktalarda Quaresma yerine Orkan’ı yetiştirmemek, Cenk yerine Negredo’dan ziyade daha genç ve atletik bir forvet aldırmak, Talisca’nın yerine forvet arkasında oyun opsiyonlarımızı arttırabilecek bir seçenek istemek hocanın işiydi. Mesela bence bu sene Atiba’nın yerini doldurması muhtemel genç bir oyuncu da almamız lazımdı. Bunun sıkıntılarını da önümüzdeki sene yaşayacağız. Hoca belki bunları istedi ama aldıramadı. Ama ortaya çıkacak olan şeyde birinci sorumlu olan hoca olduğu için transfer konularında biraz daha ağırlığını koyması gerektiğini düşünüyorum. Ama şimdilik elimizdeki malzeme bu deyip bununla yemek yapmak zorundayız.

Şenol Güneş haklı olarak çözümü Şampiyonlar Ligi lideri kadroda arıyor ama Şampiyonlar Ligi ile süper ligdeki rakibin oyun planları gece-gündüz kadar farklı. Ligde sürekli açmamız gereken bir kilit var ve bu bizim ligimize özel bir şey değil. Bütün büyük takımlar bu kilitleri açmak için farklı stratejiler geliştiriyor. Bayern Münih de bununla uğraşıyor, Juventus da, Barcelona da (Premier Lig örneğinin dünya gerçeklerini yansıttığını düşünmüyorum. Orada tempoyu isteyen taraftarın kendisi ve tempo o kadar yüksek ki, bu bazen kaliteyi bile ikinci plana itebiliyor).

Peki biz bu kilitleri açmak için tam olarak ne yapıyoruz? Puan kaybettiğimiz son iki maçta kullandığımız 20 adet korner var. Neden hiçbirinde farklı bir duran top organizasyonu görmüyoruz? Bilic döneminde bile Atiba duran toplarda stoperimizi marke eden futbolcuyu bozup ona uygun bir kafa vuruşu fırsatı yaratmaya çalışırdı. Neden iki senedir ısrarla bunun üzerine gitmiyoruz? Neden Tosic dışında hiçbir savunma veya orta saha oyuncusu rakip savunma düzenini alt üst eden sürpriz dalışlar denemiyor? Neden serbest vuruşlarda hala D.Kiev maçındakinden başka golü olmayan Quaresma’nın topun başına geçmesine müdahale edilmiyor. Neden savunma arkasına sürpriz koşular yapmayı seven Lens oyunda olduğunda kendisinden Quaresma’nın yaptığı şeylerin aynısı bekleniyor (ayağına topu atıp orta beklemek)? Neden pas dağıtma açısından Talisca’dan daha istekli duran Negredo forvet arkasında değerlendirilmiyor? Talisca tercih ediliyorsa neden en önemli silahı olan şut tercihini 2. plana itmesi isteniyor? Orkan Çınar öldü mü?

Taraftar

Son iki sezonda sosyal medyanın da gücüyle taraftar profili epey değişmiş durumda. Bir takım her sene şampiyon olamaz. Her maçta üst düzey performans gösteremez. Grafikte inişler çıkışlar olacaktır. Her maçtan sonra takıma ve hocaya küfür eden bir kitle var ki ben bunların yaş ortalamasının 13 falan olduğunu düşünüyorum. Beşiktaş iflasın eşiğinden döndü ve bugün bu noktalara bu yönetim-hoca-oyuncularla geldi. Biraz insaf, biraz vefa… Her gün artan beklentilerinize cevap alamamanız takımdan daha çok sizin sorununuz. Bu takım bu sene şampiyon olamasa bile önümüzdeki 3 yılda şampiyonluğun en büyük favorisidir. Bu bir günde oluşan ve bir günde yitip gidebilecek bir şey değil. Bir süreç meselesi.

Belli ki önümüzde aşmamız gereken yeni bir eşik var ve bu eşiği aşabilecek güce ve deneyime sahibiz. Önümüzdeki hafta oynayacağımız Galatasaray maçından sonra rüzgârın yönü tam tersine dönebilir. Ama hocanın oyunumuzu tamir etmesi gerekiyor. Bir şekilde bu puan farkıyla bile kendimizi devre arasına atabilirsek şampiyonluk şansımızın çok yüksek olduğunu düşünüyorum.

LİGİ KOYALIM LİGİ! (bilemiyorum altan bilemiyorum)

Merhaba.

Cenk Gönen
Sivok
Hilbert
İbrahim Toraman
Hasan Türk
Fernandes
Uğur Boral
Veli Kavlak
Olcay Şahan
Almedia
Mustafa Pektemek

Yazıya 12/13 sezonuna 1–1’lik Başakşehir beraberliğiyle başlayan Beşiktaş’ın ilk 11’i ile giriş yapmak istedim. Bu kadroyu hatırlayalım ki bu kulübün son 5 yılda nerelerden bu konuma geldiğini şöyle bir gözden geçirelim, kat edilen mesafenin uzunluğunu daha iyi idrak edelim diye. Çünkü insan geçmişini unutarak kolayca nankörlüğe düşebilecek bir yapıda ve Beşiktaş’ın masasında şu an menemenden çok daha fazlası varsa, bu şükredilecek bir şeydir.

Takımın sportif ve ekonomik başarısızlık batağından Şampiyonlar Ligi’nde ilk 16’ya uzanan bu 5 yıllık sürecine dair bir şeyler yazmak isterdim ama belki başka zaman. Tek söylemek istediğim, bugün Avrupa’nın yükselen yıldızı Cenk Tosun’u, Mustafa Pektemek’in arkasında 3. forvet yapan Bilic’in kulakları çokça çınlamıyor mudur sizce de? Ben o gün ona büyük haksızlık yapıldığının farkına varanlardandım ve Ömer Şişmanoğlu’nun da maalesef benzer bir senaryoyla kaybedildiğini düşünüyorum. Her neyse…

Beşiktaş’a tarihinin en büyük başarısını kazandıran yönetim, hoca ve futbolculara büyük bir teşekkürü borç bilirim. Şimdi Şenol Hoca’nın da dediği gibi başarıları ve başarısızlıkları haddinden fazla büyütmeden, daha iyisi için önümüze bakma zamanı.

Madalyonun Diğer Yüzü

Beşiktaş, Yeni Malatyaspor beraberliği ile birlikte son 7 resmi maçında sadece 2 galibiyet alabildi. Bu 2 galibiyetin biri de, sıkıntılı geçen Alanyaspor deplasmanında Negredo’nun 88’de ki kafa vuruşuyla gelmişti. Son 3 sezonun ilk 13 haftasını incelersek de, Beşiktaş 15/16 sezonunda 30, 16/17 sezonunda 24, bu sezon ise ligde henüz 19 gol atabildi.

Her ne kadar Şampiyonlar Ligi grubunda gruptan lider çıkılarak hem kulüp tarihi hem de ülke futbolu tarihi açısından bir eşik atlanmış olsa da Beşiktaş’ın oyununun hücum tarafında yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu, su götürmez bir gerçek.

Takımın son maçlarının özellikle Süper Lig’de hikâyeleri birbirine benzer esasında. Neredeyse %70’lere dayanan top hâkimiyeti, bol sayıda pas ve fakat gol ile pozisyon bulma anlamında çok da zengin olmayan bir hücum görüntüsü var. Ben bu konuda ligde toplamda 6 gol atan Cenk-Negredo ikilisini eleştiremiyorum. Çünkü kendilerini (özellikle Negredo’yu) hem göbekten hem kanatlardan deli gibi besleyen bir orta saha ile izleyemedik henüz.

Başlıca sebep, hücum presini iyi yapan takımlara karşı Beşiktaş’ın topu 3. bölgeye taşıyamaması. Orta sahada topu geriden alıp oyunu (temposunu arttırarak) rakip kaleye yıkacak, hücum devamlılığını sağlayacak bir oyuncunun olmaması takımın hücum gücünden çok götürüyor. Zaten 2 sezon önce Beşiktaş’ın oyununu göze hoş gelen yapan en büyük sebeplerden biri, orta saha oyuncularının tempo yapabilmesi, topu çok hızlı paslarla Gomez’le buluşturabilmesiydi. Vodafone Park’ın açılışında Bursaspor’a atılan gol de bunun en güzel örneklerindendir. Geçen sezon itibariyle Sosa-Talisca değişikliği ile Beşiktaş’ın bu özelliği geriye gitti. Quaresma’nın ayağına bakan, daha çok kanat organizasyonlarıyla gol bulan bir Beşiktaş izledik ki bu sezon da özellikle Şampiyonlar Ligi’nde Quaresma’nın ortasıyla Cenk veya Talisca’nın buluşmasıyla goller bulundu. Talisca’nın bu orta saha oyunundan çok, gol atma öncelikli futbolunun Beşiktaş’a zaman zaman faydalarının olsa da götürülerinin daha çok olduğu kanaatindeyim. Bilen bilir ve bilmeyenler de artık bilmelidir ki Oğuzhan bir 10 numara değil. Bu çocuk, en verimli futbolunu Atiba’nın yanında oynuyor fakat artık tıkır tıkır işleyen bir Ati-Ozi-Sosa orta üçgeni yok. Çünkü üçgeni tamamlayacak kişi genelde kale önünde oluyor ya da orta sahada durağan bir şekilde topun kendisine gelmesini bekliyor. Talisca’nın oyun içinde bu kaybolan halleri, Porto maçında artık zirve yaptı. Tolgay ilk 11’e girmiş olsa dahi, durumun değişmemiş olmasının sebebi bu üçgenin hâlâ kurulamaması. Bu arada Tolgay’ı hem saha içinde geliştirdiği futbolu hem saha dışında ki cana yakın samimi duruşu için tebrik etmek gerek. Büyük aşama kaydetti. Ona formayı kazandıran şey, Ozi’nin yaptığı katkıları yapabilmekle birlikte aynı zamanda rakiple kora kor mücadele edip ayakta kalabilmesi. Oğuzhan’ın yıllar yılı kendine katamadığı şey, o cılız vücudunu bir türlü (örneğin bir Ramsey bir Wilshere gibi) kalıplı hale getirip oyununu sertleştirememesiydi. Gelin görün ki Tolgay’ın da benimsediği oyun, bir 10 numara oyunu değil. Bunu kendisi de dile getiriyor.

Dikkat ettiyseniz Beşiktaş maçların ilk yarılarını gol bulma anlamında deyim yerindeyse çöpe atıyor. Çünkü artık görüldü ki ilerde Tolgay, Atiba ve geri dörtlüye 2’li 3’lü hatta bazen 4’lü şekilde basarsanız Beşiktaş o baskıdan çıkıp istediği oyunu kuramıyor. Bunu bilen rakip, henüz diri olmanın avantajı ile birlikte bunu yapabiliyor ve Beşiktaş aynı bu akşam olduğu gibi ilk şutunu ancak ikinci yarı çekebiliyor. İkinci yarı ise 0–0 giden skor, rakibi doğal olarak mental anlamda oyunun içinde tutuyor. Sıkı defans anlayışı ve Akhisar maçında olduğu gibi bolca yere yatmalarla doğru düzgün bir top oynamadan 1 puanı alıp gidiyorlar.

Beşiktaş’ın Şampiyonlar Ligi performansını Süper Lig’den ayıran en önemli şey işte bu. Beşiktaş’ın oyununu bozmaya yönelik değil gol bulma amacıyla kendi hücum futbolunu oynamaya çalışan rakiplerin olması. Eğer karşınızda hücum oynayan Avrupa’dan bir rakip varsa ve siz bu takımı orta sahada bol pas yaparak top göstermeden bozarsanız, bu keyiflidir. Fakat aynı şeyi “Çanakkale Geçilmez” mantığıyla oynayan Anadolu takımına karşısında yaptığınızda, gol bulmadığınız sürece bir anlamı olmuyor maalesef.

Buraya kadar olan kısım teşhisti. Biraz da tedaviyi bulmaya çalışalım.

Benim naçizane fikrim, yönetimin Şampiyonlar Ligi geliri ve olası oyuncu satışlarından gelecek olan parayla, sezonda en az 10 gol 10 asist ile oynama kapasitesine sahip, takımın durağan orta saha trafiğine tempo katacak gerçek bir forvet arkası almasıdır. Frikikten gol buluyor, uzaktan çok iyi şut atabiliyor diye bence bir oyuncuya 21 milyon euro vermek (hadi Fikret Orman pazarlığı ile 17–18 diyelim) çok çok büyük risk. İlla ki bu meblağlar harcanacaksa Hakim Ziyech gibi hem atan hem attıran genç bir on numara alınabilir.

Eğer olur da Fikret Orman,Vida geliyor, Gökhan Töre dönüyor biz bu şekilde götürürüz” derse, büyük hata yapmış olur. Çünkü sorun ne savunmada ne de kanatlarda. Şenol Hoca’nın Talisca’ya sahada ruh gibi gezmemeyi öğretmesini bekleriz uzunca bir süre. Evet, Vida-Pepe ikilisi Beşiktaş’ın son yıllarda gördüğünü en iyi savunmayı izletebilir bize. Fakat lig’de şampiyonluk az gol yemekten değil çok gol atmaktan geçiyor. (Bkz: 2015–2016 Süper Lig şampiyonluğu mücadelesi) Buna ilave olarak bu yıl tattığımız Avrupa başarılarını devam ettirebilmek de (büyük oranda) lig şampiyonu olup direk katılım hakkı kazanmakla yapılabilecek bir şey. Zaten üst üste gelen lig şampiyonlukları ile Şampiyonlar Ligi’nde Şubat ayını görebilmeyi alışkanlık haline getirdiğimizde, Şenol Hoca’nın Porto maçı sonrası soyunma odasında bahsettiği seviyeye gelmiş oluruz. Umarım Allah o günleri de görmeyi nasip eder bu büyük camiaya.

Fakat her zaman olduğu gibi adımı adım… İlk adım yine 17/18 sezonu şampiyonluğu. Avrupa arenası bizi sarhoş etmesin, ayaklarımızı yere bassın. Ligi koyalım ligi!

ALAMET-İ FARİKA (sui fidelis)

Merhaba.

Bugün sizlerle Beşiktaş’ın oyununa dair biraz beyin jimnastiği yapmak istiyorum.

Birçoğumuz 15/16 sezonundaki pas oyununu özlerken, göz açıp kapayıncaya kadar 16/17 sezonunu şampiyon bitirip 17/18 sezonuna başladık bile. Peki bu 2 yılı aşkın sürede neler yaptık, bizi neler bekler?

Hepimiz biliyoruz ki 15/16 sezonunda Sosa — Oğuzhan — Atiba — Quaresma — Gökhan Töre — Gomez gibi deli dehşet bir hücum hattımız vardı. Bu kadro Şenol Güneş ile birleşince, Şenol Güneş’in alamet-i farikası olan pas oyunu ortaya çıktı. Dünyada bir benzerini Barcelona yapıyor olduğu için benzetmeler yapıldı. Oğuzhan orta sahada biraz daha geriye çekilirken, geniş görüş açısına kavuştuğundan dolayı daha pozitif bir oyun sergiledi. Oyuna sürekli yüzü dönük olduğundan, nereye topu atması gerektiğini rahatlıkla çözebiliyordu. Sosa ise tam bir dar alan oyuncusu olarak pas oyununa harika katkıda bulundu. Kenarlarda Töre ile Quaresma’nın da paslı oyuna dayalı oyunu ile baş döndüren trafikler ortaya çıkar oldu, mest olduk.

16/17 sezonunda Sosa’nın yerine Talisca, Gomez’in yerine ise Aboubakar geldi. Adriano, Gökhan Gönül gibi katkılar oldu ki en önemli parçalarımız bunlardı. Önceki sezondan gelen oyunu artık rakipler biliyordu ve önlem alınması ihtimali çokçaydı. Üstelik Talisca ve Aboubakar ile bu oyun oynanamazdı. Şenol Güneş burada devreye girdi ve yeni bir oyun ortaya koydu. Adriano gibi Oğuzhan da uzun toplar atabilmeyi öğrendi. Talisca da buraya eklenince, uzun ve öldürücü ters toplarla kaleye hızlı gidebilmeye başladık. Rakip hücum yaparken kaptığımız toplarla artık onlarca pas yaparak rakibe yüklenmek, yerini uzun ve hızlı toplarla iki üç pasla gol atmaya bıraktı. Zaten Barcelona’nın “tiki taka” denen bu oyununa karşı da aynı önlem alınmıştı. Şenol Güneş’in günceli takip etmesi, bu oyuna yatkın bir takımın belki şans eseri, belki de kast edilerek kurulmasıyla başarıya ulaştı. Adriano ve Oğuzhan’ın uzun ve ters topları Quaresma ile buluştu. Quaresma ise hiç duraksamadan topu forvetlerle buluşturması sayesinde neredeyse asist kralı oluyordu. Bu hızlı ve ters toplar sayesinde orta saha rakibe yüzü dönük kalıyor ve rakipten dönen topları toplayabiliyordu. Üstelik bu sayede Talisca da ikinci forvet olarak oynayabiliyordu.

17/18 sezonu başlarken, artık güncel olan durum oyunun defanstan kurulmasıydı. Bu sayede orta sahalar sürekli rakibe dönük kalacak, daha çok hücumu düşünecekti. Artık 6–8–10 numaralar yerini “box-to-box” denen orta saha oyuncusuna bıraktı. Biz de buna uygun olarak Pepe ile sözleşme yaptık. Hedef forvetten vazgeçmeyen Şenol Güneş, kartalın kanatlarına işlerlik kazandırmak için oyunu defanstan kurmak istedi. Bu sayede orta saha önde kalacak ve dilerse ortadan, dilerse açıklardan kaleye yüklenecektik. Bu sebeple de Fabricio’ya topu dikmemesi, sürekli ayağa oynaması defaatle tembih edildi muhtemelen. Bu oyunda da iki defo ortaya çıktı; Talisca ve Oğuzhan. Sürekli orta sahayı sürklase edecek kuvvette olmayan bu ikili ile başlanan maçlarda zorlanmamız normaldi. Çünkü öne-arkaya oyunu en son yapacak iki oyuncuydu bunlar. Şenol Güneş buna çözüm olarak Oğuzhan yerine Tolgay’ı koydu bir süre sonra. Tolgay bu işin hakkıyla üstesinden gelebilecek biri. Yine de, bu defa Talisca sırıtmaya başladı ama hoca ondan vazgeçemedi.

Sorunumuzu bu şekilde tespit ettikten sonra, gelin ara transfer döneminde ismi gündeme gelecek olan bir oyuncudan bahsedelim; Fellaini. Bir oyuncu düşünün ki hem defansif orta saha görevini yapsın, hem de forvet oynasın, hem baskı yapsın, hem hava hakimiyeti olsun, hem de orta sahada oyunu yönlendirebilsin. Şimdi defanstan sağ ayaklı pepe ve sol ayaklı olmasa da soldan oyun kurmaya alışkın Vida ile oyun kurduğumuzu düşünün. Orta sahadaki Fellaini ve Tolgay’ın yüzü rakibe dönük, Atiba ise daha kontrollü ve her zaman olduğu gibi dönen topları toplama görevini yerine getirmek için tetikte. Stoperlerin orta sahaya çıkmasıyla önündeki hattı iyice öne ittirmesinin, rakibi de kendi kalesine yaslayacağını hayal edin. Ortalığı karıştıracak ve dövüşecek Fellaini ve Tolgay, eğer uyumu çabuk yakalarlarsa oyunu sağa ve sola hızla yönlendirebilir. Dönen topları toplamak görevi ise Atiba’nın olur. Quaresma ve Babel ise forveti hem besleyecek, hem de forveti ikileyecek bir oyunda görevli olur. Ters kanattaki oyuncu forveti ikiliyor olur. İşte bu yüzden Fellaini önemli bir oyuncu olacak, ya da başka birisi.

Her sezon belirli bir strateji ile oynanan oyunu rakipler çözer, artık Süper Lig’de seviye çok yükseldi. Bu sezonun özelliği de defanstan kurulan toplar olacak gibi görünüyordu ancak bazı aksaklıklar oldu. Yine de telaş edecek bir şey yok. Devre arası iki takviye ile çok daha iyi bir Beşiktaş izleyeceğiz. Her şey plan dahilinde, tıkır tıkır işlerse ikinci devrede oyunu sürekli rakip sahaya yıkan bir takımımız olacak. Sadece biraz daha sabretmemiz yeterli.

--

--