Teknolojik yalnızlık… Ömür boyu
Hangi tür müziği dinlerse dinlesin ülkemizde yaşayan herhangi biri MFÖ’nün “Yalnızlık Ömür Boyu” isimli şarkısını duymuştur. Şarkı bir anlamda insanın hayatının özetidir. Beş parasız karanlıklar içerisinden yalnız bir yolculuğun sonunda doğarak gözümüzü açarız ve yine yalnız bir şekilde bu geçici adresten ayrılırız. Bir anlamda eski mistiklerin dediği gibi sadece bir yolcuyuz.
Peki, biraz daha yalnızlaştık mı sizce? Özellikle son 20 yılda… Elimizdeki cep telefonları, internet sayesinde…
Düşünelim biraz… Saatlerce yanımızdaki insanlarla konuşmadan yolculuk yapıyoruz artık. Hiç oturup bir fincan kahve dahi içmediğimiz sanal arkadaşlarımız var. Onlar bizim için bir avatar ve klavyede üretilen harflerden ibaret. Onların yakınımız olduğunu düşünüyoruz ancak hepsi sanal dünyanın canlı varlıkları, bizim yakınımızda değiller.
Fena halde yalnızlaştık, kabul edelim.
Zaten yalnızlaşmaktan başka bir çaremiz de yok. Deli gibi çalışıyoruz, çünkü para kazanmak zorundayız. Bunun yanı sıra ekonomi de başka bir sorun. Eğer İstanbul gibi büyük bir şehirde yaşıyorsanız dışarı çıkmanız direkt maliyetle alakalı. Mecburen hafta sonlarını evde geçiriyoruz. Biraz kitap, biraz Netflix ve çokça sanal arkadaşla bilgisayar başındayız.
Eski yazılarımı veya sosyal medya hesaplarımı takip edenler bilir. Sürekli olarak Yeni Dünya Düzeni’ne uyumlanmamız gerektiğinden bahsederim. Sanırım en fazla sorun yaşadığımız veya yaşadığım alanlardan biri burası. Sanal gerçekliğe alışmak. Ancak biz bir geçiş jenerasyonu olduğumuz için ben ve benim gibi düşünenler bu zorunluluk karşısında zorlanıyorlar. Bir sonraki nesil için belki de bu çok normal olacak.
Hayaller ve Gerçekler
En büyük sorunumuz hayallerimiz sanırım. Çocukken mahalle arasında top oynarken veya Metallica’nın 1999 yılında çıkardığı S&M albümünü dinlerken hayallerimiz vardı. Artık hayallerimiz çok kısıtlı. En azından benim için öyle. Bu sanal ortamda bir ütopyanın peşinde koştuğumu düşünüyorum bazen. Olmayacak mutluluklarla dolu bir ütopya.
Birkaç gün önce Beşiktaş maçı sonrasında vapurla Kadıköy’e geçerken bir şey fark ettim. Vapurun üst katındaydım ve İstanbul Boğazı harika görünüyordu. Zaten İstanbul en güzel gece gözükür. Ancak etrafımdaki herkesin elinde cep telefonu vardı ve kaçırdıkları güzellikten haberleri yoktu. Bense berbat bir kahve eşliğinde manzaranın tadını çıkardım. Sanal dünyadan biraz olsun kopabilmiştim.
Naçizane tavsiyem, her ne kadar bu yeni düzene ayak uydurmaya çalışsak da biraz gerçek hayata dönmemiz. Biraz gerçek hayat hepimizi iyi gelecek.
Hayallerden bahsetmiyorum, hayallerin canı cehenneme, en azından gol olduğunda iki kolumuzu elimizde telefon olmadan göğe doğru yükseltelim, İstanbul Boğazı’nın tadını çıkaralım.
Fazla koptuk gençler, dibe fazla indik. Biraz hayata ve kitaplara dönelim.
Sadece bunu düşünmenizi istedim. Sanal hayata o kadar daldık ki kim olduğumuzu unutuyoruz.
Not: Bir süredir üçüncü kitap telaşı, iş temposu ve benim boktan ruh halim nedeniyle yazılara ara vermek zorunda kaldım. Tüm Standart Dergi okurlarından özür dilerim.
Bu performansı da dinlerseniz sevinirim.