Çarkıfelek

Handan Kılıç
Türkçe Yayın
Published in
4 min readMay 26, 2020

Zamanın içinden geçiyoruz, zaman da bizim içimizden.

Ne çok tünel, mağara, karanlık galeri, ne çok susuzluk gördük.

Ne derin yalnızlıklar, ne çok acı birikti içimizde…

Git git bitmeyen yollar, inişli çıkışlı. Nefesimiz yetmiyor artık vadilerden ovalara bile yürümeye. Tırmanışlar, zirveler, açık denizler çok uzaklarda.

Adım atacak gücü kalmadı ruhumun.

Güneşe hasret miyim, ışığı görsem tanır mıyım?

Göz kamaştıran haline alışır mıyım yine?

Özledim mi günü, güneşi, ışığı, çiçeği?

Bilmiyorum.

“Bir daha aynı hevesle yürür müyüm o yolları”.

Kim bilir? …

Yeşilken, kıpkırmızıyken daha, baharı görmeden düşmüş taze yapraklar, çiçeklerle dolu o yolları nasıl adımlar insan!

Ya mevsiminden önce sararmış, hüzne gark olmuşlar savrulmuşken hazandan hazana, gelen mevsim renklerini hatırlatır mı hiç?

“İçimiz hep bir hoşçakal ülkesi” iken solan çiçeklerin, dökülen yaprakların hesabını tutan dallarım yeni yapraklarla bezenecek mevsimi bulur, tanır mı…. Bitmeyen yollar, yıkıntılar arasından gelmeyen geleceğe ulaşır mı?

Görecelidir zaman. Sonsuzluk tesellisine sararsan çile vakitleri de kısadır aslında ama karanlığın içinden yürümek, gürül gürül geçen günler ırmağına rağmen durgun bir gölde kokuşmuşluk hissi verebilir. Üzerinde açan nilüferlere körleştirip umutsuzluğa düşürebilir.

Elbet bir gün çile biter, tohum çatlar, mevsim döner, renklerine kavuşur dünya. Peki ya renklerini yitirmiş gönüller için kavuşmanın bir anlamı kalmış mıdır bunca zaman ve acıdan sonra?

Renkler yoktur aslında. Gördüklerimiz, sadece ışık ve karanlık, nesneler üzerinde oynaştıkça, tayftan kırıla döküle geçip gözümüzden zihnimize yansıyanlardır.

Gördüğümüzü sandıklarımız, yaşananlar, yaşattıklarımız, her şey bir yanılsama…

Hayat bir incinme, incilenme, istiridyenin hapsinde…

Her noktanın, desenin, harfin, ışığın ve karanlığın örüntüsünde varıyoruz bütüne.

Günler, aylar, yıllar geçiyor, karakalem çizgileri gibi düşüyoruz resme.

Bu mandalayı çizmeye başladığımda bir hedefim vardı. Her gün içimden geldiği gibi çizdiklerimden farklı olarak tek oturuşta bitirmeden, sürecin keyfini/sabrını yaşayarak nihayet zafere ulaşmak. Çünkü süreç, insanı terbiye edendi. Sonuçtan daha çok insanı besleyen, geliştiren yolda yürümekti.

Bitip bitmediğini birkaç gün düşündüm. Arkadaşlarıma sordum. Bu konuda tecrübeli olanımız “Onunla konuş, ona sor bitmiş mi, neye benziyor, sana fısıldadıklarını ancak sen duyabilirsin.” deyince onunla göz göze vakit geçirdim. İçine yerleşmiş figürleri, renkleri, desenleri inceledim. Benim seçimlerim dışında ilerleyen hayat gibiydi. Gülümsedim. Kimsin, nesin, nereden geldin diye sordum. Günlerce bekledim. Neden sonra adını fısıldadı:

“Çarkıfelek”… Kaderin çarkı… Feleğin çemberi… Yakıldığında dönerek kıvılcım saçan donanma fişeği, kimine göre ise bir tür talih oyunu ile adaştı.

Cicero, antik çağlarda tanımlanan bu kavramı “İnsanın kaderine ve alın yazısına bağlı olarak elde edeceği, kayıp ve kazançlar ile ödül ve cezaları temsil eder” diyerek kullanmış.

Romalı filozof Boethius, Felsefenin Tesellisi adlı kitabında ilk kez bahsini açmış. Şans çemberinin sahibi, yılları da değiştirdiği düşünülen şans tanrıçası Fortuna imiş.

Latincede passiflora, ingilizce'de passion flower denen çarkıfelek çiçeği varmış bir de. Nam-ı diğer tutku çiçeği, zamanla ilişkisini koparmayan insanlar için adı saat çiçeğine dönmüş.

Dünyanın en göz alıcı, tırmanıcı bitkilerinden biriymiş çarkıfelek. Beş yüzden fazla türü, dört yüz kadar hibridi olan, Güney Amerika menşeili, Avrupa'ya İspanyol'ların getirdiği göçmen bir çiçekmiş. Bazısı on beş-yirmi metreye kadar uzanan ama çoğu diz hizasına gelebilen sarmaşık türü bu bitkiye örtücü çiçek de denirmiş.

Her dem yeşil kalmasını bilir, zayıf gövdesi helozonik tutmaçlarla tutunarak hızla büyür, hoş kokar, ilkbahardan sonbahara kadar çiçek açarmış. Vatanı olan tropikal bölgede ise tüm yıl çiçek veren, onunla beslenen sinek kuşları için aş, arılar ve kelebekler için yuva olurmuş.

Bazı türlerinin meyve verdiği de olurmuş. Meyvesi, kalın dış kabuk altında pek çok tohum gizlermiş. Bir çok türünün meyvesi zehirli ve öldürücü olabilirken olgunlaşmışlarının ise sakinleştirici etkisi varmış. Öyle ki, sütten kesilen bebeklere çay olarak verilebilirmiş.

Aztek'ler, yılan ısırıklarına karşı panzehir olarak kullanırmış çarkıfelek çiçeğini. Gösterişli halini, ağzını açmış bir yılana benzetirlermiş. Dinsizin hakkından imansız geldiği gibi yılanın hakkından da yılan yuttuğuna inanılan bu çiçek gelirmiş.

Çiçeğin erkek ve dişi organlarının konumu ise, Hazreti İsa’nın çarmıhtaki duruşuna benzetilmiş. Bu yüzden tanrının Hristiyan misyonerlere gönderdiği bir müjde olduğuna inanılmış. İsa’nın çilesinin simgesi olan bu çiçeğin onun damlayan kanından doğduğuna inanılırmış.

Yavaş uçan, renkli, uzun ömürlü kelebekler yumurtalarını sadece bu çiçeğe bırakırmış.

Çarkıfelek üzerine edindiğim bu bilgilerden sonra mandala ile konuşmaya devam ettim:

Çarkıfelek, dedim, biliyorum, çarklarını kıramayız kaderin. Gözyaşının içinden geçmeden çilemizi dolduramayız.

Herkesin kederi, neşesi, hazan mevsimi, merkeze uzaklığı, kıyıya yakınlığı başka. Yürünecek yolları, aşılacak dağları, adım atacak takati, sevinci, hüznü, aşkı, kırıklığı, yalnızlığı farklı…

Feleğin çemberinden geçiyoruz; nerede duracağını bilmeden, hangi renkte kabustan gözümüzü açacağımızı kestiremeden.

“Ömür günü”nün hangi saatinde uyanacağız, nereye ne kadar adım atacağız, bunca yük dökülecek mi üzerimizden, bunca karaltının ruhumuzda bıraktığı enkazdan sağ çıkıp yeni yollar bulacak mıyız yoksa çarkın dişlileri ezecek mi bizi?

Yılan yutan ağzı ile yılanların kalbimize bıraktığı zehre panzehir olacak mı çarkıfelek? Çiçek olup aşkla saracak mı bedenimizi? Kelebeklere, arılara yeniden yuva olacak mı gönlümüz?

Her daim yeşil kalmayı beceren sarmaşıklar gibi tutamaçlarımızla tutunacak mıyız hayata?

Feleğin çemberinden çıkış var mı?

Yoksa cevap “Dön baba dönelim” mi?

Dönmeyelim, döne döne tükendik belki ama son bir gayret deyip tutunalım sonsuzluk çemberine, düşmeyelim.

Düş görelim, renkler olsun orada, siyaha yenilmemiş ve beyazın yutmadığı, ışığın gözlerimizle raksı…

Bayram, çevir artık çarkı…

Handan Kılıç

26/05/2020

--

--