Çingeneler Zamanı İncelemesi — “BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİK”İN SİNEMADAKİ KALESİ

Kevser Yağcı Biçici
Türkçe Yayın
Published in
5 min readJan 26, 2021

Çingeneler Zamanı (Time of Gypsies) -orijinal adıyla- Dom za Vesanje; yönetmeni Emir Kusturica’ya Cannes Film Festivalinde (1989) en iyi yönetmen ödülü ve dünya çapında ün kazandırmış hem konu hem anlatım tarzı açısında çok fazla örneğine rastlanmayan bir başyapıt niteliğindedir.

“…Ve hayalleri olmadan bir çingene ne işe yarar? Çatısı olmayan bir kilise, sesi çıkmayan bir çan gibi.”

Emir Kusturica Saraybosna’da doğup büyümüş ve orada yaşayan çingene halkla çok zaman geçirmiştir. Yönetmen küçüklüğünden itibaren gördüğü, tanıdığı, içinde büyüdüğü bu insanların yaşayışlarını, kültürlerini ele alan; onların mutluluklarını hüzünlerini anlatan ve yine onların yaşadığı fakirliği, dışlanmışlığı yansıtan bir film yapma hayaliyle yola çıkmış ve sonuç olarak bize bu muhteşem filmi hediye etmiştir.

Yazının çok fazla uzun olmaması adına bahsetmek istediklerimi iki parça halinde ele alacağım. Bu yazımda hikayenin anlatım dili üzerine birkaç husustan bahsetmeye çalışacağım. Gelecek yazı ise filmin hikayesi ve teması üzerine olacak.

(Hem bu kısımda bahsettiğim hem de 2. Partta bahsedeceğim tüm hususlar ve çok daha fazlasını konuştuğumuz, bu film hakkında daha derin ve detaylı bir muhabbet dinlemek isteyenlere aşağıda yer alan videomuzu önerebilirim. İzlerseniz yorumlarınızı bekleriz 😊)

Çingeneler Zamanı pek çok yönden son derece yenilikçi ve eşsiz olsa da kuşkusuz en öne çıkan özelliği, tercih edilen hikaye anlatım dilidir. Kusturica bu filmiyle anlatmak istediği hikayeyi -edebiyatta görmeye alışkın olsak da sinemada o sıklıkla karşılaşmadığımız- “büyülü gerçekçilik” akımı öğelerini kullanarak anlatmayı tercih etmiş. Filmin başından sonuna kadar karşılaştığımız pek çok sahne ve konuşmada da bu öğelerin izini bulmak mümkün.

İlk olarak filmin açılış sahnesinde karşımıza çıkan kırık şemsiyeli abinin ufak tiradıyla; hem filmin konusu/ana fikri hakkında ipucu; hem de bu hikayenin alıştığımız hikaye kalıplarının dışında, büyülü gerçekçilik öğeleri kullanılarak anlatılacağına dair ilk işaretler veriliyor.

“Ben hayatıma devam etmeye çalışıyorum ama onlar beynimi yiyorlar. Ama kaçtım. Aptal değilim ben. Zehir iç o zaman. Ampuller. Tanrım ampuller. Ruhumu zincirleyip beni zincirli bir dansöz gibi oynatmaya çalışıyorlar. Kanatlarımı kırpıyorsunuz. Kanatsız bir ruh neye yarar ki. Benim ruhum özgürdür, kuş gibi özgürdür. Önce yukarı doğru uçar sonra aşağıya iner. Bazen ağlar bazen de şarkı söyler ve güler. Tanrı da bizim yanımıza yeryüzüne indi. Çünkü o da biz çingenelerin yanındaydı. Sonra yine yukarı gitmiş. Ben ne yapayım? Benim hatam değildi!”

Filmin ilerleyen sahnelerinde ana kahramanımız Perhan ve ninesinin doğa üstü güçleri olduğunu öğrenmemiz, uçan gelinlere şahit olmamız, oturdukları evin Perhan’ın dayısı tarafından havaya kaldırılıp asılı bırakıldığı o muhteşem sahne ve daha pek çoğu neticesinde büyülü gerçekçiliği iliklerimize kadar hissediyoruz. Yaşadıkları evin havaya kaldırılıp orada asılı bırakılması inanılmaz masalsı bir sahneydi. Bu sahne başlangıçta izleyiciye gerçek dışı geliyor ve bir masalın içinde olduğu hissi uyandırıyor. Fakat hemen akabinde izleyici aslında bunun bir anlamda gerçek olduğunun, çingenelerin bu denli derme çatma evlerde oturduğunun farkına varıyor. Sanırım büyülü gerçekçilik akımının sinemadaki kullanımını bundan daha iyi anlatan bir sahne olamazdı.

Aslında Kusturica bu filmiyle hem bireysel olarak (Perhan’ın hikayesi) hem de toplumsal olarak (ezilen, yok sayılan, “öteki” olarak görülen Çingenelerin hayatları) çok ağır ve üzücü hikayeler anlatmasına rağmen tüm bunları -deyim yerindeyse- kanırta kanırta anlatmak yerine büyülü gerçekçiliği kullanarak bir masal gibi anlatmayı özellikle tercih etmiştir. Pek çok röportajında da filmin anlatım dili ve tekniği üzerine çokça kafa yorduğunu ve en sonunda böyle bir yol izlediğini de özellikle vurgulamıştır.

“Yeryüzünde daima sizi Dünya’ya çekmek için sıraya girmiş aşağılık herifler olacaktır; ama ara sıra uçmalı, hiçbir şey olmadığımız hissini tatmalıyız.”

Emir Kusturica

Bazılarınca bu masalsı ortam ve anlatım dilinin hikayeye zarar verebileceği, filmin trajik hikayesini izleyiciye geçiremeyeceği uzaklaştıracağı düşünülebilir. Ancak belirtmek gerekir ki, yönetmenin bu tercihi; hikayenin dramatikliğini azaltmak şöyle dursun, filmin normal hikaye kalıpları kullanarak anlatılsaydı yaratacağı etkilenin kat be kat üstüne çıkarmıştır. Kuşkusuz bu anlatım tercihi filmin pek çok sahnesini unutulmaz kılmıştır. Filmi izlerken gülümseyip geçtiğimiz bazı sahnelerin zaman geçtikçe pek çok defa gözümüzün önüne gelmesi ise bu unutulmazlığın en güçlü göstergesi bence.

Benim için bu durumu en büyük örneği; çingene çocuklarının kutuların içine girerek birbirlerini koşturduğu, oyun oynadıkları sahnelerdi. (Hatta filmin sonu da bu sahne ile bitmişti hatırlarsınız.) O an gülümseyip geçtiğim bu sahneleri daha sonra düşündüğümde yönetmenin vermek istediği mesaj kafamda çok daha iyi oturmuştu. Bu çocukların sokakta oynayacağı çeşitli oyuncakları, kullanacakları bisikletleri yoktu, ama karton kutular vardı. Çingenelerin yaşadığı fakir hayat ama buna rağmen eğlenecek bir şey bulan ve her şeye rağmen mutlu olan çocuklar daha iyi nasıl anlatılabilirdi ki?

Son olarak filmin müziklerine değinmek istiyorum. Filmin müzikleri Goran Bregoviç tarafından yapılmış ve hepsi birbirinden harika. O kadar ki filmin müziklerinin ünü neredeyse filmin kendisini geçmiş durumda. (Filmi izlememiş olanlar bile soundtrackten en az 1–2 şarkıyı kesin biliyordur.) Müzikler neredeyse filmin tamamına hakim. Ancak bu müzikler arka fonda çalınıp geçilmiyor. Genel olarak her sahnenin kendi müziği var. Yani o sahnede duyduğumuz şarkı, halihazırda filmin içinde, sahnede var olan müzisyenler tarafından icra ediliyor. Hüzünlü veya mutlu her anda arkadan çalan bir müzik söz konusu.

Perhan üzgün olduğunda ninesi “boşver gel sen şunu çal” diyerek eline akordeonunu tutuşturuyor.
Düğün sahnesinde yine müzisyenler yerlerinde.
Meşhur meyhane sahnesi ve unutulmaz şarkısı “Ederlezi Avela” yı çalan müzisyenler yine sahnede.

Bu açılardan müzikler de filmde hakim olan büyülü gerçekçilik hissinin izleyiciye geçmesine yardımcı olan çok önemli ve destekleyici bir husus olması açısından oldukça önemlidir.

2. Kısımda görüşmek üzere!

--

--