Çukurun Sonu Güneşlik Olmasa Da Ayaz
“28 yaşımın son ayı. Aralık. 31 Aralık’ta 29 yaşında olacağım. Asal sayı 29. bölünmez, dimdik ayakta, sağlam bir sayı. Umarım bu güçlü duruş hayatıma yansır. Yalan yok 28 yaşım çok sancılı geçti. Birçok sorgulama, depresyon, kendinden şüphe, bolca gözyaşı ve birçok değişiklik. Çok sarsıldım bu yıl, çok zorlandım. Ama yaşıyorum. Mücadele ediyor muyum bilmiyorum ama risk almaya devam ettim. Sanki mücadele benim karakterime uymuyor, ben asla mücadele edemezmişim sadece kaçarmışım veya donakalırmışım gibi bir tehlike anında. Aynı öyle kaçmak ve donakalmak arasında gidip geldim bu yıl. Belki de artık savaşmayı öğrenmeliyim. Belki de bırakmalıyım dağınık kalsın. Bugün geçen haftalardan daha iyiyim neredeyse ilaçlarımı kullanmaya başlayalı 4 hafta olacak. Kalktım, ev işleri hallettim. Bir to-do list çıkardım hepsini tek tek yaptım yanına da tik attım. Bayadır to-do’m da olan sırf üşengeçliğimden yapmadığım bir işi hallettim. Bunlar benim için büyük hamleler... Varolmaya çalışıyorum işte olduğu kadar... Yaşamaya, çalışmaya, okumaya devam. Karanlıklar belki total bir aydınlığa ermese de belki de sisli bir yağmur gününe dönüşecek. Esasında obsesif ve kontrolcü tarafım sisli yağmur gününe de razı değil. Ama bol güneşli, minik rüzgar esintili, mohitolu ve karayip maviliğinde bir deniz eşliğinde yaz gününe dönüşmeyecek en azından her günüm öyle olmayacak. Bazı yaraların izleri kalacak. Bunu kabullenmem gerek öncelikle. Daha iyi olacağım, yaralarımı güvensizliklerimi saracağım. İçimdeki o küçük umut kırıntısına, o yaşamak isteyen var olmak isteyen bebeğe sarılacağım.”
Yukarıda paylaştığım yazıyı 1 Aralık 2021'de yazmışım. O zaman ciddi bir depresyon ve anksiyete ataklarıyla uğraşıyordum. Sürekli daha iyi olacağım şeklinde biten yazılar yazıyor asla gerçekte kendimi ikna edemiyordum. İntihar düşünceleri kafamda dolanıyor, en kolay nasıl bitiririm bu acıyı diye sürekli yollar aramaktaydım. Eğer ölemezsem sakat kalma ihtimalini göze alamıyordum benim aradığım, bu hapishaneye dönen hayatımı acısız kesin bitirme tuşuydu. Günlerim kendime saydırmakla, ne beceriksiz ve işe yaramaz biri olduğumu düşünmekle geçiyordu. Sayısız terapi seansları, ağlama krizleri ve panik ataklar sonucunda terapistim eşimi arayarak beni kliniğe yatırmak istediğini ya da ne olursa olsun işi gücü bırakıp izin alıp beni buralardan birkaç günlüğüne götürmemi söyledi. Buna ortam terapisi deniyormuş. Kliniğe yatmak da bir nevi öyle bir metodmuş. Velhasıl eşim Sapanca’da ev tutarak, beni İstanbuldan o etrafı gözyaşına bulanmış mendillerle çevirili, yorgun battaniye ve artık şeklimi almış koltuktan sürükleyerek götürdü. Ve birkaç gün doğayla iç içe köpeklerimizle birlikle yürüyüşler yaptık ve şömine başında kitaplar okuduk. Ve dünyayla bağlantımızı kestik. Ben daha dönüş yolunda bile daha iyi hissediyordum. Belki de ihtiyacım olan sadece elimden tutulmasıydı. Anlaşılmak... Döndüğümüzde işime gücüme döndüm. Ataklarımın sıklığı azaldı. İntihar düşüncelerim yavaş yavaş azaldı. Dokununca sızlayan bir yara izi gibi hâlâ zihnimin ücra köşelerinde dolanıyordu ara sıra.
Tatil dönüşü bana orkide geldi ve orkideye iyi bakacağıma çiçeklendireceğime dair kendime söz verdim. O orkideye o kadar bağlandım o kadar tutundum ki yavaş yavaş yeni yeni tomurcuklar çıkmaya başladı. Her sabah kalktığım gibi orkideme bakıyordum ilk iş. Sonra bir orkide daha hediye geldi bu sefer mosmor. Ona da çok bağlandım. Sonra minyatür bir zeytin ağacım oldu. Ve ben ki hayatım boyunca asla çiçek bakmayı beceremeyen kadın, çiçekler hakkında deli gibi video izleyen ve okuyan birine dönüştüm. Birkaç hafta sonra her sabah 10 dakika meditasyon yapmaya özen gösterdim. Ve her ay minimum 10 kitap okuma sözü verdim kendime. Ve ilgisizlikten içe kapanan ve bitmeyen depresyonuma benden çok kahrolan köpeklerime de her gün 1 saat yürüyüş yapıp oyunlar oynamaya söz verdim.
Küçükken çok fazla şiir yazardım ve küçük bir şiir defterim vardı. Defterim kaybolduğunda çok ağlamıştım. Ve kaybolduğundan beri tılsımını yitiren bir büyücü gibi şiir yazamamaya başladım. Sonra bir gün odamda yırtık bir kağıt parçası buldum, şiir defterimden kopardığım eski bir şiir… Ve o anda dedim ki Bouchra sen o kadar da beceriksiz işe yaramaz değilsin belki de... Potansiyelini unuttun… Ve bu şekilde tekrar yazı yazmaya günlük tutmaya başladım. Ve mucizevi bir şekilde hayatın aslında o kadar kötü olmadığına karar verdim zamanla. Ara sıra ataklarım tekrarlasa da nefesimi kesen ve hayatımı zindana çeviren bir karanlığa düşmüyorum.
Eğer ki bunu okuyan arkadaşım... Sen de benim gibi aile mirası kronik bir depresyonla mücadele ediyorsan, lütfen içindeki potansiyeli hatırla belki tutunacak dalın yakınlarında bir yerde seni bekliyor. Beni kurtaran bana gelen pembe orkidelerdi... Artık çukurun sonu güneş olmasa da ayaza da razıyım. Yeter ki o karanlık bir daha beni bulmasın. Bulursa da artık eskisi gibi mızraksız, öksüz ve hazırlıksız kendinden nefret eden küçük kızı bulamayacaktır.